GDO’lar: Adı Konmamış Kitle İmha Silahları

Katılım
17 Eki 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Almanlarin bir atasözü vardir: Para dünyaya hükmeder. Ben diyorumki: Kim Paraya hükmederse, o dünyaya hükmeder.
Peki Paraya kim hükmediyor? cevap: Sionist Yahudiler.
Dünyada hersey Dolara endeksli, dolari basan Banka FED yani Federal Reserve Bank. Bu Banka privat sahislara ait, bunlarda Sionist Yahudi. Eli kanli Henry Kissingerde Sionist Yahudi. Paraya kim Hükmederse, Medyaya, Borsalara, Ilac sektörüne, Ekonomiye, Sirketlere ve bir cok sektöre hükmeder!
“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”


-Henry Kissinger*


“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”



-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)



Komedi dizisi Seinfeld’in “The Mango” bölümünde Jerry Seinfeld şöyle diyor: “Bilim adamları çekirdeksiz karpuz yapmış. Çekirdeği tükürme sıkıntısı ne kadar büyük bir sorundu ki vakitlerini ve enerjilerini buna harcamışlar?” Seinfeld’in saf bir yaklaşımla anlayamadığı şu ki, o bilim adamlarının derdi bizi çekirdeği tükürme zahmetinden kurtarmak değil. Gıdanın genetiğiyle oynanması fikri, daha fazla tohum satarak para kazanmaktan çok çok öteye uzanıyor.
Hayatın yazılımı olan DNA’yı ticari mal haline getirmekten tutun, insanları birer robot-köleye çevirmeye kadar geniş spektrumlu bir şeytani planın bir parçası.
Modern hayatta etrafımızda gördüğümüz her nesnenin bir tanımı, hayli uzun bir özellikler listesi var. Alınıp satılan her şey kitaplar dolusu yasa, yönetmelik ve standarda tabi. Bu durumu bir gereklilik gibi algıladık, olağan karşıladık. Bize satılan şeylerin çok ciddi ve sözüm ona mühim standartlarla tanımlanıyor olması gelişmişliğin bir göstergesiydi. Bu “tanımlama” deliliği sonunda canlı varlıklara da ulaştı. Bütün gıdamız canlı organizmalardan oluşur. Gıdanın tanımlanmasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bitkilerin, hayvanların… hatta insanların! Bir yumurtayı nasıl tanımlarsınız? Yuvarlak, beyaz ve lezzetli olan her şey yumurta mıdır? Elimizde eksiksiz bir ölçüt yok. Tanımlama için kullanılacak ölçüt organizmanın “barkod”u olan DNA. Demek ki patentini, telif hakkını (ya da üretim hakkını, adına ne derseniz deyin) almak istediğiniz organizmanın DNA’sını yazabilmelisiniz. Genetik mühendisliği bunun için ortaya çıktı.
Dev şirketler canlıların DNA’sını çözüp hayatın patentini alsınlar diye. Aldılar da.
Bugün Hindistan’da
yüzlerce çiftçi intihar ediyor. Nedeni genetiği değiştirilmiş(GD) tohum satan şirketlere borçlarını ödeyememeleri. Ödeyememe nedeni tohumların şirketlerin vaat ettiği verimi vermemesi ve daha fazla tohum almak zorunda kalmaları. Masrafların bu kadar artmasının bir diğer nedeni GD tohumlarla kullanılabilecek olan ilacı sadece tohumu satan şirketin üretiyor olması. Çiftçilerin GD tohumlara yönelmesinin nedeni de dönüm başına daha fazla ürün almak. Ölmek istemeyen çiftçinin diğer seçenekleri böbreğini satarak iflasını biraz daha ertelemek ya da tarlasını satarak aç kalmak. Biyoteknoloji şirketleri
Genetiği değiştirilmiş organizma(GDO) sektörünün önde gelen şirketi Monsanto’nun Hindistan’daki kolu Mahyco’nun sattığı Bollgard marka pamuk tohumları vaat edilen verimi vermiyor.
