DJ MESNEVI
Doçent
- Katılım
- 17 Haz 2006
- Mesajlar
- 1,462
- Tepkime puanı
- 3
- Puanları
- 0
KAYIP HAZİNE 62. Sayı
Şubat 2006
Daha gençlik yıllarıydı, üniversitede okuyor ve sık sık Ankara’dan memlekete ailesinin yanına gidip geliyordu… Bu uzun tiren ve otobüs yolculuklarında düşünür, hayatın ona göre anlamını sorgulardı bazen.
Yine öyle bir yolculukta… Kompartumanın iki kişilik koltuklarından, pencere kenarındakinde seyahat ediyordu. Boş gözlerle uzayıp giden ovalara göz gezdirirken, iç dünyasında şekillenmeye başlayan bir düşünce kervanının içinde buluverdi kendini…
Birden başını bir yere toslamış gibi durdu ve düşünmeye başladı; tirende, otobüste… Nedense, uzun yolculuklarda, çeşitli duygu ve düşünceler kaplıyordu içini…
Genelde 'laciverdimsi' duygulardı bunlar; hüznün 'mor'luğu, güçlüklerin 'siyah'lığı, hasretin 'kızıllığı…
“Ne kadar da gafilim!” Dedi kendi kendine. “Sanki kısa yolculuklarım bunlardan farklı mı!..” Hatta, daha 'laciverdimsi' olanlar bile vardı içlerinde… Şehrin sıkıntılı otobüsleri, devamlı korna çalan arabaları, ruhunu ezen kalabalıklarıyla sokakları, daha mı rahattı sanki?!..
Aniden, içinde yankılanan bir ses duydu: "Ey yolcu! Yolunda onca güçlüklere katlandığın bunca 'yolculuğun' manası ne? Asıl sen bu hayat serüveninde nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun, kimsin ve necisin?!.." Diye sert bir uyarı tonuyla adeta beyni titredi!...
Şaşırmış, adeta afallamıştı… başıdönüyor… bunalıyordu...
İçindeki 'yolculuk soruları' büyüyor... “Ben kimim? Neden buradayım? Nereden geliyor ve nereye gidiyorum?” Diye yüzlerce, hatta binlerce soruya muhatap oluyordu.
Birine cevap vermeye kalksa, bir diğeri çekiştiriyordu yakasını ‘Peki bunun anlamı nedir?’, ‘Öyleyse o niçin vardır?’ ‘Peki şu niye öyledir?’ vs…
Soruların beynine saplandığı noktada, çaresiz… inançlarının kapısını çaldı… “Öyle ya, neye inanıyorsam, hangi dünya görüşüyle yaşıyorsam, o görüşe göre, birbiriyle tutarlı, çelişkiye düşmeyen, sağlam ve net cevaplarım olmalıydı. Peki, bu sorulara verecek cevapları var mı benim inanç dünyamın?...” diye geçirdi içinden hızlıca.
“Eyvah!... 'Çıt!' Yok! Adeta deliriyorum!..” Diye düşündü… Nasıl olur da bunca yıl arkasından koşturduğu 'inançları' ona ihanet ederdi!.. “İnançlarım bana hep 'keyfine bak bundan öte dünya yok' derdi.. Şimdi bu 'yolculuk soruları da nereden çıktı' diyesim geliyor... ama düşünmeden de edemiyorum doğrusu…” Diye hayıflandı kendi kendine.
Ve sonra, “Galiba içimdeki ses haklı. Evet, uğrunda bunca 'laciverdimsi'liğe katlandığım ‘yolculuklarım' bana ne anlatıyor, bunca koşuşturmanın manası ne, dahası niçin 'yolculuk' ?!..” Diye geçirdi içinden.
İnanç ve inançsızlık bir anda kaplıyordu içini!.. Yağmur yüklü bulutların arasından gah gizlenip gah açığa çıkan güneş gibi, bir kararıyor, birden aydınlanıyordu içi dünyası…
En iyisi duyguları bir kenara bırakıp akıl ve mantık yoluna girmek ve biraz da vicdanının sesini dinlemekti...
