dedekorkut1
Doçent
GENÇLERLE BAŞBAŞA
SELİM GÜRBÜZER
Her geçen gün ahlaki değerlerimiz ve milli duygularımız erozyona uğradıkça gençlerle olan münasebetlerimizde açılan uçurum kanayan yara hale gelebiliyor. Nasıl kanayan yara hale gelmesin ki, çok büyük ahlaki çöküntü tehlikesiyle karşı karşıyayız. Tabii ki ortada doğru dürüst tatbiki dini eğitim olmazsa olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki. Baksanıza bir genç çocuk yaşta ya ebeveyninden gördüklerinden, ya cumaları ve kandil geceleri camii içerisinde büyüklerinden ne gördüyse ancak o kadarıyla dini bilinç kazanabiliyor. Görmek iyi hoşta, fakat bu da bir yere kadardır, ilmen ve amel yaparak bilinçlenmekte gerekir ki taklidi amelden tahkiki amele geçilebilsin.
Evet, her şey görmekle başlar. Nitekim çocuk ailesinden veya çevresinden bir şeyler görerek taklidide olsa ibadete özenip dini hassasiyet kazanabiliyor. Birde alnı hiç secde görmemiş ortamlarda hiçbir dini yaşantı görmeden yetişmiş çocukların bir halini düşünün, elbette ki bu kıyaslamaya bakaraktan ailesinden veya çevresinden hiçbir şey görmeyen çocuklara nisbetle bizim durumumuz çok daha iyi bir durumdadır. Allah’a çok şükürler olsun ki, ağır aksak da olsa kör topalda olsa en azından dini vecibeleri yerine getirmede üzerimize bir şeyler sirayet etmiş durumda. Bu yüzden Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Öyle ya, çocukluğundan buluğ çağına dek hiçbir şekilde dini yaşama şansı bulamayan bir gencin değil taklidi bir ibadete geçiş yapması, dini hassasiyet kazanacak seviyeye gelmesi bile oldukça zor gözükmekte. Hani derler ya, bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur misali, tâ çocukluk çağından itibaren dini hassasiyet kazanmayınca elbette ki o insanda ahlak-ı hamide çıkmaz da. İşte bu nedenledir ki ısrarla ne kadar şükretsek azdır diyoruz. O halde sakın ola ki, aileden ve kucağında yetiştiğimiz çevreden görmekte neymiş deyip işi hafife almayalım, bilakis her insan ailesinden ve kucağında yetiştiği çevrenin etkisiyle şahsiyet kazanmakta. Madem öyle, işi ciddiye alıp dini hassasiyeti olan ortamlarda doğup büyümüş bir gencin çok küçük yaşlarda ne görüp ne edindiyse onu kendine çok büyük kazanç olarak addetmesi gerekir. Bakınız Enes bin Malik (r.anh) görmenin önemini mealen şöyle ortaya koymakta: ''Ben Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında senelerce hizmette bulundum. Hiçbir gün bana demedi ki, niye bunu yaptın, niye bunu yapmadın…'' İşte bu sözlerden de anlaşıldığı üzere Sahabe-i kiram Yüce Peygamberimizi baş gözüyle görerek ahlak-ı hamide sahibi olmuşlardır. Keza aile ve çevre ortamında da durum öyledir. Nitekim bir çocuk buluğ çağına kadar kucağında yetiştiği ailesinden ve çevresinden ne aldıysa aldı, ondan sonrası malum artık o gence şunu yap bunu yap demenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Zira atalarımız bu hususta “Ağaç yaşken eğilir” şeklinde izahat getirmişlerdir. Hatta bu izahatla yetinmemişler “Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur” diyerek izahatlarına daha da bir anlam katmışlardır. Dolayısıyla yetişmiş bir gence şunu yap bunu yap denilse de çocukluk çağlarındaki gibi asla kulak kabartmayacaktır. Böylece ebeveynler bir zamanlar bağrına basıp sevip büyüttüğü çocuklarının buluğa ermeleriyle birlikte kontrollerinden çıktığını bizatihi yaşayarak fark etmiş olacaklardır. Kaldı ki bu noktadan sonra ailelerin niye evlatlarımıza söz geçiremiyoruz diye de üzülmelerine gerek yoktur. Çünkü İslam’da akıl baliğ olmuş bir genç, ebeveynin sorumluluğundan çıkmış sayılır, dolayısıyla bir çocuğun buluğa ermesiyle birlikte her yapacağı fiili davranışından sorumluluk kendisine ait olacaktır. İyi yönde fiili davranışlarda bulunursa ne ala, yok eğer kötü yönde fiili davranışlar içerisine girerse günahı da vebali de kendisine aittir, bu durumda bize sadece kötü fiillerinden dolayı şahsını değil, kötü fiillerini kınamak düşer.
