dedekorkut1
Doçent
GEL KARDEŞİM BİR OLALIM
SELİM GÜRBÜZER
Mümine yaraşan dünya menfaati amaçlı bir kardeşlik değil, Allah için birbirini sevme amaçlı ahrette de birlikte olabileceği bir kardeşlik esas olmalıdır. Nasıl mı? İşte Resulullah (s.a.v)’in:
“Yedi sınıf insan var ki, Allah Teâlâ onları hesap gününde özel rahmetiyle gölgelendirecektir. Bunlardan biri de Allah için birbirini seven iki arkadaştır. Üç şey var ki, onlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur; Allah ve Resulünü her şeyden daha fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek ve İmandan sonra küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kötü görmektir” diye beyan buyurduğu hadis-i şerif bunun en bariz delili zaten. (Buhari, İman,14, Müslim,67, Tırmizi, iman 10.
Yine Resul-i Efendimiz (s.a.v) bu meyanda ashabına şöyle beyanda bulunur;
-Allah’ın dostları içinde öyle kimseler vardır ki, onlar Nebi ve Şehitte değillerdir. Fakat Nebi ve Şehitler onlara gıpta ederler.
Bunun üzerine Ashab;
-Ya Rasulallah! Onlar kimlerdir diye sorar.
Resul-i Ekrem (s.a.v) cevaben şöyle der:
-Onlar aralarında herhangi bir neseb bağı ve maddi alışveriş bulunmaksızın sırf Allah’ın muhabbetini ve rızasını kazanmak için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzü nur gibi parlamaktadır. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar, insanlar üzüldükleri zaman onlar üzülmezler.
Ve akabinde en son şu ayet-i kerimeyi okur:
-Haberiniz olsun! Allah’ın velilerine asla bir korku ve hüzün yoktur.” (Yunus,62–64)
Evet, Allah Resulünün beyanlarından anlaşılan o ki, hakiki kardeşlik duygusu hiç bir dünya metasına değişilmeyecek derecede paha biçilmez kıymet bir değerdir. Öyle ki “Pazara kadar değil mezara kadar” uzanan Yusuf yüzlülük ve Hamza yürekli olmanın tâ kendisi kardeşlik değeridir dersek yeridir. Zira hakiki kardeşliğin kalıcı bir değer olduğunu bizatihi Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerimde kullarına şöyle beyan eder de: “Kıyamet günü olunca insanlar arasındaki neseb ve akraba bağları kesilir, kardeşliğin hükmü biter, ortada sadece Allah için yapılan kardeşlik kalır.” (Zuhruf 43/67)
İşte görüyorsunuz, hakiki kardeşlik Yüce Allah (c.c) beyan buyurduğu veçhiyle Yusuf yüzlü ve Hamza yürekli kardeşlik olmanın esrarında gizlidir. Madem öyle, daha ne duruyoruz gelin hep birlikte Yusuf yüzlü ve Hamza yürekliler gibi birbirimize kaynaşıp kardeş olalım ki, ahrette de ebediyetlik kazansın. Şayet Yusuf yüzlü, Hamza yürekli kardeşlik nasıl ebediyet kazanır derseniz, bu hususta İmamı Gazali (k.s)’in şu sözlerine kulak vermek kâfidir elbet:
-“Sohbet ve arkadaşlık iki şekilde olur; birincisi tercih ve talep olmadan yapılan arkadaşlık, ikincisi ise kendi arzu ve iradesiyle yapılan arkadaşlık. Sohbet bir kimseyle aynı meclisi paylaşmak ve aynı ortamda beraber yaşamaktır, bunlar da ancak sevgiyle olur. Birbirini samimi olarak sevmeyenler bir arada bulunamazlar (İhya 2, 234. Beyrut,1992).”
