Öykü benim için daha önde!
Gökhan Özcan denemelerinin yeni öykü kitabından önce çıkmasını istememiş yıllardır..
O, ilk defa İstanbul’da bir söyleşiye katılıyor değil de sanki daima yanımızdaymış gibiydi. Samimi ve içten üslubuyla okuyucularının karşısına çıktı
Edebiyat Mevsimi’nde. Gökhan Özcan bir devrin, özellikle de orta kuşağın, etkisini üzerinden atamadığı, bir zamanlar
Zaman gazetesinde daha sonra ‘ters köşe’ye yatıran yazılarıyla
Yeni Şafak’ta, bir döneminde
Gerçek Hayat’ımızın tam ortasında ve o unutulmayan ekibiyle “Selam”dan kelamıyla var oldu aramızda.
Gökhan Özcan, bugün yazın hayatına Yeni Şafak gazetesindeki köşe yazıları ve son olarak edebiyatımıza “Serçe Parmağı” öykü kitabını da ekleyerek devam ediyor.
Özcan, 6 Aralık pazartesi günü açılışı yapılan 2. Edebiyat Mevsimi’nin 2. Gününde
Asım Gültekin’in düzenlediği “Mürekkebi Kurumadan” isimli programa yeni çıkan öykü kitabı “
Serçe Parmağı” ile katıldı. Asım Gültekin’in soruları ve Gökhan Özcan’ın geçmiş yazın hayatından, edebiyatın “Serçe Parmağı”ndan, öykü yazmaya olan tutkusu yüzünden başka eser vermekten kaçmasından, fotoğrafçılığından, geçmişindeki sinemaseverliğinden özel yaşamına kadar birçok alt başlığa ayrılabilecek konularda okuyucularını bazen güldürdü, bazen düşündürdü. En önemlisi her Gökhan Özcan okuyucusunun onu özlediği ve bu yüzden bir anını bile kaçırmadan dinlediği unutulmaz bir söyleşi gerçekleştirildi.
Her zaman öykücü
Gökhan Özcan söyleşide yazın hayatında okuyucu kitlesine sahip ender sayılabilecek yazarlardan biri olarak öykücü kimliği ve öykü kitabının yazılma serüveni üzerine şunları söyledi: “Ben yazı yazan biri olarak kendimi her zaman bir ‘öykücü’ olarak gördüm. Öykü dışında bir şey yazmasam da olurdu diye düşünüyorum. Bu sebepledir ki ilk öykü kitabım olan ‘Hiçbişey’ 1990 yılında neşredildi. O eserim çıktığı günden bugüne dek 20 yıl boyunca ara ara öyküler yazdım. Yeni bir eser çıkarabilmek için yazdığım öykülerin belirli bir seviyeye gelmesini bekledim. Bu süre içerisinde gazete veya dergi yazılarımdan birkaç kitabım çıktı. Fakat ben artık bir öykü kitabı çıkması gerektiğine karar vermiştim. Bu kararın üzerinden 10 yıl geçti ama 20 yıl sonra bu kitap –Serçe Parmağı- çıktı. Farklı tür yazılar üzerine eğilmekten kaçındığım bir dönem oldu. Çünkü ‘Hiçbişey’den sonra başka bir öykü kitabı çıkaramam diye korktum.”
Asım Gültekin’in “öykü kitabı yazma sürecine farklı türde kitaplar yazmaktan kaçındığınızı açıkladınız. Bundan sonraki dönemde Gökhan Özcan’ın yeni kitapları daha kısa sürede okuyucularıyla buluşacak diyebilir miyiz?” sorusuna karşılık; Özcan, daha önce gazete ve dergide yayımladığı yazılarını neşretmeye uygun olup olmadıklarını öğrenebilmek için bir okuyucu gözüyle tekrar okuduktan sonra yeni bir kitap çıkarabilme konusunda düşüneceğini ama bu soruya şu hali hazırda net bir cevap veremeyeceğini ifade etti.
Gökhan Özcan’ın eserlerinin kitaplaşma süreci uzun sürmüştür. Gökhan Özcan bu konuda kendi özeleştirisini de yaptı: “Kitapların neşredilme süresinin uzamasında biraz tembelliğin de payı vardır diye düşünüyorum. Benim gördüğüm kadarıyla yayın piyasasında bir parça heyecan eksikliği var. Açıkça söylemek gerekirse ilk kitabım yayımlandığında nerdeyse matbaada yatıp kalkmıştım. O dönemde herkeste bu heyecanı görebiliyorduk. Sanırım zaman içerisinde bu, artık bir iş olmaktan çıkıyor. Bu duruma da alışmak gerektiğini düşünüyorum.”
