GenÇlİĞe Hİtabe

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü ?...
Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir çığlık kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında "Hakimiyet Hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Emekçiye "Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!" diyecek...
Kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek...Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin,İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnetsayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldağı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara "siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız !Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek müslümanlığın "nasıl" ını ve "ne idüğü" nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu ,hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşman larını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!

Allahın selâmı üzerine oIsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..

Necip Fazıl
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
HAZRET-İ MEVLANA’NIN GENÇLİĞE HİTABELERİ

Dinimizde her genç, bir yetişkin kabul edilir ve ondan bazı sorumlulukları üstlenmesi beklenir. Bu yüzden dinî vazifeler alanında yetişkinlerden pek farkları yoktur. Fakat yetişkinler karşısında çok büyük bir üstünlükleri vardır: Çok iyi birer yetişkin olma ihtimalleri ve potansiyelleri…
Elbette, bu durumda siz gençler için daha çok emek sarf etmek, sizlere daha çok iyilik ulaştırmak, daha çok hizmet vermek ve daha çok ümit beslemek gerek...

Hz. Mevlana’nın özellikle gençlerin duymasını istediği sözleri var. Bakalım ne diyor, iyi düşünüp anlamaya çalışalım:

“Kötü arkadaşlara uyma, çevir onlardan yaprağını! Çünkü onlar size uymuş görünürler, sizinle beraber safa girerler; ama sonra kaçarlar, safı da bozar, perişan ederler.”
Sen bir ağaç gibisin. Bazen güneşe, bazen yağmura çevirirsin yaprağını. Fakat arkadaşın kötüsü ne güneş ne yapraktır. Köklerine kadar seni zehirleyecek bir nesnedir de belki sen farkında değilsindir.
Aslında kötü arkadaş zehirli yılandan da beterdir. Yılan seni zehirler ve belki de öldürür. Fakat kötü arkadaş hem bu âlemde seni rezil eder, hem asıl âlemindeki hayatına da zarar verecek işler yaptırır. Senin kendine güvenini de, insanlara güvenini de yıpratır.

“Seni sevmede ve korumada; anadan, babadan daha ileriyim, onlardan fazla acırım sana; fakat pişmen, olgunlaşman için sınarım seni; sana bağ-bahçe, cennet kurarım, derdine devalar veririm, şundan; şu duman gökyüzünden daha güzel yepyeni bir gökyüzü hazırlarım sana.”
Burada Allah Teala’nın seslendiğini duyar gibiyiz. Rabbimizin gösterdiği yol, esenlik vericidir. Fakat bu esenliğe giden yolda elbette sınanmalar vardır. Sınanmadan hiç kimse bırakılmaz. Bunların farkına varan genç, akıl baliğ olduğu dönemden itibaren, imtihandaki bir talebe dikkatiyle yaşarsa alacağı not,- tabiri caizse- yüksek olur.
Sınanmalarda kendisine acınmadığını düşünen, başkalarına da acımasız olur. Dünyanın bir kavga, bir yarış, bir hesaplaşma yeri olduğunu düşünür. Hayır, bunlar değil; ancak bir imtihan yurdudur dünya. Karneniz ahrette, mutlaka elinize tutuşturulur.


Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüşün, altının esiri olacaksın? Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini… Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef ise kanaatkâr olduğundan içi inciyle doldu.”
Maddi imkânlar çerçevesinde düşünen ve yaşayan genç, eninde sonunda hüsrana uğrar. Hüsran, öncelikle kaybettiği o değerli zamandır. Bir de bakar ki, ihtiyarlamış; bütün zamanını ruhu esir kimseler gibi geçirmiş, gün yüzü görmemiştir. Çünkü o dar dünyasında, tutkularının her biri ağır prangalar gibi onun peşi sıra gelmiştir. Kazansa ve elde etse bile o kazancın çapı bellidir ve sınırlıdır. Sınırsız olan kazançsa mutlaka Allah katındadır. Öyleyse dünyayla ilgili beklentilerimizin çokluğu, kendi elimizle hapse girmekten pek farklı bir şey değildir.

Ey oğul! Bu ömrü yamalı, yamuk dikişli, kalıbına uymayan şekilde dikme. Bil ki gençlik atlas kumaştır. İşini bil. İyi bir kaftan sahibi ol.
Gençlikte dikilen kaftan nasılsa vücut ona göre gelişir. Geleceğini hırslarını doyurmak üzere kuran genç, maalesef sonra da o basit kaftanın içine girmeye razı olmak zorunda kalır. Daha fazla gelişemez, ruhen büyüyemez. Çünkü kaftan o kadar. Ufkunu geniş tutan, yüce idealleri olan, insanlığa faydalı olmak üzere hazırlanan genç ise hayat boyu gelişir, ölene dek yücelir; onu kimse tutamaz. Bu kaftan onun ölürken kefenle takas edeceği en kıymetli varlığıdır. Nasıl yaşadığınızı ve nasıl öleceğinizi belirleyen bir giysi…


“Zamanın kutbunun nefesi karşısında naklî ilmi, su varken teyemmüm etmek gibi bil. Kendini aptal yap. Ondan sonra ona tabi olarak yürü. Kurtuluşu ancak bu aptallıkla bulursun. Ey oğul! İnsanların sultanı bunun için "Cennet ehlinin çoğu aptaldır" demiştir. Zekilik senin için kibir ve gururlandırıcı şey gibidir. Bunun için aptal ol. Maskaralıkta iki kat olan aptal değil. Hakkın hayranı ve şaşkını olan aptal ol."
Aklına güvenme ey genç! Aklınla her şeyi yapabileceğini zannetme. Çünkü bu kibirdir. Şeytan kibriyle helak oldu. Allah’ın sunduklarına karşı şüpheye düşmek yerine ona tam gönülden teslim olan ise iman bakımından zengindir ve imtihanlarda akıllılara göre daha başarılıdır. Çünkü imanların imtihanı aklı değil, öncelikle teslimiyeti gerektirir.



“Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder. Kudretli olduğu günlerde sıhhatli ve kuvvetli bulunduğu zamanlarda bu işi başarır. Çünkü gençlik çağı, yemyeşil, terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyveler verir.”
“Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam bir eve benzer.
Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan, toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır. Çünkü çorak yerde güzel nebatat asla yetişmez.”
“Gençlik bir nimet… Hem de nimetlerin en güzeli, en şirini. Nimet ise bir şükür ister, bir teşekkür bekler. Çünkü nimet şükürle değer kazanır, kıymetlenir. Şükür görmeyen nimetler başa bela olur, felakete dönüşür.”
Gençlik iyidir, hoştur ama eninde sonunda gidicidir. Her yaşlı bunu bilir. Bilseler ne olur? Çoğunun bunu bilmesi kendisi açısından pek anlamlı değildir, çünkü fırsatı elden kaçırmışlardır. Ne gençlik nimetine zamanında şükretmiş ne de bu nimeti doğru ve faydalı yerlere kullanmıştır. Beden toprağı çoraklaşınca onda güzel nimet bitmez. Tıpkı yaşlandıktan sonra aklı başına gelenin yapılması gereken iyi işlerde artık geç kalması gibi…
Şükrü olmayan gençlik, işte bu yüzden yaşlılıkta başa bela olur, mutlaka acısını çıkarır.


Her bir kötü huyunu bir diken bil; dikenler, kaç keredir ayağını yaraladı. Kaç kere, kötü huyun yaraladı seni; fakat çirkin huyunun, başkalarını yaraladığını bilmiyorsun.
Kendi yarandan da haberin yok değil ya; sen hem kendine azapsın, hem başkalarına. Kendine gel a yolcu, kendine gel!
Taş yeşermez, geçmiş olsa da ilkbahar, Toprak ol da bak, nasıl güller açar. Taş gibi idin çok gönül kırdın! Yeter! Toprak ol, üstünde hoş güller bitir.
Kötü huylar önce huy sahibinin canını yakar. Vazgeçemez o huydan, bazen de en kötüsü umurunda bile olmaz. Kıskanç bir insandan, bencil bir insandan, başkalarının kötü, kendisinin iyi durumda olmasını isteyen bir insandan hayır gelmez. Taş üzerinde çiçek açmaz çünkü. İşe yaramaz kuru taş, ancak insanların yolunu engeller ve onların sırtına ağırlık olur. Tıpkı omuzlara binen bir tabut gibi taşınmak ister. Kendi ayaklarıyla yürümeyi saflık sanır.


“Tövbe ve istiğfar etmek elde değildir. Tövbe zevki, herkesin zevki olmaz. Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın kötülüğü insanın gönlüne giden tövbe yolunu kapatır. Bu yüzden her gönle secde için izin yok, her çalışanın ücreti rahmet değil.
Aklını başına al da “Tövbe ederim, Allah'ın lütuf ve keremine sığınırım.” düşüncesine kapılarak nefsin isteklerine uyma, günah işleme.”
Tövbe edebilmek de bir nimettir. Bazen insan günahını, hatasını fark eder de dili “Ben hatalıyım.” demeye varmaz. Varsa da düzelmek için harekete geçmek istemez. Kendi acizliğini görüp de Rabbinden yardım talep edemez. Nasıl bir dilencidir ki bu, düşünün, dilenmekten bile acizdir.

A padişahım, seni ziyarete gelmeyiş, eşekliktendir, eşeksizlikten değil; çünkü haccın, boyuna bedavadır, hem de orada aşılacak yol bile yok.
Kendine gel a gönül, zahmet çekmeye gücüm-kuvvetim yok deme; kendi saçma sapanlığından geç; güce-kuvvete lüzum yok. Herkesin zahmetini bol-bol çekiyordun da defineye, hazineye gelince gücüm-kuvvetim yok diyorsun, bu nedir? Aşağılık bir durumdur ancak.”
Namaz kılmayış zorluktan değildir. Çünkü o öncelikle kolaydır. Ama insan nelere güç yetirir de ibadete sıra geldiğinde üşenmeye, halsiz olmaya, bahaneler bulmaya başlar. Yani iş Rabbini ziyarete geldiğinde eşeğim yoktu varamadım, diye kendini kandırır. Mevlana diyor ki. Kendine gel! Senden âlâ eşek mi olur?


“Cenâb-ı Hakk'tan, edepli bir insan olmak hususunda bizi başarıya ulaştırmasını niyaz edelim. Çünkü edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edepsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur.”
Bütün bunları duymak nefse ağır gelir. Nefis, kulaklarını tıkamak ister, kaçıp gitmeyi düşlemeye koyulur. Kaçsa nereye kaçacaktır? Daha hayırlı bir yere mi? Muhtemelen nefsi rahatlatacak bir yer, daha hayırlı bir sayılamaz. Onu arada bir de olsa biraz sıkmak gerekir. Nasihat dinletmek gibi… Eğer bütün bu nasihatler nefislere fazla geldiyse Mevlana Hazretlerinin “olmazsa olmaz olan” olarak takdim ettiği “edepli olmak için dua” iyiliğini edelim kendimize. Bu küçük dua için de nefisler itiraz etmez herhalde…





Ayla ABAK



 
Üst