Evet, ebediyen beraber bir arada bulunmanın esprisi samimi olarak birbirimizi Allah için sevmekten ve kardeş olmaktan geçmekte. Nasıl ki çiçeğe sevgi katmadan çiçeği sulasak da bir anlam ifade etmiyorsa, aynen müminlerde birbirlerini Allah için sevmedikçe de kuru meşe odunu bir kardeşlikten öte bir anlam ifade etmeyecektir. İlla ki Yunusça sarıçiçeğe sevgimizi kataraktan;
“Sordum sarı çiçeğe,
Annen baban var mıdır,
Çiçek eydür derviş baba
Annem babam topraktır…” diye can-ı cananca inlemeli ki aslı vatanımıza döndüğümüz de yeniden çiçek açan can-ı cananlar olabilelim. Şayet ahrette kurumuş yaprak, solmuş çiçek ve kuru meşe odunu olmak istemiyorsak can-ı canan kardeş olmaya mecburuz da. Zira Hak Teâlâ bu hususta şöyle ferman buyurur:
-“Zalimlerden her biri o gün; Ne olurdu keşke bende o peygamberlerle birlikte bir kurtuluş yolu edineydim. Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim der” (Furkan, 25/27–29). Belli ki Yüce Allah kullarına böyle ferman buyurmakla Peygamber gül’ü olmalarını murad etmekte
Madem Yüce Rabbimiz öyle ferman buyurmuş, o halde kardeşlerimizle ‘hayırlar feth ola, şerler defola’ düsturunca dost olup birbirimizde kusur aramamak gerekir. Kusur aramakta büyük kusurdur çünkü. Hem bir mümin, kardeşinin kusurunu ve hatasını yüzüne vurup zevkten dört köşe olmakla ne kazanç elde edebilir ki, bilakis şeytanın değirmenine su taşımış olur. Oysa hata insan içindir, her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh olmak sadece Allah-ü Teâlâ’ya has bir sıfattır. Burada asıl bizim açımızdan önemli olan birbirimizi hatalarıyla kusurlarıyla birlikte sevmek çok mühimdir. Hiç kuşkusuz bize yakışan Yunusça “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü sevmek” ölçüsünce kardeş olabilmektir. Ki; kardeşlik sevgisi tâ kâlû belâ’dan kalma bir sevgidir. O halde tüm ümmet-i Muhammed’e ‘İnananlar kardeştir’ hükmünce topyekün birbirlerinin kalbini kırmamak düşer. Bakınız, Zünnûn-i Mısrî’ye kimlerle can dost arkadaş olalım diye sorduklarında cevaben;
-Hastalandığınız zaman sizi ziyaret eden ve bir günah işlediğinizde sizin için tövbe eden dostlarla arkadaşlık yapın diye öğüt vermiştir.
Evet, bu müthiş öğüt varı sözlerden anlaşıldığı üzere hasta ziyaretini basite alıp teğet geçemeyiz. Her halükarda Allah için birbirimizi ziyaret etmek ve birbirimizin hukukuna riayet etmek diye bir derdimiz olmalı ki; hayırlar feth ola şerler de def olmuş olsun. Allah için birbirimizin hukukuna riayet etmek aynı zamanda kul hakkıdır. Ki bir kutsi hadiste Yüce Allah (c.c) “Huzuruma ne kadar büyük günahla gelirseniz gelin, dilersem affederim, ama sakın kul hakkıyla gelmeyin affetmem” diye kullarını uyarmakta da. O halde kul hakkı gereği birbirimizin hukukunu çiğnememek düşer bize.
Bu arada hazır yukarıda Zünnûn-i Mısrî Hz.lerinin dost olmanın ölçüsü olarak ortaya koyduğu hasta ziyaretinin öneminden bahsetmişken, elbette ki şu misali de dile getirmeden geçmek olmaz. Şöyle ki, günlerden bir gün Kays b. Sa’d ansızın rahatsızlanıp hasta yatağa düşmüştiki arkadaşları kendilerini ziyaret etmez olmuşlardı. Kays b. Sa’d ister istemez acaba arkadaşlarıma karşı bir kusur mu işledim diye araştırma yaptığında meğerse arkadaşlarının ziyarete gelmemelerinin nedeni kendisine borçlu olmalarından dolayıdır. İşte gerçek dostluk bu ya, derhal bir münadi (tellal) çağırıp “Her kim ki Kays’a borcu varsa, bilsin ki şu ana kadar olan borçları silinmiştir” şeklinde duyuru yapmasını tembihleyecektir. Böylece bu duyuruyla birlikte maksat hâsıl olur da.
Peki, günümüzde durum vaziyet ne haldedir derseniz, hiçte durum vaziyet iç açıcı değil elbet. Hele bir insan bu çağda borçlu olmaya bir görsün, kardeşlik hak getire, bir çırpıda o insanın anasından emdiği süt burnundan getirilir. Artık Kays b. Sa’d gibi bir dizi vefakâr ve cefakâr kardeşlik örneklerini bu çağda görmek ne mümkün, mumla arar olduk dersek yeridir. Düşünsenize öyle bir haldeyiz ki birbirimize karşı tahammülsüzlüğümüz had safhadadır. Bu arada neden bu hale geldik diye düşündüğümüzde Fahreddin er-Râzî’nin bu husustaki tahammülsüzlüğümüzün nedenlerini birkaç başlık altında şöyle ortaya koyar:
-Dinde ihtilaf edip birbirine hasmane tutum sergilemekle,
-Nasslardan bozuk teviller çıkarmakla,
-Kendi cemaatini hak bilip diğerlerini dışlamak veya onları batıl üzere olduğunu iddiasında bulunmakla vs.
