Geçimsiz İnsanlar

cicek demeti

Sükut
Katılım
7 Ocak 2011
Mesajlar
11,683
Tepkime puanı
3,778
Puanları
0


Geçimsiz İnsanlar

Zor (Geçimsiz) insanlarla yaşama sanatı…

Anlaşılması, yaşanması, geçinmesi zor insanlar hayatımızın her anında vardır. Bu bazen bir arkadaşımız, bazen bir akrabamız, bazen de eşimiz olabilir. Peki, bu durumda ne yapmalı? Sırtımızı dönüp küserek hayatı daha zor bir hale mi getirmeli, yoksa zorlukları alt ederek daha güzel bir hayata yelken mi açmalı? İşte size zor insanlarla baş etmenin ve güzel bir hayata yelken açmanın püf noktaları…



Her olumsuz şeyde olumlu bir yön bulabilen yapısıyla arkadaşları onu ”türünün son örneği” diye tanımlardı. Kişiliği, yardımseverliği, azmi ve sahip olduğu özellikler sayesinde girdiği ortamlarda hep sevilir, sayılırdı. Üstüne üstlük muhafazakâr ve dindar bir kızcağızdı. Gerçek anlamda dini sevmesi kırmızı kitaplarla tanıştığı 12 yaşına uzanıyordu. Bu kitapları elinden hiç düşürmediği için öğretmenleri ”kırmızı başlıklı kız” diye takılırdı ona…
O dönemlerde, bu kitapların hepsini okur, tefekkür etmeye çalışırdı. Bu tahliller ona yaşam becerilerini erken yaşlarında kazandırmaya başlamıştı. Daha küçücük yaşında maddî-manevî yaşadığı birçok sıkıntıyı akranlarının çok ötesinde bir yaklaşımla müdahale edip yorumlayabiliyordu. Zorluklar içinde dereceyle hiç dershaneye gitmeksizin üniversite sınavında birinci tercihini kazandı. Üniversite eğitimi süresince duruşu ve çizgisi hiç değişmedi.
Amma velakin hayatında bir dönem geldi ki, kısa bir süre farklı bir yönden esen rüzgâr onu etkisi altına alıverdi. Rüzgâr fırtınaya çevirmedi fakat sis yüzünden kızcağızın tahlil becerileri devre dışı kaldı. İşte bu dönemde bir evlilik gerçekleşti. Her şeyin mubah sayıldığı bir aileye gelin gitmişti. Eşi evlilik öncesi “Bana dini öğretmediler. Ama ben yaşamak ve öğrenmek istiyorum. Yaşayanlara da sonsuz saygı gösteririm” dediği halde çocukları olunca işin rengi değişti. Evlilik öncesi söylenen “beyaz” yalanlar evin rengini kapkara yaptı. Her şey aslına rücu ediyordu. Hanımefendinin dinini yaşama ve çocuğuna da öğretme gayretleri eşi ve ailesi tarafından yobazlık olarak nitelendiriliyordu. Sürekli hakaretler, kovulmalar ve boşanma teklifleri havada uçuşuyordu.
Konuşmak ve cevap vermek için gerekli olan ağız ve dilse; ağzı da dili de vardı kadının. Lakin bir de yüreği ve vicdanı vardı, hem Hakk’ın hatırı çok özeldi.

Zor insanlar
Kadının eşinde birçok kişilik bozukluğu adeta bir arada dans ediyordu. Dürtü denetim bozukluğu, narsistik (ben-merkezci) kişilik bozukluğu ve anti sosyal kişilik bozukluğu… Beyefendi için yaşam siyah ve beyazdan ibaretti. Çok zor memnun olur, şikâyet ederdi her şeyden. Merhamet ve empati onun semtine pek uğramazdı. Sağı solu belli değildi zaten. Sanki her an kavga etmeye hazır gibi gergin ve huzursuzdu… Tutarsız ve dengesiz tavırlarına çocuklar da şahitti. Başkalarının haklarını kolaylıkla yok sayar, zeytinyağı gibi sürekli haklı çıkardı. Tek doğru vardı, o da kendi doğrusuydu.
Evet, “kırmızı başlıklı kız” bu evlilikle daldığı kış uykusundan uyandı uyanmasına lakin zor bir yaşam da onu bekliyordu. Ama dimdikti o yine, eskisi gibi, 12 yaşında olduğu gibi… Hiç şikâyet etmiyordu, ne içten ne de dıştan. “Zeval-i elem dahi lezzettir” düşüncesiyle yine şükrederken ve yine sabrederken pencereden dışarı baktı. Gözü kuşlara takıldı, kulak verdi bir an onlara… “Dünyada rahatlık yoktur. Rahatlık ancak ve sadece…” diye başlayan bir nakaratı seslendiriyorlardı. Kadın gülümsedi. “Yanında kolaylık olan şeye zorluk denir” diyerek deruni alemine daldı…
Zor bir insan, zor bir sınav… Ne yapmalı, nasıl yaklaşmalı?
Araştırmalar destekleyici ilişkilerin fizikî ve zihnî olarak sağlığa iyi geldiğini göstermektedir. Peki ya mevcut ilişkimiz, bu kategoride değilse… Çatışma yaşadığımız bu kişiyi hayatımızdan çıkarmak ideal bir fikir olabilir belki… Ancak bu kişi hayatımızdan çıkaramayacağımız biriyse… Annemiz, babamız, eşimiz, çocuğumuz, kayınvalidemiz vs… Öyleyse, okulda, evde veya işyerinde zor insanlar bilfiil hayatımızda iken de ruhî ve bedenî sağlığımızı muhafaza etmek mümkün mü?

