dedekorkut1
Doçent
HALVET DER ENCÜMEN
SELİM GÜRBÜZER
İnsanlardan uzaklaşıp vaktin çoğunu bir köşeye çekilerekten taat ve ibadetle geçirmek ‘Uzlet halvet’ olarak karşılık bulurken, bedenen halk ile kalben Allah’la olmak ise ‘Halvet der-encümen’ olarak karşılık bulur. Hele birde Ramazanın son on gününde itikâfa çekilmek türünden bir amel vardır ki, o da Kur’an ve sünnetle sabit bir başka halvet halidir.
Peki ya, nafile ibadet söz konusu olduğunda? Malumunuz bazı tarikatlar farz ibadetlerin dışında yapılacak ibadetlerde riyazet ve uzlet metodunu esas alan bir yol izlerken, bazı tarikatlardan hele bilhassa Nakşibendî tarikatında riyazet ve uzlete çekilmek yerine ‘Halk içinde Hakk olmak’ metodunu takip etmek esastır. Nitekim bu hususta Nakşibendî Sadatları kendi meşrebleri doğrultusunda sofilerine “Halvette şöhret vardır, şöhret ise afettir” diye sohbet etmişlerdir. Aslında bu sohbeti şöyle de yorumlamak mümkün: Her ne kadar Nakşibendî yolunda riyazet ve uzlet olmasa da, bikere adı üzerinde Nakşî, adına uygun davranıp bir bakıyorsun kalabalıklar içinde hiç kimsenin fark edemeyeceği bir şekilde kalben zikretmekle aslında bu da değişik türden bir halvet yapmak sayılır. Yani bir Nakşibendî sofisi kalabalıklar içerisinde de olsa her halükarda ‘el kâr da gönül yâr da’ veya ‘bedenen halkla ruhen Allah’la olmak şeklinde pozisyon almakla bir anlamda halvet haline bürünmüş olur.
Düşünsenize halkın içinde hem varsınız hem yoksunuz, yani halkın içinde bulunup hizmet etmekle içinde olunurken, kalben Allah’ı zikretmekle de halkla değilsin ama Yâr’le berabersin. Kaldı ki, Halk’a hizmet Hakka hizmet sayıldığından bu da bir taşta iki kuş vurmak babından bir manevi kazançtır. Öyle anlaşılıyor ki Sadat-ı Kiramın yolunda halka hizmeti bırakıp da inzivaya çekilerekten kendi halinde ibadete koyulmak tasvib görülmediği gibi uzun soluklu riyazet uygulamaları neticesinde doğabilecek olağan üstü bir takım hallerde keramet olarak kabul görmez. Bilakis bu tür haller istidraç olarak nitelendirilir. Nitekim Ebu Said el-Harraz (k.s) bu hususta şöyle der: “Kâmil insan, kendisinden türlü kerametler sadır olan kimse değildir, gerçek kâmil insan halkın arasında bulunup alışveriş yapan, evlenip çoluk çocuğa karışıp onca telaş arasında biran olsun Allah’tan gafil olmayan kimsedir.”
Evet, zühd hayatı dünyadan elini eteğini çekmek demek değildir, tam aksine ‘Her neye yönelirseniz Allah’ın zatı oradadır’ ayetinin hükmünce her şart ve ahvalde Allah’la beraber olmak demektir. Beraber olmaktan maksat ise hiç kuşkusuz: “Zahiren Halk’la bâtınen Hakk’la olmaktır.” Ki; bâtınen Allah’ı zikrederekten meşgul olmak aynı zamanda yapayalnız kalmamak diyebileceğimiz ‘La Tahzen! Allah var gam yok’ demektir. Zira Hadis-i Kutside belirtilen “Ya Musa, seninle beraber olmamı istersen beni zikredenin yanında ol. Kim Beni nerede ve ne zaman ararsa bulur” manasına Yüce Allah (c.c); zikredenlerle beraberim buyurmakta. Böylece Yüce Allah’ın ismi bereketiyle her dem nefesler yeniden tazelenip mana kazanır bile. Öyle ki, Allah Resulünün can dostu Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) “Allah’ı idrak etmek en büyük ilimdir” demekten kendini alamaz da. Madem öyle, bizlerde Resulullah’ın ümmeti olarak Allah’ın Esma’ül Hüsna’sından gelen tecellilere kayıtsız kalmayalım. Kayıtsız kalmayalım ki, her nefes alış verişimizde O’nun varlığının azametini Kur’an ve Sünnet ışığında her daim ruhumuzda hissedebilelim.