Birlikte kullanılan tarım ilacı Round-up, Bollgard dışında toprağın üstünde ve altında ne varsa öldürüyor. Bollgard’ı Round-up olmadan kullanamıyorsunuz. Tohumun satış sözleşmesinde tohumların tamamının satın alındığı yıl ekilmesi, saklanmaması, diğer çiftçilerle paylaşılmaması mecbur tutuluyor. Zararlılara karşı şirketin iddia ettiği korunmanın da sağlanamadığı bir çok gazete haberine konu oldu. Tohumun zararları bununla da bitmiyor. Rüzgar, yağmur ve diğer doğal yöntemlerle çevredeki tarlalara taşınıyor. Taşınan GD tohumlar çapraz tozlaşma ile hakiki tohumların da soyunu bozuyor. Berkeley Üniversitesi GD ürünlerin ekiminin yasak olduğu Meksika’nın hakiki mısırına GD mısır genleri karıştığını belgeledi.** Paraguay soyasına komşu ülke Brezilya’nın soyası(GD) karıştığı için Paraguay’da GDO’lar serbest bırakılmak zorunda kaldı.
Hakiki tohum eken çiftçilerin çevreden gelen hibrit ve GD tohumları ayıklamak ve tarlasını temiz tutmak gibi bir zorunluluğu ortaya çıkıyor. Yakın tarlalardan rüzgar yoluyla gelen tohumlar yüzünden organik tarım sertifikasını kaybeden çiftçiler var! Yetmiyor, şirket komşu tarlada kendi tohumuna rastladığı zaman “tohumumu çaldı” diyerek zaten mağdur olan çiftçiyi mahkemeye veriyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Dürüst çiftçilerin bu saldırıdan kurtulması için ne kadar çok çaba harcanması gerektiği aşikar.
gdo50.jpg
Aqua Bounty şirketi somon balıklarının DNA’sını değiştirerek çok daha büyük, hızlı büyüyen bir tür ortaya çıkardı. Çabuk büyüyüp balık çiftliği sahibine daha çok para kazandıran bu yaratığın erken ölme, iç ve dış deformasyonlara sahip olma, beslenmeye ve üremeye aşırı istekli olma gibi özellikleri de var. Purdue Üniversitesinde yapılan bir bilgisayar simulasyonunda bu balıkların denize salınması durumunda 40 yıl içinde hakiki somon türünün tamamen yok olacağı ortaya çıktı. Kıyı çiftliklerinde balığı zaptetmenin ve kaçmasını engellemenin neredeyse tamamen imkansız olduğu bilinmekte.
Modern tarımın 1940′larda başlayan kısa tarihi trajedilerle, facialarla dolu.
DDT ilk kullanılmaya başlandığında üreticileri sağlığa tamamen zararsız olduğunu iddia ediyordu. Yine tarım ilacı olarak kullanılan Agent Orange‘ın kalıcı sakatlık ve ölümlere neden olduğunun anlaşılıp durdurulması uzun zaman aldı. Bitki büyüme hormonunun, hangi dozda kullanılırsa kullanılsın, insan sağlığı üzerindeki etkileri ortaya çıkmış değil. GDO, dünya çapında büyük bir deney. Kobaylar ise biziz, yani insanlar.
GD ürünlerin sağlığa zararı hakkında yüzlerce kaynak bulmak mümkün.
GD patatesin memelilerin bağışıklık sistemine zarar verdiği Arpad Putztai*** tarafından kanıtlandı. GD bitki yiyen çiftlik hayvanlarının öldüğü rapor edildi. GD pamuk hasadında çalışan işçilerin ellerinde alerjik reaksiyonlar görülebiliyor. GDO ve otizm arasında çok yakın bağlantı olduğunu gösteren araştırmalar mevcut.