Zor kişiler neden beni bulur?
İngilizce kaynaklarda zor insanlarla geçinme becerileri anlatılırken kullanılan özel bir sözcük var. “Difficult (zor) people” yerine “challenging people” kullanılmakta. “challenging” sözcüğü “kamçılayıcı, meydan okunan bir durum” olarak çevrilmeye çalışılsa da, Türkçe’de tam ve net karşılığı bulunmamakta. Ancak, “Hakikat Çiçekleri”nde “Neden zor insanlarla yaşamak ‘challenging’, yani kamçılayıcı bir durum olarak psikoloji literatüründe yer bulur?” sorusu çok güzel izah edilmekte ve net karşılığını bulmaktadır.
“Bir hak bilkuvve kalmış, yahut kuvvetsiz kalmış, ya mahlûttur (karıştırılmış), hem mahşuş (karalanmış). Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lazım gelmiştir. Mühezzeb (terbiye edilmiş, düzeltilmiş) ve müzehhep (altınla süslenmiş) hale getirmek için muvakkaten (geçici olarak) batıl musallat edilir.”
İşte, zor insanları bu şekilde algılama kişiye canlılık ve zindelik aşılar. Neden? “Demek ki, bende inkişaf etmesi beklenen kabiliyetler var” der kişi kendi kendine… Akabinde de “zor kişilikler neden beni bulur” diye hayıflanmaz. Sürece odaklanır, kısa vadede alacağı sonuçlar üstüne kafa yormaz. Aktif sabır davranışı gösterir ve canlanır. Kabuğuna çekilip pasif direniş sergilemez.

Belimizi büken yük mü?
Ya o zor kişiyi ve kişiliğini değiştireceğiz, ya bu duruma ilişkin algımızı değiştireceğiz. Elbette pratikte yapabileceğimiz şeyler varsa sorun çözmeye yönelik becerilerimizi, akılcı stratejileri ve düşünme biçimlerini harekete geçireceğiz. Durum değiştirilemiyorsa da baş etme mekanizmalarını öğreneceğiz. Değiştiremeyeceğimiz bir şeyi değiştirmek için çok fazla zaman ayırıp o alana yönelik çok fazla yatırım yaptığımız zaman beklenti düzeyimiz artar. Karşılanmayan beklentiler de gerilime yol açar. Sonunda da bizim yaşam enerjimiz azalır. Depresif bir ruh haline gireriz. Değiştirebileceğimiz tek şey olaylar ve insanlar değil, olaylar akabinde gelişen tepkilerimiz yani düşünce ve duygularımız. Dünyaca ünlü psikoterapist bir hocamızın bir sözünü anmadan geçemeyeceğim: “Belimizi büken yük değil, onu nasıl taşıdığımızdır.” (A. Ellis)

