Hanım Sahabeler

  • Konbuyu başlatan .BeYzA.
  • Başlangıç tarihi
B

.BeYzA.

Guest
H.z Hafsa (r.a)

Ömer b. Hattab’ın [R.A.] kızıdır. İlk eşi, ilk müslümanlardan Abdullah b. Huzafe [R.A.] ’nin kardeşi Huneys [R.A.)’dir. Huneys Habeşistan’a ilk hicret edenler arasındaydı. Orada çok kalmadı ve bir müddet sonra geri döndü. Hafsâ, Rasulullah [A.S.] Medine’ye hicret ettiğinde Huneys’le evliydi. Medine’ye eşiyle birlikte hicret etti. Bedir Gazası’na katılan Huneys, bir rivayete göre Bedir’de şehit düştü. Başka bir rivayete göre de Bedir’den hemen sonra Medine’de vefat etti. Rasulü (A.S.), Ömer (R.A.)’den Hafsa’yı kendisine nikahlamasını istediğinde, Ömer bu teklife oldukça şaşırdı ve bir o kadar da sevindi. Hz. Peygamber’den daha faziletli kimi bulabilirdi kızı için? Ve böylece Hafsa, Rasulü ile evlenerek O’nun dördüncü eşi oldu. Evlendiğinde 20-22 yaşlarında genç bir hanımdı. Fizikî yapı itibariyle babasına benzediği, O’nun gibi esmer tenli olduğu rivayet edilir. Ahlâken de babasına çok benziyordu. Hz. Ömer’in celadeti bir parça O’nda da vardı. Babası gibi sert karakterli, ilkeli ve çabuk öfkelenen bir yapıya sahipti. Doğru bildiği konularda tartışmaktan çekinmez, karşısındakini rahatlıkla susturabilirdi. Evlendikten sonra Rasûlullah’ın zevceleri arasında en fazla Hz. Âişe (R.A.) ile anlaştı. O’nun da Rasulü’ne derin bir sevgisi vardı ve bu sevgi O’nu diğer eşlerinden kıskanmasına neden olmuştu. Rasulullah’a daha fazla yakın olabilmek için Hz. Âişe ile işbirliği yaptıkları da olmuştu. Hafsa, dönemin okuma-yazma bilen ender hanımlarından biriydi. Rivayetlerden anladığımıza göre ayrıca hafızdı. O’nun da tıpkı Hz. Âişe gibi ilimle ilgilendiğini, ilmi konularda tartışmaktan hoşlandığını ve meseleleri büyük bir ferasetle değerlendirebildiğini görüyoruz. Hz. Peygamber, Bedir’de savaşanlarla Hudeybiye antlaşmasında bulunan sahabilerin cehenneme girmeyeceklerini ümit ettiğini söylediğinde Hafsa: “İçinizde oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur.” (Meryem/71) ayet-i kerimesiyle karşılık vermiştir. Hz. Peygamber de; “sonra günahtan korunanları kurtarırız ve zalimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız.” (Meryem/72) diye ilave etmiştir. Bu ve benzeri rivayetler Hafsa’nın öğrenme merakını ve ince bir anlayışla meseleleri kavradığını göstermektedir. Zeki ve bilgili bir peygamber hanımı olduğu halde, hiç bir zaman bu müstesna durumunu kibir vesilesi yapmadı, daima tevazu içinde oldu. Halifeler döneminde, özellikle babası Hz. Ömer döneminde konumu müsait olmasına rağmen devlet işlerine hiç bir şekilde karışmadı. Rasûlullah’ın vefatından sonra Kur’an-ı Kerim’in toplanması ve kitaplaştırılması zarureti doğduğunda, ashab bu mühim vazifeyi büyük bir ihtimam ve incelikle yerine getirdi. Titiz bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan ilk el yazması Kur’an-ı Kerim, Hz. Ebu Bekr ve Ömer’den sonra Hafsa’ya verildi. Ve Hafsa, hayatı boyunca bu mukaddes emaneti büyük bir titizlikle korudu. Çabuk sinirlenen, sert bir hanım olması nedeniyle zaman zaman bazı davranışları Rasulü’nü üzmüştür. Kızının karakterini bilen Hz. Ömer, bu davranışları duyduğunda kızına “ Rasulü’nü gücendirmenin ’ı gücendirmek anlamına geldiğini” hatırlatmış ve hatalarını düzeltme yoluna gitmesini tavsiye etmiştir. Hz. Ömer, Hafsa ile ilgili konularda hiç bir zaman kızına babalık duygularından hareketle kol kanat germemiş, tam aksine adalet sıfatına yakışır bir şekilde O’na gereken uyarıları yapmıştır. Hz. Hafsa Hicrî 45 yılında vefat etmiştir. Vefatından hemen önce kardeşi Abdullah b. Ömer’i yanına çağırarak babasından kendisine kalan mal ve mülkü tasadduk etmesini vasiyet etmiştir. O’ndan razı olsun.
 
