dedekorkut1
Doçent
GENETİK KOD DÜNYAMIZ
SELİM GÜRBÜZERKalite kontrol kavramını sıkça duyar olduk artık. Peki, iyi hoşta kalite kontrol sistemi sadece dünyevi beşeri ilişkilere has bir olgu mudur? Elbette ki hayır. Çünkü mikro âlemde de İlahi güç tarafından tanzim edilmiş bir kontrol sistem ağının varlığı söz konusudur. Ki, Yüce Allah’ın “Ol” emri doğrultusunda üreme hücrelerinde mevcut genler vasıtasıyla kalıtım olayının kontrol edildiği malum. Zaten kontrol edilmesi de gerekir. Çünkü Yaratıcı güç böyle murad etmiş ve üreme olayı da bu şekilde kontrol altında tutulmuştur. Nitekim Mendel, bezelyelerle yaptığı çalışmalarla genetik karakteristik özelliklerin en az bir çift gen tarafından kontrol edilip belirlendiğini bildirmiştir. Bu yüzden her bir gen çifti aynı karakteristik özelliklere sahip allel genler olarak da adından söz ettirmiştir hep. Belli ki kâinatta hemen her şey çift yaratılmış, dolayısıyla her bir çift genin bir araya gelmesiyle birlikte birbirini tamamlayan “homozigot” veya “heterezigot” lokus aleller olarak sahne almakta. Zaten genlerin kromozomlar üzerinde konumlanıp ve bir hücrede her bir kromozomdan iki adet bulunması hasebiyle her bir hücrede genlerin bir çift halde bulunması son derece gayet tabii bir durumdur. Ancak şu da var ki; yumurta ve sperm hücrelerinin kendi üreme organlarında eşsiz bir şekilde değim yerindeyse bekâr olarak konumlanması tek başına bir anlam ifade etmez, illa ki evlenecek çiftlerin bir araya gelip izdivaca girmesi gerekir ki üreme olayından beklenen maksat hâsıl olsun. Aksi halde insan neslinin devamından söz edemeyiz. Bu arada insanoğlu, tavuk mu yumurtadan meydana gelmiş, yoksa yumurta mı tavuktan meydana gelmiş diye düşüne dursun, sonuçta katkı sunmak bakımdan tavuk cenine değil, yumurta cenine (embriyon) hem besin kaynağı olmak bakımdan hem de üremeyi gerçekleştirecek olan döl hücresine aracılık yapmak bakımdan katkı sağlamaktadır. Böylece yumurtanın bu aracılık fonksiyonu üstlenmesi sayesinde gen dünyasının gayet koordineli bir şekilde harekete geçmesiyle birlikte “zigot” oluşumu vuku bulmaktadır. Hatta biyoloji bilim dalında zigot oluşumu hadisesi spermin ve yumurta hücresinin vuslatı anlamında diyebileceğimiz “gametogenezis” olarak karşılık bulur da. Kur’an’da ise bu anlamın karşılığı “Şüphesiz biz insanı çamurdan bir sülâle yarattık” (Müminun, 23/12) diye beyan buyrulan ayetin mana ve ruhuna uygun olarak embriyonun birinci safhasının akabinde oluşan zigot safhasına karşılık gelen bir anlamlanmadır bu. Nitekim Müfessir Hamdi Yazır, Kur’an’da “Sonra onu kararı mekinde nutfe yaptık” (Müminun, 23/13) diye beyan buyrulan ayette geçen “kararı mekin” ibaresi ve yine bir başka ayette geçen “hamei mesnun” ibarenin aslında insan tohumuyla eş anlamda olan ‘nutfe’ olduğunu tefsir eder.
İşte yukarıda zikrolunan “siyah, kokar cıvık çamur” ibareleriyle tefsir edilen Kur’an ayetlerin mana ve ruhundan öyle anlaşılıyor ki:
-İlk yaratılış kodlarımız “toprak ve çamur” ibarelerine karşılık geldiği,
-Toprak ve çamurdan sonra organik gıda maddeleri temsilen “kokuşan et-sallelahm” anlamına gelebilecek “salsal” ibaresi koduna karşılık geldiği,
-Salsal’dan yaratılan hücre kodunun da “hamei mesnun” ibaresi koduna karşılık geldiği yönünde çok açık işaretler vardır (Bkz. Hicr Suresi, 15/28, 33). Öyle ya, madem Kur’an’da zikrolunun ayetlerde yaratılış kodlarıyla ilgili birçok ibareler ve işaretler var, o halde bu durumda yaratılış mucizesini bir tek “nutfe” koduyla sınırlı tutmayıp, icabında daha kapsamlı bir şekilde ‘Âdemi zigot yaratılış’ kodu hücresi olarak da telakki edebiliriz pekâlâ. Zira insan tohumuna karşılık gelen “nutfe” ibaresi çok hücreli döneme geçişi temsil eden embriyonik aşamanın en ileri safhasıdır.
