Gülen-Erbakan karşı karşıya

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
'Gülen'e haddini bildirin'

Tedavi amacıyla ABD'ye giden Fethullah Hoca, yeni hükümet ANASOL-D 'nin kurulmasından birkaç ay sonra, ağustos ayının sonunda RP'yi hedef alan ilginç bir konuşma yaptı: ''RP davası bitmeden seçime gidilmeli. O zaman fazla oy alamazlar.''
Fethullah Gülen, ''RP'nin Anayasa Mahkemesi'nde devam eden kapatılma davası sırasında seçime gitmenin daha akıllıca olduğunu'' belirtiyordu. ''Böylece RP'ye giden oyların önü kesilir. Çünkü seçmen, kapatılma davası süren bir partiye oy vermek istemez.''
Gülen'in RP'ye yönelik bu son sözleri, RP'lileri çılgına döndürdü. ''Ülkedeki bütün güçler'' üzerine gelip, parti hakkında kapatma davası açılırken Fethullah Gülen RP ile uğraşanlarla işbirliği yapıyor, dahası ''RP'nin defterinin dürülmesi'' için akıl veriyordu. Bu durum sadece RP'lileri değil, RP'nin dışında kalan İslami çevreyi de kızdırmıştı.
RP'liler Zaman gazetesinin telefonlarını adeta kilitliyordu. Birbirinden ağır sözler, hakaretler, öfkeler, küfürler ardı ardına sıralanıyor ve Zaman gazetesi yöneticileri ile çalışanlar bu protestolar yüzünden çalışamaz duruma geliyordu.
''Siz çok iğrençsiniz, çok aşağılıksınız. Allah, Hocanızın da, hepinizin de belasını versin!..'' ''İslam adına faaliyet gösteriyorsunuz, bu mu İslamiyet?.. Siz düşmanın ordusunda İslama karşı savaş veren zavallı neferlersiniz...'' ''Bizim başımıza gelenlere sevinmeyin. Bir gün size de sıra gelecek!.. Ama biz, sizin yaptığınız hainliği yapmayacağız, size biz destek olacağız.''
Telefon açanların kimisi ağlıyor, beddua ediyor, kimileri de ana avrat sövüyordu. Zaman gazetesi mensupları birkaç gün kendine gelemedi.
Buna benzer tepkiler, RP'yi destekleyen gazetelere ve yazarlara da gösteriliyordu. ''Şu Fethullah'a saygılı davranmayı, hocaefendi filan demeyi bırakın artık. Haddini bildirin, eleştirin.'' ''Şu adam hakkında yazın artık bir şeyler. Yetti bu Fethullah'ın yaptıkları.'' ''Bize kötülükten başka bir şey yapmayan, hep kuyumuzu kazan bu adama neden sessiz kalıyorsunuz?..''
Yoğun tepkiler karşısında Zaman gazetesi, ''konuşmanın yanlış anlaşıldığı'' gerekçesiyle, Fethullah Gülen'in konuşmasının tamamını yayımladı. Ama RP ile söyledikleri sansürden geçmişti!
Bu konuda yazı yazılması talep edilen yazarların başında Yeni Şafak gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren geliyordu. 2 Eylül'de ''Yoğun gündem içinden Hocaefendi'yi seçmek'' başlığıyla bir yazı yayınladı.
Taşgetiren yazısında, Fethullah Gülen'in imam-hatipler hakkında yaptığı olumsuz konuşmaya ve RP'ye yüklenmesine değiniyordu. ''Hocaefendi'nin sözlerinden Refah'lı dostların üzüldüğü muhakkak. Hocaefendi bu üzüntünün 'Türkiye'nin gerçeği' hesabına hazmedilmesi gerektiğini ifade etmek istiyor. Ama ben Hocaefendi'nin sözlerine yönelik üzüntünün, Refah'la sınırlı olmadığını biliyorum. Öyle insanların tepkilerine tanık oldum ki, Hocaefendi onları üzmek istemezdi eminim. 'Hocaefendi sisteme taktik veriyor' diye bir değerlendirme ne kadar acıdır. Nerede Refah'ın kapatılmasına ilişkin küçücük bir tepki ifadesi...
Bu yazı, Fethullah Hocaefendi'yi üzecek biliyorum. Onu sevenleri de üzecek. Belki kimi okuyucularım da, kendi yüreklerindeki tepkiye denk bulmayacaktır yazımı. Derin bir acı duyduğumu söylemeliyim.''

28 Şubat kararlarından sonra türbana gelen yasak şeriatçıları harekete geçirdi. 8 yıllık zorunlu eğitime karşı çıkan şeriatçılar devamlı gösteri yaptılar.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Fethullah Gülen cemaati, 'en hoşgörülü camia' iken ' en karanlık örgüt' imajına sahip olmuştu

