Günah işlemeden sanat yapacağım

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Günah işlemeden sanat yapacağım

Günah işlemeden sanat yapacağım 01 Kasım 2010 - 08:57:39
Günah işlemeden sanat yapmak isteyen ehline Hasan Nail Canat Hoca’dan altın öğütler…
Röportaj / Coşkun Yılmaz

Merhum Hasan Nail Canat'la bu konuşmayı, sözlü/sohbet kültürümüzün radyoya uyarlanmış bir örneğini oluşturan AKRA FM'de, Divana Gelenler programında yapmıştık. Vefatından epey önce, 1997'de yapılmış bu konuşmayı, Saadettin Acar'ın da vefasının bir yansıması olarak vefatının ardından sizlerle paylaşmak istedik. Dolayısıyla o tarihleri düşünerek okumak gerekir. Umarız rahmete vesile olur bu gufran ayında...

Saçlar aklaşmış, hayatın yokuşlarını tırmanmak mı sizi bu kadar yıprattı?

Hiç kimsenin yapmak istemediği bir işe talip olduk. Tiyatro işine girdik. Tiyatroyu bir başka türlü yapma, bu milletin özüne, değerlerine saygılı olarak yapma işine girdik. Önümüzde kılavuzlarımız yoktu. Tabii ki çok zorlandık. Tiyatroyu herkese anlatmak durumundaydık. Bu uğraş bizi erken yaşlandırdı. Eskiden baba rollerine girmek için makyaj yapardık, ama artık makyaja gerek yok sanırım...

Nerede doğdunuz?

1943 Kayseri'de doğdum. Hastanede doğmadım, evde de doğmadım. Tarlada, açık hava doğumuyla doğmuşum. Babam eğitmendi. Öğretmenliği tam hak etmemiş olanlara bu deniyormuş yani. Ahdi vardı, "sen vaaz edeceksin, ben de cemaatin ön saflarında senin coşku dolu konuşmaların karşısında ağlayacağım" diye. İlim adamı olmamı çok istiyordu. Ama karşısına ilim adamı değil de bir film adamı olarak çıktık.

Peki babanız bu duruma sitem etti mi?

Tabii ki öncelikle bu duruma pek alışamadık. Beni evlatlıktan reddetti. Ben de hali pek anlatamadım. Baba bedduası alırım korkusuyla karşısına çıkamadım. Kayseri din görevlileri adına Moskof Sehpası oynunu oynarken, babamı din görevlilerinin özel davetlisi olarak tiyatroya çağırttık. Oyunda benim oynayacağımı bilmiyordu. Oyunu seyrettikten sonra ne tür bir tiyatro yaptığımızı somut olarak gördü.

Tiyatroya ne zaman başladınız?

Bu zamana kadar profesyonel anlamda tiyatroya başladığım tarihi 1966 olarak söylerdim. Bu tarihten önce de dönem dönem tiyatroyla amatörce uğraşlarım oldu. Birgün "ben niye tiyatroya dört yaşında başladığımı söylemiyorum" diye düşündüm. Babam daha dört yaşında iken beni sırtına alır, Kayseri'nin en meşhur vaizi Demirci Osman Efendi'nin vaazlarına götürürdü. Eve döndüğümüzde de iskemleyi ters çevirir içine minder kor, başıma da sarık sararak Osman Efendi'nin taklidini yaparak vaaz verirdim. İlk okulda bütün faaliyetlere İmam Hatip okulunda bütün faaliyetlere katılırdım.

Peygamberimiz dünyayı oyun ve eğlence olarak vasıflandırıyor. Siz de bu oyun içinde bir oyun oynamayı seçtiniz.

Kendime bir slogan edinmişim: Günah işlemeden bir sanat yapacağım. Bununla sınırlamak alanınızı sınırlamıyor. Evrensel olma şansını kaybetmiyorsunuz. Günah işlemeden de evrensel sanat yapabiliyorsunuz. Hem de kimseye zarar vermeden bunu yapıyorsunuz.