B

.BeYzA.

Guest
Ümm-i Hiram,

Enes bin Malik’in teyzesidir. Resulullahın da teyzeleri tarafından akrabasıdır. Cahiliyye devrinde Amr bin Kays ile evlendi. İman ile şereflenip, müslüman oldu. Kocası iman etmeyince, ayrıldılar. Ondan Kays ve Abdullah adında iki oğlu oldu. Müslüman olduktan sonra, ensarın büyüklerinden Ubade bin Samit ile evlendi. Bundan da Muhammed adında bir oğlu oldu.



Gazaya giderler



Ümm-i Hiram’in Medine-i Münevveredeki evini, Resulullah efendimiz sık sık ziyaret ederdi. Ümm-i Hiram da bundan çok memnun olur ve çok ikramda bulunup, hizmet etmekle şereflenirdi.



Yine Resulullah efendimiz evine teşrif etmiş ve istirahat için evinde uyumuştu. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz gülümseyerek uyandılar. Bunun üzerine Ümm-i Hiram sordu:



- Ya Resulallah! Niçin güldünüz?



- Ey Ümm-i Hiram! Ümmetimden bir kısmını gemilere binmiş hâlde, kâfirlerle gazaya giderlerken gördüm.



- Ya Resulallah! Duâ et, ben de onlardan olayım!



Peygamberimiz de onun bu arzusunu geri çevirmeyip, kabul etti ve şöyle duâ buyurdular:



- Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle!



Resulullah efendimiz tekrar uyuyup, yine gülümseyerek uyandılar. Tekrar gülme sebebini sorunca, buyurdular ki:



- Bu defa da, ümmetimden bir kısmının, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir kalabalık hâlinde gazaya gittiklerini gördüm.



Ümm-i Hiram bu sefer de dedi ki:



- Ya Resulallah! Duâ et, ben de bir gazi olarak onların arasında bulunayım.



Bu sefer Peygamberimiz buyurdu ki:



- Hayır, sen öncekilerdensin.



Böylece onun deniz seferinde bulunacağını önceden haber vermiş oldu.



Ümm-i Hiram, Resulullah efendimizin vefatından sonra, kocası Ubade bin Samit Şam’a gönderilen ilmî heyet içinde olduğundan, Humus’a yerleştiler.



Seksenaltı yaşında idi



Halife Hz. Osman’in izniyle, 647 yılında Hz. Muaviye, Kıbrıs adasındaki insanların da saadete kavuşmaları, cehennemden kurtulmaları için bir deniz seferi düzenledi. Bu sefer, müslümanların ilk denız savaşıydı. Bu sefere gönüllü seçilen kimseler arasında eshab-ı kiramın ileri gelenleri de vardı. Bunlar arasında Hz. Ebu Zer, Hz. Ebüdderda, Hz. Ubade bin Samit ve hanımı Ümm-i Hiram da vardı.



Hz. Muaviye, bu orduya Hz. Abdullah İbni Kays’ı kumandan tayin etti. Deniz yoluyla yolculuk başladı. Hz. Ümm-i Hiram, seksenaltı yaşında olmasına rağmen, bu zahmetli yolculuğa katlanıyor, oradaki insanlara İslâmiyeti bildireceklerini, onların da kurtuluşa, saadete kavuşacaklarını düşünerek, teselli buluyordu.
 
B

.BeYzA.

Guest
Ümm-i Ruman (r.a)

Ümm-i Ruman, Yemen’de, Abdullah bin el-Haris-i Ezdî ile nikahlandı. Peygamberimizin davetinden önce, Yemen’in Serat şehrinden Mekke’ye göç ettiler. Tufeyl adında oğlu, bundan oldu. Kocasının vefat etmesi üzerine, Hz. Ebu Bekir ile evlendi.

Bu evlilikten Hz. Aişe-i Sıddıka ve Abdurrahman adında iki çocuğu oldu. İslâm dini tebliğ edilmeye başlayınca, kocası Hz. Ebu Bekir ile beraber müslüman oldu.

Sana gizli değildir

Hicretten sonra Medine-i Münevvereye hicret ettiler. Kızı Hz. Aişe, burada Resulullah efendimiz ile evlendi. Peygamber efendimizin kayınvalidesi olmakla şereflendi.

Ümm-i Ruman’in faziletleri çoktur. Peygamber efendimiz, onu cennetle müjdelemiş ve buyurmuştur ki:

(Her kimi, cennet hurilerinden birine bakmak sevindirirse, Ümm-i Ruman’a baksın!)

