Halife-i Müslimîn Sultan Abdülhamid ve Bediüzzaman

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bediüzzaman da tıpkı dönemindeki ulemanın çoğunluğu gibi, "hürriyet, adalet, müsavat" sloganları eşliğinde Sultan Abdülhamid aleyhdarlığı yapmayı "İslam'ın gereği" olarak görüyor ve bu çerçevede hareket ediyordu. Bir evvelki yazıda Risale-i Nur'dan naklettiğim pasajlar onun meseleye bakışını kendi ifadeleriyle net biçimde ortaya koymaktadır.

Muhterem Kadir Mısıroğlu bu olayı şöyle veriyor: "Rahmetli Celâlettin Öktem hocadan dinlediğime nazaran, II. Meşrûtiyet arifesinde İstanbul'a gelen Said-i Nursî merhum o zaman Dârulfünûn'a tahsis edilmiş olan Zeyneb Kâmil Konağı'nda bir konferans vermiş. Bu konferansta Sultan II. Abdülhamid hakkında ileri-geri sözler söylemiş. Ezcümle, Celâl Hoca'nın bizzat işittiğini söylediği şu sözleri sarfetmiş:

"-Sultan tek başına koca bir sarayı işgâl ediyor. Çıksın oradan!.. Ben orayı mektep yapacağım.!.."

Daha sonra değerlendirmesini şöyle sürdürüyor muhterem Mısıroğlu:

"Bu ve benzeri sözler yüzünden tımarhâneye sevkedilmişse de doktorlar, "aklında bir noksanlık olmadığını ve sırf görgüsüzlüğü sebebiyle yakışıksız sözler sarfettiğini" söyleyerek O'nu serbest bırakmışlar.

"Bundan sonra Mâbeyn'e gelerek Padişah ile görüşmek istemiş, fakat bütün ısrarlara rağmen belindeki hançeri çıkarmak istemediğinden bu görüşme vâkî olmamıştır..."1

Bediüzzaman merhumun, hakkında konuştuğu kişi "Halife-i Müslimîn"dir. "Son kale"yi muhafaza etmek için bütün varlığıyla hem içerideki hem dışarıdaki muhalifleriyle mücadele etmek zorunda kalan bir padişaha reva görülen muamele elbette bu olmamalıdır.

Bu satırların yazarı, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhuma gönülden bağlıdır. Resmine bile her baktığımda derin bir ihtiram kaplar bütün benliğimi. İlmin ve ilim adamının haşmetini, izzetini, heybetini görürüm onda ve titrerim.

Ama ona karşı duyduğum bu derin hürmet ve muhabbet hissi beni adaletle hükmetmekten alıkoymamalıdır diye düşünür ve onun Sultan II. Abdülhamid aleyhdarlığını her seferinde derin bir teessür ve inkisarla hatırlarım. Ve ruhunu teslim etmeden önce hakikati görüp nedamet getirdiği için onun adına hamdeder, şükrederim.

Aynı durum Bediüzzaman merhum için de aynıyla söz konusudur. Benim Mustafa Sabri Efendi merhuma bağlılığımı aynıyla -hata belki daha fazlasıyla- Bediüzzaman merhum için hissedenler de bir noktayı hatırdan çıkarmamalı: Hakk'ın hatırı her şeyin üstündedir.

Bediüzzaman merhum ahir ömründe nedamet getirmiş ve -yine muhterem Mısıroğlu'nun naklettiği veçhile2- Sultan II. Abdülhamid'in torunu Nemika Sultan'dan -ki Osman Turan beyin kayınvalidesidir ve hadiseyi muhterem Mısıroğlu, Osman Turan'dan bizzat dinlemiş birisi olarak nakletmektedir- dedesi adına helallik dilemişse, bundan sadece ve sadece hoşnut olunur. Bunu onun için bir "nakisa" gibi değerlendirip böyle bir hadisenin cereyan etmediğini söylemeye kalkışmanın anlamı yoktur. Bunun Bediüzzaman'a da, tarihe de, hakikate de haksızlık olduğunu söylemek durumundayız.