Her neyse başta zikrettiğimiz tavuk mu yumurtadan meydana gelmiş, yoksa yumurta mı tavuktan meydana geldi konusuna döndüğümüzde, sonuçta Kur’an’da geçen yaratılışla ilgili işaret ibareler bize gamet hücrelerinin bir araya gelip döllenmesiyle oluşan zigotun akabinde gelişecek olan genetik hücre bölünme süreçlerinin tamamlanmasının neticesinde yumurtadan tavuğun (civciv) çıkmasını daha çok ön gördürmekte. Tabii yaratılış sürecini sadece yumurta kabuğunun çatlayıp tavuğun ortaya çıkması hadisesiyle de sınırlı tutmak doğru olmaz, Yaratılış sürecini icabında yumurta kabuğunun çatlaması hadisesinin bir başka versiyonu diyebileceğimiz anne karnında gelişen embriyonun 9 ay sonrası insan yavrusu olarak dünyaya gelmesi gibide düşünmek pekâlâ mümkün. Nitekim anne karnında embriyo hayatı yaşayan bir cenin veya fetüs ne zaman ki göbek bağı kordonuyla irtibatını keser işte ancak o zaman amnion kesesinden çıkıp dünyaya nur topu bebek olarak gelivermiş olur. Şöyle ki; yumurta ve spermlerin her biri tek bir gene sahiplerdir. Dolayısıyla döllenme denen hadise spermatozoit ve ovaryum hücrelerinin bir araya gelip genetik kodların buluşması sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Demek oluyor ki, canlı neslin devamı için elzem olan sperm ve yumurta hücrelerinin üretimi rast gele bir şekilde tesadüfen oluşmamakta. Tam aksine kendi bulundukları üreme tesislerinde (üreme organlarında) belli bir sistematik program dâhilinde entegre bir şekilde gamet üretimi gerçekleşmektedir. Öyle ki kendi üretim tesislerinde üretilen gamet hücreleri değişik aşamalardan geçtikten sonra izdivaca hazır bir şekilde üretim gerçekleşmekte. Bu yüzden ekonomi alanında entegre tesis kavramı denince bir ürünün üretimden itibaren tüm süreçlerin kontrol edildiği tesislere verilen ad olarak akla gelir. Biyolojik alanda da malum entegre tesis deyince “vücut (somatik) hücrelerini üreten üretim tesisleri ve cinsiyet (eşey-gamet) hücrelerini üreten üretim tesisleri akla gelir. Madem öyle, hazır üretim tesislerinden söz etmişken üreme hücreleri ile vücut hücreleri arasındaki en temel farkı ortaya koymakta fayda vardır. Neymiş o fark denildiğinde hiç şüphesiz aralarında en belirgin farkın vücut hücrelerinin (2n) kromozoma sahip olması, üreme hücrelerinin ise tek bir (n) kromozoma sahip olmasıdır. Bu demektir ki anneden gelen tek bir (n) kromozom, babadan gelen tek bir (n) kromozomu karşılayıp, böylece yeni bir canlının temeli atılmış olunmakta. Tabii anne karnında tüm bu olup bitenlerden habersiz bir şekilde dünyaya geliveren nur topu bebekler, neyse ki dünyaya geldiklerinde bu kez dünyada ne olup biteceğinden haberdar olarak yaşayıp ömür sürecelerdir. Derken dünyada ki ömrü tamamlandığında bu kez tıpkı anne karnında geçirmiş olduğu hayat sürecinde olduğu gibi yine sil baştan öteki âlemde başına neler gelip gelmeyeceğini bilemediği ahiret yurduna göç etmiş olacaktır. Hele her doğan çocuğun dünya yurdunda kalacağı konaklama süresi bir yana, asıl doğduğunda annenin şefkat kollarında nasıl ki kendini korunaklı kıldıysa aynen buluğ çağında da bu kez kendi kendini kontrol edecek mekanizmaların kollarında her türlü haramlardan ve çirkinliklerden kendini amel-i salih koruma zırhıyla korunma becerisini gösterebilmek çok mühimdir.
Dikkat edin kendi kendini kontrol edecek mekanizmaları oluşturmak ve geliştirmek dedik, bu da ancak kulluk bilincine varmak ve İslami hayat yaşamakla mümkün, dolayısıyla bu noktada kulluk bilincini genetik kodlardan beklemek abesle iştigal olur. Çünkü gen dünyası bambaşka bir dünyadır. Bu yüzden gen dünyasına iyiyi kötüyü birbirinden ayıran herhangi bir mekanizma ya da herhangi bir ilham verici olgu gözüyle bakmak yerine bir “bilgi programı paketi” olarak bakmak en doğrusu. Nitekim gen dünyasının bilgi koduyla yüklü bilgi paketi programı olduğu şundan besbellidir ki maddenin en küçük temel birimi olan atomları kendinde toplayabilmiştir. Şayet kendinde toplamamış olsaydı bilinçsiz maddenin kendi kendine bilgi üretecek ne paket programların varlığından söz edebilirdik ne de hücre içerisinde DNA başkanlığında yürütülen paket programlardan. Hele ki işin içinde bir de hücre âlem söz konusu olunca işin boyutu daha da değişip bambaşka bir hal almakta. Öyle ki hücre içi faaliyetler organizmanın belirli bir hiyerarşik düzen içerisinde işlerlik kazanabilmesi için bilgi yüklü DNA ve RNA denen paket programın varlığına ihtiyaç vardır. İşte adına bilgi yüklü paket programlar dediğimiz genler bu noktada devreye girerek bir noktada canlı hayatına dirlik kazandırmaktalar. Hem nasıl dirlik kazandırmasın ki, bikere her şeyden önce gen dünyası DNA moleküllerinden teşekkül etmiştir. Dolayısıyla yarı anne ve yarı babadan gelen genetik karakterlerin yavrulara geçmesini sağlayan genetik dizilimin lideri hiç kuşkusuz DNA olup organizmanın şekillenmesinde rol oynayan hücre içi tüm hayati faaliyetler onun başkanlığında gerçekleşmektedir.
