Hayatım roman

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Hayatım roman Ali Ural

Tren avını arayan ışıktan bir kement; her durakta karanlıktan yolcularını çekiyor. Gece insanları sessiz; bir şey görecekmiş gibi pencereden gözlerini salıyorlar şehre.

Onlarca Nasrettin'den biriyim trene ters binmiş; geri geri giderken kitap okumaya çalışıyorum. Vagon satırları titreterek taşıyor; cümleler kıpır kıpır. Tam o sırada sesli bir cümle matbu cümlelerin arasına kırmızı bir kurdele gibi düşüyor: " Af edersiniz, bir şey sorabilir miyim size?" Kaldığım yeri işaretleyen bu kızıl sesin sahibini görmek için başımı kitaptan kaldırıyorum. Gözleri al al yanıyor. " Ben de kitap yazmak isterdim!" Ne diyeceğimi bilemiyorum. Yüzünde beni tanıdığına dair hiçbir emare yok. Şüphelendiğim gözlerini sesi beraat ettiriyor. Nutkunda bir damla alkol yok. Gözleri kazadan artan eğik trafik levhaları; uykusuz geceleri işaret ediyor: "Bana yardımcı olabilir misiniz?"
- Neden yazmak istiyorsun?
- ...
- Neden yazmak istediğini bilmiyor musun?
- Siz neden yazıyorsunuz?
- Benim yazdığımı nereden biliyorsun?
- Kitap okuyordunuz.
- Kitap okuyan herkes yazar mı?
- Bilmem.
- Ne iş yapıyorsun?
- İşçiyim.
Süzüyorum karşımda oturan genç adamı. Hayır, süzmek kelimesi yanlış. Bir anda yapıyorum bunu, elimde olmadan, röntgen çeker gibi. Sonra hazık bir doktor gibi tavandaki ışığa tutuyorum filmi. Yüzümü bir endişe kaplıyor. Yalnız hekimlerin gidebildiği o menhus gezegenlere ayak basıyor, keşfinden korkan bir seyyah gibi geldiği kıtaya geri dönmek için tutuşuyorum. Filmi yere fırlatıp trenden insem. Hayır, yapamam bunu. Siyah beyaz film hareket etmeye başlıyor. Nubar Terziyan, beyaz önlüğüyle görünüyor perdede. Boynunda stetoskop. Başını hafif hafif sallayarak soruyor: " Neden daha önce gelmediniz?"
- Kaç yaşındasın?
- Yirmi altı.
- Nerede çalışıyorsun?
- Makine aksamı üreten bir fabrikada.
- İşe mi gidiyorsun?
- Hayır. İşten geliyorum.
- Ağır mı işin?
- Nasıl yazar olabilirim?
İki soru da havada asılı kalıyor. Ne ben işinin ağır olup olmadığını öğrenebiliyorum, ne o nasıl yazar olunabileceğini. Aklıma Jack London'ın Martin Eden romanı geliyor. Martin bir dok işçisiydi. Neden bu fabrika işçisi de yazar olmasın! Fakat Martin'in Ruth'u vardı uğruna her şeyi göze alacağı. Ona ulaşmak için sarp bir kayalıktı yazmak. Gecelerce uykusuz ve aç kalmaya değerdi; binlerce kelime ezberlemeye, yüzlerce kitap okumaya, onlarca derginin kapısını çalmaya. Bu genç adamın Ruth'u var mıydı? Sorsam. Var derse kendimi tanıtacağım. Çantamdan bir kitap çıkarıp tutuşturacağım eline. Ruth'u bir sayfa yaz ve gönder adresime, diyeceğim.
- Aşık mısın?
- Hayır, hayır!
İki kere "hayır" soru karşısında savrulduğunu gösteriyor. Bir sevgili için yazmak istemiyor o, başka nedenleri var. Yüzü kızarıyor. Ona âşık olmanın kötü bir şey olmadığını söylemek geçiyor içimden. Fakat söylesem daha da utanacak. Trenin penceresinden karanlığa bakıp susuyorum. O sessizliğimi, "Bu yaşa kadar hiç kimseyi sevmedin mi?" şeklinde tercüme ediyor olmalı ki, " Karşıma çıkmadı," diyor ezikçe. Kitap okuyup okumadığını soramıyorum. Okumuyor çünkü. "İşin ağır mı?" sorumu cevapsız bıraktı. Okumuyor. İşte bir kitabı değil, bir dişliyi kaldırıyor yerden. Sonunda bütün cesaretini toplayarak o yaralı soruyu atıyor önüme:
- Ben anlatsam sen yazabilir misin?
Bu çok zor bir soru. Zorluğu cevabı bilmemekten değil, bilmekten geliyor. Bir çırpıda "Yazamam," demek, gözlerindeki ışığı bir anda söndürecek ve kurbanının can çekişmesini seyreden bir katilin elbisesini giydirecek bana. Yaralıyı göz göre göre ölüme terk etmem mümkün değil. Bir yalan ambulansıyla yanıp sönen umut ışıklarını da düşüremem üstüne. Bu delikanlıyı bir daha görmeyeceğimi biliyorum. Fakat bu yaralı cümle biliyorum ki ben yaşadıkça karşıma çıkıp duracak. Oysa neler yaşadığını sormamı bekliyor o. Sorsam tehlike daha da büyüyecek. Sait Faik'in Haydarpaşa Garı'nda hikâye peşine düşmesine benzemiyor bu. Bu çocuğun kanlı gözleri anlatacaklarının yazılmaya değer şeyler olmayışını asla affetmez.
- Bir günlük tutsan.
Bir suçlu gibi söylüyorum bu cümleyi. İkimiz için de bir çıkış kapısı olsun. Hayır, bu kapının anahtarını çeviremez o. Kendimi suçlu hissetmem bu yüzden. Ben kendi kaçış kapımı gösteriyorum ona. Benden bir telefon numarası istemeden durmalı tren. Karanlığın içine ışıktan kemendini atıp yeni yolcular avlamalı. Başımla delikanlıyı selamlayıp ayağa kalkarken, yeni yolcular içinden sıyrılan Ruth, boşalttığım yere, tam genç adamın karşısına oturmalı..

[email protected]

16 Ocak 2011, Pazar​
 
Üst