Oyunculuğunuz size dünya hayatının oyun ve oyuncak olduğunu daha iyi anlamada yardımcı oluyor...

Tabii ki kolay hissettiriyor. Müslüman zaten kadere inanır. Bu hayatta kendisine sadece tulüat yapma hakkı tanınıyor. Siz bu tüluatından sorumlusunuz. Yazılmış metin var ortada. Kaderde değiştirilmeyecek yerler vardır. Ama cüzi iradenizle değiştirerek bileceğiniz yerler vardır. Tiyatroda buna tulüat deniyor. Tulüat yapma yetkisi verilmiş size yani.

Yaptığınız tiyatroyu hangi sınıfa dahil ediyorsunuz?

Tiyatro kategorilere ayrılıyor. Ben bu kategorilerden herhangi birine dahil değilim. Dram ile daha iyi anlatılabileceğine iman ediyorsam onunla anlatırım. Trajedi en uygunu ise anlatımda onu yaparım. Komedi, klasik ve modern bir oyun da oynayabilirim. Anlatacağım şeyin en güzel bir şekilde anlatılması. Bunun adı henüz yapılmamış. Tiyatro hiç bir ölçü, hiç bir değer kaale almıyor. Evrensel ismine böyle bir mana veriyorlar. Evrensel olma insanların anlayacağı dili kullanma anlamına gelir. Hakkaniyet ölçülerini çiğneyeyim diye sanat yapmıyorlar. Evrensel olma bütün insanlarda var olan duygulara hitap etmedir.

Yaptığınızı alternatif olarak mı görüyorsunuz, yoksa geleneksel sürecin devamı olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Ben kendimi geleneğin devamı olarak da değerlendirmiyorum aslında. Bizde hep söylenir, Orta oyunu, Meddahlık ve Karagöz devam ettirilmeli diye. Ancak ben bunların bir şartla devam etmesinden yanayım.

Nedir o şart?

Orta oyununun metinlerinin tamamını okudum ben. Bugün bunu oynamaya kalkarsanız insanlar bunlardan hiç anlamaz. Orta oyununda nostaljik olarak aynı metin veriliyor. O tür bir oyunla kimseyi kandırmadığınızı, kimseyi uyutmadığınızı söylüyorsunuz.

Bugüne kadar kaç oyunda oynadınız ve bu oyunlar arasında kendinizi ifade ettiğinize inandığınız oyunlar hangileri?

Bir Avuç Ateş. Üstün İnanç'ın sahneye koyduğu II. Abdülhamid Han. Ki bunun yazarı da Necip Fazıl Kısakürek'tir. İbrahim Sadri'nin de yazmış olduğu "Efendi Hayrettin Süper Star" adlı oyunu. Şimdi de Ulvi Alacakaptan'ın sahnelediği "Başkasının Ölümü" adlı oyunlar kendimi bulduğum ve benim ben olmamda büyük katkısı olan oyunlardır.

Rolle gerçeğin karıştığı ve zorlandığınız anlar oluyor mu?

Evet ama bu daha çok klasik tarzdaki oyunlarda çok olur. Klasik tarz tiyatroda konsantre olmak zorundadır. Olmazsa olmazlarındandır. Salona girer girmez dışardaki kişiliğinizi bırakarak, sanatçı kimliğinize bürüneceksiniz. Sahnede de rolünü oynayacağınız kimsenin karakterine konsantre olacaksınız. Bu kadar yoğunluk ve değişiklik insanı değiştirir.

Bir anda kendinizi kaybedip rolünüzü oynadığınız, canlandırdığınız kimsenin kimliğine, kişiliğine büründüğünüz oluyor mu?

Bu ilk zamanlarda çok oluyor. Çok başarılı oyuncularda bu görülür. Çünkü rollerine çok aşırı konsantre olurlar. Bir arkadaşımız vardı subay rolü için askeri üniformasını giydiğinde ona basit işler yaptıramazdık. Bunu gözlemledik.

Sinemaya ne zaman başladınız?

