Hadislerin İncelenmesi.. (1)

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
Hadislerin İncelenmesi (1)

Kitabın ikinci bölümünde Kuran ayetlerinden hareketle Kuran’ın dini kaynak olarak yeterli olduğunu ve dini konularda Kuran’ın dışında başka bir kaynağa ihtiyaç olmadığını gördük. Bu bölümde hadislerin toplanışında kullanılan yöntemleri ve Peygamberimiz’in hadisleri yazdırmadığı gibi konuları irdeleyerek; neden Kuran dışında, dinin ikinci bir kaynağı olamayacağını bir kez daha göreceğiz. Peygamberimiz’e iftira olarak nakledilen hadislerin Kuran’la, mantıkla ve kendi içlerindeki çelişkisini ise 6, 7 ve 8. bölümlerde görerek; sonuca bakıp, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketine şahitlik edeceğiz.
“Hadis” kelimesi sözlükte “söz, haber” manalarına gelmektedir. Sünnet ise “izlenen yol, alışılmış yol, adet” anlamında kullanır. Halk arasındaki yaygın kullanımına göre Peygamberimiz’in söylediği iddia edilen sözlere “hadis”, Peygamberimiz’in davranış biçimleri, hareket tarzları olduğu iddia edilen davranışlara ise “sünnet” denir. (Kuran’daki “hadis” ifadesinin kullanım tarzını da bu bölümde göreceğiz. “Sünnet” ifadesinin kullanımı için 16. bölüme bakın.) Davranış biçimleri sözlerle açıklandığı, aktarıldığı için “hadis” ve “sünnet” terimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını, “hadis” ve “sünnet”i inceleyen kitapların çoğunda görebilirsiniz. Örneğin Lübnan Üniversitesi’nden Dr. Subhi es Salih, bunu şöyle açıklamaktadır: “Hadisçilerce hadis ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadis ve sünnet ifadelerinden, bir sözün, bir hareketin, bir takrinin veya bir sıfatın Peygamberimiz’e izafesi anlaşılmaktadır.” Bu kitabımızda da “hadis” veya “sünnet” ifadelerini kullandığımız birçok yerde, bu ikisini birbirinin yerine kullanacağız.
Hadisleri incelemeye Peygamberimiz’in dönemine giderek ve sonra yavaş yavaş kendi dönemimize gelerek

başlayalım. Peygamberimiz’in hadis yazımına izin vermediğini, kendi sözlerinin yazımını yasakladığını hadisçiler bile kabul etmektedir. En doğru kabul edilen iki hadis kitabından biri olan Müslim’de ve Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel’in Müsned’inde şu hadis rivayet edilerek; Peygamber’in, kendi sözlerinin yazımını yasakladığı kabul edilir. “Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Müslim, Sahihi Müslim, Kitab-ı Zühd; Hanbel, Müsned, 3/12, 21, 33) Darimi’deki hadis ise şöyledir: “Sahabe Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.” (Darimi, es-Sünen) El Hatib’teki hadis şöyledir: “Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve ‘Yazdığınız şey nedir?’ dedi.‘Senden işittiğimiz hadisler’ (sözler) dedik. Hz. Peygamber; ‘Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.’ dedi” (El Hatib, Takyid,) Tirmizi’den de bunu öğrenebiliriz: “Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm)
Hadisleri inceleyen kitaplarda olsun, hadislerin dinin kaynağı olduğunu iddia eden kitaplarda olsun; Peygamber’in kendi sözlerinin yazımını yasakladığı kabul edilir ve bunun hadislerle Kuran’ın karışmaması için olduğu söylenir. Oysa Ehli Sünnet mezheplerin yaklaşımını savunanlara göre hadislerden de aynı Kuran gibi dini hükümler çıkartılmalıdır. Yani hadisler de Kuran gibi dinin kaynağıdır. Peki dinin kaynaklarından biri de hadis ise Peygamber nasıl olur da hadis yazımını yasaklar; insanların dini eksik öğrenmelerini, kendi sözlerine yalan katılmasını, sözlerinin bir kısmının unutulmasını göze alır? Kuran’da kalemle yazı yazmaya dikkat çekilir; vasiyetin, borcun yazılması söylenir.