Önce Erbakan yıkıldı, sonra Gülen



Şubat ayında Papa ile görüşünce Fethullah Gülen 'in prestiji daha da arttı. Türkiye'nin ''manevi önderi'' konumuna geldi. Gazeteciler ardı ardına konuşmalar yaptılar, televizyonlar programlar hazırladılar. Fethullah Gülen ve okulları yine övülerek gündeme getirildi ve görkemli davetler sürdü.
İki ana gövdeden biri yıkılmış, meydan Fethullah Gülen ve cemaatine kalmıştı... Fethullah Hoca ve cemaati için kâbus dolu günler hiç de beklenmedik bir zamanda gelecekti. Hem de en uygun bir dönemde ve hükümette...
DSP-MHP-ANAP hükümeti Fethullah Gülen ve cemaati açısından da en uygun hükümetti. Çünkü cemaatin DSP'ye oy vermesi sağlanmış; tamamı olmasa da Fethullah Gülen cemaatinin üst kısmı, okullardaki, yurtlardaki görevliler, Işıkevleri'nde bulunanlar, yani cemaatin bel kemiği DSP'ye oy vermişti. Fethullah Gülen yine ''tedavi'' nedeniyle ABD'deydi. 21 Mart 1999'dan beri kaldığı ABD'de durumdan memnundu. DSP-MHP-ANAP hükümeti kurulunca, ''tam aradığı hükümet'' oluştuğu için Fethullah Gülen rahatlamıştı. Bülent Ecevit 'in başbakan olması her şeyin üstündeydi ve cemaat için bir teminattı. FP gerilemiş, CHP barajın altında kalmıştı. Ortam Fethullah Gülen ve cemaati için ''dikensiz gül bahçesi'' denebilecek kadar uygundu. Şimdi daha da gündeme oturma, faaliyetleri hızlandırma ve daha da büyüme zamanıydı. Mayıs ayında, Türkiye'deki ''beyin takımından'' da ''ortam müsait'' işareti gelince, Fethullah Gülen Türkiye'ye dönmeye karar verdi.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Fettullah Hoca ABD'den dönmeye hazırlanırken


Türkiye'ye dönmek için hazırlıklarını tamamlayan Fethullah Gülen, tam dönecekken... Telekulak skandalı patlak verdi. 11 Mayıs günü gazetelerde yer alan haberler, Türkiye'de yaşayanlar için çok da ilgi çekici değildi ama, ABD'den dönmeyi Fethullah Gülen'e erteletecek kadar önemliydi. Aslında, Fethullah Gülen ve cemaati için ''sonun başlangıcıydı'' .
Bir anda, polis teşkilatında kavga olduğu, Fethullahçı polislerle diğerleri arasında kavgadan öte savaş yaşandığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Star grubunun bir süre önce yayınına başlayan Star gazetesi, ''Polis savaşı'' na odaklandı ve Fethullah Gülen'den sıkça bahsedilen yayınlar yapmaya başladı. Star gazetesi ısrarla Fethullah Gülen'le bağlantı kuruyordu. 13 Haziran'daki manşeti: ''Dokunan Gidiyor'' du. Habere göre, Fethullahçılar raporunu hazırlayanlar açığa alınmıştı. 14 Haziran'da Star'ın manşeti ''DEPREM'' di. Manşetin altında ise şunlar yazılıydı: ''İşte, Cumhuriyet rejimine karşı en sinsi örgütlenmenin gerçek yüzü.''
Zaman gazetesi Star'ın yayınlarına karşı savunmaya geçmek zorunda kaldı. Star'ın yayınları hiç bitmeyecekmiş gibi ardı ardına sürünce, kaygı ve endişe cemaate sinmişti. Bu duygu Zaman gazetesindeki savunma yazılarında da hissediliyordu. Bu konuyla Show TV de ilgilendi ve Reha Muhtar , ABD'de bulunan Fethullah Gülen'le canlı bağlantı kurarak gündemdeki olayları sordu. ABD'den konuşan Fethullah Hoca, cumhuriyeti ve Atatürk 'ü sevdiğini, Atatürk'ün bir deha olduğunu anlattı. Reha Muhtar'ın ardı ardına yönelttiği, ''Atatürk'ü seviyor musunuz, bir daha söyler misiniz'' sorularına cevap verdi.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Ve... Fethullah Gülen düğmesine basılıyor
18 Haziran 1999 Cuma günü Fethullah Gülen ve cemaati için kâbusun başladığı kara gün olarak tarihe geçecekti. Sabah Grubu'na ait atv , ''Türkiye sarsılacak!..'' alt yazısını geçiyordu sürekli. Ali Kırca 'nın sunduğu Ana Haber Bülteni'nde, ''Türkiye'yi sarsacak!..'' bir haberin kamuoyuna duyurulacağı anonsu ardı ardına ekranda geçiyordu.
Ve Ali Kırca, Fethullah Gülen'e ait bir video kasetle başladı programına. Fethullah Gülen konuştukça, Türkiye sarsıldı gerçekten. Çünkü konuşan Fethullah Hoca, bambaşka biriydi. Hoşgörü abidesi olarak takdim edilen ve geniş kesimlerce de böyle kabul edilen Fethullah Hoca, ''devleti sinsice nasıl ele geçireceklerini'' anlatıyordu bu kasette. Birbirinden ilginç şok sözler, izleyenleri dehşete düşürüyordu. Fethullah Gülen, şimdi atv'de yayımlanan kasette, ''Cumhuriyet rejimini 'yavaş yavaş' nasıl yıkacağını'' açıklıyordu. ''Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan... Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak, çok çok önemli bir manevradır.''
''Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek tepemize binerler. Başka kuvvetler var bu ülkede. Bunları hesap ederek temkinli yürümekte yarar var.''
''Taa ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse yara almadan geriye gelme meselesi. Gelecek adına çok önemli esaslardır, hususlardır. Gelecek için bunlara mutlaka riayet edilmelidir.''
''Adliyede, Mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.''
Fethullahçılar korkuyla, ''Her şey bitti!'' hayıflanmalarıyla bakıyorlardı ekrana. En büyük şoku doğal olarak yaşayan kesim hiç şüphesiz onlardı. Kendilerine hiç dokunulmayacak, hiçbir zaman bu boyutta bir kampanyaya hedef olunmayacak duygusu yerle bir olmuştu. Bugüne kadarki 'kazanımları' sıfırlanmıştı bir anda. 65 milyonun gözünde ''ikiyüzlü'' , ''asıl şeriatçılar'' konumuna indirgenmişlerdi. ''Bu sefer bizim işimizi bitirdiler. Artık sıra bize geldi'' sözleri, Fethullahçıların o akşam en çok konuştukları sözlerdi.
Ama Fethullahçıları asıl düşündüren, bugüne kadar zor zamanlarında hiç sahiplenmedikleri, tam tersine ''sistemle işbirliği'' yapıp üzerine gittikleri, aleyhlerinde bulundukları dini çevrelerin yüzüne nasıl bakacaklarıydı.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
'Gülen'i de vururlar!'