İşte bu sıralamanın birkaç başlıklarına baktığımızda bunlardan çıkarmamız gereken ders kardeşliğimize halel getirecek her ne varsa şeytandan kaçar gibi kaçmamız gerektiğidir. Hele bilhassa birbirimizde kusur aramaya da artık bir son vermelidir. Aksi halde birbirimizde kusur aramakla birbirimizin kuyusunu kazımış oluruz. Oysa mümine yaraşan kusur aramak değil kusur örtmek yaraşır. Bakınız Rasulullah (s.a.v) ümmetini bir yandan “Kim dünyada bir Müslüman’ın kusurunu örterse Allah'ta ahrette onun kusurunu örter” (Müslim) hadis-i şerifiyle müjdelerken, diğer yandan da “Kimde bir Müslüman kardeşinin gizli hallerini ortaya çıkarıp yayarsa, Allah'ta onun gizli hallerini ortaya çıkarır, onu rezil eder” hadis-i şerifiyle de ümmetini pürdikkat olmaya çağırmakta. (Ali el Muttaki, Kenzü’l ummal, 3 248 No:6381).
Evet, hadis-i şerifin birincisinde ferahlanmak ve müjdelenmek var, ikincisinde şayet uyarılara pürdikkat kesilmezsek rezil olmak vardır. Aslında her iki hadis-i şerifte dilek ve temenninin ötesinde bize asıl yapmamız gereken şeyin kulluk görevi olduğunu hatırlatmakta. Ki, Rabbül âlemin kardeşlik hissiyatını tüm kullarının ruh dünyasına kodlamış ta. Niye kodlamış derseniz, birbirimizi sevip kardeş olalım diye elbet. Ve Allah Teâlâ Kur’an’da bu kardeşlik duygu selini kullarına şöyle hatırlatır da: “Allah'ın size verdiği nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve o’nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor.” (Ali İmran 3/ 102–103)
SELİM GÜRBÜZER
Mümine yaraşan dünya menfaati amaçlı bir kardeşlik değil, Allah için birbirini sevme amaçlı ahrette de birlikte olabileceği bir kardeşlik esas olmalıdır. Nasıl mı? İşte Resulullah (s.a.v)’in:
“Yedi sınıf insan var ki, Allah Teâlâ onları hesap gününde özel rahmetiyle gölgelendirecektir. Bunlardan biri de Allah için birbirini seven iki arkadaştır. Üç şey var ki, onlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur; Allah ve Resulünü her şeyden daha fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek ve İmandan sonra küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kötü görmektir” diye beyan buyurduğu hadis-i şerif bunun en bariz delili zaten. (Buhari, İman,14, Müslim,67, Tırmizi, iman 10.
Yine Resul-i Efendimiz (s.a.v) bu meyanda ashabına şöyle beyanda bulunur;
-Allah’ın dostları içinde öyle kimseler vardır ki, onlar Nebi ve Şehitte değillerdir. Fakat Nebi ve Şehitler onlara gıpta ederler.
Bunun üzerine Ashab;
-Ya Rasulallah! Onlar kimlerdir diye sorar.
Resul-i Ekrem (s.a.v) cevaben şöyle der:
-Onlar aralarında herhangi bir neseb bağı ve maddi alışveriş bulunmaksızın sırf Allah’ın muhabbetini ve rızasını kazanmak için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzü nur gibi parlamaktadır. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar, insanlar üzüldükleri zaman onlar üzülmezler.