80'lerde. İlk İsmail Güneş'in televizyon için yaptığı Süleyman Nazif'i anlatan iki bölümlük "Kara Bir Gün" isimli bir diziydi. Süleyman Nazif bir vatansever rolündeydi. İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle yaşananları anlatıyordu. O günden bu güne gerek sinema gerek dizi filmi olmak üzere sinema televizyon için yaklaşık yüze yakın filmde oynadım. Ama sinema bende ikinci planda kaldı.

En beğendiğiniz sinema oyunu hangisi?

Severek oynadığım seyrederken de iyi ki ben bu filmde oynamışım dediğim iki film vardır. Biri, Mehmet Tanrısever'in Sürgün Öğretmen'i, ikincisi de İsmail Güneş'in Çizme adlı filmleridir. 1950'leri anlatan bir filmi vardı, bilirsiniz tek parti dönemini anlatan. Karadenizlileri anlatan. İki film de beni çok etkiledi.

Tiyatro ve sinemada kendinize öncü olarak kabul ettiğiniz sanatçı bir kimse var mı?

Yerli oyunculardan çok beğendiğim kimseler var. Biri Yıldırım Önal, rahmetli oldu. Gerçekten ben onu seyrederken adeta çarpılırdım. Etkileyici ve değişik bir ses tonu vardı. Özelliği olan bir sese sahipti. Öyle konuşmaya çalışmazdı öyle konuşurdu. Sahnede bu sesi biraz daha bariz şekilde duyulurdu. Bunun gibi oyununu taklid ettiğim kimseler vardı. Ancak tarzını, felsefesini taklit etmeye çalıştığım sanatçı yoktu.

Tiyatrodan çok bahsettik ancak, hayat sadece tiyatrodan ibaret değil. Tiyatro dışında, sahne arkası var. İmam Hatip mezunu olduğunuzu söylediniz. Lise sonrasında eğitiminizi devam ettirdiniz mi?

Konservatuara girmek istedim. Ancak, konservatuara girmek çok zordu. Büyük torpil gerekiyordu girmek için. Bu da bizde yoktu ve tiyatroya başladım. Yüksek tahsil yapmadım. Tiyatroya başladığımda bir fabrikaya girdim. O güne kadar Kayseri'de tiyatrodan en çok anlayanlar arasında yer aldım. Büyük Doğu'nun takipçisi idik. Necip Fazıl'ın talebeleri olarak tanınıyorduk. Büyük Doğu dergileri okuyorduk. Arkadaşlar tiyatro faaliyetlerinde bulunduklarında mutlaka beni çağırırlardı. Hz. Osman diye bir oyunu sahneye koydular. Ancak o zaman bu büyük şahsiyetlerin tiyatroda sahnelenmesi taraftarı değildim. Bugün de değilim. Ama yine de gittim yardımcı oldum arkadaşlara. Sonra bu arkadaşlar dağılma tehlikesi geçirdiler. Biz de fabrikayı bırakmak zorunda kaldık. Arkadaşların yardımlarına koştuk. Böylelikle bilfiil tiyatroya girmiş olduk. Şiir vardı, 66, 67'de çıkardığım, ancak çok erken çıkardığımı itiraf etmeliyim, Yalnızlar Rıhtımı diye bir şiir kitabım vardı.

Şiire nasıl yöneldiniz?

Biz Büyük Doğu'ya öyle sarılmıştık ki Necip Fazıl ne yapıyorsa biz de onu yapıyorduk. Konferans da veriyorduk, şiir de yazıyorduk. Tiyatro yetenek ister, şiir yetenek ister.

Ancak şairlik yanınız değil, oyunculuk, tiyatroculuk yanınız daha çok biliniyor, değil mi?

Hani itiraf ettiğim şey vardı ya, erken bastırdığım şiir kitabı, daha tanınmamışken böyle bir şiir kitabı çıkardım. Bu kitap uzun yıllar pek satılmadı. Yani şiir kitabını erken çıkarmanın bana zararı oldu. Bu beni şiirle uğraşmaktan değilse de şiirlerimi bastırmaktan uzak tuttu. Zaten tiyatro da bütün vaktimi alıyor, Bu tür uğraşılara fırsat vermiyordu. Daha çok zamanımızı tiyatro alıyordu.

