Heronları kim düşürdü veya Celaliler ile PKK

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Heronları kim düşürdü veya Celaliler ile PKK
Tarihe her zaman farklı pencerelerden bakmak, sıkışan gündemi ferahlatır. Yaşanmakta olan olaylara yeni bir bakış açısından bakma alışkanlığını kazandırır insana.
Yeni ortaya çıkan "Heron skandalı"nı biliyorsunuz. İnsansız hava keşif aracı Heron, PKK'lı teröristleri tespit ediyor. Olay yerine bir helikopterin de gittiği görülüyor ama nedense ateş açmadan geri dönüyor. Ardından da kanlı baskın geliyor. Bir başka Heron skandalı ise bir komutanın 'Bunlar fazla zayiat verdiriyor, birkaç tanesini düşürelim' sözleriyle ortaya çıktı. Daha da çıkacak gibi görünüyor.


Özetle söyleyecek olursak, PKK ile bazı komutanlar arasında (dilimiz söylemeye varmıyor ama) dirsek teması olduğu yönündeki bulgular giderek çoğalıyor. Böylece PKK'nın çeyrek asırdır neden bitirilemediğine dair kanaatlerimizi gözden geçirme imkânı da doğuyor. Kaç başbakan, kaç cumhurbaşkanı geldi geçti, hepsi de ağız birliği etmişçesine 'kökünü kazımak'tan söz ettiler ama örgüt hâlâ canlı. Demek ki, işin içinde bilmediğimiz dolaplar dönüyor.

Halbuki mesela Ağrı'da herhangi bir taksi şoförüne sorsanız öğrenebileceğiniz alelade bilgiler bunlar. Çatışmanın bitmesini istemeyen, bundan nemalanan kesimlerin varlığı, oralarda hiç de sır değil. Başka "mahfil"lerde de pek sır olduğunu sanmıyorum. Belki de en son bizim öğrendiğimiz bir "sır" karşısındayızdır.


Bu ortamda tarihimizde eşkıya (teröristler) ile devlet ve asker arasında benzer dirsek temaslarının kurulduğu dönemleri hatırlamak yararlı olabilir. Mesela kavgası gürültüsü neredeyse bir asra yakın süren Celali isyanları günümüze ayna tutabilir.



Columbia Üniversitesi Sosyoloji bölümü hocalarından Karen Barkey, 1994'te çıkan ve Türkçeye 1999'da çevrilen "Eşkıyalar ve Devlet" adlı kitabında ilginç bir analiz yapar. Barkey'e göre 1600'lere gelindiğinde Osmanlı Devleti'nde eşkıyalık yaygınlaşmıştı. Köylüler, medrese öğrencileri, başıboş askerler bu karışıklık döneminin kaynaklarını oluşturuyordu. Yani örgütleri besleyen insan kaynakları, toprakla geçinemeyen köylüler, parasız kalan öğrenciler ve ordudan uzaklaştırılmış askerlerden elde ediliyordu.



Kaynaklar bunlar ama devlet neden bu kaynakları kurutamıyordu? Yoksa kurutmak mı istemiyordu?



Karen Barkey'in çarpıcı tezi şudur: Bu memnuniyetsiz gruplar devlet tarafından "pek çok niyet ve amaçla" eşkıyalığa sürükleniyor, açıkçası devlet "eşkıyalığı imal ve icat ediyor"du. Tabii ki bu kişilerin ellerine silah verip doğrudan doğruya eşkıyalığı "yaratmıyordu" devlet. Bu işler zaten böyle cepheden olmaz. Devlet daha çok bu gruplara zemin hazırlıyor ve onları "merkezi ve yerel tahakkümü ve denetimi artırma hedeflerine uyan eylemlere yönlendiriyordu." Böylece eşkıyayı kullanarak bölgedeki denetimini artırıyor, denetimi sağladığı zaman da onları tasfiye ediyor veya merkezle bütünleştiriyordu. Tabii bu süreçte eşkıya ile pazarlıkların yapıldığı da oluyordu.



Barkey'in şu cümlelerini dikkatle okumakta yarar var: "Devlet, eşkıyalığı, toplumdaki huzursuzluğu başka yerlere kanalize etmek amacıyla ve kendi askerî ve siyasî-idarî ihtiyaçlarının bir yan ürünü olarak imal ediyordu. Bu yüzden de yarattığı bu yeni toplumsal grup pek çok bakımdan onun hizmetkârı olarak kaldı."

armagan01.jpg

İsyancı ile devlet ilişkisini ortaya koyan bir görüntü. İ
stanbul Veznecilerde bir Celali lideri (Abaza Hasan Paşa)
ile onun ayaklanmasını bastırmakla görevlendirilen
Kuyucu Murat Paşa aynı türbede son uykularını uyumaktadır.



