Hac gibi Umre

mürid

Üye
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
112
Tepkime puanı
3
Puanları
0
YOLCULUK VE İLK TAVAF Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleriyle Haziran ayında yapmış olduğumuz umre vesilesiyle, geçen sayımızda sizlere Beytullah'la ve oradaki atmosferle alâkalı güzel bir şiir arz etmiştim. Böylece umreye gidemeyen kardeşlerimiz de, mâna âleminde ruhen bir yolculuk yaparak, oranın mânevî havasından bir nebze olsun istifade etsinler diye ümit etmiştim. Fakat daha sonra gittiğimiz pek çok yerlerde görüştüğümüz kardeşlerimiz, bunu sadece bir şiirle geçiştirmeyip, Efendi Hazretleriyle yapılan bu umrenin nasıl geçtiği ve orada neler yaşandığıyla alâkalı olarak ayrıca yazmamızı rica ettiler, hatta bu isteklerini ısrarla defalarca bizlere bildirdiler. Tabi-î sizlerin bu samimî ısrarlarını göz ardı etmemiz mümkün olmadığından yazmaya karar verdik. İnşallah bu yazımızda, geçen sayıdaki yazımızın devamı kabilinden olsun ve dilimizin döndüğünce bu umre ziyaretini anlatmaya gayret edelim. Efendi Hazretleri ile otuz mayıs pazartesi günü akşam dokuz uçağıyla, yarım saat kadar bir rötarla beraber mukaddes yolculuğa başladık. Elhamdülillah hiçbir problem yaşamadan Cidde havaalanına indik, oradan da otobüslerle Mekke'ye hareket ettik. Gece Harem'e varmıştık. Tabi-î Efendi Hazretleri bir hayli rahatsızdı. Bunun üzerine bir de yol yorgunluğu eklenince, gider gitmez umreyi yapmak mümkün olmadı. Dolayısıyla Efendi Hazretlerimizin sıhhat durumu göz önüne alınarak uygun bir saat belirlendi ve o saatte umre tavafı yapılması kararlaştırıldı… Tabi-î böylesi çok daha iyi oldu. Çünkü Türkiye'nin birçok yerinden, hatta yurt dışından dahi pek çok kardeşimiz Mahmut Efendi Hazretlerinin umreye gideceğini haber almışlar ve onunla beraber umre yapabilmek arzusuyla, dünyanın değişik coğrafyalarından o mübarek beldelere sel olup akmışlardı. Öyle ki, Efendi Hazretlerinin namını, şanını duymuş, fakat bugüne kadar bir kere olsun, onun nur yüzünü görmek, mübarek elini öpmek nasip olmamış pek çok kardeşimiz, bu umreyi bir fırsat kabul ederek, işini gücünü bir kenara bırakıp Beytullah'a koşmuştu. Şayet biz gider gitmez umremizi tamamlamış olsaydık, işte bu hevesle gelen pek çok kardeşimiz Efendi Hazretleriyle umre yapma fırsatını kaybetmiş olacaktı. Yani hülasa olarak; umre tavafını bir müddet tehir etmek, herkes için bir hayır oldu. Böylece bütün kardeşlerimiz, bu büyük fırsattan istifade etme imkânı buldular. Evet, 'Hayatını Kur'an'ın hizmetine adayan, yüz binlerce insanın hidayetine vesile olan yirmi birinci asrın müceddidi Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretleri, filan saatte umre tavafını yapacak. Bu haber birkaç saat gibi kısa bir zamanda kulaktan kulağa yayılmış, neredeyse Harem–i Şerif'te duymayan kalmamıştı. Bu anı bekleyen herkes heyecanla hazırlıklarını yapmaya başladı. Birkaç gün evvel Mekke'ye gelip umrelerini yapanlar, Mahmut Efendi Hazretleriyle de umre yapabilmek için en yakın Mikat mahalli olan Ten'im Mescidi'ne gidip, tekrar ihrama girdiler. İhramdan çıkmamış olanlar ise, zaten hazırlıklıydılar. KÂBE, EFENDİ VE İHVANINI BEKLİYOR Saatler geçiyor, Efendi