Ne zaman evlendiniz?

1963'te. Bana katlanan bir hatun var Allah'a şükürler olsun.

Sizinle evlendiğine pişman olmamıştır herhalde?

Hanım olmasa da kayınvalide, ben tiyatrocuya kız vereceğimi bilmiyordum, diyordu. Ancak biz oyunculuğumuzu burada da göstererek bütün bunların hepsi geçecek sabret diye kandırmasını biliyorduk... (tatlı tatlı gülüyor) Ha bir de şunu hatırladım, bir bayram ziyaretine gitmiştim. İnsanın sabrını ölçmek için çaya tuz atarlarmış. Ben bunu bilmiyordum. Kayseri'de bölgesel de olsa, sabrı denemek için böyle bir sınav yaparlarmış. İsyan mı edecek, sabır mı gösterecek daha başka ne gibi tepkiler verecek diye böyle bir sınav yaparlarmış. Böyle bir imtihan da benim başımdan geçti, önüme içi tuz dolu çay getirdiler. Tabi bilmiyordum. Bir yudum aldım, aman Allahım. Dışarıya da belli etmemeye çalıştım. Sohbet esnasında çaktırmadan çayımı kayınpederin çayıyla değiştirdim. O da benim çayı yudumlamamı teşvik etmek için çayı bir yudumladı, önce kocaman gözleri açıldı, bir kayınvalideye, bir etrafına bakındı çaktırmamaya çalışarak, çayı dökmeye koştu. Daha sona gülüşmeler ortalığı aldı.

Kaç çocuğunuz var?

Şu anda, biri imam hatip okulu mezunu kız, biri ilk okula giden erkek olmak üzere iki çocuğum var evde. İki de evli çocuğum var. Bunların büyüğü oğlan, küçüğü kız. Oğlandan iki, kızdan üç torun var. Evet dede olduk. Artık, "dede, dede" diye bağırıyorlar.

Size dede denmesinden rahatsız oldunuz mu?

Hayır sırası geldiğinde insan bekliyor bile. Aslında bu size bir uyarı anlamını da taşıyor. Çocuklar sizi dede diye çağırdığında artık vaktinizin daraldığını da devamlı hatırlatıyorlar. Bu ikazları alıyoruz.

Çevreniz sizi nasıl tanıyor. İnsanların sizin hakkınızda neler düşündüğünü araştırdınız mı?

İnsan realitesinde olduğu gibi, insan etrafında nasıl bilinirse öyle olma gayreti vardır. Tanınmış insanların hayatlarının zorlaşması da biraz buna bağlı. Birileri parmağını uzatarak işte bu Hasan Nail Canat diye gösteriyor. Siz de bu tarihten sonra daha dikkatli yaşamaya başlıyorsunuz. Davranışlarınıza dikkat ediyorsunuz. Giyim ve kuşamınıza dikkat ediyorsunuz. Tiyatrocu olmama rağmen içe dönük bir kişi olarak tanınırım. Sahneye veya mikrofona geldiğimde iyi iletişim kurarım. Ancak ikili ilişkilerde girişken olmadığımı çevrem bilir. Gördüklerimle hemen tanışmak, iş güç sormak, tavsiyelerde bulunmak gibi şeylerde biraz zayıf olduğumu bilirler.

Hasan Nail Canat'a sorsak, "Canat nasıl bir insandır?" diye...