Yine hakkında mağfiret diledikten sonra buyurmuştur ki:

(İlâhî! Ümm-i Ruman’ın, senin yolunda ve Resulünün uğrunda çektiği sıkıntılar sana gizli değildir.)

Ümm-i Ruman, Resulullah efendimizi çok severdi. Kızı Hz. Aişe’nin, Resulullaha gelin olmasına pek taraftar olup, gerçekleşmesine de çok memnun oldu.

Çok iyilik ve ikram severdi. Hadis-i şerif ile övüldü.

Hicretin altıncı senesinde, müslümanların eshab-ı Soffaya yemek gönderdikleri bir sırada, Hz. Ebu Bekir, Eshab-ı Soffadan bazılarını eve gönderdi. Kendisi de Resulullah efendimizin yanında kaldı. Geç vakitte evine döndüğünde, Ümm-i Ruman sordu:

- Misafirleri gönderdin de, kendin nerede kaldın?

Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:

- Yoksa onlara yemek yedirmedin mi?

- Abdurrahman ile yemek gönderdim. Ancak onlar, sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini söylemişler.

Sonra hazırlanan yemeği yemeye başladılar. Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman der ki:

- Yemin ederim ki, aldığımız her lokmanın altından yeni bir lokma çıkıyordu. Nihayet hepimiz doyduk, ancak yemek önceki gibi, aynen duruyordu.

Gönderdiğim gibi duruyor

Bu hâli gören Hz. Ebu Bekir sordu:

- Bu nedir ey Ümm-i Ruman?

Ümm-i Ruman dedi ki:

- Efendim, yediğiniz yemek gönderdiğim gibi aynen duruyor.

Bunun üzerine kalan yemeği Resulullah efendimize gönderdiler.

Ümm-i Ruman’in ismi Zeynep, künyesi Ümm-i Ruman olup, bununla meşhurdur. Nesebi; Ümm-i Ruman Zeynep binti Amir Kinaniyye-i Firasiyye’dir. Kinane kabilesinin Benî Firas koluna mensuptur. Yemenlidir.

Ümm-i Ruman 630 senesinde, Medine-i Münevverede vefat etti. Resulullah efendimiz, cenaze namazını kıldırıp, defninde bulundu. Kabre bizzat Resulullah efendimiz indirdi.
 
B

.BeYzA.

Guest
HZ. NESİBE (r.a.)


Künyesi Ümmü Ümâre olan Hazret-i Nesibe (r.a.), bilhassa Uhud Gazvesi’nin en fedâkâr kahramanlarındandır. Uhud Savaşı’na katılışını ve orada başından geçenleri şöyle anlatır: “-Bir kırbaya su doldurarak Uhud yolunu tuttum, Müslümanların durumunu görmek ve susuz yaralılara su dağıtmak istiyordum. O sırada Müslümanlar üstün durumdaydılar, fakat sonra kafirler üstünlüğü ele geçirmeye başlayınca Peygamberimiz (s.a.v.) ‘in yanına koştum ve O’na saldıran kafirlerin karşısına dikildim.”
Nesibe (r.a.), Uhud denilen yerde kocası ve iki oğluyla birlikte, omuz omuza savaşarak Resul-i Ekrem (s.a.v)’i müdafaa edeceklerini, hiç bir zaman düşünmemişti. O sadece, savaş meydanındaki yaralılara su ulaştırmak için bir su kırbasını yüklenmişti ve yaralıların yaralarını bağlamak için yanında kumaştan hazırladığı bir miktar da band getirmişti. O gün, bu iki işten başka üçüncü bir iş de, yapacağını ummuyordu.

Omzuna aldığı darbe
Nesibe (r.a.), vaziyeti bu şekilde görünce, su kırbasını yere bıraktı ve eline de bir kılıç aldı. Kah kılıçtan faydalanıyordu, kah ok ve yaydan. Sonra kaçmakta olan bir adamın kalkanını aldı ve ondan faydalanmak istedi. Bir an düşman askerlerinden birinin “Muhammed nerede? Muhammed nerede?” diye bağırdığını gördü. Nesibe (r.a.) hemen, oraya gitti ve ona, birkaç darbe indirdi. O adam, üstünde iki zırh giymiş olduğu için, Nesibe (r.a.)’nın vurduğu onca darbeler tesir etmedi. Buna karşılık adam Nesibe (r.a.)’nın savunmasız omzuna öyle bir darbe vurdu ki, tedavisi bir sene sürdü. Resul-i Ekrem (s.a.v), Nesibe (r.a.)’nın omzundan fışkıran kanları görünce Nesibe (r.a.)’nın oğullarından birine seslendi ve “çabuk annenin yarasını sar” buyurdu. O da annesinin yarasını sardı. Nesibe (r.a.) tekrar, savaş meydanında, işiyle meşgul oldu.