'Yolculuk soruların'ı soran tarafa dedi ki:
- Sen söyle bakalım ben neciyim, nereden geliyor ve nereye gidiyorum? Soru soran ses bu defa cevap verdi:
- 'Hiçbir şey sahipsiz olamaz, senin de bir sahibin var ve seni denemek için bir yolculuğa göndermiş.. Seni bir ticaret yeri olan bu dünyaya karlı bir ticaret yapasın diye koymuş.. Bakalım onun sana verdiği sermayeyi iyi kullanıp, aslında yine onun olan mallarını onun adına satıp, çok daha büyük -fakat bu dünyada sana ancak emanet olarak verilen- bir serveti kazanmaya layık olabilecek misin! Mesela sıhhatin, malın ve vaktin senin bu servetindendir. Şimdi mal senindir, dilediğini yap; ister onun adına çalıştır, hem malını kaybetmek gibi korkulardan kurtul -çünkü zarar da etsen kar da etsen o senin adına onları 'kar' hanesine yazar- ve hem o asıl serveti kazan; istersen binbir güçlük içinde, 'kendine ait bir servet' edinmeye çalış ve sadece bu dünya için geçerli olup sana daha sonra bir fayda vermeyecek olan 'sahte' bir serveti, geçici bir 'bekçi' gibi elinde tut, bütün sıkıntıyı ve mesuliyeti üzerine al!..
Doğrusu bu cevap üzerine önce oldukça şaşırmış, biraz düşündükten sonra hak vermeye başlamıştı ki birden diğer yönüne, 'Keyfine bak, bundan öte dünya yok' diyen tarafa döndü:
- Bir de sen cevap ver bakalım 'Ben neciyim...?' O ses alaycı bir tonla:
- Sen ona aldırma, senin sahibin yine sensin. Buraya nereden geldiğin ve nereye gideceğin konusunda bir şey söyleyemem. Fakat bunların ne önemi var, işte sen buradasın ve sahip olduğun sıhhat ve parayla istediğini elde edebilirsin, aklını kullan, gençsin zekisin, zevkine bak gününü gün et, böyle sorularla da rahatını bozma ve bozmak isteyenlere de izin verme!..' diyordu.
“Hangisi haklı acaba?” Diye düşünmeye başladı… İyice düşünüp kendine bakınca, mükemmel bir sistem halinde yaratılan bedenini, düşünme, hayal etme ve kurgulama gibi yeteneklerini gözden geçirdi. Düşünmenin nasıl gerçekleştiği üzerinde kafa yordu…
“Evet” dedi, “Bütün bu harikulade sistemleri ben yapmadım. Başka bir insan da yapmadı. Beni çeşitli sebepleri kullanarak bir yaratan var olmalı?” Ve birden asıl böyle düşündüğüne hayret etti!...
“Elbette böyle düşüneceğim, çünkü ben müslümanım, elhamdülillah!” Diye kalakaldı…
Birden kimliğini, neliğini ve neden bu git-geller içerisinde bocaladığını uzun uzun düşündü…
“Evet, ben ki müslümanım, inancımın gerektiği gibi düşünmekten ve yaşamaktan ne kadar uzaklaşmışım. Ve beni ‘gününü gün et! Aldırma hiçbir şeye!..’ diyen tarafım, şeytanın yönlendirmesiyle kandıran nefsim olsa gerek…” dediği anda, içinde büyük bir huzur güneşi doğmaya başladı…
Ardı arkası kesilmeyen o soruların yerini, içini ferahlatan ‘Elhamdülillah ki müslümanım…’ mırıltısı almaya başladı… bu sözü üç defa daha tekrarladı içinden…
Ardından sanki bir gerçeği yeni keşfediyormuş gibi dilinden yüksek sesle şu sözler dökülmeye başladı: “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh!”
Bunu öyle sesli söylemişti ki, yanındaki ihtiyar amca, birden paniklendi, omzundan tutarak genci, şöyle bir sarstı ve:
- Evlat neyin var senin? İyi misin?
- Sağol amca, bir şeyim yok iyiyim, dedi, sessizce.