Eğer hadisler dinin kaynağı ise; vasiyetler ve borç bile yazılırken, Peygamber’in dinin kaynağının yazılmasını engellemesi hiç mümkün müdür? Eğer Peygamber dinin bir kaynağının kayda geçmiş olmasını engellemişse, dinin tam ve eksiksiz bir şekilde öğrenilmesini de engellemiş olmaz mı? İlerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi birçok hadis uydurulmuştur. Eğer hadisler dinin kaynağı olsaydı, Peygamberimiz onları yazdırır ve şu anda olduğu gibi hadislerin içine onbinlerce yalan karışmasını önlemiş olurdu. Oysa bizzat Kuran ayetleri Kuran’ın din adına yeterli ve tek geçerli kaynak olduğunu söylemektedir. Bunu da en iyi anlayan şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. Görüldüğü gibi Peygamber’in sünneti (davranış tarzı); hadislerin Kuran’a ilaveler yapan kitaplar olarak yazılması değil, hiç yazılmamasıdır. Peygamber hadis yazdırmamakla kalmamış, üstelik bunu yasaklamıştır. Yani hadis yazmak Peygamber’in tavrı olmadığı gibi üstelik bir yasağıdır. Basiret sahibi Peygamberimiz; insanların detaysever, Peygamberleri ilahlaştırıcı, mezheplere bölünmeye müsait karakterlerini bildiğinden, bunlara yol açacak hadis yazımını yasaklamıştır. Bugün gelinen nokta Peygamberimiz’in basiretini bir kez daha takdir etmemizi gerektirmektedir.
HADİSLERİN SAYISAL ÇOKLUĞU
Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının boyutlarını gösteren şu zeki tespiti yapar: “İlginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduklarını görürüz. Piramitin tepesi Allah’ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramitin eni artmaktadır. Piramitin temeline vardığımızda Peygamber döneminden ne kadar geniş olduğunu farkederiz. Halbuki makul olan tersidir. Çünkü Peygamber’in yanında olanlar hadisleri (Peygamber’in söylediklerini) en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin, bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu görüyoruz.” (Ahmed Emin, Duhaul İslam) Bazı hadis bilginlerinin iddiasına göre 2 milyon hadis vardır. “En doğru” hadis kitabının derleyicisi olarak gösterilen Buhari’nin kitabındaki hadisleri 600 bin hadis arasından, Müslim’in ise 300 bin hadis arasından seçtikleri söylenir. Ebu Davud’un kitabındaki hadisleri 500 bin hadisten, mezhep kurucusu olan Malik’in Muvatta’sını 100 bin hadisten, İbni Hanbel’in ise Müsned’ini 750 bin hadisin arasından seçtiği söylenir. Peygamberimiz’in aşağı yukarı 23 yıl Peygamberlik yaptığını esas alır ve miladi takvime göre hesaplarsak, yaklaşık 23×365=8395 gün Peygamberlik yapmış olur. Toplam 2 milyon hadis olduğu söylendiğinde, Peygamberimiz’in Peygamberlik yaptığı her gün başına 200’den fazla hadis düşer. Herhangi bir kişiye bir yıl önce en çok beraber vakit geçirdiği kişinin; babasının, çocuğunun, karısının veya kocasının hadislerini (sözlerini) ve yaptıklarını yazmasını söyleyelim. Aradan bir yıl geçmesine rağmen yazılan adetleri gördüğümüzde, Peygamberimiz’in vefatından iki yüz yıl sonra, gün başına iki yüz adet rivayet edilen sözlerin, toplam sayısından bile bunların içinde ne kadar çok yalan olduğunu anlayabiliriz. Tüm bu hadis kitabı yazarlarının tüm bu hadisleri ezbere bildikleri ve kendilerince en doğru gördükleri hadisleri seçtikleri söylenir. Hadisçilerin kaç hadis bildiklerini söyleyebilmeleri için tüm hadisleri bir yere yazıp saymaları gerekirdi, yoksa kimse ezbere 600 bin hadis bildiğini iddia edemez. Türkçe konuşan bir topluluğa kaç tane kelimeyle Türkçe konuştuklarını soralım, çoğu kimsenin tam cevap veremediğini görürüz. Sayı 600 bin gibi rakamlara tırmandığında insanın ezberindekini sayması ise imkansızlaşır.


Müslim sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt). Müslim’in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır, fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına almaz. Yani bu mantığa göre dinimiz eksiktir. Müslim’in atladığı bir hadisi, başka birinin atlamadığının garantisi olmadığına göre; geleneksel Ehli Sünnet yaklaşım, kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımaktadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 6000-7000 tanesini yani % 1’ini kitabına yazmıştır. Geriye kalan % 99’u ise bunlara ihtiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır. Nitekim Buhari, kitabında, kitap uzamasın diye kitabına almadığı sahih hadis sayısının kitabına aldıklarından çok olduğunu söylemiştir. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı; biz tamamen Buhari’nin insafına ve seçme yeteneğine kalmış olacaktık. Eğer dinin eksiksiz olması için hadisler gerekli olsaydı; % 99’luk kesimde, gerekli olan hadislerin olmaması imkansız olduğuna göre, hadisleri dinin kaynağı kabul eden zihniyeti dikkate alırsak, dinimiz geri dönülemeyecek ve düzeltilemeyecek şekilde eksik olacaktı. Buhari öldüğüne ve bize ulaştırmadığı, yazmadığı % 99’luk kesimi bildiğini iddia edecek kimse olmadığına göre, biz eksik bir dinin üyeleri olmuş olacaktık.