Efendimiz O’nu merak etti
Müslümanlardan, bir çoğu, şehit oldu, bir çoğu da yaralandı. Nesibe (r.a.) pek çok yara almıştı, sağ kalmasına fazla ümit yoktu. Uhud vakıasından sonra, Resul-i Ekrem (s.a.v) düşmanın vaziyetinden emin olmak için, ara vermeden, Hamra ül-Esed’e hareket etmeleri için, emir verdi. Ordu safları hareket etti. Nesibe (r.a.) da aynı durumunda, hareket etmek istedi. Fakat ağır yaralar onun gitmesine izin vermedi. Resul-i Ekrem (s.a.v), Hamra ül-Esed’den dönünce kendi evine gitmeden önce, Nesibe (r.a.)’nın ne durumda olduğunu sormak için birini gönderdi. Onun sağ olduğu haberini verdiler. Resul-i Ekrem (s.a.v), bu haberden çok mutlu oldu ve sevindi. (Şerh-i İbni Ebi’l-Hadid,s. 3, Beyrut basımı, s. 568-570, Meğazi-i Vakidi’den nakil.)

Nesibe (r.a.)’nın makamı
Bu savaşta, İbn Kamiyye isminde bir müşrik Peygamber Efendimiz’e saldırmış ve onu mübârek başından yaralamıştı. Bunu gören Hazret-i Nesibe (r.a.), İbn Kamiyye’ye saldırmaya başladı. Hazret-i Nesibe (r.a.) bu savaşta on iki-on üç yerinden yara almıştı. Ama bunlardan en ağırı İbn Kamiyye’nin boynunda açtığı yaraydı. Resûlullah Efendimiz bu sefer Abdullah’a, annesinin yarasını sarmasını emredip: “-Allah, ev halkınızı mübarek kılsın! Senin annenin makâmı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah, size rahmet etsin.” diye onlara duâ etti. Öyle ki bu yara bir sene tedaviden sonra ancak iyileşmişti.

Bu bana kâfidir
Bir gün Nesibe (r.a.) Hatun, Peygamber Efendimiz’e; “-Ya Resûlullah! Allah’a dua et de cennette sana komşu olalım!” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Habibi, ellerini yüce dergâha kaldırdı ve: “-Allah’ım! Bunları, Cennette bana komşu ve arkadaş et!” diye dua etti. Bu duâdan sonra Ümmü Ümâre: “-Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok.” buyurdu. İşte O ve O’nun gibiler “Asıl hayat ahiret hayatıdır!..” düşüncesiyle, her şeyini Allah ve Resûlü uğruna fedâ etmeye hazırdı.

Sağıma baksam Nesibe (r.a.)…
Peygamberimiz (s.a.v.)onun bu fedakârlıklarını anlatmak üzere: “-Uhud günü sağıma baksam Nesîbe, soluma baksam Nesîbe, her tarafta onu görüyordum.” buyurmuşlardı. Hazret-i Nesibe (r.a.)’nin gazâlara olan iştiyakı, Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra da devam etti. Nitekim Hazret-i Ebûbekir zamanında Yemâme’de Müseylemetü’l-Kezzab adında yalancı biri, peygamberliğini ilan etmişti. Bunun üzerine Mü’minlerin emîri ona elçiler gönderdi. Bu elçilerin içinde Ümmü Ümâre’nin oğlu Habîb de bulunuyordu. Müseyleme, Habib’i, kendisine gönderilmiş bir elçi olduğu halde işkence ederek öldürdü. Müslümanlar bu haberin Hazret-i Nesîbe’yi üzeceğini düşünerek, kendisine söylemeye çekindiler. Bir vesileyle bunu duyan Nesibe (r.a.) Hatun:

Elhamdülillah
“-Elhamdülillâh, ben de şehid anası oldum!” diye sevindi. Bundan sonra da Halid b. Velid ile birlikte Müseyleme’nin üzerine giden orduya katıldı. Yaşı altmışı geçtiği halde: “-Müseyleme’nin ölümünü göreceğim!” diye yemin etti. Elinde kılıç, yanında öbür oğlu ile birlikte hücum etti ve neticede Müseyleme, Hazret-i Vahşî tarafından öldürüldü. Hazret-i Nesibe (r.a.) bu savaşta da bir çok yerinden yara aldığı ve kolunun birini kaybettiği halde; “Ey Mücahidler vurun, Allah aşkına vurun.” diye seslenerek askerleri coşturuyordu. Ömrünü Allah ve Resûlü uğruna cihatlarla geçirmiş olan Hazret-i Nesîbe (r.a)’nın ne zaman vefat ettiği belli olamamakla birlikte, Medine’de vefât ettiği ve Bâkî Kabristanlığı’na defnedildiği bilinmektedir. Rabbimiz, bizlere de O’nun cesaret ve kahramanlık ruhundan hisseler nasip eyleyip, bu büyük dâvânın yüceltilmesinde hizmetkâr kılsın!… Âmin.