Öyle anlaşılıyor ki, bir gencin eğitimi önce aile ortamında başlayıp sonrasında okul, çevre ve toplum yönlendirmesiyle süreç tamamlanmış oluyor. Unutmayalım ki, Allah Resulü (s.a.v) ‘El Emin’ unvanını genç yaşta kazanmıştır. Zaten El Emin güvenilir, itimat edilen demektir. Malumunuz Allah Resulü (s.a.v) Nübüvvet öncesi hayatının bir bölümünde “Hilfü’l-Fudûl” diye bilinen toplumda can ve güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi ve faziletlerin toplumda egemen değer olması gibi amaçlarla kurulan cemiyetinin (derneğinin) El Emin sıfatıyla en genç üyesidir. Böylece Allah Resulü üye olmakla tüm zamanlarda var olacak gençlere hayırlı amaçlar etrafında nasıl bir araya gelip nasıl sivil inisiyatiflerini kullanabileceklerinin örneğini gösteren ilk öncü rehberimizdir o. Hakeza Peygamberimiz Nübüvvetle müjdelendiği ileriki yıllarda da Mescid-i Nebevi’nin hemen yanı başında Müberra dinimizin ilmen ve fikren yayılmasına yönelik Ehl-i Suffe ismiyle müsemma gençlerin eğitimi için özel bir yer ayırması bakımdan da ilk öncü rehberimizdir. Allah Resulü (s.a.v) iyi ki de gençlere öncülük yapmış bu sayede ilerisinde inşa edilecek medreselerin ve mescitlerin ışık yayan kandilleri olmuşlardır. Dahası Asr-ı saadet devrinde camii ve cemaat anlayışı Ehl-i Suffe gençliği ile birlikte bir arada neşvünema bulmuştur. Bugüne geldiğimizde ise maalesef yetişkinlerimiz camilerimizde bir gencin camii içerisinde bir takım davranışlarından dolayı onu adeta yaylım ateşine tutup ön saflarda aralarına almamaktalar. Oysa gençleri saflardan kovarak ya da bir başka ortamlarda azarlayarak bir yere varamayız, aslında böyle yapmakla çocukları ve gençleri kendimizden kopardığımızın farkında bile değiliz. Doğru ve güzel olana yönlendirmek varken çocukları ve gençleri bunca eleştiri bombardımanına tutmak neyin nesidir doğrusu şaşmamak elde değil.
Allah Resulünün hayatına baktığımızda çocuklara selam vermekten tutunda onlarla hemhal olmanın yanı sıra onların nazıyla oynamakta vardır. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) namazda iken omzuna çıkan çocuğun yere düşmesin diye secdeyi uzatmasında ki o derin hassasiyet bunun en bariz örneğini teşkil eder. Bugün bırakın çocuğun omza çıkmasını, secde önünden geçmesine bile tahammülümüzün olmadığı artık bir sır değil.
SELİM GÜRBÜZER
Her geçen gün ahlaki değerlerimiz ve milli duygularımız erozyona uğradıkça gençlerle olan münasebetlerimizde açılan uçurum kanayan yara hale gelebiliyor. Nasıl kanayan yara hale gelmesin ki, çok büyük ahlaki çöküntü tehlikesiyle karşı karşıyayız. Tabii ki ortada doğru dürüst tatbiki dini eğitim olmazsa olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki. Baksanıza bir genç çocuk yaşta ya ebeveyninden gördüklerinden, ya cumaları ve kandil geceleri camii içerisinde büyüklerinden ne gördüyse ancak o kadarıyla dini bilinç kazanabiliyor. Görmek iyi hoşta, fakat bu da bir yere kadardır, ilmen ve amel yaparak bilinçlenmekte gerekir ki taklidi amelden tahkiki amele geçilebilsin.
Evet, her şey görmekle başlar. Nitekim çocuk ailesinden veya çevresinden bir şeyler görerek taklidide olsa ibadete özenip dini hassasiyet kazanabiliyor. Birde alnı hiç secde görmemiş ortamlarda hiçbir dini yaşantı görmeden yetişmiş çocukların bir halini düşünün, elbette ki bu kıyaslamaya bakaraktan ailesinden veya çevresinden hiçbir şey görmeyen çocuklara nisbetle bizim durumumuz çok daha iyi bir durumdadır. Allah’a çok şükürler olsun ki, ağır aksak da olsa kör topalda olsa en azından dini vecibeleri yerine getirmede üzerimize bir şeyler sirayet etmiş durumda. Bu yüzden Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Öyle ya, çocukluğundan buluğ çağına dek hiçbir şekilde dini yaşama şansı bulamayan bir gencin değil taklidi bir ibadete geçiş yapması, dini hassasiyet kazanacak seviyeye gelmesi bile oldukça zor gözükmekte. Hani derler ya, bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur misali, tâ çocukluk çağından itibaren dini hassasiyet kazanmayınca elbette ki o insanda ahlak-ı hamide çıkmaz da. İşte bu nedenledir ki ısrarla ne kadar şükretsek azdır diyoruz. O halde sakın ola ki, aileden ve kucağında yetiştiğimiz çevreden görmekte neymiş deyip işi hafife almayalım, bilakis her insan ailesinden