Harap edici duygular
Olumsuz ve sağlıksız duygular insanı zamanla harap eder ve tüketir. Yaşayan bilir! O zaman kişinin durumu kontrol altında tutması da güçleşir. Öyleyse bu tahrip gücü yüksek duyguların etkisini en aza nasıl indirebiliriz?
Öfke, kaygı (anksiyete) çökkünlük (depresyon), suçluluk, incinme gibi duygular içsel uyumu bozar. Baş etme mekanizmalarını yerinde saydırtır. Sahibini çaresizlik yamacına götürür. Bu duygu boyutundaki kişi ilk adımı hep başkalarından bekler. Sürekli maruz kaldığı haksızlıklara odaklanır. Sık sık kimsenin onu anlamadığını ve ilgi göstermediğini düşünür.
Hâlbuki akılcı ve gerçekçi düşünmeyi öğrenme kişiyi olumsuz bile olsa sağlıklı duygulara taşır. Kızgınlık, üzülme, pişmanlık gibi… Bu duygu boyutuna ulaşan kişiyse fiziksel, sözel ya da pasif saldırganlık yöntemleri dışında kendini sağlıklı biçimde ifade edip ortaya koyabilir. Bu sorunda sorumluluğunu üstlenir. Dayatmacı bir tavır sergilemeden başkalarının davranışlarında değişiklik taleplerini dile getirir.
Zor kişiliklerden kaynaklı zor yaşam olayları karşısında iki seçeneğimiz var. Ya kurban psikolojisini yaşamak ve zaman içinde gerçekten kurban olmak! Ya da bu zorluğu bir kazanıma dönüştürmek… Nasıl bir kazanım? Hz. Lokman’a “Bu edebi kimden öğrendin?” diye sorduklarında verdiği cevap bir kazanım örneğidir mesela. “Bu edebi edepsizlerden öğrendim, onlarda beğenilmeyen her ne gördümse onu yapmaktan kaçındım.”
Ya o zor kişiye sürekli öfkelenerek içimize kapanıp aşırı üzülerek ne kazanırız? Bilimsel çalışmalar ne kazandığımızı çok güzel betimliyor. “Aşırı öfke ve düşmanlık enfeksiyona yol açan proteinlerin üretimini artırmakta, bu da atardamarların sertleşmesine, dolayısıyla damar tıkanıklığına ve kalp krizine neden olan enzimler salgılamakta, aynı zamanda kolesterol ve tansiyonu yükseltmektedir.” (Psychosomatic Medicine Dergisi)
Öfkenin vücudumuza zarar vermemesi için öfke durumunda bir başkasının başına gelenleri izlermiş gibi seyirci konumuna yani içimizdeki bilge konumuna geçmek işe yarar. Bu konumdayken “Şu an neredeyim, kimleyim, neler oluyor, zihnimden neler geçiyor, beklentilerim ne, ne yapıyorum” sorularına mantıklı ve duygusallıktan uzak cevaplar verebiliriz. Olayı kişiselleştirmeden, kâr-zarar analizi yapabilir, onaylamadığımız, sonradan pişman olacağımız bir üslup ve davranış sergilemeyiz. Daha az incinir, sağduyulu düşünceler üretebiliriz.
Öfke, kuvve-i gadabiyeden yani fıtrattan olmakla beraber aynı zamanda tutulabilen, kanalize edilebilen de bir duygudur. Hatta kazandıran bir duygudur öfke. Nasıl mı? “Kim öfkesini tutarsa, Allah da ondan kıyamet günü azabını uzak tutar.” (Sahihu’l-Cami, 176)

Affedin, sıhhat bulun
İkili ilişkilerde başarı için çok katı olmamak esastır. Yeri geldiğinde geçirgen, yeri geldiğinde sert… En küçük hatalarda parlamamak, affedici olmak, şans vermek gerekiyor. Bunu yapabilirsek kaybedeceğimiz bir şey yok ama kazanabileceğiniz çok şey var. Önce sağlığımız sonra muhatabımız sonra da ötelerdeki mutluluk: “Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.” (Şûra Suresi, 40)
San Francisco’da yapılan bir araştırmada bilim adamları 259 kişiye altı kez 1,5 saatlik oturumlarla affetmeyi öğretmeyi çalıştılar. Sonuçta, stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı gibi ruhsal ve fiziksel belirtiler bu kişilerde önemli ölçüde azaldı. (Stanford Üniversitesi, F.Luskin ve ekibi)

Pratik öneriler
Zor kişilerle siyaset ve din gibi kişisel mevzulara girmeyin.
Konuşmada çatışmaya doğru yol aldığınızı hissediyorsanız ortamı terk edin.
Zaman zaman mizahi bir yaklaşımla konuları ele alın.
Unutmayın ki herkesin anlaşılmaya ihtiyacı var! Anlamak için dinleyin.
Bir süreliğine siz de onun tarafına geçin.
İşler yola girse bile ölçüyü ve muhatabınızın kişilik özelliklerini gözden kaçırmayın, temkinli olun.
Öte yandan hayat siyah ve beyaz değil! Bir insan tamamen zor ve tamamen kötü olamaz. Öyleyse muhatabınızın olumlu yönlerini ve uyumlu davranışlarını da takdir edip dile getirin.
Hiç ”V” şeklinde uçan kuş sürülerine dikkat ettiniz mi? Bunun sebebi öndeki kuşlar uçarken oluşan hava ile arkadan gelen kuşlar daha az enerji harcayarak, tek başına kat edecekleri mesafeyi; sürü halindeyken iki katına çıkarırlarmış! Öyleyse ”Biz”in gücünden faydalanın. Haftada bir düzenli olarak katıldığınız bir aktiviteniz ve arkadaş grubunuz olsun. Sevdiklerinizi ve yakınlarınızı ziyaret edin. Çünkü bu ziyaret ve paylaşımlar insanı rehabilite eder, iyileştirir.
“Kapışmak için iki kişi, düğüm çözmek için bir kişi yeterlidir!” Umutlarınızın uzun vadeli olması dileğiyle…

Psk. Berrin Göncü Işıkoğlu​
 
Üst