Buhari’nin 600.000 hadis bildiği iddiasını ele alalım ve bu iddianın ne kadar güvenilir olduğunu da irdeleyelim. Buhari’nin hayatında hiçbir iş yapmadığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için her hadise 2 saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen sırf bir hadisin bir zincirinin bir halkasının sağlamlığının anlaşılması için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek; Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari’nin ve diğer hadisçilerin, yüz binlerce hadis bildikleri ve tüm bu hadislerin sağlamlığını test edip, içinden en sağlamlarını seçtikleri iddiası akıl dışıdır.
Kuran, başı sonu belli olan bir kaynaktır. Oysa “Bir tane duydum”, “Bir tane de şu var…” diyerek, hadis nakilcileri hadisleri çoğaltmışlardır. Hadislerin içine çok uydurma girmesinin en büyük sebeplerinden biri, hadislerin başı ve sonu belirsiz bir kaynak oluşudur. Allah’a şükür ki Allah bizi Kuran dışında başka kaynağa muhtaç kılmadı. Biz de Allah’ın bu lütfu sayesinde eksiksiz, tastamam bir dinin üyeleriyiz. Farkında olarak veya olmayarak, bizi eksik, belirsiz ve çelişkili bir dine mensupmuşuz gibi gösterenlerin; Peygamber’e göndermeler yaparak meşrulaştırmaya çalıştıkları ve Kuran’ın önüne koydukları bu uydurmalarla dolu hadisleri Kuran’ın önünden kaldıralım ki, çelişkisiz ve tastamam dinimizin biricik kaynağı olan Kuran bizi aydınlatsın.

PEYGAMBERİMİZ’İN YAZILMASINI YASAKLADIĞI HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?
Peygamberimiz’in hadis yazımını yasak etme yönündeki tavrı, Peygamberimiz’in vefatından sonra dört halife tarafından da; yani Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali tarafından da devam ettirildi. Dört halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl engellediklerini, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kitabımızın 11. bölümünde ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şahitlik edenlerin bunları anlatması, Peygamber’le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları gayet doğal ve sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber’den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları; Peygamber’deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini; ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını tahmin ettiklerini gösterir. Dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri birçok Peygamber sözünün yazımına Peygamber’in vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken dahi izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa “Hani, bu dönemde yazılı olan kitap nerede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.
Harevi şöyle der: “Ne sahabe (Peygamber’i görenler) ne de tabiyun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm’a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise Ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm’ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra gelen Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: “Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve sahabenin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri’nin şu sözü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması)

Oysa geleneksel Ehli Sünnet görüşü benimseyen hadisçiler, Emevi dönemini bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Bu dönemde, varolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, İhyayı Ulumiddin, 1. cilt) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp, bu konuda müstakil eserlerin verilmesi ilk olarak Abbasiler dönemindedir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik’in Muvatta’sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kitabında; Malik’in Muvatta’da onbine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel’in Müsned’i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel’in kitabına da Muvatta’ya da; “sahih” ve “zayıf “ayrımları yapılmadan (hadisler doğru olma ihtimaline göre kategorileştirilmeden), o günlerdeki rivayet selinin içinde sürüklenen her şeyin, ciddi bir ayrım yapılmaksızın girdiğini görüyoruz.
Buhari’den önce ise hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. “Sahih” ve “zayıf” şeklinde hadisleri ayırma çabası Buhari ile başlar. Hadisler incelendiğinde, bu çabanın gerekli sonucu vermediği anlaşılır. Meşhur altı tane hadis kitabının -kütübü sitte- yazarlarından Buhari hicri 256’da, Müslim 261’de, Tirmizi 279’da, Ebu Davud 275’de, Nesei 303 yılında, İbni Mace 273’de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sunniler de Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere denk gelir. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329’da, Babuvay 381’de, Cafer Muhammed Tusi 411’de, El Murtaza 436’da vefat etmiştir.
Örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut’un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? Üstelik bu sözün, sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden… şeklinde 2. Mahmut’a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839’da vefat eden 2. Mahmut’tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz’in vefatıyla meşhur kütübü sitte hadis kitaplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz’in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. bölümde göreceğimiz birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını derlediklerinde, onbinlerce hadis ayıklanamayacak şekilde uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadisi içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri; Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramit, bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile genişlemişti. Söz konusu hadisçiler ise Peygamber’in ve dört halifenin yolunu izleyip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam âlemine büyük zararlar veren, Kuran’a aykırıyken sözde Peygamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü “hadis” başlığı altında kitaplarına aldılar. Unutmayalım ki Hz. İsa’yı ilahlaştıran Hıristiyanların da mazeretleri Hz. İsa’ya sevgileridir. Fakat niyetleri ve mazeretleri aynı bizim hadisçilerin niyetleri ve mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez. Biz kimsenin niyetini sorgulayamayız; bizim için önemli olan İslam adına yapılan bu yanlışın düzeltilmesinin gerekliliğidir.



Devam edecek....

Alıntıdır
 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul
al sana bir müsteşrik yazısı daha.....münafıklığı bile beceremiyorsunuz....
 

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
yazının içeriğine katıldığın an farketmez....





Varsa eğitimin, bilgin,zerre kadar aklın..
Yazı yukarıda eleştirirsin, yanlışlarını gösterir doğrularını yazarsın...

Ancak bunları yapamayacak kadar cahilsin .işin gücün sadece hakaret ve küfür..

Bu site de bir başka müslümana hakaret ve küfür eden kişi müslüman olamaz..
Hakaret ve küfür islamda lanetlenmiştir...

Buyur yukarıdaki yazıyı eleştir. Bunu yapamazsan hakaret ve küfüre yeltenirsen ki LANET BİR KİŞİ OLURSUN....!!!
 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul

Varsa eğitimin, bilgin,zerre kadar aklın..
Yazı yukarıda eleştirirsin, yanlışlarını gösterir doğrularını yazarsın...

