Hamdi Kalyoncu / Liderlere Tapınma Psikolojisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
23501.jpg


Putlaşan ve putlaşmalara " dava" kılıfı giydiren birtakım şefler, önderler, başkanlar..! Büyük "dava adamları", liderler...! Herkesin kendilerine muhtaç; kendilerinin kimseye ihtiyacı olmadığına inanan; herkesten hürmet, minnet ve şükran duygusu bekleyen ve her biri bir psikiyatrik olgudan başka bir anlam ifade etmeyen birtakım üst yöneticiler.. Makamlarına kimsenin oturmaya cesaret edemediği.. İnsanların kendileri için ayakta dikilmesinden hoşlanan; önlerine saf saf toplanmış kitleleri seyretmekten büyük haz duyanlar.. Yerlerine, makamlarına hatta kullandıkları eşyaya bile hürmet edilenler...! Bunlar, kendine yer ayırtmayan, boş olduğu yerde oturan, kendisi için kimsenin ayaga kalmasına müsaade etmeyen, kendini alkışlatmayan, tezahürat yaptırmayan, pazardan alışverişini kendisi yapan, aldıklarını başkasına taşıtmayan; kendisine "efendimiz" diye hitap edilmesine bile razı olmayan o kutlu peygambere pek benzemezler.. O peygamber ki mütevazi kişiliği, tavırları ve insanlığı ile muhteşemdi. Ve O sadece kendisine inanalar için değil, inanmayanlar içinde bir güven âbidesiydi. Onu öldürmeye karar veren düşmanları, katiller için toplanan ödülü, güvenilecek başka bir kimseyi bulamadıkları için o´na emanet etmişlerdi. Ancak böyle hasretler, "büyük kurtarıcı", "büyük dava adamı" olan liderlere pek uygun düşmez. Çünkü, bu büyük liderler ve onların etrafında toplananlar, bu hasretleri, "sıradanlık" ve bir lidere yakışmayacak davranışlar olarak görürler. Gerektiğinde, yıllarca birlikte olduğu arkadaşlarını bile ortadan kaldıracak kadar acımasız ölüm makinelerini yetiştirenler ve zavallı insanları sonuna kadar istismar edenler..! Katolik nikahı gibi; "Ölüm bizi ayırana dek" anlayışının tabii sonucu olarak, onlara bir şekilde selam verilmiş ve borçlu çıkılmışsa, bu borç, bazen selamı sabahı kesip dışlanmayla, bazen de can ile ödenir. Çünkü bu sahte tanrılar, kullarının kendilerinden ayrılmasına asla tahammül edemezler. Nice zavallı Gonca Kurişler´e ithaf olunur.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bülent Şahin Erdeğer - Haksöz Haber
İnsanların kendilerini “kendileri” yapan, belirleyenleri tanımladıkları ölçülerin ana mantığını oluşturan kimlik algısı aynı zamanda insanın Allah’a, kendine ve topluma karşı yabancılaşma sorununun çözümünü ve kaynağını da bünyesinde barındırmaktadır. Kimlikleri ana hatlarıyla iki farklı kategoriye sokan iki zıt anlayışın irdelenmesi bunun için önem arzetmektedir. Bu iki zıt anlayış; kimliğin merkezine belirleyen olarak değerlerin ve fikirlerin mi, yoksa gücün ve bu gücü simgeleyen liderin mi alındığında yatmaktadır. Dr. Hamdi Kalyoncu’nun sistematik olarak hazırladığı eseri de bu açıdan önemli bir boşluğu dolduruyor.

“Liderlere tapınma psikolojisi bizzat tek ilaha ortak koşma eğiliminin toplumsal tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Kula kulluğun başlangıç noktası da diyebileceğimiz “Ulu Önder” kurgusu, insanın öncelikle kendi kişiliğine güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın insanın özgür iradesine yaptığı vurgu (17/1 3) ve bu iradeye yüklediği sorumluluğun araştırma (17/36), akletme (67/10) ve sonuca ulaşma (39/18) sünnetullahı dairesinde doğan imanı sahih kabul edip diğer inanç türlerini “zan” olarak tanımlaması, tevhidin, toplumsal boyutu açısından insanlar arası ilişkileri de belirlediğini göstermektedir bizlere.

