Sevgili dost;
Hiç ummadığın bir anda ve beklemediğin bir zamanda bütün hayatını etkileyen kötü bir haber almanın ne demek olduğunu anlatmak isterim sana.
İlk duyduğun zaman önce şuurun, benliğin ve hislerin kilitlenir. Birşey hissetmeden ama hiçbir şey hissetmeden donakalıyorsun. Ne nerede olduğunu hatırlıyorsun, ne neler olduğu konusunda pek bir fikre sahip oluyorsun. Uykudaymışsın gibi ve olanların bir rüya olduğunu düşünerek öylece kalakalıyorsun yada rüya olduğuna kendini inandırmaya çalışıyorsun. Dünya hayatının bir rüya olduğunu düşünerek yine de “rüya içinde rüya” görmek istiyor, en derin uykularda görülebilecek en uzun rüyalara sığınmak istiyorsun. Gerçeği kabullenmek o kadar zor geliyor ki ızdıraplara gark oluyorsun. Üstelik zaman kavramı yok oluyor, soluk alıp verdiğinin farkına bile varmıyorsun, önce olanları düşünüyor sonra “sonrası” istila ediyor düşüncelerini.
Sevgili dost;
Dünya hayatında elde ettiğin saltanatın sallandıkça ve bugüne kadar “ne derler” telaşı ile gizlediğin tüm gizli yüzlerin dökülünce ortalığa bir vaveyla kapıyor yüreğini en derinden. Olabilecekler hakkında çok fazla fikir sahibi olamasan da beyninde fırtınalı bir sağnak başlıyor yarınlara dair. Umutsuzluk, yeis, evham kaplıyor bütün düşüncelerini. Dünyanın en şanssız insanı gibi hissetmeye başlıyor, en büyük imtihana tabi tutulduğunu düşünüyorsun. Nedenler, sebepler, isyanlar birbirine karışıyor ve hemen hepsi keşkelerde buluşuyor; “keşke ölseydim, keşke bugünü görmeseydim” gibi lafları sayıklayıp duruyorsun.
Sevgili dost;
İçine düşmüş olduğun ızdırabın ve dibine yuvarlanmakta olduğun girdabın seni boğma düşün korkusunun sürekli devam etmesinin anlamını bilir misin? Gerçekten bir müddet sonra bütün fikriyatın iflas ediyor, yaşama arzusu aklının ucundan bile geçmiyor, boğulmak istiyorsun ve bunu bir şarkının nakaratı gibi tekrar ediyorsun; “hadi boğ beni de bitsin artık” Hiç daha büyük acılara ve imtihanlara maruz kalanları düşünmüyorsun. Yeryüzünün bütün felaketleri senin felaketinin yanında hafif kalıyor ve böylesi bir acı yerine başka acılar yaşıyor olmak istediğine inandırıyorsun kendini.
Sevgili dost;
Halbuki böyle değil, inanki değil! Her acının tepkisi aşağı, yukarı aynıdır. Bitişin, mahvolmuşluğun, tükenmişliğin hissine kapılmanın tek sebebi vardır ve o da beklenmedik bir şekilde karşımıza çıkan ağır imtihanlardır. Şekli ve şiddeti nasıl olursa olsun bizi hep aynı ızdırap çukuruna iter. Tek fark vardır aralarında kiminde çukur daha derindir kimi ise daha hızlı telafi olur ama tedavisi hep aynı ilaçtır; Zaman…
Sevgili dost;
Zamanın yaratılmış ve belki de yaratılacak en kuvvetli ilaç olduğunu öğrenmem için yaşamak gerekiyormuş belki de derin ızdırapları. Bilmeliyiz ki hiç de düşündüğümüz gibi değildir aslında sonlar! Herşeyin bitiği olarak kendimizi yerden yere vurduğumuz acı bitişler çoğu zaman yeni başlangıç yapmanın yegane anahtarlarıdır aslında. Hayata yeni bir soluk getirmenin, değişim ve tecrübenin eşiğinden geçmek için yegane basamaktır. Ba*** açılarımızı değiştirmek, hayata farklı bir yönden bakarak daha çok insanı anlayabilme nimetidir. Bir panzehirdir acılar ve imtihanlar. Yeni acılara karşı sağlığımızı ve imanımızı korumaya yarayan en etkili aşıdır bizler için. İmtihanı geçmenin yegane şartı sabır, şükür, azim ile beraber teslimiyettir. O’ndan gelene boyun eğmek ve yine O’na sığınmaktır. Bir sahibimizin olduğunu bilerek rahata ermek, sahipsiz kalmayacağımıza emin olduğumuzdan huzuru bulmaktır. İmtihan yeis çukurlarına atlayarak, umutsuzluk girdabına sürüklenerek, vesvese alemine salınarak geçilecek bir kapı değildir.
Sevgili dost;
Işığı bulmak ve dar olan imtihan kapısından geçebilmek için önce içimideki cevheri bulmam gerektiğini karanlıkta kalarak anladım ve Niyazi-i Mısri gibi mırıldandım şarkımı; “Derman arardım derdime; Derdim bana derman imiş. Bûrhan sorardım aslıma; Aslım bana bûrhan imiş…”