GD tohumların üretiliş biçimi basitçe bitkide bir çeşit kanser yaratma üzerine kurulu. Hedef hücrenin DNA’sı, kaynak hücrenin DNA’sı ile doğal yollarla çaprazlanmayacağı için taşıyıcı olarak bakteri ve virüsler kullanılıyor. Kaynak genleri taşıyan bakteri ve virüsler hedef virüsleri “işgal” edip genleri aktarıyor. Bu hikayenin korkutucu tarafı şu ki, siz bu GD organizmaları yediğiniz zaman bu başkalaşmış genler midenizde ve bağırsaklarınızda çalışmaya devam ediyor. Bağırsaklarınızda bulunan sindirim bakterilerinin de genlerinin değişmeyeceğini, hatta vücudunuza bir kez girmiş bulunan DNA’nın diğer hücrelerinizi etkilemeyeceğini kimse garanti edemiyor. Bu da işin sağlık açısından tehlikesini oluşturuyor. Bildiğiniz gibi kansere neden olan ya da zemin hazırlayan etkenler uzun yıllar sonra, vücutta birikim yaptıktan sonra harekete geçebiliyor ve bir çok kanserojen etken 20.yy’da sanayi ürünlerine uzun süre maruz kalan insanların hastalanması üzerine keşfedilebildi. GDO’ların da birer sanayi ürünü olarak benzer süreçten geçtikten sonra kanserojen ilan edilmesi olası. Tabi o güne kadar satın alınmamış laboratuar, üniversite, bürokrat, bakan kalırsa!
Yıllar önce gençliğimizde Sepultura dinlerdik. Brezilyalı protest grup şarkılarında bir biyoteknoloji tutturmuş gidiyordu. Biyoteknolojinin ne olduğunu, neden ölümcül olduğunu anlayamadık. Gençliğin verdiği ilgisizlikle üzerinde de durmadık. Adamların bas bas bağırarak ölüm getirecek dediği olayı yıllar sonra anladık. Bir çok dünyalı tehlikenin farkında. Farkında olanların sayısı artıyor. Biyoteknoloji şirketleri insanların uyanmaması için bir yandan da ikna kampanyaları yürütüyor. Örneğin Monsanto, organik tarımı kötüleyen, küçük çiftçiye desteği ve korumacı gümrükleri eleştiren ve Neo-Con’ların ünlü think-tank‘i Hudson Enstitüsü’nün bir yan kuruluşu olan
Center For Global Food Issues(CGFI)’un sponsorluğunu yapıyor, 1950’lerden beri Disney ile ortak çalışmalar yürütüyor. Umuyorum ki çabaları boşa çıkacak. Bunun için hepimize düşen, ilk etapta yakınımızdakileri uyarmak ve bilgi sahibi olmak. Tehlikenin büyüklüğünü anlamak gerek. Bu belki de şimdiye kadar burada yazdığım bütün konulardan daha önemli, daha acil. Şehirde yaşayanlarımız aklını başına alıp satın aldığı ürünün kaynağını araştıracak, soruşturacak. İmkanı olan organik pazarlardan alışveriş edecek. Etiketlerdeki içindekiler kısmını dikkatle okuyacak, soya, soya lesitini, dekstroz, mısır şurubu, mısır ifadelerini gördüğü ürünü araştıracak. Gerekirse o ürünleri tüketmekten vazgeçecek.
Geçmişte ABD patent ofisine canlıları patentlemek için bazı başvurular olmuş ve reddedilmiş. Bugün tohumun patentlenme şekli patent kavramına aykırı düşüyor. Çünkü tohumun sonraki nesilleri de patent koruması altında. Yani bir balığı patentlediniz diyelim. Bu balık gitti okyanusta üredi, yüz yıl sonra bütün denizleri doldurdu. Uygulamaya göre bütün balıklar size ait. Bu balıkları sizden izinsiz kimse avlayamaz, yiyemez, üretemez. Bununla birlikte GD gıda örnekleri üzerinde deneysel çalışma, bilimsel araştırma da yapamıyorsunuz, çünkü bir başkasının patentli ürününü kullanıyorsunuz. Uygulamanın hukuka, bir çok uygar anayasaya ve genel geçer ahlaka aykırılığı burada.
Son yıllarda GD olmayan, doğal tohum genleri de patentlenmeye başladı. Türkiye’de doğal tavuk türlerini üzerine patentleyen şirketler var. Bunun ne anlama geldiğini bir düşünün. Her an arka bahçenizden bir bitkinizi götürüp üretim hakkını üzerlerine alabilir, sizi kendilerine köle yapabilirler. Tarlasına isteği dışında GD tohumlar bulaşan çiftçinin ürününün tohumu patentleyen şirketin malı olduğuna hüküm veren mahkeme kararları var. Yakın gelecekte insan genlerini patentleyebilirler. Genetik köle pazarları bilim-kurgu olmaktan çıkabilir. Hayatın patentlenmesini normal bulanlar, çocuklarının, torunlarının şirketlerin malı olarak alınıp satılmasına kendini hazırlamalı.
