Gönül Fatihleri

ziruh

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2007
Mesajlar
5,245
Tepkime puanı
1,279
Puanları
0
show_image.php

HER FETHİN ardında manevî bir fatih vardır. Her ba­şarının arkasında Hakka açılan bir el vardır. Fatih Sultan Mehmed'in de sırtını dayadığı bir Akşeyh'i vardı.

Genç yaşta sakalı ağardığı için bu unvanla anılan Ak­şemseddin, bilgin ve asil bir ailenin evladıdır. Nesebi Hz. Ebû Bekir'e kadar dayanır. Babasıyla birlikte yedi yaşında iken Anadolu içlerine gelir.

Devrin eğitim sürecinden geçtikten sonra, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin manevî eğitimi alanına girer. Bir gönül ehli olarak çıkar, kendisini insan yetiştirme hizmetine adar. Zaten bu esnada geleceğin fatihi Şehzade Mehmed'le de ta­nışmıştır.

Akşemseddin, kendini iyi yetiştirmiş bir ilim adamı, gön­lü zengin bir mâna eri, elleriyle şifa dağıtan iyi bir hekimdir-Hastalıklara sebep olan mikrobu ilk keşfeden bir doktordur-Bu iki yönü itibariyle kendisine, tabib-i ervah (gönül dokto­ru) ve tabib-i ebdan (tıp doktoru) denir.

Akşemseddin, fetih öncesi Edirne sarayında yaşayan Fa­tih'in hasta kızını tedavi ederek hekimliğiyle ona hizmet ederken, aynı zamanda, manevî himmeti, desteği ve teşviki ile de Sultan Fatih'in manevî hekimi olur.

Akşemseddin, bir prensip adamı, bir ruh eğitimcisi, genç Fatih'in manevî formasyonunu tamamlayarak onu kitleye hediye eden bir bilge kişidir.

Akşemseddin, öyle kâmil bir insandı ki, öğrencisinin pa­dişah olmasına bakmayarak, eğitim sisteminde en ufak bir gevşekliğe yer vermez, ciddiyet ve metanetini her zaman gösterirdi. Öğrencisi ise öyle büyük bir insandı ki, padişah olması, hocasına itaat etmesine engel olmazdı.

• ••


Akşemseddin, Bizans'ın o devâsâ surları önünde, çetin geçen elli üç günlük bir kuşatmada çok müşküllerle pençe­leşmekten zaman zaman bunalıma giren hükümdara büyük bir ümit ve cesaret vererek, "Korkma! Alacaksın" diyen ka­rarlı bir sestir.

Fetih ordusu, Fatih'in keşfettiği ve döktürdüğü şâhi top­larla surları döverken, Akşemseddin, başı açık secdede göz yaşları ile yıkanır, uzun süre o şekilde kaldıktan sonra ayağa kalkar, "Elhamdülillah kale fetholundu" müjdesini verir. Az sonra da fetih haberi gönülleri coşturur.

Fatih, iki tarafında Akşemseddin ve Akbıyık Sultan'la bir­likte İstanbul'a girer, Ayasofya'ya doğru yaklaşır. Bu esnada beyaz elbiseli, ak sakallı, heybetli bir şekilde duran Ak-Şemseddin'i hükümdar sanan Bizanslı kızlar, ellerindeki çiçekleri kendisine doğru uzatınca Fatih'i gösterir.


Sultan Fatih:

'Veriniz, çiçekleri ona veriniz. Padişah benim, ama o benim hocamdır" diyerek iltifat eder.

Zaten Fatih'in, hocası hakkındaki kanaatini herkes bil­etedir. Şöyle diyordu gönlünün tabibi için: "Benim bu za ta saygım sonsuzdur. Diğerleri yanıma geldikçe elleri titrer I Benim de Akşemseddin'i görünce ellerim titriyor."

• ••

Sıra bu topraklara bir çekirdek gibi sekiz asır önce düş. muş olan İstanbul'un manevî tapusu Ebû Eyyûb Ensârî'yi ^ Sultan Eyüb'ün kabrinin bulunduğu mekanı aramaya gel­miştir. İstanbul'u fethetmek için yola çıkan İslâm ordusuna doksan yaşlarında kaülan Sultan Eyüb'ün mezarının yeri bilinmiyordur.

Bir ara Akşemseddin mezarın bulunduğu yere bir nur in­diğini görür. Sultanı oraya götürür. Bir müddet gözünü kapatip daldıktan sonra iki çınar dalını alır, toprağa diker, "Büyük Sahabi bunların arasında yatıyor" der.

Gece olunca Fatih, çınar dallarını bulundukları yerden kaldırır, başka yere koyar. Eski yere de mührünü gömer. Er­tesi gün tekrar sorar.

Sabah olunca Akşemseddin çınar dallarına hiç bakmaz. İlk gösterdiği noktaya yönelir. Bir ara durur, "Sultanımızın mührü burada ne arıyor?" dedikten sonra, son sözü söyler: "Kazın burayı!"
Kazarlar. Toprağın bir kulaç altından Sultan Eyüb'ün hâ­lâ bozulmamış na'şı ve yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kufi harflerle, "Hazâ kabr-u Halid bin Zeyd" yazılıdır. Ebû Eyyub Ensâri'nin asıl ismi Halid bin Zeyd'dir.

• ••

Fetih tamamlanmış, görev yüz akıyla bitmiştir. Fatih, ho­casından ayrılmak istemez. Dervişlerin arasına katılmak ıs- j ter. Akşemseddin'e, "Birisi gelir, bir sözle onu halvete alır* sın, beni niçin men edersin?" diye talebini bildirir.

Akşemseddin, "Sen halvete girince, devlet umurunu kim idare edecek?

Halvetten murat, adalettir.
Hükümdarlıkta, adaletten ayrılmazsan, işte bu şekilde arzun yerine gelmiş olur" der.

Bir süre sonra İstanbul'dan ayrılan Akşemseddin gider Göynük'e yerleşir. Padişah'ım ayırdığı menkul ve gayrimenkullerden hiç bir ganimeti kabul etmez, hizmetini ve ömrünü orada noktalar.
"Risâletü'n-Nûriye" ve "Makamât-ı Evliya" gibi birçol eseri bulunan ve iyi bir şair olan Akşemseddin Hazretleri "Can u canan isteyen terk-i cân olmak gerek" der ve canın Canana teslim eder.



Mehmed Paksu
 
Üst