“Ben kimim, niçin varım, neyi hedefliyorum!” gibi insanın varoluşuna tekabül eden temel sorulara verdiğimiz cevaplar bütünü ile bir kimlik tanımlaması yaparız. Evrene, hayata, insanlara ilişkin temel kabullerimiz ve bu çerçeve içinde kendimize biçtiğimiz misyon, kimliğimizi oluşturur. Kimliğimiz bir yönüyle bizi, temel kabullerimiz noktasında ortaklaştığımız insanlarla birlikteliğe, paylaşmaya sevk ederken, diğer taraftan da bizi başkalarından ayırır, farklılaştırır. Müslümanlar olarak sahip olmamız gereken kimliğimizi silik, edilgen, sıradan bir canlılar topluluğu olmaktan çıkarıp, izzet ve sorumluluk sahibi bir ümmet olma bilincine eriştirir. Bize insanlar için çıkarılmış hayırlı “örnek toplum” olma vasfı*nı kazandırır. Hayatın ve ölümün anlamını ve amacını öğretir. (6/162)1

Ali Şeriati, yukarıda belirttiğimiz örnek toplumu inşaa edecek örnek şahsiyetleri ortadan kaldıran ve yerine güdülen bir yığın oluşturan en önemli etkenin “istihmarcılık” (eşekleştirme) olarak kavramlaştırdığı olgu olduğunu belirtmektedir. Bu yabancılaşma ise ancak kişilerin kendi öz-bilinçlerine dönmeleri ve bu halde toplumsal bir bilinç inşaa etmeleriyle aşılabilir.2 Şeriati’ye göre yabancılaşan çoğunlukların (tekasür) şahsiyet-perestlik eğilimleri ferdin kurtuluşunu; rehber, murat, pir, mürşid, abdal ve bedil’e yüklemiştir. ‘Aracı çığırtkan’ olarak tanımladığı bu tapınılan İnsan-üstüler mantığıyla şekillenen düşünce tarzının İslam’a sokularak sufiyane şahsiyet-perestlik ve tasavvufi makamların hiyerarşik düzeni oluşturulduğunu belirtmektedir.3 Şeriatı “imam”ın ümmetin genel örnekliğinden yetişen, öne sıyrılan ve güzel örnek makamındaki önder olması gerektiğini vurgular.4
Hamdi Kalyoncu, söz konusu eserinde, insanlık tarihindeki en önemli şirk tezahürü olan kişileri İlah edinme eğilimiyle ilgili tespitlerini, öncelikle ilah edinilen kişilerin karakteristik özelliklerini inceleyerek ortaya koyuyor.

Yazarın da belirttiği gibi kişi merkezli oluşumların modern ya da geleneksel farklı kültürel iklimlerinde ortaya çıkmaları bu hastalığın varlığını değiştirmiyor. Eseri okuduğumuzda Batı medeniyetinin ürettiği siyasal lider tipleri (Hitler, Mussolini, Lenin, M. Kemal, Şah Rıza vb, laik, ulusal şefler) ile inanç alanında ortaya çıkan bazı kimseler arasında yönetim mantığı açısından pek de bir farkın olmadığını görüyoruz. İnsanların Firavun’u Rab edinmeleriyle haham ve rahipleri (din adamlarını) Rabb (koruyucu, terbiye edici, dini hüküm koyucu) edinmeleri arasında farklı sebepler de olsa aynı eğilimin olduğunu görmekteyiz.