Şu anda ülkemize GD tohumların ithali yasak. Ancak hükümet bunu serbest bırakacak. AKP’li bürokratların, milletvekillerinin
Monsanto ile yaptığı görüşmeler kartel basınında yer bulmuyor. Şuna emin olun; GD tohumların serbest bırakıldığı gün, tarlalarımızın ateşe verildiği gündür. GDO, tarımda son duraktır. Teslim olduğumuz anda başka seçeneğimiz kalmayacak, çünkü elimizde gerçek gıdalar yetiştirmek için hakiki tohumlar olmayacak. Genetik çeşitlilik yok olacağı için bitkilerin zor şartlara dayanıklılığı tamamen ortadan kalkacak. İnandırıcı gelmediyse buyurun okuyun. Norveç’te dağı oydular, tohum bankası yaptılar. Dünyanın dört bir yanından hakiki tohum örnekleri saklıyorlar. Bu işe yüz milyonlarca avro harcıyorlar.
Çalınmış Hasat ve İntihar Tohumları kitaplarının yazarı Vandana Shiva dünyaca tanınmış ekoloji eylemcilerinden birisi. Kurduğu Navdanya adlı çiftlikte ülkenin dört bir yanından getirdiği hakiki tohumları ekip çoğaltıyor. GDO’ların yaygınlaşması ve tarım bitkilerinin soyunun tükenmesine karşı kurtarılmış bir bölge oluşturarak gönüllü bir misyon yürütüyor.
Tüketici örgütlerinin bir kısmı GD gıdadan korunmak için etiketleme zorunluluğu talep ediyor. AB’de GD ürünlerin açıkça etiketlenmesini gerektiren düzenlemeler var. Ancak etiketleme zorunluluğu tüketiciye seçme şansı verse de ne yazık ki sorunu çözmüyor. Çünkü anlattığım nedenlerle üreticinin seçme şansı yine kalmıyor. Tohumların ülke sınırlarını geçmesi her ne pahasına olursa olsun engellenmesi şart. Tohumların ülkemize girişine engel olmakla iş bitmiyor. GD ürünlerin de ithalinin engellenmesi gerekiyor. Mısır, soya gibi GD ürünler ucuzluklarıyla yerli tarımı çökertmek ve sağlığımızı bozmaktan başka hiç bir işe yaramayacak.
Son yıllarda her köşe başında bardakta mısır satanlar türedi, fark ettiniz mi? İşte o mısır, ithal mısır. GD mısır.
Transgen gıda hakkında yazılıp çizilen yalanların bini bir para. Örneğin GD tohum ekiminin iddia edildiği gibi daha az değil, eninde sonunda daha fazla zirai ilaçlama gerektirdiği biliniyor. En çok tekrarlanan bahane dünya nüfusunun doyurulması için gen teknolojisine muhtaç olduğumuzdur. Oysa bu gerçeğin tam tersi. Başta Monsanto olmak üzere biyoteknoloji şirketleri belki de geleceğin en büyük açlık sebebi olacak biyoetanol ve biyodizel tuzağını bizzat hazırladılar. Biyoyakıt ekinlerinin üretiminde, elde edilenden fazla enerji harcanıyor. Ama bu gerçekler yazılmıyor. Tıpkı zenginlerin tamamen organik gıdayla beslendiklerinin yazılmadığı gibi.
Bu konuyu açık açık yazıp çizmeye cesaret edenleri baskı, zorlama, tehdit ve mahkeme koridorları bekliyor. Şirketler öyle zengin ki, girdikleri her yerde kiralayabilecek akademisyenler bulabiliyorlar. Aralarında Bilim ve Teknik’in de bulunduğu bilimsel yayınlar genetik mühendisliğini geleceğin bilim dalı, insanlığın ortak umudu gibi sunmaya çalışıyor, allayıp pulluyorlar. Bakın ülkemizde kamuoyunu GDO’lara hazırlamayı kendine görev edinmiş sözde bilim adamları dernek bile kurmuşlar.
Önce neyle yüz yüze olduğumuzu anlayacağız. Yüzümüzde patlayacak olan bombanın farkına varacağız. Gerisi gelecek…