Milli Gazete
 
B

.BeYzA.

Guest
Hz. SAFIYYE (r.a)

Hz. Muhammed (s.a.s)'in hanimlarindan biri.

"Ümmehâtül-Mü'minin" (Mü'minlerin anneleri)'nden biri olan Safiyye, Huyeyy b. Ahtab adinda Medine'deki yahudilerden Madirogullari kabilesi reisinin kiziydi. Huyeyy, Hz. Peygamber (s.a.s)e karsi müsriklerle isbirligi görüsmeleri yapan ve bundan dolayi müslümanlar tarafindan Medine'den uzaklastirilan Nadirogullari'nin lideriydi. Bu zorunlu göçten sonra bu kabilenin bir kismiyla Hayber tarafina gitmisti. Ahzab savasinda, Huyeyy de hücum edenlerle beraber gelmis ve Kureyzaogullarini müslümanlarin aleyhine kiskirtmak için onlarin kalelerine girmis, sonra da onlarin ugradigi akibete ugramis ve orada öldürülmüstü. Huyeyy'in kizi olan Hz. Safiyye'nin annesinin adi Durra idi.

Safiyye, önce kendi kabilesinden Sellam b. Miskem ile nikahlanmis; bir süre sonra bosanarak Kinâne b. Ebi Hukayk ile evlenmisti. Bu esi de Hayber savasinda öldürülenler arasindaydi. Ayrica yine bu savasta Safiyye, esi ve babasiyla birlikte kardesini de kaybetmisti. Safiyye savas esirleri arasindaydi. Bazi kaynaklar Safiyye'nin asil isminin Zeyneb oldugunu kaydeder. Arabistan'da reislere veya hükümdarlara düsen ganimet hissesine "Safiyye" denildigi ve bu sebeple, Zeyneb de Hayber savasinda esir olarak Rasûlüllah (s.a.s)'in hissesine düstügü için ona "Safiyye" denIlmisti. Esirler toplandigi zaman Dihyetül-Kelbî, Hz. Peygamber (s.a.s)'den bir cariye Istemis. O da Safiyye'yi vermisti. Ashabtan birinin, Safiyye'yi peygamberimizin almasinin daha uygun olacagini, zira bir reis kizi oldugu için mevkiinin bunu gerektirdigini söylemesi üzerine, Safiyye'yi geri almis, ona da baska bir cariye vermisti.

Hz. Peygamber, Yahudiler ile bir anlasma imzaladiktan sonra Safiyye'ye Islâm ve Yahudilik hakkindaki görüsünü sordu. "Ey Allah'in Rasûlü! Islâmi arzu etmis ve sen davet etmeden önce seni tasdik etmistim. Babam da senin davanin dogrulugunu itiraf ederdi. Fakat irkçilik onu götürdü.

Ben Allah'tan baska ilâh olmadigina ve senin Allah'in Rasûlü olduguna kesinlikle inaniyorum" cevabini alinca onu âzad ederek onunla evlenmisti.



Hz. Peygamber (s.a.s), yeni hanimini yakindan tanimaya firsat bulabildigi Ilk gece onun yanaginda yesil bir benek gördü. Sormasi üzerine Safiyye'nin cevabi su olmustu: "Bir süre önce rüyamda, gökteki ayin yerinden ayrilip gögsümün üzerine düstügünü gördüm; bunu kocama anlattigimda o Sen su Medine krali ile evlenmek istiyorsun" dedi. Ben ise senin hakkinda o sirada hiç bir sey duymamistim. Buna ragmen tutup suratima siddetli bir samar indirdi; Iste bunun izi hâlâ devam etmektedir".

Hz. Muhammed (s.a.s) dügününün yapildigi gece, esini kabilesinin ugradigi zarar ve kayiplar konusunda teselli etti ve Hayberlilerin kendisini bu konuda zorladiklarini izaha çalisti. Islâm'a ve onun peygamberine karsi çok samimi hislerle bagli olan Hz. Safiyye, ayni zamanda asil, zeki, güzel ve dindar bir kadindi. Özellikle tutumluluguyla taninirdi. Diger bir hususiyeti de pisirdigi yemeklerdi. Hz. Safiyye'nin mutfaginda pisen yemekler, onun aile fertleri, yani ehl-i beyti arasinda çok begenilirdi. Öte yandan, Hz. Peygamber (s.a.s)'den birkaç hadis rivayeti de vardir. Rasûlüllah da Hz. Safiyye'ye hürmet ve sevgide özen gösterirdi. Bir gün, bir seyahat esnasinda Hz. Safiyye'nin devesi hastalanmis Hz. Peygamber (s.a.s) de, Hz. Zeyneb'e, develerinden birini ona ödünç vermesini Istemis, ancak o "Devemi bir Yahudi asilliya mi vereyim?" demisti. Hz. Peygamber (s.a.s) onun bu sözünden çok müteessir olmus ve Hz. Zeyneb ile Iki ay görüsmemisti.