‘Kitlelerin İstediği yönetici mi, İlah mı!’ sorusuna cevap arayan Kalyoncu, ilah kavramının içeriğini oluşturan “sığınılan”, “yardım eden”, “umut bağlanan”, “herşeyden çok sevilen”, “kendisinden korkulmaya ve mutlak İtaat edilmeye layık olan”, “her sözü mutlak doğru kabul edilen”, “kendisinden kurtuluş beklenilen” gibi anlamlan liderlere yüklemenin oldukça sık karşılaşılan bir durum olduğunu belirtmekte. Bu durumun baştakilere karşı gelişen sapkın ve hastalıklı bağlanış olduğunu söyleyen Kalyoncu, böylelikle toplumu hayatın gerçeklerin*den kopartıp, hezeyanlar ve hayaller içinde miskinler topluluğu haline getirdiğini vurgulamaktadır.5 Kurtarıcılık sendromuna dikkatleri çeken yazar, özellikle mehdilik düşüncesinin doğu toplumlarında bu sendromun neticesi olduğunu belirtmektedir. Mehdiliği tarihsel süreç içinde inceleyen kitap, ‘Keşf Metodu’ başlığı altında liderlerin bilgi kaynaklarının nasıl sorgulanamaz, belirsiz bir zemine dayandırıldığını çözümlemekte.6

Hamdi Kalyoncu da Şeriati gibi, liderlere tapınma psikolojisinin müslüman topluluklar üzerindeki en açık ve sistemli örneğini tasavvuf felsefesinde bulur. O’na göre Emevi Kralı Muaviye’nln Şam’ı kutsal göstermek için uydurttuğu “abdallar hadisi” diye anılan sözler “kutub” inancının temellerini oluşturmaktadır. Bu söz sonraki zamanlarda Hint mistisizmin*den ithal edilen yedek ilah teorileriyle zenginleştirilmiş ve İslamileştirilmiş bir alt tanrılar silsilesi oluşturulmuştur. Bunların başı kabul edilen kişi “kutub” ve “gavs” diye anılır. Onun altında “vedalar” sistemine ait anlayışın sıralamasına uygun bir iş bölümü yapıdır. Kutbun yönetiminde dünyayı hatta evreni idare ederler.7