Dünyanın en zor sorusu. Ben sahneden şöyle anlatıyorum: Yalın kılıç sahnelerde mücadele veren biri olarak, metni oynarken metinde geçenlerle birlikte kendimi de anlatmaya çalışırım. Ben de her insan gibi kahramanlıkları, zaafları, günahları olan bir insanım. Parayı sorumsuzca harcayan, zaman zaman da parasız kalan biriyim. Evin geçimini nasıl sağlayacağımı düşünürüm genellikle. Zaman zaman sadaka için ayırdığımı harcadığım olmuştur. Bu günahları da işleyen biriyim. Sabahlara kadar bir kaç vatanı kurtarırken sabah namazını kurtaramayan biriyim. Klasik bir Türk insanıyım. Klasik Türk insanında bulabileceğiniz şeyleri bende de bulabilirsiniz. Kocakarı imanı denen imanı yakalamaya çalışıyorum. Annem sağında cennet solunda cehennem varmış gibi yaşayan bir kadındı. Ama elifi görse mertek sanırdı. Ben de herhalde annemden etkilendim. İmanın sıcaklığını damarlarımda hissetmeye çalışıyorum. İnancımdan taviz vermemeye çalışıyorum. Konferans vermeye giderken gördüğüm ekmeği yerden kaldırmaya tenezzül etmemeyi büyük bir eksiklik olarak görüyorum.

Dediniz ki hanımı hep kandırırdım "ileride hep iyi olacak" diye, bu durum devam ediyor mu?

Yok o kadar da değil. Artık hiç kanmaz oldu, akıllandı. Şimdi o beni kandırıyor.

Roman yazarlığınız da var, biraz da bundan bahsedelim.

1980 yılında biliyorsunuz ihtilal oldu. Oyunlarımızı organize edebileceğimiz dernek ve vakıflar kalmadı. Türkiye'de öğretmenlerin öğrencilere özet çıkarmaları için ödev verecek roman sıkıntısı yaşadıklarını görmüştük. Öğretmenler en az zararlıları ancak tavsiye edebiliyorlardı. Böyle bir ihtiyacı farkettik. Kafamda da bir proje vardı: oyunlarımızı romanlaştırmak. 80 ihtilalinden sonra böyle bir ihtiyaç çıktıktan sonra da oyunlarımı romanlaştırmaya başladım. Seksenlerde başladı roman yazma harekatımız. İlk yazdığım roman Osmancık'tı. Hangi yayıncıya verdiysem okudu ve çok beğendiler. Basıldıktan sonra da ilk baskısı üç ayda bitti. Bugün elimde dokuzuncu ve onuncu romanlarım var. Tam piştiğine inanmadığım için bunu yapmadım. Romanlarımın en az baskı yapanı üç baskı yaptı, en fazla baskı yapan onuncu baskıda. İlk, orta ve lise öğrencilerine yönelik romanlar bunlar. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da tavsiye edilmiş romanlar.

Tiyatroculuğunuz, sinemacılığınız, romancılığınız devam ediyor mu?

Evet,

Şairliğiniz...?

Zaman zaman.

Babalık, dedelik de devam ediyor.

Babalık, dedelik, ev geçindirme telaşı devam ediyor.

Türkü söylediğinizi de duyduk.

Çok güzel şiir okurum ama güzel türkü söylediğimi söyleyen olmadı şu güne kadar.

Biraz mırıldansak.

Şiir oku derseniz okurum ama iyi olmadığım bir alanda beni zorlamanız bana zulüm olmaz mı? (gülüyor) Tiyatro müzikle iç içedir. Bir çok müzikal oyunda ortaya koyduk ama Türkü söyleyemediğim gibi bir enstürüman da çalamam. Belki kulağım kötüdür.

Gençlere bir mesajınız var mı? Evet bu klasik ama çok önemli bir soru. Tiyatro gerçekten zor bir sanat. Özel yeteneklerin yanında özel imkanlar da istiyor. Tiyatro yapmak isteyen gençlere yönelik söyleyeceğiniz şeyler nelerdir?