Hz. Safiyye H. 50/ M. 670 yilinda vefat etmistir. Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra, uzun bir ömür sürmüs olan Hz. Safiyye, ölüm döseginde iken, sahip oldugu mallarinin üçte birini, Yahudi dininde israr edip kalmis olan bir yegenine vasiyet etmisti. Zira Islâm hukukuna göre, gayr-i müslim akrabaya sadaka câizdi. Bu durumda mirastan hisse almaya hak sahibi olmayanlar için vasiyette bulunmak mümkündü. Ancak bazi müslümanlar bu vasiyetin yerine getirIlmesine karsi çiktilarsa da, Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir diger esi ve döneminin hukuk otoritesi Hz. Aise; lehine vasiyet yapilanin tarafini tutacak bir biçimde araya girerek, vasiyetin yerine getirIlmesinin Islâm hukukuna uygun olacagini ifade etti. Halbuki Hz. Aise ile Hz. Safiyye, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sagliginda zaman zaman dargin durmuslar, ancak darginliklarina hemen son vererek helâllesmislerdi.

Hz. Safiyye Medine'de Baki' mezarliginda topraga verIlmistir

Mefail HIZLI
 
B

.BeYzA.

Guest
CÛVEYRIYE BINTÜ'L-HÂRIS



Hz. Peygamber'in zevcesi ve müminlerin annesi.

Hz. Cüveyriye, Mustalikogullari kabilesinin baskani Hâris b. Ebî Dirar'in kizidir. Ayni kabileden Safvân oglu Musâfi'den dul kalmisti. Mustalikogullari, Hicret'in altinci yilinda Medîne'ye saldiri için hazirlik yapmaya basladilar. Durumu ögrenen Hz. Peygamber (s.a.s.), yediyüz kisilik bir askerî kuvvetle, onlardan önce davranarak Müreysi' suyu basinda saldirdi. On kisi öldürüldü. Müslümanlar bu gazvede bir sehit vermisti. Mustalikogullari'nin bütün erkekleri, kadinlari ve çocuklari esir alindi. Deve, sigir ve davarlarina da ganimet olarak el konuldu. Esirler arasinda bulunan, kabile baskani Hâris'in kizi Cüveyriye için, dokuz okiyye altin, kurtulus fidyesi olarak tespit edilmisti. Cüveyriye yirmi yaslarinda bir kadindi. Kurtulus fidyesini temin edemeyince Hz. Peygamber'den yardim istedi.

Hz. Âise bu olayi söyle rivayet eder:

"Mustalikogullari kabilesinin kadinlari esir düstüklerinde ganimet olarak gaziler arasinda paylasildi. Önce beytülmâle beste bir ayrildi. Sonra her atliya iki pay, her yaya savasçiya ise birer pay verildi. Hâris'in kizi Cüveyriye, Kays oglu Sâbit'e düsmüstü. Cüveyriye Rasûlullah (s.a.s.)'a geldi; dedi ki: Ey Allah'in Peygamberi, ben Hâris'in kizi Cüveyriye'yim. Babam Benî Müstalik kabilesinin baskanidir. Benim basima gelen felâketi biliyorsun. Sâbit beni dokuz okiyye kurtulus fidyesi ile serbest birakacak. Beni kurtar". Rasûlullah cevap olarak buyurdular ki: "Ondan daha hayirli bir teklifim var, kabul eder misin? Teklifiniz nedir ya Rasûlallah? "Hem o parayi verip seni azat edecegim, hem de seninle evlenmek istiyorum." Cüveyriye: "Memnuniyetle kabul ederim" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da:

"Ben de kabul ettim. " buyurdular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 277; Ebû Dâvud, Sünen, IV, 22; Ibn Hisâm, Sîre, III, 307; Ibn Sa'd, Tabakat, VIII,116,117). Bu haber hemen etrafa yayildi. Esirleri ellerinde tutan sahabîler; "Biz Allah elçisinin sihrî hisimlarini nasil esir olarak tutabiliriz!" diyerek, hepsini serbest biraktilar. Bu manzara karsisinda Müstalikogullari Islâm'a girdiler. Bu yüzden Hz. Âise O'nun hakkinda; "Ben kavmi için Cüveyriye'den daha hayirli ve daha bereketli bir kadin bilmiyorum" demistir" (Ahmed b. Hanbel, VI, 277; Ibn Hisâm, Sîre, III, 307, 308; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s. 238; Mahmud es-Savvâf, Rasûlullah'in Pak Zevceleri, Terceme, Ali Aslan, Ankara (t.s), s. 68-71).