Bediüzzaman merhum da hatasıyla-sevabıyla bir "insan"dır! Onu hayatının her aşamasında ve her yaptığı işte "lâ yuhtî" (hatasız) görmek, her tavır ve davranışının altında bir "hikmet" aramak bizim itikadımızla bağdaşmaz. Efendimiz (s.a.v)'dan nakledilen bir rivayet bize bu konuda rehberlik eder: "Bir şeye olan sevgin (seni onun aleyhindeki hakikate karşı) kör ve sağır eder."3 Bediüzzaaman merhum hakkındaki fart-ı muhabbetimiz de bizi onun hakkında kör ve sağır etmemelidir.

Ebubekir Sifil
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
evet hakkın hatırı her şeyin üstündedir..

evet ki Abdülhamid han da günahı ile sevabi ile bir insandı..

Üstadımızı hatalı göstermek için -ki bütün mesainizi buna sarf ediyorsunuz- Abdülhamid han ı hatasız göstermeye çalışan bir zihniyet...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
:yn:
başka forum linki vermek yasaktır.

Aynı hatırayı Zahid el Kevseri efendinin son icazetli talebesi Molla Emin Saraç da ifade etmiştir: Bakınız: Üzerine Tıklayınız

Bir de olayın başka şahidleri de yazmışlardır:

"Bu konuda, şu anda çok az kişinin bildiği bir hususu da bu vesile ile açıklamak isterim:

Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamit Han konusunda yazdığı yazıların ve yaptığı siyasi çalışmalarda söylediği bazı sözlerin kul hakkı doğurduğunu kabul etmiş olmalı ki, vefatına yakın bir sırada yakın talebelerinden Sultan Abdülhamit’in varislerinden kimin sağ olduğunu öğrenmelerini istiyor. Kendisine, torunu Nemika Sultan’ın sağ olduğu bildiriliyor. Bediüzzaman Hazretleri kendisi ile bizzat görüşmek istiyor. Prof. Osman Turan’ın kayınvaldesi olan Nemika Sultan ile Osman Turan’ın evinde görüşülmesine karar veriliyor. Bediüzzaman Hazretleri eve geldiğinde her ikisi de çok yaşlı olmalarına rağmen Sultan bir erkekle yüz yüze görüşmek istemiyor. Bunun üzerine perdenin arkasından Bediüzzaman Abdülhamit hakkındaki bazı sözlerinden dolayı haklarını helal etmelerini istiyor. Sultan’da bu hususta helallik veriyor.

Bu hadisenin bizzat içinde bulunan, Nemika Sultan’ı arayıp bulan Üstad’ın talebelerinden (Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi) Üzeyir Şenler’den 2008 yılında bizzat dinledim. Daha sonra bu hususta “Bir Mazlum Padişah: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünde Kadir Mısıroğlu’nunda görüşmeyi teyid ettiğini (*) gördüm.
"

Muzaffer Deligöz, Gazeteci-Yazar Tıklayınız

(*) Kadir Mısıroğlu’nun “Bir Mazlum Padişah: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünden:

“Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet kendilerine hiç yakışmayacak iki şahıstan biri olan Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi, pek geç kalmış dahi olsa, ahir ömründe nedamet göstermiştir. Şöyle ki: Prof. Dr. Osman Turan merhumdan dinlediğime göre Bediüzzaman Said-i Nursi, 1960 yılında vefatıyla nihayetlenen Urfa seyahatine çıkarken Ankara’daki evlerini ziyaret etmiş ve O’nun kayınvalidesi Nemika Sultan’dan dedesi adına helallik istemiştir: Bilindiği üzere Osman Turan Bey’in kayınvalidesi Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızıydı. Selim Efendi ise, Sultan II. Abdülhamid’in en büyük oğluydu. Nemika Sultan, Ankara’da damadıyla birlikte yaşamakta ve bir apartman katında kendisine tahsis edilen odadan çıkmayarak devamlı ibadetle meşgul olmaktaydı. Vaki ısrar üzerine misafirlerin yanına gelmiş ve Said-i Nursi merhum, şu sözlerle kendisinden helallik dilemiştir: ”Sultan Efendi Hazretleri!.. Biz, gençlik saikasıyla İttihadçılar’ın propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abdülhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itale-i kelamda (lisanen tecavüzde) bulunduk. O’nun varisi sıfatıyla sizden helallik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun namına bana hakkınızı helal ediniz!..” Nemika Sultan: ”Ne beis var hocaefendi!.. O zamanın siyaseti icabı böyle çok işler oldu!.. Artık geçen geçti.” demişse de Bediüzzaman sarahaten “Helal ettim!..” cümlesini duymak istemiş ve bunu Sultan Efendi’ye ısrar ederek üç kere tekrarlatmış ve sonra da: ”Oh!.. Elhamdülillah, inşallah bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!” demiştir.”


