Hedefiniz Âlî Değilse İlahî Yardım Beklemeyin !

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Efendimize iman eden krallar

Hz. Peygamberi tanıyor muyuz?

Galiba Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ve Ashabını sandığımız kadar iyi tanımıyor, ufkumuzu aydınlatacak, hayatımıza yön verecek söz ve hareketlerini layığı ile örnek alamıyoruz.

Hâlbuki Efendimizi örnek almamızı emreden Rabbimiz: “And olsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” buyurmaktadır.(1)

Peygamber Efendimiz aleyhisselam ise; “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulurdunuz.” buyurmaktadır.(2)

Efendimizin hayatına, bu bilinçle baktığımızda onu örnek almadığımız için fert ve toplum olarak ne kadar büyük şeyler kaybettiğimizi ve felaketlere maruz kaldığımızı açıkça görürüz.

Son derece plan ve programlı hareket eden Efendimiz, gözünü ufukların ötesine diken, dolayısıyla ulvî hedefleri olan bir peygamberdi. Hedefleri başkalarının hayallerinin çok ötesindeydi. Rabbine sarsılmaz imanla bağlı olduğu için hedefinin er veya geç ama mutlaka gerçekleşeceğine gönülden inanırdı.

İsterseniz, bu hedeflerinden yalnızca birinin izini birlikte sürelim…

Bir kadın, bir de çocuk vardı

Afif b. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Ben cahiliye döneminde ticaretle meşgul olan biriydim. Bir gün hac için Mekke’ye gidip arkadaşım Abbas’a konuk oldum. Kâbe’de onunla otururken, güneş biraz yükseldiğinde, bir adam geldi. Önce güneşe doğru baktı, Kâbe’ye doğru ilerledi, ona yönelip namaz kılmaya başladı. Sonra bir kadın gelip onun arkasında namaza durdu. Ardından bir çocuk yanlarına gelerek onların sağında namaza başladı.

Adam rükû edince kadın ve çocukta rükû ediyor, o secde edince onlarda secde ediyordu. Abbas b. Abdulmuttalib’e:
— Bu büyük bir iş, dedim.
— Evet, gerçekten de büyük bir iş, dedi.
— Ey Abbas bu kim? Bu din de nedir? Diye sordum.
— O, benin kardeşimin oğludur; Muhammed b. Abdullah’tır. Kendisinin Allah’ın Resulü olduğunu söylüyor. Dahası yakın bir gelecekte Kisrâ ve Kayser’in hazinelerinin kendisine sunulacağını iddia ediyor. Şu yeğenimin eşi Hatice binti Huveylid’dir, ona iman etti. Şu ise amcasının oğlu Ali b. Ebu Tâlib’tir. O da ona iman etti. Şu anda yeryüzünde bu kadın ve çocuktan başka inanıp ona tabi olan hiç kimse yoktur, dedi.”(3)

Aradan on üç yıl geçti. Mekkeliler Allah Resulü aleyhisselamı öldürmek için evini kuşattılar. Aynı gece Cebrâil aleyhisselamın getirdiği emir ve Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ile birlikte, gizlice Mekke’yi terk ederek yola çıktı.

Hz. Ali radıyallahu anhu, Mekke’de onun yatağında, o gizlendiği mağarada ölümle burun burunaydı. Müşrikler kendisini ölü veya sağ getirenlere yüz deve vereceklerini ilan etmiş, çevre kabilelere duyurmuşlardı. Kendine güvenen ne kadar insan varsa ödülü almak için peşine düştü. Her an birileri tarafından yakalanabilir ya da öldürülebilirdi.