SELİM GÜRBÜZER
İnsanlardan uzaklaşıp vaktin çoğunu bir köşeye çekilerekten taat ve ibadetle geçirmek ‘Uzlet halvet’ olarak karşılık bulurken, bedenen halk ile kalben Allah’la olmak ise ‘Halvet der-encümen’ olarak karşılık bulur. Hele birde Ramazanın son on gününde itikâfa çekilmek türünden bir amel vardır ki, o da Kur’an ve sünnetle sabit bir başka halvet halidir.
Peki ya, nafile ibadet söz konusu olduğunda? Malumunuz bazı tarikatlar farz ibadetlerin dışında yapılacak ibadetlerde riyazet ve uzlet metodunu esas alan bir yol izlerken, bazı tarikatlardan hele bilhassa Nakşibendî tarikatında riyazet ve uzlete çekilmek yerine ‘Halk içinde Hakk olmak’ metodunu takip etmek esastır. Nitekim bu hususta Nakşibendî Sadatları kendi meşrebleri doğrultusunda sofilerine “Halvette şöhret vardır, şöhret ise afettir” diye sohbet etmişlerdir. Aslında bu sohbeti şöyle de yorumlamak mümkün: Her ne kadar Nakşibendî yolunda riyazet ve uzlet olmasa da, bikere adı üzerinde Nakşî, adına uygun davranıp bir bakıyorsun kalabalıklar içinde hiç kimsenin fark edemeyeceği bir şekilde kalben zikretmekle aslında bu da değişik türden bir halvet yapmak sayılır. Yani bir Nakşibendî sofisi kalabalıklar içerisinde de olsa her halükarda ‘el kâr da gönül yâr da’ veya ‘bedenen halkla ruhen Allah’la olmak şeklinde pozisyon almakla bir anlamda halvet haline bürünmüş olur.
Düşünsenize halkın içinde hem varsınız hem yoksunuz, yani halkın içinde bulunup hizmet etmekle içinde olunurken, kalben Allah’ı zikretmekle de halkla değilsin ama Yâr’le berabersin. Kaldı ki, Halk’a hizmet Hakka hizmet sayıldığından bu da bir taşta iki kuş vurmak babından bir manevi kazançtır. Öyle anlaşılıyor ki Sadat-ı Kiramın yolunda halka hizmeti bırakıp da inzivaya çekilerekten kendi halinde ibadete koyulmak tasvib görülmediği gibi uzun soluklu riyazet uygulamaları neticesinde doğabilecek olağan üstü bir takım hallerde keramet olarak kabul görmez. Bilakis bu tür haller istidraç olarak nitelendirilir. Nitekim Ebu Said el-Harraz (k.s) bu hususta şöyle der: “Kâmil insan, kendisinden türlü kerametler sadır olan kimse değildir, gerçek kâmil insan halkın arasında bulunup alışveriş yapan, evlenip çoluk çocuğa karışıp onca telaş arasında biran olsun Allah’tan gafil olmayan kimsedir.”
Evet, zühd hayatı dünyadan elini eteğini çekmek demek değildir, tam aksine ‘Her neye yönelirseniz Allah’ın zatı oradadır’ ayetinin hükmünce her şart ve ahvalde Allah’la beraber olmak demektir. Beraber olmaktan maksat ise hiç kuşkusuz: “Zahiren Halk’la bâtınen Hakk’la olmaktır.” Ki; bâtınen Allah’ı zikrederekten meşgul olmak aynı zamanda yapayalnız kalmamak diyebileceğimiz ‘La Tahzen! Allah var gam yok’ demektir. Zira Hadis-i Kutside belirtilen “Ya Musa, seninle beraber olmamı istersen beni zikredenin yanında ol. Kim Beni nerede ve ne zaman ararsa bulur” manasına Yüce Allah (c.c); zikredenlerle beraberim buyurmakta. Böylece Yüce Allah’ın ismi bereketiyle her dem nefesler yeniden tazelenip mana kazanır bile. Öyle ki, Allah Resulünün can dostu Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) “Allah’ı idrak etmek en büyük ilimdir” demekten kendini alamaz da. Madem öyle, bizlerde Resulullah’ın ümmeti olarak Allah’ın Esma’ül Hüsna’sından gelen tecellilere kayıtsız kalmayalım. Kayıtsız kalmayalım ki, her nefes alış verişimizde O’nun varlığının azametini Kur’an ve Sünnet ışığında her daim ruhumuzda hissedebilelim.