Hazretlerimizin umre tavafı yapması için kararlaştırılan vakit yaklaşıyordu. Binlerce umreci Beytullah'ın etrafında ihramlı olarak Mahmut Efendi Hazretlerini beklemeye koyulmuştu. Öyle ki; Kâbe'nin duvarından itibaren birkaç metre metaf alanı dışında, her yer tıklım tıklım doluydu. Bu mevsimde bu kadar kalabalık bir umre kafilesine bundan önce pek rastlanmamıştı. Beytullah belki bu duruma ilk defa şahit oluyordu. Bunu sadece üç beş kere gelenler değil, her sene umreye gelenler söylüyor: "Biz şu kadar kere umre yaptık, böyle kalabalık görmedik." diyorlardı. Hatta orada yaşayan Araplar dahi bu hınca hınç kalabalığa şaşırmışlar, merakla bunun sebebini soruyorlardı. Bu mahşerî kalabalığı görünce insan kendisini ister istemez hac mevsiminde zannediyordu. Hele Hacerülesved çizgisinden itibaren Abdülaziz kapısına kadar olan tarafta, Mahmut Efendi Hazretlerinin ihvanı ve sevenleri, tesbih taneleri gibi sıra sıra dizilmişlerdi. Sanki namazda tahiyyattaymış gibi diz üstünde oturmuş, büyük bir sükûnet ve sessizlik içinde Üstadlarını bekliyorlardı. Bu arada kimisi zikirle meşgul oluyor, kimisi tefekkür ve murakabeye dalmış, kimisi de hayran hayran Beytullah'ı seyrediyordu. Diğer taraftan, simsiyah çarşaflarına bürünmüş âdeta birer iman abidesi gibi bekleşen annelerimiz ve bacılarımız… Onlar da bu umre tavafına iştirak etmek için Üstadın geleceği saati bekliyorlardı. Tabiî onlar erkekler içine karışmayıp ayrı bir grup hâlinde bekleşirlerken, kıyafetlerinin o simsiyah görüntüsü, Beytullah'ın kıyafetinin rengiyle ne kadar da uyum içindeydi. Hac mevsiminden sonra bu mevsimde umre için gelenlerin sayısı genelde az olduğundan, Harem sakin oluyordu. Bu sebeple de Beytullah'ın bazı bölümleri tadilata alınmış ve etrafı çevrilmişti. Lâkin Efendi Hazretleri vesilesiyle binlerce seveni o mübarek beldeye akın edince, tadilât yapılan bölümlerde namaz kılınamadığı için, Haremin diğer yerlerinde de yer bulmak neredeyse mümkün olmuyordu. Ve Beytullah hac mevsimindeki gibi doluyor taşıyordu. Efendi Hazretlerimizin geleceği vakit yaklaştıkça bu mahşerî kalabalık artmaya devam ediyordu. Bir tarafta bembeyaz ihramlarıyla erkekler, diğer yanda Kâbe'nin rengine bürünmüş hanımlar, gözün beyazı ve siyahı gibi bir bakış olmuş Mahmut Efendi Hazretlerinin yolunu gözlerlerken, diğer taraftan Harem'de görevli olan polisler nedense panikleyerek, telsizlere sarılmışlar ve takviye kuvvet istiyorlardı. Zira az öncede belirttiğimiz gibi, haccın dışında bu mevsimde böyle bir kalabalığa alışkın olmadıklarından tedirgin olmuşlardı. Ama öte yandan böylesine bir kalabalığın sessiz sedasız, hiçbir taşkınlık göstermeden rahatsızlık vermeden oturmaları da onları rahatlatıyordu. Çünkü değil böylesine mahşerî bir kalabalık, hangi milletten olursa olsun çok küçük kafileler dahi böylesine sessiz olamıyorlardı. Ve görevli polisler merakla soruyorlar: "Ne bekliyorsunuz?" "Umre tavafı yapacağız." "Madem öyle, tavafa başlayın, niçin oturuyorsunuz?! Kimi bekliyorsunuz?!" "Umre tavafımızı Mahmut Efendi Hazretleriyle beraber yapmak istediğimiz için, onun gelmesini bekliyoruz." Bu türden cevaplar alan görevli Arap polisler son derece şaşırıyorlar ve bir zatın, bir Allah