Ancak bunları yapamayacak kadar cahilsin .işin gücün sadece hakaret ve küfür..

Bu site de bir başka müslümana hakaret ve küfür eden kişi müslüman olamaz..
Hakaret ve küfür islamda lanetlenmiştir...

Buyur yukarıdaki yazıyı eleştir. Bunu yapamazsan hakaret ve küfüre yeltenirsen ki LANET BİR KİŞİ OLURSUN....!!!

hiç bir müslümana kafir demem ve itham etmem.... sen bu laflarından evvel, forumdan özür dileyerek, neden üçkağıtçılık yaptığını izah et evvela....neden cengizhan olduğunu gizliyorsun.....sen ne zaman iman ettinde bizim haberimiz olmadı....
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
hiç bir müslümana kafir demem ve itham etmem.... sen bu laflarından evvel, forumdan özür dileyerek, neden üçkağıtçılık yaptığını izah et evvela....neden cengizhan olduğunu gizliyorsun.....sen ne zaman iman ettinde bizim haberimiz olmadı....
@Ahmet bir kontrol etsin, aynı kişiyse gereğini yerine getirsin.
 

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
hiç bir müslümana kafir demem ve itham etmem.... sen bu laflarından evvel, forumdan özür dileyerek, neden üçkağıtçılık yaptığını izah et evvela....neden cengizhan olduğunu gizliyorsun.....sen ne zaman iman ettinde bizim haberimiz olmadı....



Bu seni değil yönetimi ilgilendiren bir konu...

Yukarıdaki yazıyı okuyup anlayabilecek eğitime sahio olmadığın CEHALETİN açıkça belli..
Bunu kapatabilmek için konuyu değiştirme çabasına girme..

kİŞİ ORTA OKULU BİTİREBİLMİŞ BİLE OLSA YUKARIDAKİ YAZIYI BİR ÖLÇÜDE DE OLSA ELEŞTİREBİLİR...

SENDE VAR MI, BİLGİ EĞİTİM AKIL.. VE NEREYE KADAR..??
?:D
 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul

Bu seni değil yönetimi ilgilendiren bir konu...

Yukarıdaki yazıyı okuyup anlayabilecek eğitime sahio olmadığın CEHALETİN açıkça belli..
Bunu kapatabilmek için konuyu değiştirme çabasına girme..

kİŞİ ORTA OKULU BİTİREBİLMİŞ BİLE OLSA YUKARIDAKİ YAZIYI BİR ÖLÇÜDE DE OLSA ELEŞTİREBİLİR...

SENDE VAR MI, BİLGİ EĞİTİM AKIL.. VE NEREYE KADAR..??
?:D

niye, yönetim sana üçkağıtçılık yapabilirsin diye onay mı verdi....
 

Ekrem01

Asistan
Katılım
2 Tem 2012
Mesajlar
320
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Sünnet de Kur'an Gibi Şer'i Delildir