atv'den Ali Kırca vasıtasıyla basılan düğme, Fethullah Gülen ve cemaatinin çok yükseklerden yere çakılması anlamındaydı. Kasette ''Devletin gizlice ele geçirilmesi'' yayımlandıkça düşüş süratleniyordu. Ekrana bağlanan Fethullahçılar panik içindeydi.
18 Haziran gecesi, Fethullahçılar için kâbus dolu uzun bir geceydi. atv'nin yayını bitmek bilmiyordu. Ana Haber'den sonra aynı konu Siyaset Meydanı programında da geç saatlere kadar işlenmişti. Ali Kırca o akşam, ''yarın çıkacak'' Sabah gazetesini de ekranlardan göstermişti. Sabah gazetesinin birinci sayfasında yayımlanan ''MASKE DÜŞTÜ'' manşeti dikkat çekiciydi. Göbekten Fethullah Gülen'in büyük bir resmi yayımlanmıştı.
Ertesi günü sadece Sabah'ta değil, bütün gazetelerde Fethullah Gülen haberleri vardı. Evlerde, sokaklarda, kahvelerde, işyerlerinde değişik yorumlar gün boyu sürecekti. Bazıları, ''nasıl olup da'' Fethullah Gülen'in üzerine gidilebildiğine şaşacaktı. Sabah gazetesi, ''MASKE DÜŞTÜ'' manşetinin altına şunları yazmıştı: ''Fethullah Gülen'in devleti ele geçirmek için nasıl takıyye yapılacağını anlattığı kaseti ortaya çıktı.''
Alt alta yer alan spotlarda, kasetten önemli sözler yer almıştı.
* ''Müslümanların belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır. Huruç diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa, dünya Cezayir'deki gibi başlarını ezer.''
* ''Bir yanlışlık falso yaratır. Ve bu falsoyla yediğimiz mağlubiyeti telafi edemeyiz. Bu defa onlar sizi kıskıvrak derdest ederler, bir daha da belinizi doğrultmanıza fırsat vermezler. Hafazanallah.''
Yaklaşık 15 gün sürecek bir kâbus Fethullah Gülen ve cemaatinin üstüne adeta çöreklenmişti. Her gün, bir önceki günden beterdi. Bütün gazeteler ve televizyonlar bu işin peşindeydi. Fethullah Gülen'in Demirel' i, ''geri zekâlı'' yerine koyan sözleri, CHP ve DSP'ye ''canları cehenneme'' deyişi bile bulunup çıkarılmıştı.
Gazetelerde Fethullah Gülen'in gerçek yüzünü ortaya koyan ve ipliğini pazara çıkaran diziler başlamıştı.
Çoğu yazar, ''aldatıldığını'' itiraf etti. Rauf Tamer' in yazısı, bu konuda en ilgi çeken yazıydı.
''Şimdi kendimizi aldatılmış, kandırılmış insanlar olarak görüyoruz.
Ne fena bir duygu bu.
Nihai hedefe ulaşmak için demek ki, Şevki Yılmaz' dan bir farkı yokmuş onun.
Kaseti dinleyince işte bu duygulara kapıldık... Ve adeta çakıldık...Bizi kahreden şey, sadece kandırılmış olmak. Çünkü 75 yıldan beri, Türkiye hiç bu kadar kandırılmadı.'' (20 Haziran)
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
FP'lilerin olaya tepkisi