Şimdi içinde, yeniden hayata gelmiş gibi bir mutluluk vardı. Kayıp hazinesine kavuşmuştu sanki, iman hazinesine…
SÜLEYMAN KARAKAŞ
Gülistan Dergisi Editör
http://www.gulistandergisi.com
Şubat 2006
Daha gençlik yıllarıydı, üniversitede okuyor ve sık sık Ankara’dan memlekete ailesinin yanına gidip geliyordu… Bu uzun tiren ve otobüs yolculuklarında düşünür, hayatın ona göre anlamını sorgulardı bazen.
Yine öyle bir yolculukta… Kompartumanın iki kişilik koltuklarından, pencere kenarındakinde seyahat ediyordu. Boş gözlerle uzayıp giden ovalara göz gezdirirken, iç dünyasında şekillenmeye başlayan bir düşünce kervanının içinde buluverdi kendini…
Birden başını bir yere toslamış gibi durdu ve düşünmeye başladı; tirende, otobüste… Nedense, uzun yolculuklarda, çeşitli duygu ve düşünceler kaplıyordu içini…
Genelde 'laciverdimsi' duygulardı bunlar; hüznün 'mor'luğu, güçlüklerin 'siyah'lığı, hasretin 'kızıllığı…
“Ne kadar da gafilim!” Dedi kendi kendine. “Sanki kısa yolculuklarım bunlardan farklı mı!..” Hatta, daha 'laciverdimsi' olanlar bile vardı içlerinde… Şehrin sıkıntılı otobüsleri, devamlı korna çalan arabaları, ruhunu ezen kalabalıklarıyla sokakları, daha mı rahattı sanki?!..
Aniden, içinde yankılanan bir ses duydu: "Ey yolcu! Yolunda onca güçlüklere katlandığın bunca 'yolculuğun' manası ne? Asıl sen bu hayat serüveninde nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun, kimsin ve necisin?!.." Diye sert bir uyarı tonuyla adeta beyni titredi!...
Şaşırmış, adeta afallamıştı… başıdönüyor… bunalıyordu...
İçindeki 'yolculuk soruları' büyüyor... “Ben kimim? Neden buradayım? Nereden geliyor ve nereye gidiyorum?” Diye yüzlerce, hatta binlerce soruya muhatap oluyordu.
Birine cevap vermeye kalksa, bir diğeri çekiştiriyordu yakasını ‘Peki bunun anlamı nedir?’, ‘Öyleyse o niçin vardır?’ ‘Peki şu niye öyledir?’ vs…
Soruların beynine saplandığı noktada, çaresiz… inançlarının kapısını çaldı… “Öyle ya, neye inanıyorsam, hangi dünya görüşüyle yaşıyorsam, o görüşe göre, birbiriyle tutarlı, çelişkiye düşmeyen, sağlam ve net cevaplarım olmalıydı. Peki, bu sorulara verecek cevapları var mı benim inanç dünyamın?...” diye geçirdi içinden hızlıca.
“Eyvah!... 'Çıt!' Yok! Adeta deliriyorum!..” Diye düşündü… Nasıl olur da bunca yıl arkasından koşturduğu 'inançları' ona ihanet ederdi!.. “İnançlarım bana hep 'keyfine bak bundan öte dünya yok' derdi.. Şimdi bu 'yolculuk soruları da nereden çıktı' diyesim geliyor... ama düşünmeden de edemiyorum doğrusu…” Diye hayıflandı kendi kendine.
Ve sonra, “Galiba içimdeki ses haklı. Evet, uğrunda bunca 'laciverdimsi'liğe katlandığım ‘yolculuklarım' bana ne anlatıyor, bunca koşuşturmanın manası ne, dahası niçin 'yolculuk' ?!..” Diye geçirdi içinden.
İnanç ve inançsızlık bir anda kaplıyordu içini!.. Yağmur yüklü bulutların arasından gah gizlenip gah açığa çıkan güneş gibi, bir kararıyor, birden aydınlanıyordu içi dünyası…
En iyisi duyguları bir kenara bırakıp akıl ve mantık yoluna girmek ve biraz da vicdanının sesini dinlemekti...