Sünnet de Kur'an gibi Şer’î delildir ve Yüce Allah[SUP] Subhenehû ve Teala[/SUP]'dan gelen bir vahiydir. Sünneti terk edip yalnızca Kur'an'la yetinmek açık küfürdür. Böyle bir görüş İslâm'dan çıkarıcı bir görüştür. Sünnetin Allahu Teâla'dan gelen bir vahiy olduğu Kur'an'ın açık nassı ile sabittir. Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki ben ancak vahy ile uyarıyorum."[1]
إِنْ يُوحَى إِلَيَّ إِلا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ "Bana vahyolunur. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."[2]
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى إِلَيَّ "Ben ancak bana vahyolunana uyarım."[3]
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي "Ben ancak Rabimden bana vahyolunana uyarım."[4]
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى [SUP](3)[/SUP] إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O hevasından konuşmaz. Ancak O'na vahyolunur."[5]
Hiçbir şekilde tevile/yoruma yer bırakmadan, Resulün getirdiklerinin, konuştuklarının ve uyardığı şeylerin yalnızca vahiyden kaynaklandığı, vahiy ile sınırlı olduğu hususunda bu ayetlerin hem delaletleri hem de sübutu kat'idir/kesindir. Bu nedenle Sünnet de Kur'an gibi vahiydir. Kur'an'a bağlı kalmanın farziyeti gibi Sünnete bağlı kalmanın farziyeti de yine Kur'an'ın açık nassı ile sabittir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi verdiyse onu alın, sizi neden alıkoyduysa onu da bırakın."[6]
مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ "Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur."[7]
فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ "Onun emrine muhalefet edenlere bir fitnenin veya elim bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar."[8]
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ "Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman, mümin erkek ve mümin kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz."[9]
فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Dikkat edin! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar."[10]
أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ "Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin."[11]
إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah’da sizi sevsin."[12]
Getirdikleri hususunda Resule tabi olmanın farziyeti hakkında bu ayetlerin tamamı açık ve net ifadelerdir. Zira Resule itaat Allah [SUP]Subhenehû ve Teala[/SUP]’ya itaat sayılır.
Getirdiklerine tabi olmanın farziyeti açısından Kur'an ve Hadis Şer’î delildirler. Bu konuda Hadis de Kur'an gibidir. Bu nedenle, “yanımızda Allah [SUP]Subhenehû ve Teala[/SUP]’nın Kitabı var, yalnızca onda olanı alırız” demek caiz değildir. Çünkü bu ifadeden Sünneti terk anlaşılır. Bilakis Kur'an ve Sünnet bir araya getirilmeli ve Kur'an delil olarak alındığı gibi Sünnet de delil olarak alınmalıdır.
Hadis olmaksızın yalnızca Kur'an'la yetinmek düşüncesinin bir Müslüman’dan çıkması caiz değildir. Nitekim Resulullah [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] bu noktaya dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
يوشك أن يقعد الرجل منكم عَلَى أَرِيكَتِهِ يحدث بحديثي فَيَقُولُ بَيْنَنَي وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللَّهِ فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَلالاً اسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَرَامًا حَرَّمْنَاهُ وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللَّهِ كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ "Sizden bir adam çıkarak, koltuğuna yaslanır bir halde benden bir hadis okuyacak ve ardından da "sizin ile benim aramızda Allah’ın kitabı var. Onda helal bulduğumuzu helal kabul ederiz. Haram bulduğumuzu da haram kabul ederiz" diyecektir. Hâlbuki Allah’ın Resulünün bir şeyi haram kılması Allah’ın haram kılması gibidir."[13]
Cabir'den merfu olarak gelen rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
من بلغه عني حديث فكذب به فقد كذب ثلاثة : الله , ورسوله والذي حدث به "Kim benden bir hadis duyarsa ve yalanlarsa, üç şeyi yalanlamış sayılır: Allah'ı, Resulünü ve kendisine hadis aktaranı."[14]
Bu nedenle; “Kur'an'la Hadisi kıyaslarız. Eğer Hadis Kur'an'a uymazsa onu terkederiz” denilmesi hatadır. Çünkü bu tür bir ifade Kur'an-ı tahsis etmek, mukayyet kılmak veya mücmelini açıklamak için gelen Hadisi terk etmeye götüren bir ifadedir. Hadis ile gelen bir şeyin Kur'an'a uymadığı veya Kur'an'da bulunmadığı görülebilir. Fer'i olanları asli olanlara ilhak eden Hadisler bu türden hadislerdendir. Kur'an'da olmayıp Hadisler vasıtasıyla ulaşılan birçok hükümler vardır. Özellikle açıklayıcı hükümler Kur'an'la değil yalnızca Hadislerle gelmiştir. Bu nedenle Hadisler Kur'an'a kıyas edilmezler.
Hadisin getirdikleri alınır onun dışındakiler ise geri çevrilir. Gelen bir hadis, Kur'an'da manası kat'i olan bir nassla çeliştiğinde hadis dirayeten yani metin açısından reddolunur. Çünkü Hadisin anlamı Kur'an'la çelişmektedir. Kays'ın kızı Fatıma'nın rivayet ettiği aşağıdaki Hadis dirayeten reddolunan hadislerdendir. "Resulullah [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] zamanında kocam beni üç talakla boşadı. Bunun üzerine ben Nebi [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'e geldim. Fakat Nebi [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] benim için ne nafaka ne de ev hükmünü uyguladı."
Bu Hadis reddolunur. Çünkü Kur'an-ı Kerimdeki Allahu Teâla'nın şu ayeti ile çelişmektedir:
أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ "Boşandığınız, fakat iddeti dolmamış kadınları gücünüz nisbetinde kendi oturduğunuz yerde oturtun."[15]
Bu durumda Hadis hem sübutu hem de delaleti kat'i olan Kur'an'ın nassı ile çeliştiği için reddolunur. Ancak hadis Kur'an'la çelişmiyorsa, Kur'an'ın ifade etmediği şeyleri kapsıyorsa veya Kur'an da olanın üzerine ilave yapıyorsa hem Kur'an'da olan hem de Hadiste olan alınır. Yoksa Kur'an'da geçtiği için biz Kur'an'da olan ile yetiniriz denilemez. Çünkü Allah her ikisini de emretmiştir. Her ikisine birden inanmak vaciptir.


[SUP][1] Enbiya: 45[/SUP]

[SUP][2] Sad: 70[/SUP]

[SUP][3] Ahkaf: 9[/SUP]

[SUP][4] Araf: 203[/SUP]

[SUP][5] Necm; 3,4[/SUP]

[SUP][6] Haşr: 7[/SUP]

[SUP][7] Nisa: 80[/SUP]

[SUP][8] Nur-63[/SUP]

[SUP][9] Ahzab: 36[/SUP]

[SUP][10] Nisa: 65[/SUP]

[SUP][11] Nisa: 59[/SUP]

[SUP][12] Âl-i İmrân: 31[/SUP]

[SUP][13] Hakim ve Beyhaki[/SUP]

[SUP][14] Mecmu’ul Zevaid [/SUP]

[SUP][15] Talak: 6

Takiyyuddin en nebhani-İslam şahsiyeti/1. cild.[/SUP]
 

Ekrem01

Asistan
Katılım
2 Tem 2012
Mesajlar
320
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Sünnetle İstidlal/Delil Getirmek