FP'lilerin bu olaya tepkisi hiç şüphesiz ''Oh olsun!..'' cümleleriyle başlıyordu. Onlara göre Fethullah Gülen böyle bir muameleye müstahaktı. O adamın kendileri aleyhinde yaptıklarının yanında bu yapılanlar az bileydi. Şimdi kol kola, el ele olduğu ve birlikte RP aleyhine atıp tuttuğu çevreler bırakıvermişti Fethullah Hoca'yı. Önce RP'yi haklamışlar, RP kapatıldıktan bir yıl sonra da ''işbirlikçi'' Fethullah'ı harcamışlardı. ''Daha beter olsun!..'' diyenler çoktu.
Fakat tabanları böyle düşünse de kaset olayı patlak verince, RP ve diğer dini kesimler ''Fethullahçıların yaptıklarını yapmamışlar'' dı ve Fethullah Gülen ile cemaatine parti ve basın olarak sahip çıkmışlardı. İlk günlerin şaşkınlığını atlatmaya çabalayan Zaman gazetesi ve yazarları, ''hiç sevmedikleri'' Akit'in, ''asla beğenmedikleri'' Milli Gazete'nin ve Yeni Şafak'ın kendilerini destekleyen manşetlerini görünce utandılar, yerin dibine geçtiler ama.. bir yandan da rahatladılar. ''Biz onlara çok kötülük yaptık, ama onlar bize sahip çıktılar.. gerçek dostlarımız onlarmış'' duygusuna kapıldılar. İslamcı gazetelerin yöneticilerine telefonlar açıp ''teşekkür ettiler'', ''Hakkınızı helal edin'' itirafları yaptılar, ''Allah razı olsun'' diye dua ettiler.
Ferhat Barış ile diğer Zaman gazetesi yazarları, ''kampanyayı başlatanların'' ve ''kartel medyasının'' ipliğini pazara çıkaran yazılar yazmaya başladılar. ''Hoşgörü dönemi'' artık sona ermişti, ''saldırı'' dönemi başlamıştı. Ali Kırca'nın geçmişte devleti yıkmak için çalışan bir militan olduğu açıklandı. İsmet Solak da öyleydi. Zaman gazetesi nihayet ''Akit gazetesi gibi'' olmuş ve karşı saldırıya geçmişti. Bu kampanyanın arkasında komünistler, solcular, dinsizler, Aydınlıkçılar, 68 kuşağı, Ateistler, Çiçek Bar'da laikliği kurtaranlar vardı.
FP tabanı sevinerek-acıyarak bu olayları izlerken, FP yönetimi de Fethullah Gülen ve cemaatine sahip çıktı. FP'li Milletvekili Bülent Arınç, ''eleştirisi içinde'' ilginç bir açıklama yaptı. ''Fethullah Gülen bugüne kadar bütün konuşmalarında rejim konusunda, devlet konusunda ve Atatürk konusunda hiçbir aykırı söz ve davranışa sahip olmamıştır. Hatta bu tavırları ve düşünceleri sebebiyle çoğu zaman dindar kesimlerde de tenkit edilmiştir. Belki başkaları için söylenebilecek sözlerin Sayın Gülen için söylenmesi bana göre talihsizliktir. Ama bu konudaki en iyi değerlendirmeyi sanıyorum onu yıllardan beri tanıyan kamuoyu yapacaktır.''
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
'Fethullah', karikatür ve Türkiye gazetesi

Bu dönemde Fethullahçıları en çok üzen, onları adeta çıldırtan olayların başında ''Hocaefendi'' unvanının artık yok olmasıydı. Şimdi gazete ve televizyonlarda ''fütursuzca'', ''pervasızca'' bir üslupla ''Fethullah'' diye hitap ediliyordu.
''Fethullah şoku'', ''Fethullah firavun gibi'', ''Fethullah imparatorluğu'', ''Fethullah melek yüzlü şeytan'' gibi ibareler yazılıp söylendikçe, sokaklardaki insanlar da ''Fethullah'' diye ''uluorta'' konuştukça kahroluyorlardı. Fethullahçı kesimi en çok üzen ise Milliyet gazetesinde yayımlanan Bedri Koraman' ın bir karikatürüydü. Bedri Koraman, Fethullah Hoca'yı ''can damarlarda dolaşan'' bir ''asalak'' mahluk gibi çizmişti. Sadece bu karikatür, bütün yazılanlardan, söylenenlerden daha etkili bir darbeydi Fethullahçılar için. Bu karikatüre çok içerlediler, Bedri Koraman'a da lanetler yağdırdılar.


Fethullahçıları bu dönemde kızdıran diğer bir olay ise, Türkiye gazetesi ve TGRT'nin kendilerine sahip çıkmayışı, ilgisizliği ve ''tarafsız'' durmasıydı. Türkiye gazetesi gerçekten de ''mesafeli'' durmuştu ve ''diğer büyük gazeteler'' gibiydi. Ferhat Barış, ''Maskeli Balon'' kitabında Türkiye gazetesine duydukları öfkeyi belirtti. Zaman gazetesi ve cemaati, Türkiye gazetesini ''hain' gözüyle değerlendiriyordu. Enver Abi, her zaman yaptığı gibi ''otobüs beklememiş, gelen otobüse yine binivermişti.'' O günlerde en çok merak edilen ve sorulan soru, ''Düğmeye kim bastı?..'' sorusuydu. Çeşitli yorumlar yapılır, tartışmalar yaşanırken, Ali Kırca çıktı, ''Düğmeye Ben Bastım'' başlıklı bir yazı yazdı.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Fırtına nihayet diniyor

Yaklaşık 15 gün süren fırtına Fethullah Gülen cemaatini ''şamar oğlanına'' döndürmüştü. Bir anda ''en hoşgürülü camia'' iken, ''en karanlık örgüt'' imajına sahip olmuştu. Bir dönemin ''Hoşgörü abidesi'' Fethullah Gülen, artık Erbakan'dan da gerici, PKK'den de tehlikeli bir adamdı. ''Hocaefendi'' liği yok olup gitmişti bu kargaşa döneminde. Hatta ''Hoca'' lığı bile kurtaramamış, çoluk çocuğun diline ''Fethullah'' diye düşmüştü. Bu büyük bir hezimetti. Herkesi aldatan, sinsi faaliyetler gösteren, ikiyüzlü, asla güvenilmez cemaat portresi çizilmiş ve bu imaj yaygınlaşmıştı.
İki dini ''ana gövde'', ''tehlike oluşturmadan bertaraf edilmişti.''
Önce Erbakan yıkılmıştı, ardından Fethullah Gülen...
Fethullah Gülen şubat ayında Papa ile görüşünce prestiji iyice arttı. Artık o Türkiye'nin 'manevi' lideriydi.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
ANASOL-D hükümeti kuruluyor