Kaynak:iyibilgi
 
Katılım
17 Eki 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Monsanto kimdir?

MONSANTO KİMDİR?
“Monsanto biyoteknolojik gıdanın güvenliğini garantilemek zorunda değil. Biz mümkün olduğu kadar fazla satış yapmakla ilgileniyoruz.”


-Phil Angell(Monsanto İletişim Sorumlusu, NYTimes, 25.10.1998)


no-monsanto-crops.jpg
Monsanto ABD merkezli, tarım ilacı, tohum, yapay aroma, yapay gübre, yapay tatlandırıcı, sentetik kimyasal hammadde, plastik, ilaç gibi alanlarda faaliyet gösteren bir şirket. 1995-2005 arasında dünyanın dört bir yanında 50 tohum şirketini bünyesine katmış, 11000 çeşit tohumun patentini almış. Şirket aynı zamanda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombalarının üretimi için çalışmış olan Manhattan Projesi’nin bir parçası idi. Akademik raporlarda, kamu araştırmalarında, ürün prospektüslerinde, reklamlarda hileye başvurduğu yönünde ABD mahkemeleri tarafından verilmiş kararlar var. Şirketin yönetim kurulunda silah ve madencilik şirketlerinin yöneticileri de bulunuyor. Asgrow, Dekalb, Deltapine, Seminis, Roundup gibi markalarla Türkiye’de de faaliyet gösteriyor.
Şu anda Monsanto tarafından yapılan, bütün dünyanın gıda kaynaklarını, ekimi, hasadı, hatta arka bahçenizde, saksınızda yaptığınız üretimi kontrol altında tutan devlet-ötesi, yasa-üstü bir örgütün aleni provası. Mağdur çiftçilere açılan davalar, çiftçilerin iflası için harcanan kasıtlı ve programlı bir çaba, lobi yapmak ve hükümetleri satın almak için harcanan milyar dolarlar bunun işaretleri. GDO hareketi, bizim ne zaman yaşayıp ne zaman öleceğimize karar verme hakkını almaya çalışıyor. Hükümetimizin bu hakkı onlara vermesine izin verecek miyiz? Biz bu konuyu tartışır, insanları duruma uyandırmaya çalışırken bu şirketler ülkemizde yeni yatırımlara başlıyor, olaydan habersiz yüzlerce çiftçi daha GDO tuzağına düşüyor, ölüm tohumları topraklarımıza yayılmaya devam ediyor. Giden geri gelmiyor. Vaktimiz daralıyor.
Şirketin sorumlu olduğu ürünlerden bir kaç örnek:



  • Sığır büyüme hormonu(rBGH, ticari adı Posilac. Sığırları hasta ettiği için antibiyotikle birlikte verilmek zorunda. Üretilen et ve sütte hormon ve antibiyotik kalıntıları bulunuyor. AB ve Kanada’da kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye’de serbesttir.)
  • PCB(1980′lerde yasaklanan sanayi tipi zehirli soğutucu gaz)
  • DDT(Önceleri tarım ilacı, daha sonra böcek zehri ve kimyasal silah. Toprakta, su havzalarında ve nitekim deniz balıklarının bünyesinde biriktiği kanıtlanmıştır. İddia edilenin aksine uzun yıllar varlığını sürdürdüğü şüpheleri vardır.)
  • Aspartam(Eksitotoksin, yani zehir olduğu bilinen yapay tatlandırıcı. ABD ilaç ve yiyecek idaresi FDA’dan bir kaç denemeden sonra türlü ayak oyunlarıyla onay alabilmiş, ama kalıcı zararları bir çok farklı kaynak tarafından kanıtlanmıştır. Sağlığa zararlı olmadığı şekline bugün hakkında en çok yalan söylenen maddelerden biridir.)
  • Sakarin(Kanserojen yapay tatlandırıcı.)
  • Agent orange(Önceleri tarım ilacı, daha sonra kimyasal silah.)
  • V-Gurt(İkinci nesli olmayan, hasadın bir kısmını tohumluk olarak ayıramadığınız kısır tohum teknolojisi. Namı diğer terminator tohum.)
  • Copper 7(Sağlığa zararlı olduğu için yasaklanan rahim içi doğum kontrol cihazı.)
  • Biyoetanol ve biyodizel(GD mısır ve soya kökenli)
  • Roundup(Ülkemizde de kullanılan tarım ilacı. Kansere neden olduğunu gösteren araştırmalar var.)
  • GD mısır(“Hiç bardakta mısır yediniz mi?”)
  • GD soya
  • GD tahıl
  • GD pamuk
  • GD domates
  • GD patates
  • GD ağaç
  • GD çim
GDO üretimi yapan şirketlerden birkaçı:
Bayer
Monsanto
Syngenta
Conagra
Advanta
Cargill
Dupont
Aventis
Aqua Bounty
Hazera
Progen(Özbuğday)
 
Katılım
17 Eki 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Gd gıdaya karşı çıkmak için on sebep

GD GIDAYA KARŞI ÇIKMAK İÇİN ON SEBEP (kaynak: banGMfood.org)

1. GDO’lar gıda krizini çözmeyecek

2008′deki Dünya Bankası raporugıda fiyatlarındaki artışın başlıca nedeni olarak biyoyakıtları gösterdi. GDO devi Monsanto, biyoyakıt lobiciliğinin merkezinde olageldi – gıda krizinden müthiş kar elde ederken aynı zamanda GD gıda için propaganda malzemesi yaptı. (Yani gıdadan yakıt elde ederken birinci, kıtlık nedeniyle kar oranı artarken ikinci, GDO propagandası yaparken üçüncü kez kar…)

2. GD bitkiler verimi artırmıyor

İddiaların aksine, hiç bir ticari ekinin verimini artırmadı. Gerçekte, en yaygın GD ürün olan soyada ciddi verim kaybı yaşandı.

3. GD ekinler böcek zehiri kullanımını artırıyor

Resmi veriler ABD’de toplam ilaç tüketiminde konvansiyonel ürünlere oranla azalış değil, artış olduğunu gösteriyor.

4. Dünyayı beslemenin daha iyi yolları var

BM/Dünya Bankası tarafından 400 bilim adamına hazırlatılan ve 58 ülke tarafından desteklenen projede küresel açlık, tarımsal üretim ve iklim değişikliği sorunlarına GD gıdanın pek az çözüm sunabildiği, fakat hazlihazırda daha iyi alternatifler bulunduğu sonucuna ulaşıldı.

5. Diğer çiftçilik teknolojileri daha başarılı

Entegre Zararlı Yönetimi ve diğer yenilikçi düşük girdili ya da organik zararlı mücadele ve verim artırma yöntemleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde başarılı olmuştur. İşaretçi Yardımlı Seçim(genetik yapıyı değiştirmeden gen haritalama) gibi diğer teknolojilerin tarımsal üretimi daha etkili ve emniyetli olarak artırması bekleniyor.

6. GD gıda yemenin zararsız olduğu kanıtlanmadı

Genetik modifikasyon yabancı genleri bitki bünyesine katmanın baştan savma ve kesin olmayan yöntemidir. Beklenmeyen sonuçlar doğurur. Ürünler uzun süreli ve kapsamlı olarak test edilmemiştir, ancak hayvanlar üzerindeki testler endişe verici sağlık etkilerine yol açmıştır. GD gıdanın insanlar üzerindeki etkisi hakkında sadece bir çalışma yayınlanmıştır. Gut bakterisi üzerine beklenmeyen etkilere rastlanan çalışma devam ettirilmemiştir.