Kaynak: http://muzafferdeligoz.blogcu.com/bediuzzaman-2-abdulhamit-in-varislerinden-helallik-aldi-mi/5366421

Gördüğünüz gibi o hadiseyi bizzat anlatanlardan biri de olayın içinde olan Nursi talebelerinden Üzeyir Şenler'dir. Ayrıca Molla Emin Saraç da aynı hatırayı nakletmiştir. Şimdi söyleyiniz, bunlar da mı İFTİRACI? Yoksa, ezbere uymayınca ko iftiracı deyive gitsin... :)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
"Said Nursi, bu ve benzeri sözler yüzünden tımarhâneye sevk edilmişse de....

Bu konuda inşallah daha geniş bir yazımız olacak. Şu kadarını şimdiden belirtmekle yetinelim:

Said Nursi merhumun, Sultan Abdulhamid Han ve maiyyeti tarafından tımarhaneye attırıldığı (kapatıldığı) iddiaları da doğru değildir.

Nurculardan Necmeddin Şahiner, Başbakanlık Osmanlı Arşivinden çıkan bir belgeyi, Said Nursi merhumu anlattığı "Bilinmeyen Taraflarıyla B. Said Nursi" adlı kitabına almıştır.

Bu belgeye göre, Said Nursi merhum tedaviye muhtaç olduğundan Bitlis Valisi tarafından, elinde Valice yazılmış 3 Teşrisani 1323 günlü bir mektupla Saraya gönderilmiştir. Saray da susturmak için değil; iyilik olsun ve tedavi görsün diye Said Nursi'yi Tımarhaneye (Akıl Hastanesine) sevk etmiştir. Yani olayın yansıtıldığı biçimde Tımarhaneye kapattırılma diye bir hadise yoktur. Tedavi maksatlı bir iyilik vardır.

Bu şekilde bir düzeltmeyi bizzat Zaman Gazetesi'nde yazan tarihçi Mustafa Armağan da yapmış; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Evrakı, 80/74 numaralı evraka dayanarak konunun aslını o da dile getirmiştir (kalın ve çizili yerlerde konuya ilişkin açıklamalar vardır):

Abdülhamid, Said Nursi'yle hiç karşılaştı mı?

Mustafa Armağan

Dili itibariyle Osmanlı'dan bugüne iki temel eser kaldı. Birisi Gazi Mustafa Kemal'in "Nutuk"u, öbürü Said Nursi'nin "Risale-i Nur Külliyatı". Tabii ki "Mevlid" gibi başka temel eserlerimiz de var ama onlar anlaşılmak için değil, daha çok eski kültürün duvara asılan kilimler gibi arkaik unsurları olarak varlar. Ancak bu iki kitaptır ki, basbayağı yaşıyor, nefes alıyor ve okuyanlarına bugün yazılmışçasına bilgi ve heyecan aşılayabiliyor.

Burada tepkileri göze alarak şunu söyleyeyim ki; "Nutuk"u bugün orijinalinden okuyup anlayacak bir Atatürkçü nesil kalmamıştır. Onu okuyup anlayabilecek olanlar ancak ve ancak Nur talebeleridir! Okumazlar, ayrı mesele ama dil devriminin yıkamadığı tek kale, onların susturulmak istenen beyinleri olmuştur.