İşte Süreka... Çatlatırcasına at koşturarak kendilerine yetişmişti. Yakalamak ya da öldürmek üzereydi, kendi hesabınca. Efendimiz için endişelenen Hz. Ebu Bekir ona zarar gelmesin, atılan oklar kendisine isabet etsin diyerek, bir öne bir arkaya, bir sağa bir sola koşuyordu…

O an bir mucize oldu. Süreka’nın atı defalarca kuma battı. Takip ettikleri insanların ilahi yardıma mazhar olduğunu anlayan Süreka, eman diledi. İşte böyle bir zamanda, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem hedefini sarsılmaz bir imanla tekrarladı, Süreka’ya Kisra’nın bileziklerini takacağını müjdeledi. Şaşkına dönen Süreka’nın dudaklarından gayri ihtiyarî: “Kisra b. Hürmüz mü?” Sözleri döküldü.

Zira bahsedilen kişi, milyonluk ordulara sahip dönemin iki büyük imparatorluklarından birinin kralıydı. Ancak Efendimiz hiç tereddüt etmeden: “Evet” dedi. (4)

En zor anda bile Allah’ın yardımından emin

Aradan beş yıl geçti. Bu kez Allah Resulü aleyhisselam, Ashabı ile gece gündüz Medine girişine hendek kazıyor, günlerce yiyecek bir şey bulamadığı için açlıktan karnına taş bağlıyordu. Şartlar son derece olumsuzdu. Şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu.

Alınan istihbarata göre Mekkeli müşrikler, Yahudi ve çevre kabilelerle işbirliği etmiş, birlikte on, on iki bin kişilik büyük bir ordu ile Müslümanları yok etmeye geliyorlardı. Müşriklerin Bedir’de bin, Uhud’da üç bin kişilik bir ordu ile savaştıkları hatırlandığında, gelen ordunun büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Gelenler yalnızca dış düşmanlardı. İçerde ise onlar kadar tehlikeli bir düşman daha vardı. Münafıklar...

Abdullah b. Ubey’in başını çektiği sinsi düşmanlar çoktan faaliyete geçmişti. İlk işleri hendek kazma faaliyetini yavaşlatmak, çıkardıkları dedikodularla sahabelerin morallerini bozmak oldu.

Şehrin diğer tarafında amansız bir düşman daha vardı. İhanet planları kuran, münafık ve müşriklerle kol kola girip bin bir entrika çeviren bu hainler ise Yahudilerden başkası değildi. Üstelik Müslümanların eş ve çocukları, sahabelerin hendek kazdıkları tarafta değil, Yahudilerin kalelerinin bitişiğindeydi. Gece her fırsatta Müslümanların eş ve çocuklarının bulundukları kalelere saldırıyor, gündüz İslam düşmanları ile ihanet anlaşmaları yapıyorlardı. Yahudiler kale kapılarını açtığı anda, Mekke ordusunun önden ve arkadan Müslümanları kuşatıp yok etmeleri işten bile değildi. Bunların yanında; yürekleri ağza getiren korku, günlerce süren açlık ve uykusuzluk, soğuk ve fırtına...

İşte böyle bir tablo içinde iken, hendek kazma sırasında sahabeler rastladıkları büyük bir kayayı kıramıyorlar. Efendimize başvuruyorlar. Hendeğe inen Efendimiz, balyozu her vuruşta kayadan bir kıvılcım çıkıyor. Efendimiz hedef göstermeye devam ediyor. Her kıvılcımın Şam, Medain... Saraylarını aydınlattığını, buraların fethedileceğini müjdeliyor.

Bu müjdeyi duyan bir münafık, kendince Efendimiz ile alay ediyor: “Muhammed’e bakın! Tuvalete bile gitmeye korktukları halde, tutmuş Şam, Medain saraylarını ele geçirmekten bahsediyor...”

Bu olaydan sadece bir yıl sonra, Allah Resulü aleyhisselam sözden fiiliyata geçiyor. Dışardan bakıldığında küçük bir şehrin yöneticisi olarak göründüğüne bakmadan, her biri tek bir emirle Medine’nin altını üstüne getirecek, bütün insanları kılıçtan geçirerek öldürecek pek çok imparator, kral, bey, kabile reisi ve din adamına mektup gönderiyor. İsteğini açıkça ifade ettiği mektuplarında kral ve imparatorlara: “Müslüman olun kurtulun! Bana tabi olun” buyuruyor.