7. Hayvan yemindeki hayalet GDO – tüketicinin onayını almadan
forcedfeeding_sm2.jpg
Bu şekilde beslenmek ister misiniz?



Avrupa’ya ithal edilen GD yemle üretilen et, yumurta ve süt ürünlerinin etiketlenme zorunluluğu yok. Araştırmalar hayvanların GD yemle beslenmesi durumunda ürünlerde GD maddenin bulunabildiğini gösteriyor. GD yem hayvanınsağlığını etkilediği için hayvansal ürünleri tüketen insanların sağlığı da etkilenebilir.

8. GD gıdanın sağlık üzerindeki etkilerini kimse gözlemlemiyor

Amerikalıların hastalık belirtileri olmadan yıllardır GD gıda yediği iddia ediliyor. Ancak bu gıdalar etiketlenmeden satılıyor ve sonuçları kimse gözlemlemedi. Trans yağ gibi diğer alışılmamış gıda maddeleri ile birlikte milyonlarca erken ölüme neden olduğunu anlamak onyıllar aldı.

9. GD ve GD olmayan canlılar bir arada bulunamaz

Konvansiyonel ve organik gıdaya GDO bulaşması durumu yaygınlaşıyor. Onaylanmamış bir GD pirincin sadece bir yıl yapılan tarla testleri sonucu ABD pirinç stoğuna ve tohumlara yüksek miktarlarda bulaştığı tespit edildi. Kanada’da organik kolza sektörü GD kolza bulaşması sonucu tamamen yok oldu. İspanya’da bir araştırma GD mısırın “organik yetiştiricilikte şiddetli bir azalmaya yol açmış ve birarada bulunmalarını imkansız hale getirmiştir.” GD gıda ve GD olmayan dünya gıda stoğu arasında bir seçim yapmanın zamanı gelmiştir.

10. GDO şirketlerine güvenemeyiz

GD gıdalarını yaymakta olan büyük biyoteknoloji şirketlerinın tarihi korkunç toksik kirlenme ve kamuoyunu aldatma olaylarıyla doludur. Genetik mühendislik bunlar için çekicidir, çünkü tüm dünyanın gıda arzını tekellerine almalarına izin verecek patent mekanizmasını kullanma imkanı yaratıyor. İşi tohumları saklayan ya da bir sabah tarlasında bulan çiftçileri taciz edip gözdağı vermeye kadar götürüyorlar.
 
Katılım
17 Eki 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Türkiye için acil çözüm önerileri

TÜRKİYE İÇİN ACİL ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
1) Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF ile yapılmış anlaşmalarda tarım ile ilgili koşulları içeren maddeler gözden geçirilerek GDO’lardan korunmamızı zorlaştıracak ya da engelleyecek şartlar kaldırılmalıdır. AB ve diğer gümrük anlaşmalarının tarım ürünleri ve gıda kapsamlı kısımları ayıklanmalıdır.
2) Patent mevzuatı değiştirilerek canlı varlıklara patent alınması durdurulmalı, alınmış patentler yasa ve hatta gerekirse anayasa değişikliği yapılarak geçersiz sayılmalıdır.
3) GD tarım ürünlerinin ithali ve üretimi ağır ceza yaptırımlarıyla yasaklanmalıdır.

4) GD yemle beslenen hayvanların ithali ve üretimi ağır ceza yaptırımlarıyla yasaklanmalıdır.

5) Bu ürünleri bileşen olarak içeren gıdaların ve gıda dışı GD organizmaların ithali ve üretimi yasaklanmalıdır.
6) Özellikle ekili sınırlarda (Trakya vb.) tampon bölge oluşturup bu toprak bandındaki canlı hayatı bulaşmalara karşı gözetim altında tutulmalıdır. Ülkeye giriş çıkış yapan tarımsal nakliye araçları, tarım makinaları ve donanımı tohum kalıntılarına karşı denetlenmelidir.
7) Hakiki tohum mirasının korunması için Svalbard Tohum Bankası benzeri yeraltı tohum kasaları inşa edilmeli ve ulusal tohum sefeberliği başlatılmalıdır.
* 1973-1977 ABD Dışişleri Bakanı. Rockefeller ve Neo-Con’lara yakın duran Yahudi politikacı, geri kalmış ülkelerin artan nüfusunun ABD’nin güvenliği için tehdit oluşturduğu ve bu nüfusun doğal ve yapay yollarla azaltılması gerektiği fikrinin en bilinen temsilcisidir. http://www.larouchepub.com/other/1995/2249_kissinger_food.html