Said Nursi'nin vefatının 50. yıldönümüne bir yıl kala, sırlarla dolu hayatı tarihçilerin ilgi odağı olmaya devam ediyor. Mesela Sultan II. Abdülhamid'le ilişkisi henüz aydınlığa çıkarılabilmiş değildir. Yıldız Sarayı'na başvurduktan sonra neden tımarhaneye ve ardından hapishaneye gönderildi? Sert söylemi veya acayip kıyafetlerinden dolayı deli muamelesi gördüğü izlenimi hakim. Oysa Başbakanlık Arşivi'ndeki belgeler, bu karanlık noktaya başka bir ışık tutmakta.

Arşivde bulduğumuz bir mektup, Van Valisi Tahir Paşa tarafından saraya yazılmış. (Said Nursi, Tahir Paşa'nın zengin bir kütüphanesi olan Van'daki konağında tam 12 yıl kalmış ve "Yeni Said" döneminin bereketli tohumları orada toprağa düşmüştür.) Özetle Tahir Paşa diyor ki:

"Kürdistan alimleri arasında harika zekâsıyla ünlü olan Molla Said Efendi, tedaviye muhtaç ("muhtâc-ı tedâvî") olduğundan Halife Hazretleri'nin şefkat ve merhametine sığınarak sarayınıza gelmiştir. Bu kişi, yaşadığı bölgede herkesin içinden çıkamadığı meseleleri hallettiği halde talebe kıyafetini değiştirmemiştir. Kendisi padişaha hakikaten sadık ve halis duacı olmakla beraber fıtraten edepli ve kanaatkâr olup şimdiye kadar İstanbul'a gitmek bahtiyarlığına erişmiş Kürt uleması içinde gerek güzel ahlakıyla, gerekse Padişah'a sadakati ve kulluğuyla en çok iyilik edilmeye layık, dini şiar edinmiş bir kişi olması bakımından tedavisinde kolaylık gösterilmesi..." (BOA, Yıldız Prk. Um., 80/74)

16 Kasım 1907 tarihli bu mektup ile 2 gün sonra Van Valiliği'ne yazılan cevaptan anlaşıldığına göre Molla Said, o günlerde muhtemelen sürmenaj gibi bir zihnî rahatsızlık geçirmekte olup (cevapta "şuurunda eseri hiffet (hafiflik, hoppalık) görüldüğünden" bahsediliyor) tedaviye muhtaç haldedir. Dolayısıyla saray ona 'deli' muamelesi yapmış olmayıp bizzat onu gönderen ve çok yakın dostu olan Tahir Paşa'nın yazdığı mektubun gereğini yerine getirmiştir.

O zaman neden hapsedildi? diye soruyorsanız, buna henüz aynı netlikte cevap vermek şimdilik mümkün değil. Yalnız şöyle bir açıklama devreye girebilir:

Bu şekliyle ilk kez yayınlanan yukarıdaki fotoğraf 22 Ocak 1952 günü çekilmiştir. Bediüzzaman Said Nursi, "Gençlik Rehberi"nin basılması üzerine açılan davanın ilk celsesinden talebeleriyle birlikte çıkıyor.

Bediüzzaman, İstanbul'a Kasım 1907 sonlarında geldiğine göre, aralıkta saray tarafından tedavisi için bazı girişimlerde bulunulmuş olması gerekir. Dikkat edilirse Yıldız Sarayı'na gidip Doğu'da bir üniversite açılması yolunda dilekçe vermesi, Toptaşı Akıl Hastanesi'ne ve ardından hapishaneye kapatılması, Mayıs 1908 sonlarına rastlıyor. Muhtemelen Mabeyn kâtiplerine sert çıkmış olması, zaten kızılca kıyamet eli kulağında iken sarayı kuşkulandırıyor; nihayet hakkında Tahir Paşa'nın mektubu da olduğundan akıl hastanesine yatırılıyor. Tutuklanma sebebi ise Cemal Kutay'ın, Sakallı Nureddin Paşa'nın babası olan Müşir İbrahim Paşa'nın yaveri Kâzım Nami Bey'den naklettiğine göre, hakkında verilen bir jurnaldir ve İbrahim Paşa'nın kefaletiyle serbest bırakılmıştır. (N. Şahiner, "Aydınlar Konuşuyor", 1977, s. 347.) Böylece onun Meşrutiyet'e kadar tutuklu kaldığı ve genel aftan yararlanıp serbest bırakıldığı yanılgısı düzeltilmiş oluyor.