dostunun bu kadar sevildiğine, o zatla tavaf etmek için binlerce insanın böylesine bekleştiğine ilk defa şahit olup hayretlerini gizleyemiyorlardı. EFENDİ HAZRETLERİ GELİYOR Sessiz sedasız bekleşen o kalabalıkta birden bir kıpırtı, bir hareket oldu. Ve hafif bir dalgalanma… Ardından mânevî bir rüzgar esmeye başladı... Sanki bir feyiz dalgası binlerce umreciyi etkisi altına almış, onları bambaşka mânevî limanlara sürüklemişti. Bütün fısıltılar kesilmiş, âdeta nefes bile alınmıyordu. Feyizden kendinden geçmiş olan kalabalık bir ikazla kendine gelebildi: "Yol açın Efendi Hazretleri geliyor!" Ve toparlanıldı. Efendi Hazretleri ilerleyebilsin diye sağa sola ayrılıp iki yanı insan bariyerini andıran bir yol açıldı. İşte yirmi birinci asrın müceddidi, sünneti seniyyenin günümüzdeki muhyîsi Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri geliyordu. Bakanların gönüllerine ferahlık veren o mübarek yüzünde, her zamanki gibi tatlı bir tebessüm vardı. Her tarafa ışıklar saçarak, pırıl pırıl, ışıl ışıl âdeta bir nur şulesi gibi geliyordu. Herkes büyük bir dikkatle, sevgi ve muhabbetle ona bakıyordu. Bir yanda siyahlara bürünmüş, insanlara hidayet ve bereket kaynağı olan Allah'ın evi Beytullah, diğer yanda beyazlara bürünmüş, insanlara hidayet yolunu gösteren Allah'ın dostu Mahmut Efendi Hazretleri… Ve onlara hayran hayran bakan dolu dolu olmuş binlerce çift göz… Hemen yanımdaki bir kardeşim gözyaşlarına hâkim olamamış, hıçkırıklarla "Ya Rabbi! Sana sonsuz şükürler olsun ki ölmeden önce onu görmek nasip oldu" diyor, bunu büyük bir bahtiyarlık kabul ediyordu. Tüm bu olanları şöyle bir düşündüm de, orada her şeyiyle mükemmel müthiş bir organizasyon yapılmıştı. Peki, kim yapmıştı bunu? Gizli ve güçlü bir el böyle bir organizasyona imza atmıştı. Bunu yapan şüphesiz Allah Celle Celâluhu idi. Mevlâ Teâlâ o güzel dostunu Beyt'inde işte böyle karşılıyor, melekler gibi bembeyaz ihramlara bürünmüş kullarıyla âdeta ona "Hoş geldin" diyordu. Mahmut Efendi Hazretleri bir tekerlekli sandalye üzerindeydi. Hastalığına ilaveten ayaklarının da rahatsızlığı sebebiyle maddî planda belki yürüyemiyordu ama, mânevî planda devâsa adımlarla o mânevî yollarda ne maratonlar koşmuştu kim bilir?.. Metaf alanına girmesiyle birlikte sessiz sedasız duran o mahşerî kalabalık, sanki İsrafil Aleyhisselâm'ın Sur'una uyanır gibi canlandı, doğruldu ve kıyama kalktı… İşte tavaf başlamıştı... Önümüzde Efendi Hazretleri, ardında binlerce umreci… Hangisi insan, hangisi melek anlayabilene aşk olsun... Biz mi Kâbe'nin etrafında dönüyoruz, Kâbe mi bizim etrafımızda dönüyor belli değil. Eriyip kaybolurcasına Beytullah'ın etrafında pervaneler gibi döne döne Arş'a giden yolları aşıyoruz sanki. Öyle bir atmosfer, öyle bir hâl ki, bunu ne dil anlatabilir ne de kalem yazabilir. Takdir edersiniz ki, bu hâl ve ahvâli ancak yaşayan ve tadan bilir. BÖYLE MANZARA GÖRÜLMEDİ Normalde kadınlar ve erkekler, tavafı karışık olarak yaparlar. Fakat burada ilk defa cereyan eden çok farklı bir manzara göze çarptı ve Hikmet–i İlâhî, fıtrî olarak kadınlar ve erkekler ayrı vaziyette tavaf yaptılar. Şöyle ki; hanım kardeşlerimiz Beytullah'ın etrafında dönen halkanın dış kısmında