Sünnetin Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in sözleri, fiilleri ve sükutu olduğu ve Kur'an gibi Sünnete tabi olmanın da vacip olduğu bilinmektedir. Ancak elbette ki, Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in bir sözü söylediğinin veya bir fiili yaptığının veya bir söz ve fiil karşısında sükût ettiğinin tespit edilmesi gerekir. Sünnet tespit edildiğinde, gerek Şer’î hükümlerde olsun, gerekse akaidde olsun, Sünnetle istidla/delil getirmek sahih olur.
Sünnet bu tespit edilmeye binaen hüccet sayılır ve böylece Şer’î hüküm veya inanılması gereken akide ile ilgili hususlardan birisi sayılır. Ancak Sünnetin tespit edilmesi; ya kesinliği yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan yeterli sayıdaki bir topluluğun rivayeti şartıyla, Sahabeden bir topluluğun Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'den, Tabiinden bir topluluğun Sahabeden ve Tabii't Tabiinden bir topluluğun da Tabiinden rivayet etmesi ile gerçekleşir ki Sünnetin bu türüne "Mütevatir Sünnet" veya "Haber-i Mütevatir" denir. Ya da Sünnetin tespit edilmesi; Tabii’t Tabiinden bir kişinin veya farklı kişilerin Tabiinden, Tabiinden bir kişinin veya birilerinin Sahabeden, bir Sahabenin veya farklı Sahabelerin Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'den rivayeti şeklinde sübutu zanni olur. Hadisin bu türüne de "Ahad Hadis" veya "Haber-i Ahad" denilir. Buradan hareketle, Haber-i Mütevatir ve Haber-i Ahad yoluyla rivayet edilen fakat Tabiin veya Tabii Tabiin asrında meşhur olan "Haber-i Meşhur" veya "Haber-i Müstefid", Haber-i Ahad kapsamında olup üçüncü bir Hadis grubunu oluşturmaz. Çünkü Haber-i Ahad derecesinden tevatür derecesine ulaşmadığı için delil getirmedeki konumu da değişmez. İster Sahabe, ister Tabiin, isterse Tabii Tabiin asrında olsun, rivayet zincirindeki sıralamalardan herhangi birisinde “Ahad” varsa Hadis, Ahad Haber sayılır. Hatta iki halkada tevatür olsa birisinde ise ahad rivayet olsa bile durum değişmez. Dolayısıyla Sünnet ya "Mütevatirdir" ya da "Ahad"dır. Bir üçüncüsü yoktur.
"Haber-i Ahad", sahih veya hasen olduğu zaman, ister ibadet, ister muamelat ister cezalarla ilgili hükümler olsun Şer’î hükümlerin tamamında delil olarak kullanılır ve onunla amel etmek de gerekir. Haber-i Ahad ile delil getirmek haktır. Şer’î hükümlerin ispatında Haber-i Ahad ile delil getirmek Şer'an sabittir ve bu konuda Sahabenin [SUP]Allah onlardan razı olsun[/SUP] icmaı vardır. Şeriatın, bir davanın ispatı konusunda bir kişinin şehadetine itibar etmesi bunun delilidir. Şehadet ise bir Haber-i Ahaddır. Sünnetin rivayetinin ve Haber-i Ahadın kabulü şehadetin kabulüne kıyas edilir. Bu durum Kur'an'ın nassı ile sabittir. Kur'an mali konularda iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehadetine göre hüküm vermektedir. Zinada dört erkeğin şehadetini, hadlerde ve kısasta iki erkeğin şehadetini esas almaktadır. Resulullah [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] bir şahidin şehadeti ve hak sahibinin yemin etmesine göre hüküm veriyor, emzirme konusunda ise yalnızca bir kadının şehadetini kabul ediyordu. Bunların hepsi Haber-i Ahaddır. Sahabenin hepsi de aynı esas üzere yürüdü ve onlardan herhangi birinin buna muhalefet ettiği rivayet edilmedi. Yargıda yalanın yanında doğrunun tercih edilmesinin bağlayıcılığı vardır. Şüpheler olduğu sürece, bir haber yalan töhmeti altında kalacağı için doğruluk ortadan kalkar ve sabit olmaz. Bu bağlayıcılık ancak Haber-i Ahad ile amelde geçerlidir. Yalanın yanında doğrunun tercih edilmesi için hadisi rivayet eden ravide adalet, sika/güvenilir olma zapt, hadisi rivayet ettiği kişiyi görmüş olma ve yaptığı rivayette takvalı olma özellikleri bulundukça, yalan zannı/şüphesi yok olur ve böylece de ravi hakkında bu şüphe sabit olmaz. Dolayısıyla Nebi [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem'[/SUP]den rivayet edilen Haber-i Ahad ile amel etmek kıyasen vacib olur. Resul [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'den bize ulaşan bir Haber-i Ahadı bir hükme delil kabul etmek, şehadetin kabulü ve onun gereğince bir konuda hükmetmek gibidir. Böylece Haber-i Ahad, Kur'an'ın işaret ettiği bir delil ile hüccet/delil kabul edilir.