17 Ocak'ta Demirel tarafından atanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş , 21 Mayıs 1997 Çarşamba günü bir basın toplantısı yaparak, ''kan içici vampirler'' diye nitelediği RP'ye kapatma davası açtığını açıkladı. Başsavcılık, RP'nin anayasanın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle sürekli kapatılmasını talep ediyordu.
Durumun vahametini gören Tansu Çiller , Erbakan 'dan başbakanlığın kendisine verilmesini istedi. Bu gerilimleri kendisi aşabilirdi. Laik kesimin kendisine bir itirazı olmayacaktı. Erbakan başlangıçta kabul etmedi ama sonradan razı oldu.
Çiller'in kuracağı hükümete, BBP de katılacaktı. RP, DYP ve BBP bir deklarasyonla yeni kurulacak hükümette yer alacaklarını ilan ettiler ve güvenoyunu sağlayacak sayıdan daha fazla milletvekili imzasını attı. 18 Haziran'da Erbakan köşke çıkarak istifasını verdi. Milletvekillerinin imzaladığı metni de eklemişti.
Demirel istifa dilekçesini aldı.
Demirel, ertesi günü Çiller'i değil, ANAP, DSP ve DTP liderlerini köşke davet etti. Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü. Ardından, ANAP lideri Mesut Yılmaz'a hükümet kurma görevi verdi.
RP, DYP ve BBP şoka girdi. Çiller adeta çıldırmıştı. Demirel'e en sert sözleri söylüyordu. Bir zamanlar Fahri Korutürk 'e aynı itirazları yaptığını hatırlattı. DYP tabanı da, eski liderlerinin bu yaptığına öfke yağdırıyordu. İslamcı basında Süleyman Demirel için, ''Süleyman Korutürk'', ''Süleyman Evren'' tabirleri kullanıldı.
RP ve DYP Demirel'e yüklenedursun, DYP her gün fireler veriyordu. Günde üç-beş milletvekili DYP'den ayrılıyordu. Kısa sürede DYP'den ayrılanların sayısı 45'e ulaştı.
Oldukça hararetli ve gergin bir hükümet olarak anılacak olan REFAHYOL hükümeti gitmişti. Yerine ANAP, DSP ve DTP'den oluşan ANASOL-D hükümeti geldi.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Dağınık muhalefet
RP ve DYP artık muhalefete düşmüşlerdi. Onlar ve İslamcı basın, hükümeti ''28 Şubat hükümeti'', ''Paşa-Baba hükümeti'' diye suçladılar. REFAHYOL hükümetinden sonra kurulan bu hükümetten bir icraat beklenmiyordu. Bu hükümetin görevi REFAHYOL dönemindeki gerginliği azaltmak ve 28 Şubat kararlarını uygulamaktı.
İlk uygulama 8 yıllık kesintisiz temel eğitimdi. Fakat bu uygulama ANAP ve DTP için kolay değildi. Hatta DSP bile bu konuda tedirgindi. Zira ''İmam-hatipler kapanacak!..'' yaygarası İslamcı basın tarafından yoğun şekilde işleniyor, her yerde başörtüsü eylemleri ve ''İmam-hatipler kapatılamaz!'' mitingleri düzenleniyordu. Özellikle Akit gazetesi bu konuda sert yayınlar yapıyor, dinci çevreleri kışkırtıyordu. Milli Gazete ve Yeni Şafak gazetesi de bu konularda sert yayınlar yapıyor, yazarlar ''seçimde milletin 28 Şubat taşeronlarına ağır ceza vereceğini'' yazıyordu.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Mesut Yılmaz'a 'onbaşı' suçlaması

ANAP tabanı da, RP ve DYP tabanı gibi imam-hatip okulları konusunda duyarlıydı. Yerel örgütler ANAP Genel Merkezi'ne ''Sakın imam-hatip okullarını kapatmayın, yoksa sonunuz kötü olur'' faksları çekiyordu. Pek çok ANAP milletvekili, ANAP yönetimini uyarıyordu. Ama Mesut Yılmaz bunları dinlemedi, ''Siyasi hayatıma da mal olsa, bu kararlar Meclis'ten çıkacak!'' açıklamasını yaptı. Muhalefet de Mesut Yılmaz'a sert karşılık veriyordu: ''Onbaşı Mesut!..'' RP ve DYP yöneticileri ile Yeniden Doğuş Partisi lideri Hasan Celal Güzel , Başbakan Mesut Yılmaz unvanını kullanmıyorlar, daha çok ''Onbaşı Mesut Yılmaz'' diye hitap ediyorlardı.
RP ve DYP aslında elleri kolları bağlı, şaşkın bir vaziyete düşmüştü. RP kapatılma davasının kıskacında ve savunma derdinde olduğundan, muhalefet yapacak durumda değildi. RP'nin yerine, RP'li basın muhalefet yapıyordu. Aynı olay DYP için de geçerliydi. DYP, ordu ve medya tarafından dışlanmış olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Çiller, başbakanlık umarken, ''Demir'' bir ''el'' , onun başbakanlık hayallerini ''sana artık başbakanlık yok'' dercesine sona erdirmişti. Aynı ''Demir'' el, partisinin içine girmiş ve kırk beş milletvekilini partiden koparmıştı. Böylesine dışlandığını anlayan DYP, ilk zaman ''28 Şubat kararları bal gibi uygulanacak'' derken, artık RP'yi de aşan bir sertlikle 28 Şubat'a karşı muhalefete geçti. Çiller meydan meydan dolaşarak rantiyecilerin taşeron hükümeti kurdurduğunu anlattı. Demirel'e ve orduya, isim vermeden yüklendi. RP ne yapacağını bilemez halde kıvranırken Çiller, 28 Şubat sürecine açıktan muhalefet edenlerin başına geçti.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
yukardaki yazıyı tevafuken başka bir konuda araştırma yaparken rastladım baştan sonu okudum.
içinde cemaati yeren ifadeler konusunda tereddütlerim olmasına rağmen
ak parti döneminde oynanan oyunlar
tarih tekerrür mü edilmek isteniyor dedirtti
bu konuyu hocaefendiyi sevmeyenler tarafından sabote edilmemesi dileğimizdir.
yazı dikkatli okunursa hepimiz aynı gemideyiz ve düşmanımız şeytan ve uşakları
bu savaşta metod farklılıklarımız dışında tamamı ortak noktamız olan ve sonuç itibariyle Allah'ın inayetiyle oyunların bozulduğu ve mağlubiyetin şeytani mahlukatlara düşeceği inancımız tamdır.