ve kucağında yetiştiği çevrenin etkisiyle şahsiyet kazanmakta. Madem öyle, işi ciddiye alıp dini hassasiyeti olan ortamlarda doğup büyümüş bir gencin çok küçük yaşlarda ne görüp ne edindiyse onu kendine çok büyük kazanç olarak addetmesi gerekir. Bakınız Enes bin Malik (r.anh) görmenin önemini mealen şöyle ortaya koymakta: ''Ben Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında senelerce hizmette bulundum. Hiçbir gün bana demedi ki, niye bunu yaptın, niye bunu yapmadın…'' İşte bu sözlerden de anlaşıldığı üzere Sahabe-i kiram Yüce Peygamberimizi baş gözüyle görerek ahlak-ı hamide sahibi olmuşlardır. Keza aile ve çevre ortamında da durum öyledir. Nitekim bir çocuk buluğ çağına kadar kucağında yetiştiği ailesinden ve çevresinden ne aldıysa aldı, ondan sonrası malum artık o gence şunu yap bunu yap demenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Zira atalarımız bu hususta “Ağaç yaşken eğilir” şeklinde izahat getirmişlerdir. Hatta bu izahatla yetinmemişler “Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur” diyerek izahatlarına daha da bir anlam katmışlardır. Dolayısıyla yetişmiş bir gence şunu yap bunu yap denilse de çocukluk çağlarındaki gibi asla kulak kabartmayacaktır. Böylece ebeveynler bir zamanlar bağrına basıp sevip büyüttüğü çocuklarının buluğa ermeleriyle birlikte kontrollerinden çıktığını bizatihi yaşayarak fark etmiş olacaklardır. Kaldı ki bu noktadan sonra ailelerin niye evlatlarımıza söz geçiremiyoruz diye de üzülmelerine gerek yoktur. Çünkü İslam’da akıl baliğ olmuş bir genç, ebeveynin sorumluluğundan çıkmış sayılır, dolayısıyla bir çocuğun buluğa ermesiyle birlikte her yapacağı fiili davranışından sorumluluk kendisine ait olacaktır. İyi yönde fiili davranışlarda bulunursa ne ala, yok eğer kötü yönde fiili davranışlar içerisine girerse günahı da vebali de kendisine aittir, bu durumda bize sadece kötü fiillerinden dolayı şahsını değil, kötü fiillerini kınamak düşer.
Öyle anlaşılıyor ki, bir gencin eğitimi önce aile ortamında başlayıp sonrasında okul, çevre ve toplum yönlendirmesiyle süreç tamamlanmış oluyor. Unutmayalım ki, Allah Resulü (s.a.v) ‘El Emin’ unvanını genç yaşta kazanmıştır. Zaten El Emin güvenilir, itimat edilen demektir. Malumunuz Allah Resulü (s.a.v) Nübüvvet öncesi hayatının bir bölümünde “Hilfü’l-Fudûl” diye bilinen toplumda can ve güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi ve faziletlerin toplumda egemen değer olması gibi amaçlarla kurulan cemiyetinin (derneğinin) El Emin sıfatıyla en genç üyesidir. Böylece Allah Resulü üye olmakla tüm zamanlarda var olacak gençlere hayırlı amaçlar etrafında nasıl bir araya gelip nasıl sivil inisiyatiflerini kullanabileceklerinin örneğini gösteren ilk öncü rehberimizdir o. Hakeza Peygamberimiz Nübüvvetle müjdelendiği ileriki yıllarda da Mescid-i Nebevi’nin hemen yanı başında Müberra dinimizin ilmen ve fikren yayılmasına yönelik Ehl-i Suffe ismiyle müsemma gençlerin eğitimi için özel bir yer ayırması bakımdan da ilk öncü rehberimizdir. Allah Resulü (s.a.v) iyi ki de gençlere öncülük yapmış bu sayede ilerisinde inşa edilecek medreselerin ve mescitlerin ışık yayan kandilleri olmuşlardır. Dahası Asr-ı saadet devrinde camii ve cemaat anlayışı Ehl-i Suffe gençliği ile birlikte bir arada neşvünema bulmuştur. Bugüne geldiğimizde ise maalesef yetişkinlerimiz camilerimizde bir gencin camii içerisinde bir takım davranışlarından dolayı onu adeta yaylım ateşine tutup ön saflarda aralarına almamaktalar. Oysa gençleri saflardan kovarak ya da bir başka ortamlarda azarlayarak bir yere varamayız, aslında böyle yapmakla çocukları ve gençleri kendimizden kopardığımızın farkında bile değiliz. Doğru ve güzel olana yönlendirmek varken çocukları ve gençleri bunca eleştiri bombardımanına tutmak neyin nesidir doğrusu şaşmamak elde değil.
Allah Resulünün hayatına baktığımızda çocuklara selam vermekten tutunda onlarla hemhal olmanın yanı sıra onların nazıyla oynamakta vardır. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) namazda iken omzuna çıkan çocuğun yere düşmesin diye secdeyi uzatmasında ki o derin hassasiyet bunun en bariz örneğini teşkil eder. Bugün bırakın çocuğun omza çıkmasını, secde önünden geçmesine bile tahammülümüzün olmadığı artık bir sır değil.