Bu hususa işaret etmek üzere Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
نَضَّرَ اللَّهُ عَبْدًا سَمِعَ مَقَالَتِي فَوَعَاهَا ثُمَّ بَلَّغَهَا عَنِّي فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ غَيْرِ فَقِيهٍ وَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ "Benim sözümü, işitip onu kavrayan ve gereğini yerine getirenin Allah yüzünü nurlandırsın. Fakih olmadığı halde fıkhı taşıyan niceleri vardır. Kendinden daha fakih olana fıkhı ulaştıran nice fıkıh taşıyıcıları vardır."[1]
Resul [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] hadisinde نضرالله عبيداً ifadesi yerine نضرالله عيداً ifadesini kullanıyor. عبدا kelimesi cins isim olup bir veya daha çok kişiler için kullanılır. Buna göre hadis, Resulün hadislerini nakleden bir veya birden fazla sayıdaki kişileri övdüğü anlamını vermektedir.
Üstelik Nebi [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] sözünün ezberlenmesine, yerine getirilmesine çağırıyor. Bu nedenle onun sözünü tek veya toplu halde iken işiten herkese bu farz olmaktadır. Onun gereğini yerine getirenin ve kendisi dışındaki bir şahsa onu nakledenin diğer kimse üzerinde etki bırakabilmesi, nakilcinin sözü kabul edilebilir olduğunda geçerlidir. Nebi [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in hadisini başkalarına ulaştırma çağrısı, onun sözünü kabule çağrıdır ki bu da hadisi nakledenin naklettiği hadisin Resulün sözü olduğunu doğrulamasını yani nakilcinin güvenilir, emin, takva sahibi, zapt sıfatına sahip, neyi taşıdığını ve neye çağırdığının bilincinde olmasını gerektirir. Böylece raviden yalan söylemiş olma zannı tamamen ortadan kalksın ve ravinin doğru söylediği kanaati tercih edilsin. Bu da, Sünnetin sarahatıyla ve delaletiyle Haber-i Ahadın hüccet olduğunun delilidir.
Bütün bunlara ilave olarak Nebi [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP], oniki elçiyi kendilerini İslâm'a davet etmek üzere oniki krala gönderiyordu. Bu olayda her krala yalnızca tek elçi gönderilmişti. Eğer Haber-i Ahad ile yapılan bir tebliğe bağlanmak caiz olmasaydı Resul [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] İslâm'ın tebliğinde bir kişinin gönderilmesiyle yetinmezdi. Resul [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in bu ameli de Haber-i Ahadın tebliğde hüccet olduğunun apaçık delilidir.
Resul [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] elçilerinden birisi vasıtasıyla valilerine yazılar gönderdiği halde valilerinden hiçbirinin aklında Resulün mektubunu ulaştıran elçinin bir kişi olmasından dolayı Resulün emrini infaz etmeyi terk etmek gibi bir düşünce geçmiyordu. Bilakis valiler, Resul [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in elçisinin kendilerine ulaştırdığı hükümlere ve emirlere bağlanıyorlardı. Resulullah [SUP] Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP]'in bu hareketi de Haber-i Ahadın hüccet olduğuna, Şer’î hükümlerde, Resulün emirlerinde ve yasaklamalarında haberi ahad ile amel etmenin vacib oluşuna açıkça delalet etmektedir. Yoksa Resul [SUP]Sallallahu Aleyhi Vesellem[/SUP] valilerine bir elçi göndermekle yetinmezdi.
Raviye güvendikleri sürece Sahabe-i Kiram'ın Haberi Ahadı kabul ettikleri, Haber-i Ahad ile amelin onlar arasında meşhur bir olay ve çokça yapılan bir davranış olduğu sabittir. Aynı zamanda Haber-i Vahid olduğu için kendilerine ulaşan bir haberi herhangi bir Sahabenin reddettiğine dair bir olay da yoktur. Sahabe ancak raviye güvenmedikleri zaman ravinin verdiği haberi kabul etmiyorlardı. Böylece Kitap, Sünnet ve Sahabenin icmaı ile Haber-i Ahadın, İslâm’ın tebliğinde ve Şer’î hükümlerde hüccet olduğu sabittir.