Böylece isyanlar bastırılıyor ama eşkıyanın kökü kazınmıyordu. Onların üzerinden ince bir siyaset yürütülüyordu: Muhalefet devlet tarafından kontrollü bir şekilde yönetiliyor, muhtemel başka oluşumlar ise bu tehdit kullanılarak sistemli bir şekilde bertaraf ediliyordu.



Bir başka ilginç nokta, devletin 1519'daki Şeyh Celal isyanından itibaren neredeyse bir buçuk asır süren bütün isyanlara "Celali isyanları" adını vermiş olmasıdır. Eşkıya liderleri de devlete pek "yabancı" sayılmazlar. Zira pek çoğu hayatlarının bir döneminde devlete şu ya da bu şekilde hizmet etmiş kişilerdi. Nitekim Suriye'deki Canboladoğlu isyanı hariç hiçbirinde bağımsız bir devlet kurma, para bastırma, elçi gönderme gibi faaliyetler görülmemişti.



Celaliler (bunu PKK olarak da okuyabilirsiniz), büyük ölçüde devlet tarafından parayla tutulduktan sonra örgütlenmeye başlıyorlardı. Böylece devlet kuvvetleri ile terör örgütü kuvvetleri karşı karşıya geldiğinde "benzer bilgilere sahip" ve birbirini tanıyan kuvvetler arasındaki çatışmalara tanık olunuyordu.



Tarihe burada ara verelim ve bugüne dönelim yeniden.

Hatırlarsanız, Ergenekon sanığı Mehmet Zekeriya Öztürk, "PKK'yı MİT kurdurdu" iddiasında bulunmuş ve Öcalan dava dosyasının mahkemeye gönderilmesini istemişti.


Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden Kemal Burkay, PKK ile MİT arasındaki ilişkiye dair bazı iddialarda bulunmuş, halen PKK'nın en önemli yöneticilerinden biri olan Duran Kalkan'ın MİT elemanı olduğunu öne sürmüştü. Keza Uğur Mumcu'nun öldürülmeden önce izini sürdüğü söylenen tehlikeli dosyanın MİT-PKK ilişkisi üzerinde odaklandığı biliniyor. Yukarıda belirttiğimiz asker-PKK bağlantıları da deşifre oldukça resmin bütünü hakkında daha iyi bir fikir sahibi olabileceğiz.



Ancak unutmayalım ki, bu tür yapıların her iki yöne doğru da esneme kabiliyetleri vardır ve tasfiyeye direneceklerdir. Osmanlı'da bu tasfiyeyi yapmak, biraz kanlı da olsa Sadrazam (Başbakan) Köprülü Mehmed Paşa'ya nasip olmuştu. Bakalım günümüzde kime nasip olacak?






Mustafa ARMAĞAN
 

Ağlama karanfil

Profesör
Katılım
30 Ocak 2008
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
311
Puanları
0
Yaş
106
Askeriyeyi kenelerinden kurtarmak gerekiyor zira keneler eskiden farklı olarak günümüzde artık ölümcül olabiliyor
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Askeriyeyi kenelerinden kurtarmak gerekiyor zira keneler eskiden farklı olarak günümüzde artık ölümcül olabiliyor

dini ve manevi değerlerden yoksun bir ordu ait olduğu millet için daima tehlikelidir. hatta diyebilirimki yabancı ve düşman ordulardan daha tehlikelidir. nitekim bunu son yüzyıldan beri müşahade etmekteyiz. dünyanın hiçbir ordusu bu kadar kendi milletine düşmanlık etmemiş, bölücülük yapmamış ve kan kusturmamıştır. bir personeli üzerinde islâm'a ait her hangi bir emare gördüğünde ona esir düşman askerine reva görülmeyen muamele ile aşağılanmış, adeta hayatları zindan edilmiştir.

öyle sanıyorum ki bu ordu şu haliyle bizim ordumuz değildir. işgal edilmiş bir ordudur. okullarındaki sistemi ele geçirmedikçe palyatif tedbirlerle bir sonuç alınabileceğini zannetmiyorum. çünkü virüs'ün kaynağı orasıdır ve kurutulmadıkça kendi halkını zehirlemeye, sokmaya ilanihaye devam edecektir.

padişah II. mahmut zamanında sarayda kılınan teravih namazlarını imam olarak kazasker'in (genel kurmay başkanı) kıldırdığı anlatılır. bugün artık bir ütopya olan bu nostaljik hatıralar bir gün gerçeğe döner mi bilmem ama, şu haliyle bu ülkeye hiçbir zaman rahat ve huzur vereceklerini zannetmek safdillik olur. bi zamanlar şeri'at ordusuydu, şimdiyse adeta şer ordusu haline gelmiştir, ne yazık ki... Rabbim onlara hidayet nasip etsin.
 
Üst