Dolayısıyla tasavvuf kültürü, kelamdık, mezhepçilik gibi İslam’ın özüne yabancı tarihsel oluşumların gölgesi altında Kur’an’ın saf, berrak mesajı ve Resulullah’ın pak sünneti alabildiğine bulanıklaştırılmış, anlaşılmaz kılınmıştır. İslam anlayışının bu şekilde eklektik bir nitelik kazanmasında asıl sorumluluk baskıcı, zalim yönetimlerin olmakla birlikte, tevhid akidesine tümüyle aykırı bir biçimde gelişen ve palazlanan ‘ulema’ sıfatlı bir ruhban sınıfı olgusunun payı da gözardı edilmemelidir. Kur’an’da müminlerin bir sıfatı, sahip olmaları gereken bir özellikleri olarak vurgulanan “ilim” olgusunun, tarih içinde adeta sınıfsal bir tekele, insanlar ile Allah arasında, insanlar ile Allah’ın Kitab’ı arasında bir aracılık müessesesine dönüştürülmüş olması, din anlayışının tahrife uğramasında belirleyici bir rol oynamıştır.8
Şeriati’nin “Safevİ Şiası ve Emevi Sünniliği” olarak tanımladığı yozlaşmış ve dar, mezhebi kalıplarda donuklaşarak mukallitlerince din haline getirilmiş olan Şii mezhepçiliğiyle aynı ifsad sürecini hatta daha da yoğun yaşamış olan devletçi, saltanatçı Sünni mezhepçiliğinin geleneksel kültürde yol açtığı psikolojiyle, modern kültürlerin ürettiği firavunca bir azgınlığın sonucu olan diktatörlerin topluma yaklaşım mantığı arasında önemli paralellikler bulunmaktadır. Ve bu paralellikler yazarın deyimiyle; “herşey devlet (güç) için” zihniyetini kafalara o denli yerleştirir ki “her şey din (Allah ve va’z ettiği değerler) ‘ için” İnancı kaybolur. Müslümanlar da, saltanat ve diktatorya rejimleri uğruna ululemr zihniyetinin kulları olurlar.9 Malik bin Nebi de aynı tespiti yapar ve Müslümanların son iki yüzyılda uğradıkları dış saldırıların ve sömürgeleşmelerinin bizzat iç sebeplere dayandığını belirtir. Bu sebepleri Müslümanların hasta bir ruha sahip, olmaları ve sömürülmeye müsait bir psikoloji içinde bulunmaları olarak niteler.10 Sünni dünyada hakim olan; devlet kimin olursa olsun otoritesine sorgusuz sualsiz itaat anlayışının yanısıra Şii dünyada varolan ilahi yöneticilik anlayışı da aynı beşeri zaafın ürünüdür. Şiilikteki imamet anlayışını Ayetullah Cevadi Amuli şöyle dile getirmektedir: “Hükümet sistemini idare etmekte fakihin velayeti, aynen onun kadılık ve merciilik makamı gibi Şari-i Mukaddes (ilahi hüküm koyucu) Allah tarafından tayin edilmiştir. Halkın kabulü ise sadece ispat merhalesinde etkindir.”11 Görüldüğü üzere böyle bir anlayış üzerine inşaa edilen yöneticilikte yönetene yapılacak her türlü muhalefet günah derecesinde değerlendirilmektedir. Sorgulanamaz kutsal bir yönetimin ise adaletli olması ve yönetilenlere karşı sorumlu olması elbette beklenemez.12 Bu yaklaşıma göre masum imamın, kişileri kutsama mantığının neticesi olarak, mucize sahibi olması(!), gölgesi olmaması, önünü gördüğü gibi arkasını da görmesi(!) ve gaybı bilmesi gerekir.13
Şii-batıni yaklaşımların tarih İçerisinde süzülerek ve nitelik değiştirerek tasavvuf kanalıyla Sünni dünyaya da girmesiyle beraber Müslümanların genelinde kişi merkezli din, dolayısıyla yönetim algısı yerleşmiştir. “Mürşid-i kamil” olarak karakterize edilen ulaşılamaz insanüstü kutsal lider imajı, gaybı bilen, mekandan ve zamandan bağımsız hareket edebilen, istedikleri an bağlılarını görebilen, onların imdadına koşabilen, yarı-tanrısal yetkilere sahip, önlerinde eğilinen, kapısında eşik olunan bir ulu önderlik makamı doğurmuştur.14 İşte bu şekilde korkulan, saygı uyandıran, şaşırtıcı ve kışkırtıcı bir mistik kurgu içinde iktidar sağlamlaştırılır. İktidar bu şekilde dinselliğin ve ondan güç alan ideolojilerin üzerine oturur, şaşmaz bir biçimde ondan beslenir. Fakat en önemlisi iktidarın bir din haline dönüşmesi, bir iktidar dini oluşturmasıdır.15