[SUP][1] İbni Mace,Mukaddime, 232; Ahmed b. Hanbel, Bakî Müs. Mukessirîn, 12871, Müs. Medineyyîn, 16153; Daremi, Mukaddimeh, 230

[/SUP]Takiyyuddin en nebhani-İslam şahsiyeti/1. cild.
 

İlim Talebesi

Yasaklı
Katılım
18 Ağu 2014
Mesajlar
1,630
Tepkime puanı
28
Puanları
0
وَمَنْ أَنْكَرَ الْمُتَوَاتِرَ فَقَدْ كَفَرَ، وَمَنْ أَنْكَرَ الْمَشْهُورَ يَكْفُرُ عِنْدَ الْبَعْضِ، وَقَالَ عِيسَى بْنُ أَبَانَ: يُضَلَّلُ وَلَا يُكَفَّرُ، وَهُوَ الصَّحِيحُ وَمَنْ أَنْكَرَ خَبَرَ الْوَاحِدِ لَا يَكْفُرُ غَيْرَ أَنَّهُ يَأْثَمُ بِتَرْكِ الْقَبُولِ هَكَذَا فِي الظَّهِيرِيَّةِ.

El Fetaval Hindiyye adlı Hanefi Fıkhında fetva şöyledir :

-Kim mütevatir hadisleri inkar ederse küfre girer.
-Bazılarına göre Meşhur hadisleri inkar eden de küfre girer.
-İsa b. Eban : ''Meşhur hadisleri inkar eden sapık olur fakat küfre girmez'' demiştir.Doğru olan da budur.
-Kim haberi vahid olan hadisleri inkar ederse kafir olmaz.Fakat benimseneni terk ettiği için günah işlemiş olur.Keza Zahiriyede de böyledir.

El Fetaval Hindiyye , 2/265

 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
@ Ekrem01 in en-Nebhani nin kurucusu olduğu Hizbuttahrir sempetizanı olduğunu öğrenmiş olduk.yazsında faydalı bilgiler var..Ama müslümanlar bu teşkilata fazla güvenmemişlerdir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşlar !
Şaşkın ördek gibi suya malum yerinden dalan Hadis münkiri yazı bana ait değil demiş ! Hoş uyduruk ta olsa böyle bir yazıyı yazabilecek kapasite elbetteki onda olamaz ! Neyse yazının kime ait olduğunu öğrendik ve Ahmet Emin adındaki bu meşhur Hadis Munkiri hakkında biyografik bilgiler edindik…İşte buyrun burdan yakın ve beyimizi okuyun ve tanıyın !Bakın ne NANELER YİYEN BİRİYMİŞ !:

Ahmed Emîn b, İbrâhîm et-Tabbâh (1886-1954) Mısırlı mütefekkir, medeniyet tarihçisi ve yazar.
Kahire'de doğdu. İlk öğrenimine ba­basının yanında başladı; özellikle baba­sının dinî ve edebî alanlardaki katkısı onun düşünce ve kültür hayatının şekil­lenmesinde önemli rol oynadı. İlkokul­dan sonra tahsiline,bir müddet Ezher'de devam etti. 1926 yılın­da Tâhâ Hüseyin'in aracılığı ile Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne inti­sap etti. Burada tanıdığı bazı müsteş­riklerin ve Batı zihniyetine sahip öğre­tim üyelerinin çalışma tarzlarını benim­sedi. Ahmed Emîn, müsteşriklerden bilhassa Brockelmann'dan etkilenerek Batı düşünce ve tenkit metodunu eser­lerinde uygulayanlardan biridir.Ancak, XIX. yüzyılın şon çeyreği ile XX. yüzyılın ilk yansında oryantalizmin etkisinde ka­lan bazı müslüman yazarlar gibi o da bu akımın fazlaca tesirinde kalmış ve bu yüzden İslâmî çevrelerde pek rağ­bet görmemiştir. Ayrıca bazı fikirleri ve çalışmaları uzmanlar tarafından haklı tenkitlere mâruz kalmıştır. Art düşünceli bazı müsteşrik­lerin iddialarını paylaşarak Şahîh-i Buhâri ve Şahîh-i Müslim 'deki bir kısım hadislerin, özellikle de bazı şahısların faziletine dair rivayetler ile tefsirle ilgili hadislerin uydurma olduğunu, cerh ve ta'dil konusunda muhaddislerin tutarsızlık içinde bulunduğunu, hadis ten­kidinde metnin muhtevasından çok İsnad'a değer verdiklerini, Ebû Hüreyre'nin rivayetlerine pek güvenilemeyece­ğini, İbn Abbas ile bazı sahâbîlerin daha sonra müslüman olan Ehl-i kitap âlim­lerinin tesirinde kaldığını, Kâ'b el-Ah-bârın İslâmiyet'i samimiyetle benimse­mediğini ileri sürmesi ve benzeri görüş­leri sebebiyle birçok İslâm âliminin hak­lı tenkitlerine hedef olmuştur.

Gördünüz değil mi müslümanların hadislerini kim incelemiş ?
Şimdi siz bu adamın sözleriyle tuvalete yani, WC’ye dahi gider misiniz ?

 

Ekrem01

Asistan
Katılım
2 Tem 2012
Mesajlar
320
Tepkime puanı
4
Puanları
0
@ Ekrem01 in en-Nebhani nin kurucusu olduğu Hizbuttahrir sempetizanı olduğunu öğrenmiş olduk.yazsında faydalı bilgiler var..Ama müslümanlar bu teşkilata fazla güvenmemişlerdir.



Müslüman; Allah azze ve celleye güvenir,teşkilatlara değil.
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Uzun yazılar ne kadar okunuyor dersiniz.
Yinede biraz okumaya çalıştım..

Müsadenizle bir soru @alptuga

hadislerin Rasulullah(sav) tarafından yazılmasının yasaklanmasının amacı Hadislerin önemsizliğinden mi yoksa Kuranın önüne geçmesini engellemekten mi kaynaklanır?
 

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
Uzun yazılar ne kadar okunuyor dersiniz.
Yinede biraz okumaya çalıştım..

Müsadenizle bir soru @alptuga

hadislerin Rasulullah(sav) tarafından yazılmasının yasaklanmasının amacı Hadislerin önemsizliğinden mi yoksa Kuranın önüne geçmesini engellemekten mi kaynaklanır?


Başlıktaki yazıda hadisleri yazmak isteyenlere peygamberin
'' Kur'an size yetmiyor mu ?? '' dediği söylenir.
 
Üst