'Yolculuk soruların'ı soran tarafa dedi ki:
- Sen söyle bakalım ben neciyim, nereden geliyor ve nereye gidiyorum? Soru soran ses bu defa cevap verdi:
- 'Hiçbir şey sahipsiz olamaz, senin de bir sahibin var ve seni denemek için bir yolculuğa göndermiş.. Seni bir ticaret yeri olan bu dünyaya karlı bir ticaret yapasın diye koymuş.. Bakalım onun sana verdiği sermayeyi iyi kullanıp, aslında yine onun olan mallarını onun adına satıp, çok daha büyük -fakat bu dünyada sana ancak emanet olarak verilen- bir serveti kazanmaya layık olabilecek misin! Mesela sıhhatin, malın ve vaktin senin bu servetindendir. Şimdi mal senindir, dilediğini yap; ister onun adına çalıştır, hem malını kaybetmek gibi korkulardan kurtul -çünkü zarar da etsen kar da etsen o senin adına onları 'kar' hanesine yazar- ve hem o asıl serveti kazan; istersen binbir güçlük içinde, 'kendine ait bir servet' edinmeye çalış ve sadece bu dünya için geçerli olup sana daha sonra bir fayda vermeyecek olan 'sahte' bir serveti, geçici bir 'bekçi' gibi elinde tut, bütün sıkıntıyı ve mesuliyeti üzerine al!..
Doğrusu bu cevap üzerine önce oldukça şaşırmış, biraz düşündükten sonra hak vermeye başlamıştı ki birden diğer yönüne, 'Keyfine bak, bundan öte dünya yok' diyen tarafa döndü:
- Bir de sen cevap ver bakalım 'Ben neciyim...?' O ses alaycı bir tonla:
- Sen ona aldırma, senin sahibin yine sensin. Buraya nereden geldiğin ve nereye gideceğin konusunda bir şey söyleyemem. Fakat bunların ne önemi var, işte sen buradasın ve sahip olduğun sıhhat ve parayla istediğini elde edebilirsin, aklını kullan, gençsin zekisin, zevkine bak gününü gün et, böyle sorularla da rahatını bozma ve bozmak isteyenlere de izin verme!..' diyordu.
“Hangisi haklı acaba?” Diye düşünmeye başladı… İyice düşünüp kendine bakınca, mükemmel bir sistem halinde yaratılan bedenini, düşünme, hayal etme ve kurgulama gibi yeteneklerini gözden geçirdi. Düşünmenin nasıl gerçekleştiği üzerinde kafa yordu…
“Evet” dedi, “Bütün bu harikulade sistemleri ben yapmadım. Başka bir insan da yapmadı. Beni çeşitli sebepleri kullanarak bir yaratan var olmalı?” Ve birden asıl böyle düşündüğüne hayret etti!...
“Elbette böyle düşüneceğim, çünkü ben müslümanım, elhamdülillah!” Diye kalakaldı…
Birden kimliğini, neliğini ve neden bu git-geller içerisinde bocaladığını uzun uzun düşündü…
“Evet, ben ki müslümanım, inancımın gerektiği gibi düşünmekten ve yaşamaktan ne kadar uzaklaşmışım. Ve beni ‘gününü gün et! Aldırma hiçbir şeye!..’ diyen tarafım, şeytanın yönlendirmesiyle kandıran nefsim olsa gerek…” dediği anda, içinde büyük bir huzur güneşi doğmaya başladı…
Ardı arkası kesilmeyen o soruların yerini, içini ferahlatan ‘Elhamdülillah ki müslümanım…’ mırıltısı almaya başladı… bu sözü üç defa daha tekrarladı içinden…
Ardından sanki bir gerçeği yeni keşfediyormuş gibi dilinden yüksek sesle şu sözler dökülmeye başladı: “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh!”
Bunu öyle sesli söylemişti ki, yanındaki ihtiyar amca, birden paniklendi, omzundan tutarak genci, şöyle bir sarstı ve:
- Evlat neyin var senin? İyi misin?
- Sağol amca, bir şeyim yok iyiyim, dedi, sessizce.
Şimdi içinde, yeniden hayata gelmiş gibi bir mutluluk vardı. Kayıp hazinesine kavuşmuştu sanki, iman hazinesine…
SÜLEYMAN KARAKAŞ
Gülistan Dergisi Editör
http://www.gulistandergisi.com