simsiyah bir çember oluşturmuşlar ve kendi güzergâhlarında tavaflarını yaparlarken, erkekler de bu halkanın iç kısmından kendi güzergâhlarında tavaf ediyorlardı. Ne beyaz renk siyah renge, ne de siyah renk beyaz renge karışmıyor. Yani ne erkekler kadınlara karışıyor, ne de kadınlar erkeklere karışıyor. Bu da ilâhî bir organizasyon olsa gerek… (İşte bu muhteşem tavafı bazı kardeşlerimiz resmettiler, bizler de sizlere arz ettik) Umre tavafından sonra o mahşerî kalabalık, Sa'y yapmak için Safa tepesine doğru akmaya başladı. Fakat o kalabalığın hepsinin aynı kapıdan çıkması ve Safa tepesine toplanması mümkün değildi. Bu sebeple, hani su dolu olan barajın kapakları açıldığında, sular nasıl bütün tribünlerden coşkuyla akar, işte o misâl Harem'den Mesa' alanı (Safa ile Merve tepesi arası)na çıkan bütün kapılardan herkes su gibi akmaya başladı ve Mesa' alanını doldurdu. Hem gidiş, hem de geliş yolu âdeta insan seli oldu. Ve orası kilitlendi. Ne Safa'dan Merve tepesine doğru gitmek mümkün olabiliyor, ne de Merve tepesinden Safa tepesine doğru gelmek… Yine görevli polisler geldiler. Ne yapsınlar? Onlar da çaresizlik içindeler. Güya çözüm olarak, bu kalabalığın sebebi olan Efendi Hazretlerini Sa'y ettirmeyip, bu kilitlenmeyi gidermeyi düşündüler. Yahu böyle çözüm mü olur?! O hâlde bu kalabalığın hiçbirine Sa'y yaptırmayın da problem kökünden hallolsun!.. Tabi-î onlar da bunun yanlış bir çözüm olduğunu anladılar. Bazı gönüllü kardeşlerimizin de gayretiyle kısa zamanda o kilitlenme çözüldü, sıkıntı aşılıp Sa'y yapıldı elhamdülillah. KÂBE'YE NE KADAR YAKIŞTINIZ Sa'y bittikten sonra saçlar traş edildi ve ihramdan çıkıldı. Böylece ihram yasakları son bulmuş, herkes başına bembeyaz sarığını sarmış, sırtına cübbesini giymişti. Şimdi Kâbe çok daha başka bir manzaraya şahit oluyordu. Nereye baksan gencinden yaşlısına kadar başlarında bembeyaz sarıkları, sırtlarında ise bembeyaz cübbeleriyle beyaz kelebekler gibi Beytullah'ı doldurmuşlardı. Harem'in içinde her yer ışıl ışıl, cıvıl cıvıldı. Tabi-î bu durum Arap gazete ve televizyonlarının da dikkatini çektiğinden, bunu haber yapmışlar ve Mahmut Efendi Hazretleriyle beraber Mescid–i Haram'a gelen bu güzel misafirleri, ana haber bültenlerinden izleyenlerine duyurmuşlardı. Arabistan'da yaşayan büyük bir Ehlisünnet âlimi bu haberi duyunca Mekke'ye geldi ve dedi ki: "Merak ettim ve sırf sizi görmek için buraya geldim. Beytullah'ta uzun uzun sizleri izledim. Vallahi Kâbe'ye ne kadar çok yakıştınız, Kâbe'de size ne kadar yakıştı!.." Bir de şunu söylüyordu: "Daha önce Türkiye'den gelen ziyaretçilerin yüzde sekseni Beytullah'ta birbirleriyle havadan sudan konuşurlardı. Fakat şimdi gördüm ki, yüzde sekseni ya tavafta, ya Kur'an okuyor ya da zikriyle meşgul." Evet, muhterem okuyucular, Başımızda Efendi Hazretleriyle beraber böylesine feyizli bir umre nasip oldu elhamdülillah. Aslında daha anlatılacak şeyler çok, lâkin meseleyi hülasa etmeye çalıştık. Biz damlayı anlattık, artık sizler okyanusu tasavvur edersiniz. Ya Rabbi! Efendi Hazretlerine sıhhat afiyet nasip eyle, hayırlı bereketli uzun ömürler ihsan eyle, bizleri ondan, onu da Peygamber Efendimizden ayırma! AMİN! Fî Emânillah!