ELHAMDÜLİLLAH müslümanız hepimiz
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Fethullah Gülen'e kimler şantaj yaptı?
Uzun bir yazi ama.. Okumaya deger...



Nuriye Akman'ın Zaman'da yayımlanan Fethullah Gülen röportajında ilk defa kendisine yapılan siyasi şantajları gündeme getiren Gülen, bunları ölümüne kadar açıklamak istemiyor. ' Telefon edip, şunları desteklemezseniz hazırladığımız komploda sizi linç yaparız' diyenler hangi siyasiler ve odaklar acaba? İnanın sabaha kadar gözüme uyku girmedi.

Fethullah Gülen, mürşidi Said Nursi gibi, ' siyasetden şeytandan kaçar gibi kaçan' ve takipçilerini kesinlikle siyasete sokmayan tek sivil ve dini toplum örgütü lideri Türkiye'de. Her seçim diöneminde bazı isimler gündeme yalan yanlış getirilir. Gülen, hiç bir zaman 'şuna oy verin' diye yönlendirme yapmayacak kadar demokratik, nezaket sahibi biri. Tüm siyasi parti liderleri kendisiyle bu beklenti ile görüştü, iskeleye yanaştı; ama sonuç alamadı. O, tüm halkımızı kucaklamak, siyasi tefrika yoluyla bölmek istemiyordu. Siyasilerle irtibatını sağlayan çok zengin ve yetkin bir iş adamı, Aralık 1995 seçiminde Gülen'in haberi olmadan DYP Lideri Tansu Çiller'e gidip 'beni İstanbul'dan birinci sıradan birinci aday yapacaksınız' diye girişimde bulunduğunda Çiller bile buna inanmamıştı. Çiller'in sordurmasıyla bunu öğrenen Gülen'in sinirlenerek bayıldığını ve 'bu zatla ilgimiz yoktur' diye Zaman gazetesine ilan verdiğini hatırlıyorum. Bu zat hatasını anlamış, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Bir ay huzuruna onu kabul etmedi Gülen. Bir hafta onun dergahında ağladı. Yüzüne dahi bakmadı. Affetme ufku geniş Gülen, nihayet onu bir daha Türkiye'ye dönmemek ve tüm servetini bu hizmetlerde sarfetmek kaydıyla Afrika'da hizmete göndermekle affetti. İşte Gülen budur.

Kim bu şantajcılar? Tek tek inceleyelim. Necmeddin Erbkanla ilk yüzyüze buluşmam 1989 belediye başkanlığı seçimleri öncesine rastlar. 20 yaşında Alanya'da genç bir esnaftım; gazeteci değildim. 30 yıldır Erbakan'den medet uman, emekli asker olan babamı Erbakan Alanya belediye başkanlığı adaylığı için düşünüyordu. Dar daireli bir ev toplantısında Erbakan, ' Özal ve Fethullah Gülen, CIA'nın ajanlarıdır. Bir numaralı düşmanımız Zaman gazetesi ve Gülen Grubudur' dediğini bu kulaklarımla duymasam inanmazdım. Erbakan'a göre kendi partisine oy verenler müslümandı; vermeyenler' patates din'indendi. Bu olayı birkaç yıl sonra Gülen'e bir talabesi vasıtasıyla ulaştırdığımda Gülen'in ' Susma, yorum yapmama hakkımı kullanıyorum' dediğini ibretle öğrendim.


1994 belediye başkanlığı seçimlerinde RP'nin başarısını tüm hezeyanlarına rağmen sevinmiştim. Aralık 1995 seçimlerinde Gülen'in ne düşündüğünü öğrenmek için sohbetine girmek istemiştim. Yurt dışında olduğum için o zamana kadar hiç oy kullanmamıştım, ilk defa yurtdışına giderken hava alanında oy kullanacaktım. Gülen, yanlış anlaşılır düşüncesiyle kimseyle görüşmüyordu. Küçük bir imasınını bile yanlış yorumlayanlar oluyordu. Sürekli onla görüşenler bile yanına giremiyordu. Bu kafa karışıklığıyla hayatmının en büyük hatasını yaptım ve RP'ne oy attım. Bu dönemde Gülen Grubu'na ciddi baskı sözkonusu olmadığı için şantajın bu dönemde gerçekleştiğini sanmıyorum.


1996'da REFAHYOL hükümetinin başbakanı Erbakan çok şımarmıştı. Gülen'i siyasi rakip olarak görüyordu. Bazı odaklar, bu sıralarda Gülen ile Erbakan'ı karşı karşıya getirmek için ince oyunlar oynadılar. Gülen'i onaylar gibi gözüktüler. Gülen, bu devreyi lehine iyi kullanarak hoşgörü ve diyalog girişimleri başlattı, medyanın her çeşitinde boy göstererek derdini çok iyi anlattı, zenginler kulubü patronları ile iftarlarda buluştu. Cumhurbaşkanı Demirel, onun elinden hoşgörü ödülü aldı, sanat dünyası ve entellektüel kesim onu keşfetti, açtırdığı okulları gezdi. Daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olan MGK Genel Sekreteri Orgenaral İrfan Kılıç, Selanik'te Atatürk'in adına bir okul açtırması konusunda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak vasıtasıyla Gülen'e mesaj gönderdi. MİT, Afganistan ve Kuzey Irak'taki Türk okullarının açılımında arada referans olarak meşhur statükocu İhsan Doğramacı'nın olması nedeniyle destek verdi. Bazıları semerlerini yediler; Gülen'i avlamak isterken avlanmışlardı.