Ve akabinde en son şu ayet-i kerimeyi okur:
-Haberiniz olsun! Allah’ın velilerine asla bir korku ve hüzün yoktur.” (Yunus,62–64)
Evet, Allah Resulünün beyanlarından anlaşılan o ki, hakiki kardeşlik duygusu hiç bir dünya metasına değişilmeyecek derecede paha biçilmez kıymet bir değerdir. Öyle ki “Pazara kadar değil mezara kadar” uzanan Yusuf yüzlülük ve Hamza yürekli olmanın tâ kendisi kardeşlik değeridir dersek yeridir. Zira hakiki kardeşliğin kalıcı bir değer olduğunu bizatihi Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerimde kullarına şöyle beyan eder de: “Kıyamet günü olunca insanlar arasındaki neseb ve akraba bağları kesilir, kardeşliğin hükmü biter, ortada sadece Allah için yapılan kardeşlik kalır.” (Zuhruf 43/67)
İşte görüyorsunuz, hakiki kardeşlik Yüce Allah (c.c) beyan buyurduğu veçhiyle Yusuf yüzlü ve Hamza yürekli kardeşlik olmanın esrarında gizlidir. Madem öyle, daha ne duruyoruz gelin hep birlikte Yusuf yüzlü ve Hamza yürekliler gibi birbirimize kaynaşıp kardeş olalım ki, ahrette de ebediyetlik kazansın. Şayet Yusuf yüzlü, Hamza yürekli kardeşlik nasıl ebediyet kazanır derseniz, bu hususta İmamı Gazali (k.s)’in şu sözlerine kulak vermek kâfidir elbet:
-“Sohbet ve arkadaşlık iki şekilde olur; birincisi tercih ve talep olmadan yapılan arkadaşlık, ikincisi ise kendi arzu ve iradesiyle yapılan arkadaşlık. Sohbet bir kimseyle aynı meclisi paylaşmak ve aynı ortamda beraber yaşamaktır, bunlar da ancak sevgiyle olur. Birbirini samimi olarak sevmeyenler bir arada bulunamazlar (İhya 2, 234. Beyrut,1992).”
Evet, ebediyen beraber bir arada bulunmanın esprisi samimi olarak birbirimizi Allah için sevmekten ve kardeş olmaktan geçmekte. Nasıl ki çiçeğe sevgi katmadan çiçeği sulasak da bir anlam ifade etmiyorsa, aynen müminlerde birbirlerini Allah için sevmedikçe de kuru meşe odunu bir kardeşlikten öte bir anlam ifade etmeyecektir. İlla ki Yunusça sarıçiçeğe sevgimizi kataraktan;
“Sordum sarı çiçeğe,
Annen baban var mıdır,
Çiçek eydür derviş baba
Annem babam topraktır…” diye can-ı cananca inlemeli ki aslı vatanımıza döndüğümüz de yeniden çiçek açan can-ı cananlar olabilelim. Şayet ahrette kurumuş yaprak, solmuş çiçek ve kuru meşe odunu olmak istemiyorsak can-ı canan kardeş olmaya mecburuz da. Zira Hak Teâlâ bu hususta şöyle ferman buyurur:
-“Zalimlerden her biri o gün; Ne olurdu keşke bende o peygamberlerle birlikte bir kurtuluş yolu edineydim. Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim der” (Furkan, 25/27–29). Belli ki Yüce Allah kullarına böyle ferman buyurmakla Peygamber gül’ü olmalarını murad etmekte
Madem Yüce Rabbimiz öyle ferman buyurmuş, o halde kardeşlerimizle ‘hayırlar feth ola, şerler defola’ düsturunca dost olup birbirimizde kusur aramamak gerekir. Kusur aramakta büyük kusurdur çünkü. Hem bir mümin, kardeşinin kusurunu ve hatasını yüzüne vurup zevkten dört köşe olmakla ne kazanç elde edebilir ki, bilakis şeytanın değirmenine su taşımış olur. Oysa hata insan içindir, her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh olmak sadece Allah-ü Teâlâ’ya has bir sıfattır. Burada asıl bizim açımızdan önemli olan birbirimizi hatalarıyla kusurlarıyla birlikte sevmek çok mühimdir. Hiç kuşkusuz bize yakışan Yunusça “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü sevmek” ölçüsünce kardeş olabilmektir. Ki; kardeşlik sevgisi tâ kâlû belâ’dan kalma bir sevgidir. O halde tüm ümmet-i Muhammed’e ‘İnananlar kardeştir’ hükmünce topyekün birbirlerinin kalbini kırmamak düşer. Bakınız, Zünnûn-i Mısrî’ye kimlerle can dost arkadaş olalım diye sorduklarında cevaben;
-Hastalandığınız zaman sizi ziyaret eden ve bir günah işlediğinizde sizin için tövbe eden dostlarla arkadaşlık yapın diye öğüt vermiştir.