Normalde kralları sinirden hop oturtup hop kaldıracak, İran İmparatorunun dediği gibi: “Çabuk şu adamın başını bana getirin!” dedirtecek, Sümame b. Usal’ları Efendimizi öldürmek için yollara düşürtecek bu mektupları alan krallar ne yaptı dersiniz?

İman eden liderler, âlimler

Habeşistan kralı Eshem b. Ebcer; İslam ile şereflendi. İslam ile şereflenen pek çok rahibi, Medine’ye Efendimizi ziyarete gönderdi. Filistin Valisi Ferve b. Amir; İslam ile şereflendiği için Gasan Kralı tarafından asıldı.

Bahreyn Kralı Münzir b. Sava; İslam ile şereflendi. Vefat edinceye kadar Allah Resulü aleyhisselam ile mektuplaştı. Umman Kralı Ceyfer b. Celande; İslam ile şereflendikten sonra, halkının çoğunun İslam’a girmesine vesile oldu.

Yemame Kralı, Sümame b. Usal; Allah Resulü’nü aleyhisselamı öldürmek istedi ama onu öldürmek isterken hidayete ererek hayat buldu. Hımyar ve Hamedan Kralları Abdükülal oğulları; Hepsi iyi birer Müslüman oldu.

Hadremevt şehzadesi Vail b. Hücr, İslam ile şereflenince, Efendimizin iltifatlarına mazhar oldu. Hamedan lideri, Kays b. Amr, Ezd lideri Abdullah b. Haris ve pek çok lider, İslam ile şereflenip hizmet yarışına katıldılar.

Hıristiyanların en büyük din adamı Dağıtır; İslam ile şereflendiği için halk tarafından şehit edildi.

Arapların manevi lideri Eksem b. Seyfi; Müslüman olmakla kalmadı, pek çok kişinin İslam ile şereflenmesine vesile oldu.

Elbette Allah Resulü aleyhisselam, yalnızca hedefini değil, himmet ve gayretini de âlî tuttu. Dua etmeyi, şartları en güzel şekilde değerlendirmeyi, sabır ve sebatı unutmadı. Mucize gerçekleşince Rabbine hamd etmekle kalmadı, onu pekiştirmek için bölgeye Hz. Ali, Halid b. Velid, Muaz b. Cebel, Ebu Musa el-Eşarî gibi davetçi, öğretmen ve idareciler göndererek, kralları destekledi. Böylece İslam’ın kısa zamanda kıtalara yayılmasını sağladı.

Hedefini âlî tutan Efendimiz, eşsiz bir mucizeyi gördü, bizlerin de görmesine vesile oldu. Mucize, ilk semeresini Veda Haccı’nda verdi. Çok değil, üç dört yıl önce Müslümanların sayısı beş on bin iken, Veda Haccı’nda, yalnızca hacca gelen sahabeler 120.000 kişiydi.(5)

Ne dersiniz? Sizin hedefiniz ilahi yardımı beklemeye yetecek kadar âlî mi? Gayretiniz bu doğrultuda mı?


Dipnotlar:
1- Ahzab, 33/21. 2- Heysemî, Mecma’uz Zevâid, 7/223; Şâmî, Sübülü’l Hüdâ, 11/448. 3- Taberî, Tarih, 313. 4- Halebî, İnsânü’l Uyûn, 2/62. 5- Ayrıntılı bilgi için bakınız: Hilal & Abdullah KARA, İslam’a Koşan Krallar, Çelik Yayınları, 2009.



Dr. Elif Hilal Kara – Abdullah Kara - Gülistan Dergisi
 

ruz-i neva

Üye
Katılım
22 Haz 2010
Mesajlar
27
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
49
maalesef hedef koyma ve o doğrultuda kayıtsız şartsız ilerleme noktasında millet olarak umursamaz davranıyoruz.
sözkonusu bilince sahip olduğumuzda çok büyük hedefler koyacağız inşaalah..
tez zamanda..
 
Üst