Alıntı
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ce: Hac gibi Umre

Kardeş Allah C.C razı olsun... Ya alıp götür yazı bizi...

Allah C.C inşa'Allah Efendi Hz.lerinin şefaatine kavuşturur...
 

mürid

Üye
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
112
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ce: Hac gibi Umre

amin Allah cümlemizden razi olsun ins o mübareklerin sefaatlerine nail oluruz.ama ne yazikki biz kiymet bilmiyoruz bilmedik,
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ce: Hac gibi Umre

Öyle kardeş, köpekler kadar olmadık. Mahmut Efendi Hz. lerinin kıymetini onlar kadar bilemedik bilemiyoruz...
 

mürid

Üye
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
112
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ce: Hac gibi Umre

tekke kedilerini bilirsiniz onlar bile ne kadar sadiktir tekklerine, zamaninda bir tekkenin kedisi varmis talebelere yemek pisirilen kazanin icine yilan girdigini görmüs, ne delilik yapmissa bile anlatamamamis kazan devirmeye calismis v.s. sonunda hicbisi yapamadigini anlamis atmis kendini kazanin icine tabi kazanda yemek kayniyor, ascilarin haberi yok tabiki icinde yilan olduugundan, kendini feda etmis kedi, kazani döktüklerinde bir de ne baksinlar icinden yilan cikmis zehirini ii bi yaymis yani onca talebe o kazani yeyipp zehirlenecekti ama kedi ne yapti kendini feda etti, bu kedi hikayesinden büyük örnek cikarabiliriz kendimize. ama anlayana.
 

mavi vuslat

Paylaşımcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
300
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
35
Konum
İsmailağa'dan..
Ce: Hac gibi Umre

Efendi Hazretlerine gönül verenlere selam olsun...Öyle bir selam olsun ki onlar ki hayata gecenin 3'de başlayıp gönüllerini Allah'a yöneltip nefislerini kör kuyulara bırakıyorlar.Selam olsun Onlara...Rabbimin rahmeti bu yolda gidenlere olsun
 

mavi vuslat

Paylaşımcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
300
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
35
Konum
İsmailağa'dan..
Ce: Hac gibi Umre

Bizi bitirmeye çalışıyorlar ama şunun farkına varmıyorlar...Bizim yüreklerimiz her gecenin sabahında biraz daha çoğalıyor...Bunu unutuyorlar bizlerde ki öyle bir aşk ki baktığımız gözlere bile değiyor...Ey inanmayanlar Efendi Hazretlerini kötüleyen ve türlü türlü iftira atanlar sizler tattınız mı onun maneviyatını yanında olsanız bile onu özlemeyi...Sizler tattınız mı gerçek müslümanlığı tattınızda mı böyle hakaretler ettiniz ama zaten tatmış olsaydınız böyle yapmazdınız...Rabbim ıslah etsin
 

mürid

Üye
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
112
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Ce: Hac gibi Umre

gecende Bayram hocamin sohbetlerinden birini dinliyorum, mübarek kendisini atasina öyle adapte etmiski simdiki geclige hep onlardan aktariyordu, dede ne yapiyor dede, dede nasil savasti dedeee, önce diyor Namaz kilacan tamammmi namaz bittimi eline taramaliyi alip kosmayacan alacan eline tesbihi baslayacan Allaha zikretmeye Allah Allah diye, sonrasina karismayacan savasi sen kazanmaycan Allah kazanacak bu Allahin savasidir.Savasa iste böyle hazirlaniyorlardi dede diyordu. birde baska bi konu daha aklima geldi Sahabiler savasirken düsmanin yanina yaklasmadan arkadan kilicimizi salliyorduk düsmanin kellesi ucuyordu diyorlar, nasil oluyor bu yanliz degilsin ey Müslüman Allahu Teala yolunda savasanlara Meleklerini yardima yolluyor.Canakkale Kibris ve diger Savaslar kimler kazandi???Kibris ta 5 parmak daglari asilmiyordu mübarek zaatlardan biri dedi cepheden sürekli haber getirin bunun üzerine mübarek zaata efendim 5 parmak daglari asilmiyormus. o mübarek dedi cik disari kapidan kimseyi sokma saat bir müddet sonra o mübarek zaat disari cikar üstü toz duman icerisinde satt 7.00. yarim saat sonra radyodan naklederler saat 7.30 bes parmak daglari asildi
 

aksakal

Üye
Katılım
16 Eki 2006
Mesajlar
48
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
www.muhteva.com
Efendi Baba(k.s)"Gelebilen herkes gelsin,belki bir daha bir arada olamayız"diyerek herkesi davet ederken,pek çoğumuz dünyalık işleri bahane ederek gitmedik.Şimdi ise ahh-vahh etmekteyiz.Ne mutlu o kutlu davete katılıp gidenlere.
efendihalkakabeho7.jpg
 
Üst