Düşünsenize 46 kromozomlu bir zigotta 2 ila 3 milyon arası bir sayıda gen bulunup kullanılan ya da kullanılmayan bu kadar sayıda gen topluluğu zigot içerisinde adeta adrese teslim bir şekilde beyin, akciğer, mide, rahim, göz, kol ve bacakları oluşturacak hücreler halinde vücut azalarına dönüşümünü belirleyebiliyorlar. Böylece adrese teslim herhangi bir organa ait hücrenin gen sayısına baktığımızda dile kolay 10.000’li rakamlarla telaffuzu zor sayıda gen dünyasıyla karşılaşabiliyor. Her ne kadar rakamların dilini telaffuz etmekte zorlansak ta sonuçta dünyaya gelecek insan vücudunu oluşturan organlar ne bir eksik, ne bir fazla tam da dengi dengine denk gelen rakamlarla şekillenmekte. Öyle ki vücudu oluşturan tüm organların şekillenmesinde etken rol oynayan genler, her organın hücre yapılarında bulundukları konum ve özelliklerine göre ya dominant gen (baskın gen) halde ya da resesif gen (çekinik) gen halde konumlanmaktalar. Örnek mi? Mesela siyah gözlülük baskın gen olarak sahne alırken, mavi gözlülük resesif gen olarak sahne alır. Bu nedenledir ki genetik kodlamalarda dominant genleri büyük harflerle kodlanırken, resesif genlerde küçük harflerle kodlanır. Tabii burada genlerin baskın ve resesif oluşumları üzerinde dikkat kesilmek yerine asıl gen dünyasının akıl almaz sırlarına ve gen diziliminde ki mükemmeliyetine dikkat kesilmek daha doğru bir tutum olur. Gerçekten de gen dizilimindeki mükemmeliyete dikkat kesildiğimizde kromozomları oluşturan nükleotidlerin çift sıra halde dizilim gösterdiklerini müşahede etmiş oluruz. Derken bu sayede kromozomlar üzerinde oluşan STR DNA gen bölgelerini (kısa tekrar dizilimi) genetik okuma cihazlarında lineer bir diziliş şeklinde gözlemlemiş oluruz. İşte bu gözlemleyebildiğimiz birbiri ardı sıra dizilen STR DNA gen bölgelerinin bulunduğu özel konuma “lokus” denmektedir. Nitekim genetik okuma cihazların monitörlerinde pik şeklinde izlediğimiz yarı anne ve yarı babadan çocuğa geçen kromozomlar aslında aynı lokus bölgelerinde konumlanan allel genlerden başkası değildir. Ki; her bir lokus allel genin kodu belli bir sekans sayıda atomik döngüyle belirlenir. Mesela pürin gurubundan azotlu bir bileşik diye addedilen adenilik asit “Adenin-Pentoz-Fosfat”dan oluşan bir nükleotid olup 39 atomdan meydana gelmiştir. Üstelik bu 39 atomluk yapı DNA’nın yapısını oluşturan dört nükleotid bazdan sadece bir tanesini teşkil eden bir yapıdır. Bir başka ifadeyle 13 karbon, 11 hidrojen, 9 oksijen, 5 azot ve 1 fosfor içeren pürin yapıdır. Hele birde bunu insan DNA’sını tümüyle birlikte düşündüğümüzde vücudumuzun yaklaşık 210 milyar kadar atomla donatıldığı bir dünya ile yüzleşmiş oluruz. Tabii bu zahiri yüzleşmedir, birde bir başka daha yüzleşeceğimiz dünya vardır ki, o da vücudumuzda mevcut atomların çekirdek etrafında dönen elektronların seyriyle her biri her an her salise Allah’ı zikretmekte olduklarını idrak ettiğimizde biliniz ki batini dünya ile yüzleşmiş oluruz. Ama ne var ki, kahır ekseriya bundan bihaberiz. Her ne kadar bihaber olsak bile bu atom dünyasında kurulan zikir halkası tâ kalubeladan beri levh-i mahfuzumuz kader kitabı diyebileceğimiz DNA’mızda kodlanıp Mevlana’ca dönmekteler de zaten.