Tiyatro çok zor bir olay. Özellikle de bizim yapmak istediğimiz tiyatro çok zor. Niye derseniz. Çünkü bugün çok zor günler yaşıyoruz. Takibata uğrayan tiyatro eserleri var... Niye takibata uğradıklarını bilmiyorum. Hiç kimseye haksızlık yapmak istemem. Bilmediğim konuda konuşmam, bu konuda da detaylı konuşacak değilim. Oyunları seyretmeden haklarında hiç bir şey söyleme yetkisine sahip değilim. Ama gözlerimizin önünde bazı kanunlar çiğneniyor. Şöyle çiğneniyor: Hiçbir oyun metni daha önceden hiçbir kurum tarafından istenmez. Bu anayasal bir emirdir. Hiç bir kurum oynayacağınız oyunun metnini isteyemez. Ama bugün yetkililer televizyonlarda boy gösterip, Valiliğe verdikleri metin ile oynadıkları oyun arasında şöyle farklılıklar var gibi laflar ediyorlar. Aslında bunlar bakın bizler göz göre göre kanunları çiğniyoruz diyorlar. Kanun koyucular kanunları çiğnerlerse, asıl kanunlara uymakla görevli insanlara kanunlara uyup uymadıklarını sorma hakkı da olmaz. Ben bunu söylemek zorundayım, gerçekten gözümüzün önünde böyle fecaatler oluyor. Ben tiyatroda fazla ses çıkarmaya, fazla gürültü çıkarmaya, insanı tahrik edici şeyleri yapmaya taraftar değilim. İnsanlara insani değerleri anlatan bir yerdir. Tiyatro benim niçin en güzel bir sanat dalıdır. Ben gülün yaprağına, gülü incitmeden şarkı sözü yazmaktır diye tanımlıyorum tiyatroyu. Böyle hassas bir sanatın icra edildiği yerlerde, buralarda sloganvari kaba saba şeylerin yapılmasına karşıyım. Böyle davrandığınız sürece, seyirciye hiçbir şey veremezsiniz.

İnsanlar tiyatroya niçin gelirler?

İnsanlar tiyatroya birşeyler için gelirler. Buraların asıl maksadı budur. Halk okuludur. Birşeyler anlamak, hoşça bir vakit geçirmek için gelirler. Su içmek için pınara gelene, haberi olmadan içeceği suya ilaç zerketmeye çalışmak doğru değil. Tiyatroya gelen, tiyatro seyredecektir. Eğer bir hastalığı varsa gider doktora. Ha şuna da hakkımız yok: Bir kimse hangi inanca bağlı olursa olsun inancıyla, yuvasıyla, ülkesine bağlılığıyla, akraba ve insanî ilişkileriyle alay etmeye de hakkımız yok. Bütün değerlere saygılı davranmak zorundayız. Hindistan'da yaşasaydık, ineklere saygısızlık yapamazdık. Bu ülkede de bu milletin çok asil değerlerine saygısızlık yapamayız. Tiyatronun, sanatın genel felsefesini anlattıktan sonra söyleyeceğim şudur: Eğer tiyatro yapacaksanız tiyatroyu bilmeniz lazım, tiyatroyu öğrenmeniz lazım. Ve tiyatro yapacağınız zaman karşınıza çıkan zorluklar, sizi şimdiden yıldırmamalı. Toplumun saygın yerine gelip oturacaksınız. Bunun da bir faturası var, bu faturayı da öğreneceksiniz.

Çok teşekkür ediyoruz, geldiniz, sohbet ettik. Tarihçe-i hayatınızın bir muhasebesini, özetini yaptınız. Bütün bunlardan sonra neler hissettiniz?

Çok değişik bir röportaj oldu. Bir birine benzeyen röportajlardan bıktığım şu dönemlerde çok ilginç sorularla karşılaşmam doğrusu beni şaşırttı. Güzel oldu. Kendimi anlatırken kendimi sorgulama fırsatı da buldum. Çok sağolun, Allah razı olsun.
Hasan Nail Canat Hoca'yı rahmetle ve özlemle yad ediyoruz...
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
yüzü yabancı gelmiyor ama nerdeyse hiç tanımıyorum..bu yazı fikir vermesi bakımından önemli eger sanat ve dallarında müslümanların daha aktif olmalarını dileyenlerdenseniz. "sır kapısı" ve türevleri dışında neler yapabilmiş, ne kadar kendinden taşabilmiş incelenesi bir hayat bence. güncellensin belki birilerinin daha ilgisini çeker :)
 
Üst