Benim dilim bu ve böyle yazabiliyorum
‘Serçe Parmağı’ üzerinde Asım Gültekin şunları ifade etti: “Bu eserde farklı tarzlarda yazılmış öyküleri görüyoruz. Gökhan Özcan’ın bildiğimiz ironik üslubunun bulunduğu öyküler var. Bunun yanında kelime oyunlarının bulunduğu öyküler, duygusal öyküler de var. Serçe Parmağı’ndaki öykülerin uzun yıllar içerisinde yazılmış öykülerin bir araya gelmesinden oluştuğu hissedilebiliyor. Gökhan Özcan’ın daha çok öykü yazmasını tetikleyebilecek ne yapmak gerekir?”
Özcan, Gültekin’in sözleri üzerine şöyle konuştu: “Kendi dilim ve üslubum ile birlikte farklı yazım tekniklerine de değinmek gerekir. Benim ilk öykü kitabım da benzer sıçramalarla oluşmuştur. Hatta ben bunun üzerine ilk kitabımı üç bölüme ayırmak durumunda kalmıştım. Mümkün olduğunca kategorilere ayırmaya çalışmıştım. Serçe Parmağı’nda böyle bir ayrım yapmadım fakat yine belli sıçramalar görmek mümkün. Farklı tarzlarda hikâyeleri buluşturmam benim yazma biçimimle alakalı diye düşünüyorum. Ben yazarken bir cümleyi bile yazmak için uzun bir süre bekleyebiliyorum. Yazdığım yazıyı ben bile merak etmek istiyorum acaba sonunda ortaya ne çıkacak diye. Buna Batı’da ‘bilinçakışı’ diyorlar. Bu kavram ‘kendini yazının akışına bırakmak’ diye tarif edilebilir. Böyle olduğunda birçok dil bir aradaymış gibi görülebilir. Ama bunun yanında ben zaten birçok işi bir arada yapıyorum yıllardır. Bu işlere örnekler verecek olursam; metin yazarlığı, gazete yazarlığı, çocuk edebiyatı, senaryo, reklam metni yazarlığı, siyasi metin yazarlığı, radyo vs. Bu durum farklı bakış açılarını yakalama ve farklı düşünebilme yetisi de kazandırıyor zamanla. Her şeyden öte çok disiplinli bir yazar sayılmam. Her zaman dağınık sıçramalarla gelişen, bir parça görsel unsurları da yazıya yedirmeye çalışıyorum. Sanıyorum bu durum çağın da getirdiği dağınık hallerden geliyor. Çok tasvip etmediğim bir hal haline gelse de benim de dilim bu ve böyle yazabiliyorum.”
Görsellik sinemada başlar
Gökhan Özcan konuşmasında, yayımladığı iki öykü kitabından sonra yeni bir döneme geçmek istediğini de belirtti ve gelecekte yapmak istediği hikâyeciliği şöyle tanımladı: “Bugüne dek öykülerimde genellikle modern hayatlarda modern insanın üzüntülerini, yalnızlıklarını, kırgınlıklarını, isyanlarını, öfkelerini anlatmaya çalıştım. Bundan sonra insanın fikri yönden güzelliklerini, iyi ve güzel taraflarını konu alacak öyküler yazmak istiyorum. Fakat bunun dilinin nasıl olacağını ve nasıl yazacağımı henüz bilmiyorum. Bu dili, bu özellikleri önce kendimde bulabilirsem ve modernlikten biraz olsun sıyrılabilirsem bunu başarmak istiyorum.”
Gökhan Özcan öykücü kimliğini kendine en yakışan kimlik olarak görüyor ama sinema, fotoğraf gibi dallara da ilgisi ve hatta çalışmaları sürüyormuş. Genel anlamda sanatçıların ayrıntılar üzerinden eser yarattığı çokça bilinse de Asım Gültekin’e göre Gökhan Özcan’da ayrıntılarla uğraşma ve güçlü bir ayrıntıcılık görülüyor herkesten farklı biçimde. Bunun en açık örneğini de yazarın son dönemlerde fotoğraf üzerine yaptığı çalışmalar oluşturuyor. Gökhan Özcan fotoğraf ve sinema üzerindeki ilgi ve alakasının dününü ve bugününü şu sözleriyle dinleyicilerle paylaştı:
“Benim fotoğraf ile ilgimin temelinde sinemalar yatar. Küçükken yazlık sinemalara giderdik. Hatta şimdilerde de yazlık sinemaların yeniden olmasını çok istiyorum. Görsel alanlarla ile ilgim böyle başladı. Hatta çok uzun bir süre de ‘sinemacı’ veya ‘yönetmen’ olmayı istedim. Sinema-TV enstitüsüne gitmem gerekiyordu o dönem. Fakat sınavlarda bu bölümleri ayrı ayrı yapıyorlardı. Yani birinci sınavın sonucuyla oraya başvurduğunuz da ikinci sınava girme hakkınızı kaybediyordunuz. Daha sonra da sınavı kazanamazsanız yerleşemiyorsunuz ve ortada kalıyordunuz. Ben de bu riske giremedim ve ‘gazetecilik’ okudum. Fotoğrafçılık ilgim eski de olsa ilk denemelerimi okulda bir ders alıyordum ve o sıralar yapma fırsatım oldu. Son 4-5 yıldır ise düzenli olarak fotoğraf çekmeye başladım. O görüntüyü bir çerçeve içinde görebilme hevesiyle bugüne kadar geldik. Bu işe de geç başlamamın sebebiyle olacaktır ki belli temalara ayırmadan her türlü fotoğraf çekiyorum. Fakat çektiğim fotoğrafları düzenleme safhasını henüz tam anlamıyla gerçekleştiremedim. Hayatım da düzensiz olduğum alanlardan biri daha budur sanırım. “
Gökhan Özcan ayrıntıları yakalamak adına öyküden başka fotoğrafçılık alanında da yol almakta olduğunu söyledi. Dinleyiciler Gökhan Özcan’dan ilerleyen zamanda bir fotoğraf sergisi yapmasını da dilediler. Özcan ayrıntılarla olan bu güçlü ilişkinin sessiz ve az konuşan insanlarda daha fazla görüldüğünü ifade eden sözleriyle konuşmasına devam etti: “Sessiz oturan, çok fazla konuşmayan, yalnız mikrofon önünde değil normal hayatımda da çok az konuşurum. Vaktiyle Ankara’da bir Sakarya Çay Ocağı vardı. Arkadaşlarla orada buluşur sohbet ederdik vakit buldukça. Arkadaşlar beni işaret ederek şöyle derlerdi : “Bırakacağınız falan bir not varsa onun üzerine yapıştırın burada en sabit şey o.” İşte böyle olunca, bir yerde saatlerce boş boş oturuyorsanız detaylar haliyle sizin eğlenceniz haline geliyor.”
Hareketsizlik mecburiyeti getirir, hareket ise seçenekleri
Tembel bir yanının da olduğunu itiraf eden Gökhan Özcan, evlendikten sonra bu dağınık ve düzensiz hayattan biraz olsun sıyrıldığını da söyledi. 40 yaşında evlendiğini ifade eden yazar, bekârken yaşadığı bir anı dinleyicileri kahkahaya boğdu: “Bir başka tembel arkadaşımla aynı evde kalıyorduk. Bir televizyonumuz vardı ve kumandası yoktu. Oturmadan önce bir kanalı açar mecburen bütün gece aynı kanalı seyrederdik. “ Dinleyicilerle paylaştığı bu anı onu tembel gibi gösterse de kimi zaman geceler boyu çalıştığını, bitirmesi gereken yazılar için bir gün boyunca aralıksız uğraştığını da ifade eden Özcan hatta fotoğraf çekerken doğada çıkılmaması gereken yerlere bile çıkıp deklanşörün sesini duymak istediğini anlatırken insanın heyecanlandığı şeylerde tembelliğe düşmeyeceğini sözlerine ekledi.
Belirli sürelerde yazı yazma zorunluluğunun yazarı sıkıntıya soktuğunu belirten Gökhan Özcan, çoğu gazete yazarında yazı yetiştirme sorununun olduğuna işaret etti. Gazete yazarlığını önemsediğini fakat elinde olsa gazete yazarlığı yapmayacağını da belirtti.
Asım Gültekin’in son dönemlerde neler okuduğunu ve okuma eylemi için ne kadar süre ayırdığını sorduğu Gökhan Özcan şöyle cevap verdi: “Fotoğrafçılıktan çalarak okumaya çalışıyorum. Son dönemlerimde maneviyat içeren metinler okuyorum. İnsan, ruhunda bazı boşluklar olduğunu zamanla fark ediyor ve ben de bu boşlukları doldurmak için bir şeyle yapma eğilimi içerisindeyim. Okuduğum metinler genelde parça parça oluyor. Spesifik olarak bir şey söyleyemem. Mevlana ve Gazali okuyorum ama bunların arasına mesela Ümit Meriç de girebiliyor. Kuralları yok bu okumalarımın. Kendimde gördüğüm eksiklikler üzerinden gidiyorum. Günde 2 ile 4 saat arasında okumak için zaman ayırıyorum. Ama günün yoğunluğuna göre bu zaman dilimi artıp azalabiliyor.”
Gökhan Özcan söyleşinin son bölümünde öykücülüğünde bir dönemi kapattığını ve yeni dönemde daha farklı bir anlayış ile yazacağını destekler nitelikte konuştu. Kitaptaki son öykü Canan sorulunca, öyle öyküler yazacağım sanırım dedi. İsmet Özel’in şiirinden de bir alıntı yaparak şöyle dedi: “Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.”
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5065