Giybet

Katılım
13 Eki 2006
Mesajlar
44
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
FAKIH diyor ki:
-Babam bana bir hikaye anlatti; dedi ki:
Gönderilen peygamberlerden biri bir rüya görür; rüyasinda kendisine söyle denir:
-"Sabah olunca , karsina ilk çikani ye. ikinci çikani sakla üçüncü çikanin dilegini kabul et dördüncü geleni üzme. Besinciden de kaç."
Sabah oldu; disari çikti. Yola koyulup gitti. Karsisina bir dag çikti. Bu koca dagi görünce sasirdi. Kendi kendine söyle dedi:
-Rabbim bana bunu yememi emretti.
Sonra , söyle dedi:
-Rabbim bana gücümün yetmeyecegi bir seyi emretmez. Onu yemege karar verdi. Daga dogru yürüdü. Yaklastikça dag küçüldü. Tam yaklastigi zaman koca dag bir lokmaya dönüsmüstü. Onu tutup yedi, Baldan tatli buldu. Allah'a hamdetti, yürüyüp gitti. Karsisina altindan bir legen çikti.
Söyle dedi:
-Rabbim , bunu da saklamami emretti.
Bir çukur kazdi. onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp bakti. Legen toprak yüzüne çikmisti. Geri döndü, tekrar gömdü Biraz gitti; bakti ki, yine çikmis bir daha gömdü, yine toprak üstüne çikti. Kendi kendine:
-Ben emredileni yaptim, diyerek birakip gitti.
Karsisina bir kus çikti. Pesinden bir sahin onu kovaliyordu.
Kus ona söyle dedi:
-Ey Allah'in peygamberi, beni sakla. Bana yardim et. Onu aldi. Koynuna sakladi.
Pesinden sahin geldi; söyle dedi:
-Ey Allah'in peygamberi, ben açim. Sabahtan beri de bu kusun pesindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kismetime engel olma.
Kendi kendine söyle dedi:
-Üçüncünün dilegini yapmam emri verildi. yaptim. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Simdi ne yapacagim.
Bu ise sasti. Sonra biçak aldi;kendi uylugundan bir parça et kesti.
Sahine atti; o da kapip kaçti.
Daha sonra kusu saldi. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmus bir les gördü. Onu da birakip kaçti.
Aksam olunca su duayi yapti:
-Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu islerin manasi ne se bana bildir.
Daha sonra, rüyasinda söyle anlatildi.
-Birinci görüp yedigin öfkedir. Önce koca bir dag gibi görülür; sabirla öfke yutulursa, baldan tatli olur.
Ikincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çikar.
Üçüncüsü, sana birakilan bir emanettir, ona hiyanet etme.
Dördüncüsü sudur: Bir insanin sana bir dilegi ulasirsa, onu yerine getir; isterse sana lâzim olan bir sey olsun.
Besincisi giybettir. Insanlarin giybetini edenlerden kaç.
Süphesiz herseyi bilen Allah'tir.
 

gumus_Tesbih

Paylaşımcı
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Konum
van
gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır

(Gıybet hakkındadır)

Yirmibeşinci Söz'ün Birinci Şu'lesinin Birinci Şuaının Beşinci Noktasının makam-ı zemm ve zecrin misallerinden olan birtek âyetin, mu'cizane altı tarzda gıybetten tenfir etmesi; Kur'an'ın nazarında gıybet ne kadar şeni' bir şey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet Kur'anın beyanından sonra beyan olamaz, ihtiyaç da yoktur.

İşte اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ َلحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyetinde altı derece zemmi, zemmeder. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, manası gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki:

Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır. O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.

İşte birincisi, hemze ile der: Âyâ, sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şey'i anlamıyor?

İkincisi, يُحِبُّ lafzıyla der: Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

Üçüncüsü, اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

Dördüncüsü, اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş

sh: » (M: 295)

ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?

Beşincisi, اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?

Altıncısı, مَيْتًا kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?

Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i'cazkârane altı derece o cürümden zecreder.

Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş:
"Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."

Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.

Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:

Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.

Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesaî etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: "Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar göreceksin."

Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filân yere gitti."

Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.

İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a'mal-i sâlihayı yer bitirir.

Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى​

Said Nursî​

* * *
 
Üst