Bir de Meşrutiyet'in ilanından hemen önce verilen bir jurnal sebebiyle hapsedilen Said Nursi'nin hapishanede Emniyet Genel Müdürü (Zabtiye Nazırı) Şefik Paşa tarafından ziyareti söz konusudur. Kardeşi Abdülmecid Nursi'nin not defterinden öğrendiğimiz bu görüşmenin içeriği, sıradan bir mahpusa yapılan bir muameleye benzemiyor.

Padişah'ın selamını, hediyesi olarak da bir miktar parayı getiren ve kendisine 30 altın lira maaş teklif eden Şefik Paşa'ya Bediüzzaman'ın cevabı, 'Ben dilenci değilim' olur. Saraya şahsı için değil, milleti için geldiğini belirten Nursi'ye Şefik Paşa'nın verdiği cevap ise ilginçtir: 'Senin Kürdistan'da eğitimi yaymak maksadın Bakanlar Kurulu'nda görüşülmektedir.' Yani arzu ettiğin medrese ileride açılacaktır.

Artık bu cevap, işi geçiştirmeye yönelik bir kapan mıydı, yoksa teklifi gerçekten hükümetçe ciddiye alınmış mıydı? Bilmiyoruz. Maaş bağlanması, ciddiye alındığına dair bir emare sayılabilir. Ancak Abdülhamid'in maaşa bağlama diye de bir siyaseti olduğunu unutmayalım. Bediüzzaman ise bu teklifi sus payı olarak değerlendirip reddetmişti.

Gerçi o da Abdülhamid'in açtığı okulları takdir ediyordu; ancak özellikle Doğu'da eğitime önem verilmesini istiyordu. Ne var ki, 1908 Mayıs'ı her ikisine de sağlıklı bir karşılaşma ortamı sunmuyordu. Anlaşamamaları için hiçbir sebep bulunmayan bu yakın tarihimizin iki mühim şahsiyetinin ufuklarının o sırada buluşamamış olmasına ne kadar hayıflansak yeridir. Neyse ki onların ufuklarını buluşturmak, "Asım'ın nesli"ne vasiyet edilecekti. Hayatlarında hiç karşılaşmasalar da, bu buluşma az şey midir?

[email protected], http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=831166


Yani, Abdulhamid Han üstadımızı tımarhaneye attırdı deyu ona buğz eden cemaat ehlinin de pişmanlık gösterip bu hatadan dönmeleri elzemdir.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bediüzzaman hazretlerini güya müdafaa edeceğim zannıyla, KadirMısıroğluna ..., ne insanlıkla, ne İslamiyetle nede üstadın meşrebiyle bağdaşır!Mısıroğlu bizzat tanıklardan işttiğini yazıyor ,anlatıyor.Biz Bediüzzamanı sevdiğimiz gibi, Mısıroğlunuda, Abdulhamidi de severiz.Peygamberler müstesna kimse hatasız değildir.Meşreb taassubuna girerek suizanda ve iftirada bulunmak asla doğru değildir.Neuzübillah!
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0


http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=86453&page=1

Hirahos efendi acaba Mısıroğluan attığı mailden nasıl bir cevap aldı hala beklemekteyiz.. Mısıroğlu ile aynı vebali paylaşmak hiçte ağır gelmiyorsanırım.. Zira onun bu iğrenç iftirasına verilen tekzibe ne cevap geldi ne özür ne de helallik.. Gerçi mesele Üstadımızı aştı umumi bir vcinayet var.. Cenab ı Hakk ile hesaplaşması gerek...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mısıroğlu iftiracıdır müfteridir bu böyle biline..