Liderlere Tapınma Psikolojisini Aşmanın Yolu Nedir!
Kalyoncu’nun kitabın genelinde okuyucunun önüne koyduğu tablo, toplumsal ilişkilerde salt bireyselliğin imkansız (hatta zararlı) olduğu göz önünde bulundurulduğunda nasıl bir topluluk ve yönetim anlayışı sorusunu da gündeme getirmektedir, Takiyyüddin el-Nebhani’nin 2O.yy’ın son yarısında dile getirdiği ve Ercümend Özkan’ın Türkiye’de gündemleştirdiği “fikri Önderlik” yaklaşımı16 Kalyoncu’nun teşhis ettiği hastalığa sunulan alternatif bir çözüm niteliği taşımakta. Özkan’a göre fikri önder edinenlerle beraberlik hatta fikri birinci derecede temsil eden lider tanımak bile, asla fikri önder tanımanın önüne geçirilmemelidir. Fikri önder bilmenin hiçbir rizikosu yok iken, fikri önder edineni lider edinmenin hep rizikosu olagelmiştir. Ne kadar başarılı olursa olsun sonuçta bir insandır lider edinilen.17
Sorun, öncelikle inanç, düşünce, metod ve yaşam tarzımızda, İslami kişiliğimizi netleştirecek olan Kur’ani değerlerin, “fikri Önderlik” makamı olarak benimsenmesidir. Asıl olan, ulu’l-emr’in kim ve kimlerden oluşacağı tartışması değildir. Asıl olan, İslami kimliği net ve gerektiğinde velayet görevini üstlenen liderini de, Kur’ani ilkeler çerçevesinde denetleme gücüne ulaşmış, istişare temelinde bir Kur’an birlikteliği oluşturabilmektir.18
Dolayısıyla kendisine bağlı olan insanları çocukluklarından itibaren “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diye yemin ettirerek insan varlığını kendi resmi ideolojisine armağan ettiren bir zihniyetin müstağni tavrının simgesi olan ulu önder mitolojisine karşı çıkan Müslümanlar, bu mitolojiyle aynı mantığı paylaşan, kendi bağlılarının yatakta kaç defa döndüğünü (!) denetleyen, müridlerini gassalin ölü elinde olduğu gibi teslimiyetçi isteyen, dolayısıyla tarih içerisinde insanüstü ilan edilen “Kutbul az’am”, “Bediüzzaman” (zamanın eşsizi) kurgusuna da aynı Kur’ani sebeplerle karşı çıkmalıdırlar. İmam, şeyh ya da başka sıfatlarla “ilahilik” atfedilen bir liderin insanlara Resulullah gibi örnek olması beklenemez. Hangi kültür ikliminden neşet ederse etsin ululaştırılan hazretler her zaman başlarındaki nur haleleriyle ulaşılamaz konumdadırlar. Ne gariptir ki kişi merkezli nice oluşum ve fikriyat hep o kişinin adı ya da eseriyle anılırken, ilahi mücadele sırasında hiçbir şeriat peygamberin ismiyle dahi anılmamıştır.19

Acı olan ve zaman geçirilmeksizin tedavi edilmesi gereken diğer bir sorun ise ifade ettiğimiz psikolojinin şekli unsurlarla, söylem sathında reddedildiği itikadi ve siyasal açıdan tevhidi anlayışa yönelmiş bir çok grup ve yapının da güç ve kişi merkezli yönetim mantığından arınamamış olması gerçeğidir. O halde yapılması gereken en önemli girişim, beraberliklerini bir “mektep” haline getiren, karizmatik liderlerden ziyade insan yetiştiren ve sürekli bir nöbet değişimi içinde olan yapılanmalara yol açmak olmalıdır. Böylelikle bu dirilik sayesinde, ideolojik indirgemeciliğin ve doğruların kalıplaştırılarak dogmalaşmalarının önüne geçilmiş olur.20 Dr. Hamdi Kalyoncu’nun konu edindiğimiz çalışması bu bakımdan ufuk açıcı bir niteliği barındırmaktadır. Yazar güç merkezli yapı mantığının belirli bir süreçten sonra “resmi ideoloji”ler ve “öteki”ler doğuracağını belirtirken Son Vahy’in en güzel örnek elçisini hatırlatmaktadır okuyucuya:
“Bunlar, kendine yer ayırtmayan, boş bulduğu yerde oturan, kendisi için kimsenin ayağa kalkmasına müsaade etmeyen, kendini alkışlatmayan, tezahürat yaptırmayan; pazardan alışverişini kendisi yapan, aldıklarını başkasına taşıtmayan; kendisine “efendimiz” diye hitap edilmesine bile razı olmayan o kutlu Peygamber’e pek benzemezler… O Peygamber ki, mütevazı kişiliği, tavırları ve insanlığı ile muhteşemdi. Ve O, sadece kendisine inananlar için değil, inanmayanlar için de bir güven abidesiydi.”21
Fikirlerin, değerlerin, üzerinde ittifak edilmiş ilkelerin belirleyen olduğu bir toplumda yöneten de yönetilen de belirli kayıtlara bağlıdırlar ve herkesin önce bu değerlere sonra da bu değerlerden dolayı birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. “İmam, merkezde olmayıp, kendisini seçen ve sorgulayabilen, göreve getirip, görevden uzaklaştırabilen bir müslüman topluluktan gücünü alan, Allah’ın hükümleriyle hüküm verip, ümmetin temsilcisi sıfatıyla dünya işlerini gözeten kişidir.22 Bu örneği yeniden yaşamak ise Kur’an’ın hakemliğinde yeniden ümmet bilincine ulaşmakla mümkün olacaktır.