Evet, bu müthiş öğüt varı sözlerden anlaşıldığı üzere hasta ziyaretini basite alıp teğet geçemeyiz. Her halükarda Allah için birbirimizi ziyaret etmek ve birbirimizin hukukuna riayet etmek diye bir derdimiz olmalı ki; hayırlar feth ola şerler de def olmuş olsun. Allah için birbirimizin hukukuna riayet etmek aynı zamanda kul hakkıdır. Ki bir kutsi hadiste Yüce Allah (c.c) “Huzuruma ne kadar büyük günahla gelirseniz gelin, dilersem affederim, ama sakın kul hakkıyla gelmeyin affetmem” diye kullarını uyarmakta da. O halde kul hakkı gereği birbirimizin hukukunu çiğnememek düşer bize.
Bu arada hazır yukarıda Zünnûn-i Mısrî Hz.lerinin dost olmanın ölçüsü olarak ortaya koyduğu hasta ziyaretinin öneminden bahsetmişken, elbette ki şu misali de dile getirmeden geçmek olmaz. Şöyle ki, günlerden bir gün Kays b. Sa’d ansızın rahatsızlanıp hasta yatağa düşmüştiki arkadaşları kendilerini ziyaret etmez olmuşlardı. Kays b. Sa’d ister istemez acaba arkadaşlarıma karşı bir kusur mu işledim diye araştırma yaptığında meğerse arkadaşlarının ziyarete gelmemelerinin nedeni kendisine borçlu olmalarından dolayıdır. İşte gerçek dostluk bu ya, derhal bir münadi (tellal) çağırıp “Her kim ki Kays’a borcu varsa, bilsin ki şu ana kadar olan borçları silinmiştir” şeklinde duyuru yapmasını tembihleyecektir. Böylece bu duyuruyla birlikte maksat hâsıl olur da.
Peki, günümüzde durum vaziyet ne haldedir derseniz, hiçte durum vaziyet iç açıcı değil elbet. Hele bir insan bu çağda borçlu olmaya bir görsün, kardeşlik hak getire, bir çırpıda o insanın anasından emdiği süt burnundan getirilir. Artık Kays b. Sa’d gibi bir dizi vefakâr ve cefakâr kardeşlik örneklerini bu çağda görmek ne mümkün, mumla arar olduk dersek yeridir. Düşünsenize öyle bir haldeyiz ki birbirimize karşı tahammülsüzlüğümüz had safhadadır. Bu arada neden bu hale geldik diye düşündüğümüzde Fahreddin er-Râzî’nin bu husustaki tahammülsüzlüğümüzün nedenlerini birkaç başlık altında şöyle ortaya koyar:
-Dinde ihtilaf edip birbirine hasmane tutum sergilemekle,
-Nasslardan bozuk teviller çıkarmakla,
-Kendi cemaatini hak bilip diğerlerini dışlamak veya onları batıl üzere olduğunu iddiasında bulunmakla vs.
İşte bu sıralamanın birkaç başlıklarına baktığımızda bunlardan çıkarmamız gereken ders kardeşliğimize halel getirecek her ne varsa şeytandan kaçar gibi kaçmamız gerektiğidir. Hele bilhassa birbirimizde kusur aramaya da artık bir son vermelidir. Aksi halde birbirimizde kusur aramakla birbirimizin kuyusunu kazımış oluruz. Oysa mümine yaraşan kusur aramak değil kusur örtmek yaraşır. Bakınız Rasulullah (s.a.v) ümmetini bir yandan “Kim dünyada bir Müslüman’ın kusurunu örterse Allah'ta ahrette onun kusurunu örter” (Müslim) hadis-i şerifiyle müjdelerken, diğer yandan da “Kimde bir Müslüman kardeşinin gizli hallerini ortaya çıkarıp yayarsa, Allah'ta onun gizli hallerini ortaya çıkarır, onu rezil eder” hadis-i şerifiyle de ümmetini pürdikkat olmaya çağırmakta. (Ali el Muttaki, Kenzü’l ummal, 3 248 No:6381).
Evet, hadis-i şerifin birincisinde ferahlanmak ve müjdelenmek var, ikincisinde şayet uyarılara pürdikkat kesilmezsek rezil olmak vardır. Aslında her iki hadis-i şerifte dilek ve temenninin ötesinde bize asıl yapmamız gereken şeyin kulluk görevi olduğunu hatırlatmakta. Ki, Rabbül âlemin kardeşlik hissiyatını tüm kullarının ruh dünyasına kodlamış ta. Niye kodlamış derseniz, birbirimizi sevip kardeş olalım diye elbet. Ve Allah Teâlâ Kur’an’da bu kardeşlik duygu selini kullarına şöyle hatırlatır da: “Allah'ın size verdiği nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve o’nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor.” (Ali İmran 3/ 102–103)