Bunun üzerine Erbakan'a akılalmaz bir iş yaptırdılar veya kendisi bunu seve seve yaptı. Başbakanlık Müfettişi Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk raporunda 58 isim üzerinde duruluyordu. Erbakan, başbakanlığa gelen rapora 59. isim olarak hiç ilgisi olmadığı halde Fethullah Gülen'in ismini ekletti. Bununla kalmadı. İstihbarat örgütlerimizin hızlı ' 007 James Bond'u kod adı ' Yeşil' olan Mahmut Yıldırımla ilgisi olduğu ortaya atıldı. Zaman gazetesi, Yeşil'in cep telefonuyla kimlerle görüştiğine ilişkin bir listeyi sekiz sütuna manşet verdi. Sesleri kısıldı. Yeşil, MİT'den JİTEM'e kadar tüm istihbarat örgütlerimize çalışan başbakandan bakanlara, üst düzey askerlerimize kadar herkesle pervasızca telefonla görüşen derin bir adamdı. İlgisi olamayacağı Gülen'le irtibatlandırma, kamuoyundaki olumlu imajını yıkmaya yönelikti. Erbakan'ın toplumu geren kunuşmalarını Gülen ustaca yatıştırdı.


28 Şubat sürecine gelinmesi, başörtüsü krizi Erbakan'in belkide bilinçli ahmak politikalarının sonucudur. Bu dönemde Allah'a, peygambere küfredecek kadar din düşmanı olan bir azınlık gemiyi azıya aldı. Eski Cumhurbaşkanı Demirel'in hükümeti kurma görevini, ekibini tasfiye ettiği için kızgın olduğu Çiller'e değilde azılı rakip partisi ANAP'in başındaki Mesut Yılmaz'a vermesi düşündürücüdür. Bu talep askerlerden gelmişti. 6 defa gidip 7 defa gelen Demirel koltuğa sıkı sıkı yapışmıştı, artık gitmek istemiyordu. Çiller'in yakıştırmasıyla ' 28 Şubat'ın Onbaşısı' olmayı içine sindiren Mesut Yılmaz, siyasi kariyerini bitiren biçimde 'post modern darbecilerle-kolkola' görüntüsüni çekinmeden verdi. 1998 Eylül'ünde Zaman gazetesinde köşe yazmaya başlayan sürgün yazar Mehmet Barlas, henüz 22. yazısını yazmıştı ki, birden ayrılmak zorunda kaldı. Demirel ve Yılmaz'ın azılı düşmanı Barlas'a Zaman'ın kapı açması üzerine Mesut Yılmaz, Zaman gazetesini Barlas'ın ifadesiyle tehdit etti ve şantaj yaptı. Bugün başka bir partide faaliyet gösteren genel başkan yardımcısı telefonla arayarak' Barlas'a yazdırmaya devam ederseniz. Okullarınızı kapatırız.' şeklinde bir şantaj savurdu. Ben buraya kadarını biliyorum. Anlaşılan şantajın boyutu daha büyüktü. DGM savcısının hazırladığı komplo iddianameye destek verilmeside sözkonusuydu.


1998 Mart MGK'sında Fethullah Gülen dosyası masaya yatırılmıştı. Dışişleri ve İçişleri'nden gelen olumlu raporların karşısına MİT masaya, eski Ankara Emniyet İstihbarat Bölümü'nden telekulak skandalı nedeniyle tasfiye edilen Osman Ak ekibinin raporunu koydu. Başbakan Ecevit'in Gülen'i savunan açıklaması oy avcılığı için değildi. Ecevit, 1992'de Gülenle iki defa görüşmüş onun samimiyetine inanmıştı. Gülen taraftarlarının DSP'ye oy verdiğini sanmıyorum. Gülen'i bitirmek için çalışan ekip pes etmemişti. Geçen sene öldürülen Necip Hablemitoğlu ve ekibine, Gülen'le ilgili yalanda olsa raporlar hazırlamasını, Orta Asya ve Azerbaycan'da imajının sarsılması için destek verdiler. Hablemitoğlu başarılı olamadı. Ekibin genel koordinatörü Başbakanlık başdanışmanı ünvanını taşıyan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya idi. Erkaya, Rus Liderlerle görüşüp, 'Gülen'in okullarını kapatırsanız sizden silah alırız, helikopter ihalesini size veririz' diyecek kadar şantajı ve yemlemeyi bilen biriydi. O sırada Allah, Üzeyir Garih'i Gülen'in yardımına gönderdi ve Rus liderleri ikna eden Garih, Erkaya'nın akılalmaz oyununu bozdu. Erkaya eceliyle öldü, ancak Garih'i kimin öldürttüğünü arayanların daha derin araştırma yapmasını tavsiye ederim.