Dipnotlar:
1- “İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket” Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996 s.ll
2- “Kendini Bilmek” Ali Şeriatı, Çev. N. Karaarslan, Endişe Yay. 1990S.69-70
3- “Ümmet ve İmamet” Ali Şeriatı, Çev. Ahmet 5ait, Fecr Yay. 1990S.67-68
4- A.g.e, s. 80
5- “Liderlere Tapınma Psikolojisi” Dr. Hamdi Kalyoncu, Marifet Yay. 2001 s.41
6- A.g.e., s.73
7- A.g.e., s.75-76
8- “İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket” Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996 s. 19
9- Hamdi Kalyoncu, A.g.e, s.113
10- “Malik Bin Nebi ve Ümmetin Düşünsel Sorunları” Fawzia Bariun, çev. Nihat Bulut, Haksöz sayı:95
11- “İslam’da Yöneticilik Üzerine Notlar” Ayetullah Cevadi Amuli, Ehl-i Beyt Mesajı Dergisi, İst. Sayı:19, s. 129. Yazarın günümüz İran’ında Velayet-i Fakih makamında bulunan Ayetullah Hameney’in damadı ve danışmanı olması mevcut yönetim anlayışı açısından bu satırları daha da önemli kılmaktadır.
12- Sorgulanamaz lider mantığı hakkında bkz. “Kur’an ve İmamet” İlyas Peker, “Tarihten Günümüze İmamet Sorunu” Oktay Altın, Haksöz, Sayı:93 S. 40-46, “Kur’an’da İmam ve İmamet” Cafer Tayyar Soykök, Haksöz, Sayı: 62 s. 34-35
13- “Ehl-i Beyt Mektebinde Temel İnançlar” Abdullah Turan, Al-i Taha Yay. 1999, s. 425
14- Öyle ki bu kişilere tapınma psikolojisinde kişi ancak efendi hazretlerinin elinde kul olduğunda, dergahının kapısında eşik olduğunda olgunlaşmış sayılır (Yunus Emre menkıbesinde olduğu gibi). Örneğin Celaleddin Rumi cinsellik için kendi hanımını, oğlunu şeyhi Şems’e takdim etmiş, onun şarap gibi kabul edilemez isteklerini dahi yerine getirmiş ve böylelikle sınavı kazanmıştır! Bakınız: “Nefahatu’l Üns” Evliya Menkıbeleri, Molla Camii, Osmanlıca’ya çeviri: Lamii Çelebi, sadeleştiren ve yayınlayan: Mehmed Şevket Eygi, Bedir yay. l.Cild, s. 528-529
15- “Ulu Önder: Şef, Lider, Kral Bir Fetişin Kökenleri” Tolga Ersoy, Özgür Üniversite Defterleri 2000 s.13
16- “İnanmak ve Yaşamak” 2. Cild, Ercümend Özkan, Anlam Yay. 2000
17- “Ercümend Özkan: İnanmak ve Yaşamak” Bekir Cantemir, Haksöz Sayı:106 s. 69
18- “İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket” Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996S.131
19- Leninizm, Kemalizm gibi laik ve kişi merkezli fikir akımları kadar “Süleymancılık”, “Nakşibendilik”, “Kadirilik”, “Bektaşilik” gibi geleneksel akımlar da kendilerini merkezlerindeki kişilerle ya da onların eserleriyle ifade etmişlerdir. Oysa İslam yani Allah’a teslimiyet hiçbir elçinin merkezinde adlandırılmamış ve her tarih döneminde aynı adlandırmayla Kur’an’da geçmiştir; “Allah’a çağıran, erdemli davranan ve “Ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir!” 41/33. Ayrıca bkz. 22/78.
20- Bu konuda ayrıntılı çalışmalar için bkz. “Hareket Olma Bilinci ve Düşünceyi Kurumlaştırmanın Önündeki Engeller” Vahdettin Işık, Haksöz, Sayı: 94 s. 28 “İslami Mücadele ve Sapmalar” Hülya Koç, Haksöz, Sayı: 79 s. 42
21- Hamdi Kalyoncu, a.g.e, s.98
22- “Mutezile ve Devrim” Muhammed Ammara Çev. İbrahim Akbaba, Ekin Yay. 2000 s.177
Liderlere Tapınma Psikolojisi – Hamdi Kalyoncu – Marifet Yayınları
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
HANGİ LİDERİN KULUSUN?