Hz. Peygamber Cüveyriye'yi babasina teslim edip; ondan istedi. Cüveyriye müslüman olmustu. Rasûlullah (s.a.s.) kendisine mehir olarak dört yüz dirhem gümüs verdi ve O'nunla evlendi (M. Âsim Köksal, Islâm Tarihi, XII, 55, 56). Daha önceki adi "Berre" iken, Hz. Peygamber tarafindan, kadincik, kizcagiz anlaminda "Cüveyriye" ismi verildi. Hz. Cüveyriye çok oruç tutar ve çok namaz kilardi. Hayir severdi. Kendisi aç durur, yoksullari doyururdu. Bir gün Allah Rasûlü Cüveyriye'yi sabah namazini kildiktan sonra, kusluk vaktine kadar dua ve zikirle uzunca zaman mesgul olurken görmüs ve kendisine söyle buyurmustur: "Ben senden sonra, üç kerre, dört kelime söyledim ki, bugün sabahtan beri senin söylediklerinle tartilsa, onlardan daha agir gelir. Dikkat et, o kelimeleri sana da ögreteyim: Sübhânallâhi adede halkihî; (Allah'i yaratiklarinin sayisinca tesbih ederim). Sübhânallâhi riza nefsihî (Allah'i razi olacagi Sekilde tesbih ederim). Sübhânallâhi zinete arsihi (Allah'i Arsi'nin agirliginca tesbih ederim. Sübhânallâhi midâde kelimâtihi (Allah'i kelimelerinin miktarinca tesbih ederim). " (Ahmed b. Hanbel, VI, 430; Ebû Dâvud, II, 81; Tirmizî, V, 556; Ibn Sa'd, Tabakât, VIII, 119; Âsim Köksal, a.g.e., XII 57-58)

Hz. Cüveyriye'den altmisbes hadis rivâyet edilmistir. Hicrî 56 tarihinde vefat etmistir (Sahîh-i Buhârî Muhtasari Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara 1983, VII, 454).