Karanlık odaklar Gülen'in idam fermanını 1999 başında imzaladı. Suikastla öldürülmesi, İBDA-C adlı sözde ' İslami terör örgütü'ne ihale edildi. Gülen'in derhal ülkeyi terketmesi, aksi halde öldürüleceğini haber veren isim Ecevit'in o dönemdeki ' kara kutusu' yardımcısı Hüsameddin Özkandı. Gülen 22 Mart 1999'da ülkeyi terketmeseydi öldürülecekti. 1999 genel seçimi öncesi tablo böyleydi. Gülen takipçilerinin bu karanlık tabloda kime oy verdiğini bilemiyorum. Ancak büyük oranda MHP'ye kaydığı söylenebilir. Oysa MHP, bu partiden ayrılarak BBP'ni kuran Muhsin Yazıcıoğlu'nun aklını Gülen'i çeldiğini düşünerek ona kin biliyordu. Halbuki böyle bir durum sözkonusu değildi. Yazıcıoğlu'nun Gülen'e olan sevgisi bu iddialara neden olmuştu. Azerbaycan ve Orta Asya'da Gülen Grubu'nun önünü kesmek için rahmetli başbuğ Alparslan Türkeş talimatlar vermiş ve Azeri lider Elçibey'in aklı 1992-1993 periyodunda çelinmişti. Kullandıkları iftirayı hep gizledim. ' Bunlar kene gibidir, kanınız emerler' demişlerdi saf Elçibey'e.( Kendi ağzından duydum) 1995'de günah çıkartan Türkeş, Gülenden özür dilemiş ve onun hizmetlerini takdir etmişti. Bu açılımdan sonra MHP'nin 28 Şubat süreci sırasında Gülen'e şantaj yapacağını sanmıyorum. MHP'de böyle '********' bir siyasetçi göremiyorum.


1999 seçiminde hüsrana uğrayan ANAP ve DYP, Gülen Grubu'undan oy alamadığı için kızgındı. Gülen'e herzaman kibar davranmış, aslında hırçın biri olmayan CHP Lideri Deniz Baykal, zaten oy beklemediği için Gülen'e şantaj yapan parti ve lideri olamaz. Tansu Çiller, Asya Finans'ın açılış törenine katılmış ve Gülenle aynı ortamı paylaşarak hizmetlerinden dolayı teşekkür etmişti. Bu dönem Gülen'i herkesin alkışladığı bir dönemdi. Asıl yiğitlik onun hakkında asılsız iddialar, iftiralar atıldığı 1999 Haziran fırtınasında onu savunabilmekti. Çiller bu cesareti gösteremedi. Ne Yılmaz, ne Çiller, ne Bahçeli, ne Demieral iki çify olumlu laf etti. Sadece Muhsin Yazıcıoğlu, Hasan Celal Güzel ve Ecevit. Daha önce Gülen Grubu'nun önünü Azerbaycan ve Orta Asya'da açmak için defalarca referans mektupları yazan, elinden ödül alan Demirel'de inanılmaz bir ikiyüzlük gösterdi. TRT'de kartlaşmış bir dinazorun karşısına geçip, ' Madem Gülen devleti ele geçirecek, parti kursun' diyecek kadar saçmaladı. Demirel, cumhurbaşkanlığının sonuna kadar darbecilerin sözlerini dinleyen, bunca yıldır kendisini desteklemiş seçmenini aldatan bir profil çizdi.


Çevik Bir ve ekibi, 28 Şubat sürecinde inanılmaz şantaj, tehdit üsullerine başvurdular. 1998 Mart MGKsında Gülen'in ipinin çekilememesinin başsebebi Dışişleri Raportörü Bakanlık Müsteşar Yardımcısı, bugün Washington büyükelçimiz olan Faruk Loğoğlu idi. Bir ve ekibi Loğoğlu'nun evine giderek olumlu raporunu değiştirmesi için şantaj yaptı ve cesur yürek Loğoğlu'ndan ' yanlış biliyorsunuz' nasihatı dinledi. Bir ekibinin Nisan 1999 MGK'sına sunduğu ve kısmen kabul ettirdiği 8 sayfalık iriticaya karşı yaptırımlar konulu politika önerileri elimde. 28 Şubat kararlarından daha dehşetlisi olan bu rapora göre, Gülen'in okullarına el koyup, başlarına Milli Eğitim'den müdürler tayin edilmesi, yurtlarının tasfiyesini ögörmüştü. Ecevit'in ' iç savaş çıkar' diye itiraz etmesine kızan Bir, bunun üzerine Gülen'le ilgili DGM sürecinin başlatılması ve grubunun tahakküm altına alınması için senaryolar üretti, medyayı top gibi kullandı. Ancak emekli edildikten sonra medya sözünü dinlememeye başladı. Hele cumhurbaşkanı adaylığı fiyaskosu ile iyice gözden düştü. 2000 yazında medyada yeniden fırtına kopartılmak istensede ilk fırtınadaki ' Düğmeci Ali Paşa' evinin asasöründe 24 saat ' düğmeye basmayın' diye bağırdığı için sesi kısılmıştı; tekrar düğmeye basan bulunamadı. Cumhuriyet gazetesinin nefesi yetmedi. Tek yol kalmıştı. Asker nefesi. Devrin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun ' Gülen devletin altını oyuyor' işaretini alan DGM savcısının ertesi gün 2000 Eylül'ünde açtığı davanın beraatle sonuçlanacağı 80 sayfalık iddianamedeki saçmalıklardan belliydi. Dava, Gülen'in deyimiyle' Ne cennet, ne cehennem' şeklinde zımmi beraat ile sonuçlandı.


Bütün bunları bugüne nasıl gelindiği bilinsin diye yazıyorum. Seçmen, zaten kime oy vereceğini iyi biliyor. Gülen'e kimin şantaj yapmış olabileceğini umarım anlatabildim. Yazdıklarımın belgeleriyle ispatını Gülen başka bahara ertelemiş; kusura bakmayın dostlar, ben yazmazsam uyuyamıyorum.

user_offline.gif
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
bence tarih bölümü daha iyi giderdi.
 
Üst