Liderlere tapmak ne kadar caiz?
Hamdi Kalyoncu'nun ilginç bir kitabı var: Liderlere Tapınma Psikolojisi. Bir bakınmanızda fayda var.




Ayet dilime takıldı
Hani bazen olur ya bir şarkı sözü dolanır dilinize, uzun bir süre mırıldandıktan sonra kendi kedinize ‘şair/yazar/sanatçı burada ne demek istemiş ki?’ diye sorar ve cevabını bulmaya çalışırız. Bu sefer dilime takılan bir şarkı sözü veya şiir değil Tevbe Suresi 31. ayet idi: ‘Onlar, Allah'tan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler.’
Bu ayeti bir süredir düşünüyordum ve ayetin tefsirini araştırdığımda Adiy bin Hatim’in bu ayetin nazil olmasından sonra Peygamber Efendimiz’e gelip: “Bu ayet bizi, âlimlerimizi ve papazlarımızı rabler edinmekle suçluyor. Hâlbuki biz onları Rabb edinmemiştik” demesi üzerine Resulullah’ın (sav); “Siz onların gayr-ı meşrû ilan ettiklerini gayr-ı meşrû, onların meşrû ilân ettiklerini de meşrû sayıp, öylece kabul etmiyor muydunuz?” deyişi karşısında Adiy bin Hatimin “Evet öyledir” diyerek tasdik etti. Bunun üzerine Resulullah’ın (sav) cevabı “İşte bu, sizin onları rabler edinmenizdir” olmuştur.


Liderlere tapınma psikolojisi
Tek başına bu ayet bile kişinin toplum içerisindeki varlığını ve iman derecesini sorgulaması için bir yol gösterici oluyor. Bu ayetle karşılaşmamın yaklaşık bir yıl sonrasında bir kitap karşıma çıktı: Liderlere Tapınma Psikolojisi. Sosyal Toplumun parçası olan bir yere (örgüte, cemaate, gruba, lidere, davaya, ideolojiye) tüm yapılanmalara karşı psikanaliz yöntemiyle yaklaşıyordu. Daha önce okuduğum dinî içerikli kitaplardan farkı ve psikoloji merakımdan ötürü beni cezbettiği nokta da burası olmalıydı.
İnsanların ergenlik döneminde kişinin kendini ifade edebilmek amacıyla bir grubun mensubu olması, kişinin sağlıklı gelişimi için gereklidir (okullarda da böyle öğretmişlerdi, hatırlarsınız). Bu noktada tabii olarak kişinin kendini ifade etmekten anladığının sadece gruba mensup olmanın ötesinde fikirlerini ifade edip edememesine de vurgu yapıyor. Gençlik yıllarımın büyük bir bölümünü dinî bir grubun mensubu olarak geçirmiş ancak İslâm’da istişare kuralları ve Allah’ın nass hükümleri dışında her türlü kararın sorgulanmaya açık olduğunu belirttikten sonra yollarımı ayırdığım grup üzerine tespitlerimi temellendirmiş oldum bu kitapla. Ve bu düşüncede yalnız olmadığımı öğrendim.