Hamdi DÖNDÜREN
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Afrâ Hâtun iman âbidesi çocuklar yetiştiren bir anne... Genç yavrularının Allah ve Rasûlü yolunda şehadetlerine sabreden bir hanım sahâbi... Üç çocuğunu Bedir savaşına katılması için teşvik eden kahraman bir İslâm hanımı... Genç şehitler annesi...
O Medineli olup Neccar oğullarına mensuptur. Babası, Ubeyd İbni Sâlebe'dir. Annesi, Ruat binti Adiyye'dir.
Afrâ Hâtun İslâmiyeti Medine'de tanımış ve hiç tereddüt etmeden Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize biat etmiştir.
O, hicret ederek Medine'ye gelen Mekke'li muhâcir kardeşlerine hizmeti şeref bilen bahtiyar bir hanımdı. Rabbisinin rızasını kazanmak için muhacir kardeşlerinin yardımına koştu. Elinden gelen hizmeti esirgemedi. Onlara şefkat dolu bir anne oldu.
Afrâ (r. anhâ) ilk evliliğini Neccar oğullarından Hâris İbni Rıfâa ile yapmıştı. Bu evlilikten üç çocuğu dünyaya geldi. Onlara; Muâz, Muavviz ve Avf isimleri verildi. Her bir oğlunu birer iman fedâisi olarak yetiştirdi.
Afrâ Hatun şecaat ve cesaret sahibi kahraman bir hanımdı. Güçlü ve kuvvetliydi. Hayatın elem ve kederine, tahammüllüydü. Acılara karşı sabırlıydı. Allah ve Rasûlü yolunda sebat eder, dünyevî sıkıntı ve çilelere aldırmazdı. Bedir harbi olunca oğullarının hepsini savaşa göndermişti. Onların gösterdiği îmânî heyecandan son derece mutluluk duymuştu. Savaşta sergiledikleri kahramanlıklara çok sevinmişti. Hatta iki oğlunun şehadetine sevindiği kadar diğer oğlunun şehid olamadığına üzülmüştü. Abdurrahman İbni Avf (r.a) bu genç kardeşlerin Bedir"de gösterdikleri kahramanlıkları şöyle nakleder:
Bedir günü Ebû Cehil kahramanlık şiirleri söyleyerek müşrik ordusu içinde dolaşıp dururdu. Anam beni bugün için doğurdu diyerek övünürdü. Askerine bu sözlerle cesaret vermek isterdi.
Kendi kabilesi Beni Mahzum gençleri etrafını sarmış yanına kimseleri yaklaştırmazdı. Böyle bir ortamda ben sağıma soluma baktım, Ensar'lı iki genç arasında kaldığımı gördüm. Onlardan biri bana doğru yaklaştı ve:
- Ey amca! Sen Ebû Cehil'i tanır mısın!" diye sordu. Ben de:
"- Evet! Tanırım ey kardeşimin oğlu. Ebû Cehil'i ne yapacaksın?" dedim. Genç delikanlı bana:
"- Haber aldım ki o, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize sövermiş!? Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onu bir görecek olursam, ikimizden eceli gelen ölmedikçe, şahsım ondan ayrılmayacaktır. Allah'a ahd ettim. Onu gördüğüm gibi üzerine saldıracağım. Ya onu öldüreceğim veyahud bu uğurda öleceğim" dedi.
Gencin kahramanca söylediği bu sözlere ve ondaki imânî heyecana hayret ettim. Öbür genç de diğeri gibi ahdetmişti.
Çok geçmeden, Ebû Cehil'i askerin içerisinde öteye beriye telaşla giderken gördüm. Gençlere hitaben: "" Görüyor musunuz? İşte, sorduğunuz adam!" dedim.
Gençler hemen kılıçlarını sıyırdılar. Süratle hareket edip ikisi birden fırlayarak o tarafa doğru yöneldiler. Çifte şahin gibi süzülüp Ebû Cehil'e doğru koşmaya başladılar. Anî bir hareketle seyirtip onun üzerine hücum ettiler. Hamle üstüne hamle yaptılar.
Bu iki genç meğer Afrâ Hâtun'un oğlu Muâz ile Muavviz adında iki fedâî kardeşler imiş.
Afrâ Hâtun'un bu kahraman oğulları çok genç olmalarına rağmen kükremiş aslanlar gibi Allah ve Rasûlünün düşmanı bulunan Ebû Cehil'in üzerine çullandılar. Bu din düşmanı neye uğradığını bilemedi. Kılıç darbeleriyle derin yaralar aldı. Bu sırada Ensardan Muaz İbni Amr İbni Cemuh adında bir başka yiğit Ebû Cehil'i gözetirmiş. O da koşup geldi ve birlikte canını cehenneme gönderdiler.
Muaz ve Muavviz (r. anhüm) kardeşler Ebû Cehil'in işini bitirdikten sonra yine kahramanca çarpışmaya devam ettiler.
Bu İslâm cengâverleri, Bedir'in bu çifte arslanları, nihayet arzuladıkları şehitlik mertebesine kavuştular.
Afrâ Hatun (r. anhâ) iki oğlunun şehid olduğunu haber alınca Allah'a hamd etti. Diğer oğlu Avf'ın onlarla birlikte şehid olamayışına üzüldü. İstiyordu ki, o da Allah yolunda cânını fedâ eylesin. Bu üzüntüsünü Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimize gelerek şöyle dile getirdi:
"" Ya Rasûlallah!" İki çocuğum şehid oldu. Keşke Avf da aynı mertebeye ulaşsaydı. Acaba Avf onlardan daha mı geridedir:" dedi.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz iman dolu ve şehidlik özlemiyle dolu bir kalbe sâhib bu anneye şu cevâbı verdi:
"" Hayır! Muaz ve Muavviz hayattan tam lezzet alamadan genç yaşta şehid oldular. Fakat Avf da onlardan geride değildir." buyurdu.
Avf (r.a) da kardeşlerinin şehadetinden sonra büyük bir cesaretle düşman safları içine atıldı. Kahramanca çarpıştı. Birçok düşmanı tepeledikten sonra şehâdet şerbetini içti. Cennette kardeşlerine kavuştu.
Ne gıptaya lâyık bir hareket!.. Ne kahramanlık!.. Ne fedakârlık!.. Ne candan bir gayret!.. Ne yüce bir imânî heyecan!.. Ne şerefli bir mertebe!.. Ne samimi bir muhabbet!.. Allah"ım bizlere de böylesi yücelikler nasîb et!.. İmânî heyecan ve gayretimizi müzdâd et!.. Bu şerefle yaşamayı ve ölmeyi lutfet!..
Afrâ Hâtun (r. anhâ) böylesine kahraman yiğitler yetiştiren bir anne. Çocuklarını birer iman âbidesi olarak yetiştiren ve onların Allah ve Rasûlü yolunda şehid olmalarına sevinen bahtiyar bir anne. Bu genç şehid kardeşler "Afrâ'nın oğulları" lakabıyla anılır olmuşlardır.
Allah onlardan razı olsun. Rabbımız bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Mustafa Eriş
 
Üst