http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=86453&page=1

Hirahos efendi acaba Mısıroğluan attığı mailden nasıl bir cevap aldı hala beklemekteyiz.. Mısıroğlu ile aynı vebali paylaşmak hiçte ağır gelmiyorsanırım.. Zira o müfterinin bu iğrenç iftirasına verilen tekzibe ne cevap geldi ne özür ne de helallik.. Gerçi mesele Üstadımızı aştı umumi bir cinayet var.. Cenab ı Hakk ile hesaplaşması gerek...

Eğer Altunbaşak ve Reşadiye altınlarını diyor iseniz: Mısıroğlu'ndan herhangi bir cevap alamadım. Alsaydım, emin olun, inşallah sözümüzde durur idik. O tarihten sonra, cevap almadığımız için o konuyu (Hüsrev ve altınlar naklini) asla tek bir yerde dahi dile getirmedik. Davranışımız anlaşılabiliyor mu?

Eğer, kastınız, özür ve helallik isteme işi ise: Halen iftira diyorsunuz. Demek ki yukarıda yazılanı okumadınız ya da işinize gelmedi. Bakınız, aynı hatırayı aynı şekilde Üstadınızın talebesi de anlatmış. Hem de bizzat şahid olan:

"Bu hadisenin bizzat içinde bulunan, Nemika Sultan’ı arayıp bulan Üstad’ın talebelerinden (Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi) Üzeyir Şenler’den 2008 yılında bizzat dinledim. Daha sonra bu hususta 'Bir Mazlum Padişah: Sultan II. Abdülhamid' İsimli Eserinin Önsözünde Kadir Mısıroğlu’nun da görüşmeyi teyid ettiğini gördüm." Muzaffer Deligöz, Gazeteci-Yazar

Halen iftira, Mısıroğlu müfteri, iğrençlik, cinayet vs. demenizin anlamı ne o zaman?
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
mısıroğlu bu altın meselesini sitesinde yayınladıktan soınra siz ve sizin gibiler hiç sahihliğine dikkat etmeden araştırmadan forumlarda ve kim bilir başka daha nerelerde neşrettiniz.. değil mi.. ortada bir iftira varsa birde müfteri olması gerek.. bütün adresler mısıroğlunu gösteriyor.. es sebebi kel fail srrınca da sizleri.. Allah afvetsin...
 

hacifersat

Doçent
Katılım
11 Nis 2010
Mesajlar
717
Tepkime puanı
59
Puanları
0
selam kadir mısırlıoğlu yaşıyor mübarek varsa bi sorunun git onunla görüş hallet. hatta yüzüne deki sen iftira atıyorsun sen müfterisin.

şu zamanda öyle müfteriler var ki milletin gözünün içine baka baka milyonların önünde olmadık iftiralarla müslümanları karalayıp zan altında bırakıp ahir ömrünü zindana çeviriyor, lakin böyleleri el üstünde tutulur olmuş. her aleyhindeki batıl , lehindeki hak olmuş.

mevlam müfterilerin cümlesinden ırak etsi. amin....
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
hakkında atılıp tutulan yaşıyor ise konuşmak yasak, yaşamıyorsa serbest mi yani. Mısır oğlunun ki basit bir iftira mı ki susalım. Milyonları milyarları belki kainatı ilgilendiren bir hadise bu bizim gözümüzde. Heyhat gel gör ki ne bir yüz kızarması gördük aylardır ve ne nedamet ne bir tevbe.. Sesimizi çıkarmasak hiç bir şey yokmuş gibi ayni adamın zırvalarını nesredip duracaklar...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
serdengeçti gibilerle uğraşmak israfı vakittir. Doğruyu yayınlar geçeriz. Kumdan kalesinde bekçilik yaptığını sanadursun bu gibiler.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
serdengeçti ile kimse uğraşmıyor talip efendi.. bak tık yok.. yok işte çok bekledim ama yokkkk...
 
Üst