Burak Gültekin
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İslam ne der?

Mensubu olduğum grup içerisindeyken de sorguladığım ve anlamlandırmakta zorluk çektiğim şeylerden biri de bizden üst mertebede olanların, kararlarının tartışmaya kapalı olması, ‘O (liderim, şeyhim, hocam, başkanım vs.) diyorsa bir bildiği vardır’ düşüncesiydi. Ya arkadaş diyordum, Ömer Efendimiz “Bir hata yaptığımda ne yaparsınız?” sorusuna Sahabe Efendilerimizden biri “Seni kılıcımızla düzeltiriz.” dememiş miydi? Hz. Ömer de bu cevaba hamd etmemiş miydi? “E o zaman bizim bu davranışımız gizli şirke kadar gitmez mi?” diyordum. Çoğu burada takılıp biz O’na tapmıyoruz ki diyordu yukarıda Adiy bin Hatim’in dediği gibi… Kimisi de şirkin çok ağır bir itham olduğu konusunda tepkilerini dile getiriyordu. Bizler şirki sadece puta tapmak, tevhidi de ‘La ilahe illallah’ demeyle sınırlı tutuyorsak, evet! Şirkin en gizlisinin gece vakti kara bir karıncanın, kara bir taş üstünde yürüyüş izine, ayak sesine benzer bir şekilde olduğu belirtilmişken... Nasıl kendimizden bu kadar emin olabiliyorduk anlamıyordum bir türlü.
Elbette bir cemaate girmek, bir şeyhe bağlanmaya itiraz ediyor değilim. Muhtemelen dünyanın çeşitli yerlerinde ve Türkiye'de ilmiyle amil, müntesiplerini daraltmayan öncüler, mürşidler, cemaat liderleri vardır. Bazen böyle tapınmaların onların, kendilerinin bile haberleri olmadan alttakiler tarafından yayıldığını, tavsiye edildiğini de akla getirmek mümkün.


Sahte tanrı, kulunun kendisinden ayrılmasına izin vermez!

Gruba kendi isteğiyle dâhil olan kişinin yine kendi isteğiyle gruptan ayrılmasının o kişinin artık ölü biri olduğu sonucunu doğurmasından bahsediyor kitap. Eğer bu grup, yalnızca toplumdan kendini soyutlamış ise bu ölüm, kişiden selamı sabahı kesmekle sınırlı olan sosyal ölüm vakası oluşturuluyor (ki bizzat yaşadım bunu). Eğer grubun terörizm gibi bir özelliği varsa kişi, gerçek manada bir ölü oluyor (burada da örnek olarak Gonca Kuriş’i hatırlıyoruz).
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti "Düşünesiniz!" ifadesi ile son bulmuşken, bir Müslüman gerçeği bulmak için körü körüne bağlanma yerine bir düşünceyi, bir inancı araştırarak, bilerek şuurlu bir biçimde benimsemeyi esas almalıdır. Bütün bunlar yerine zihnini kiraya verip birilerinin devamlı kendi yerine düşünüp karar alması İslam’la taban tabana zıttır.
Ve Allah akıllarını iyi kullanmayanlara kötü bir azap verir. (Prof.Seyyid Kutub, Fîzilâl’il Kur’an, 8. Cilt, 60. Sf)
Velhasılı bu kitap bana iyi geldi. Bu konularda sıkıntısı derdi olana iyi gelecektir diye tahmin ediyorum.

Burak Gültekin
 
Üst