** Ignacio Chapela bu çalışmayı yayınlar yayınlamaz Berkeley Üniversitesi’nden atılmıştır.
GD patates hakkında yaptığı kapsamlı çalışmanın sonuçlarını yayınlaması üzerine üniversitedeki işinden atılmıştır. *
 
Katılım
17 Eki 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Kıyamet tohum deposu

ABD’li gazeteciden dehşet verici iddialar
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntıları açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!

“Norveç’teki tohum deposu dünyayı ele geçirme planının bir parçası”

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? “Kıyamet tohum deposu” olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen “kıyamet”i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.
KIYAMET TOHUM DEPOSU
Yeni Aktüel Dergisinin 29 Kasım – 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında “Kıyamet Kapısı” başlığıyla kapak konusu olarak işlediği ve 26 Şubat 2008′de tamamlanacağını duyurduğu “proje”, tamamlandı. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna “kıyamet tohum deposu” da deniyor.
Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.
Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. Aktüel dergisi, ilk baskısı 2007′de yapılan, Nisan 2009′da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştu.
Kıyamet muhafızları
Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998′e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952′de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri
- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
- Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
- 1970′lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde “zaten var olan” tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?
Ebu Garib tohumları nerede?
Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
“Ari ırk yaratma projesi”
Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?
Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971′de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.

Rockefeller Hitler’in de finansörüydü

Üstün ırk yaratma projesi tam ola*rak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920′lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaş*tırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Nazi*ler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hit*ler’in öjenik çalışmaları da bugün Sval*bard’a milyonlarca dolar akıtan Roc*kefeller Vakfı tarafından finanse edil*mişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser VViIhelm Instilutcs’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyor*du. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya’sının karsısında olarak girerken, Rockefel*ler Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht bir*liklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırma*sı da yapıldı.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilim*lerine” indirgemeye çalışan sözde mo*leküler biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan özelliklerini istenen şe*kilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hit*ler’in ‘Ojenikçi’ bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessizce ABD’ye gö*türülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun* da ilk adımları atmışlardır.
Gıdalar ile negatif ojenik
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?
Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920′den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonalin ku*rucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939′da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşı*na yazdığı mektupta açıkça dile getiri*yordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.

20 yıllık kısırlaştırma projesi

Negatif öjenik bir kısırlaştırma pro*jesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaş*tıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok il*ginçtir ki Epicyte, genetiği değiştiril*miş sperm öldürücülü mısırı ABD Ta*rım Bakanlığfndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek 1990′larda BM Dün*ya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasın*daki milyonlarca kadının tetanoza kar*şı aşılanması için bir kampanya başlat*tı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuç*ları ile, Dünya Sağlık örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaş*taki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalma*sını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rocke*feller Vakfı, Rockefeller Nüfus Kon*seyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgü*tü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kı*sırlaştırma aşısı üretmek için 1972′de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrı*ca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 mil*yon dolar bağış yapmıştı!

Hibrid tohumlarla tekel tuzağı

Rockefeller’in gelişmekte olan ülke*lerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışma*larına bu açıdan bakınca korkunç gö*rünüyor…
Rockefeller Vakfı 1946′da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60′larda Rocke*feller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıs*lah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık so*rununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tarım ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstri*si işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasa*larda yeni hibrid tohumların üretilme*sine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid to*hum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid to*humlar ve bu tohumların ihtiyaç duy*duğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rocke*feller kontrolündeki büyük petrol şir*ketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaç*lan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”
Geliş*mekte olan ülkelerin yüksek miktarda*ki gübre ve ilaç girdisini finanse etme*leri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu ala*rak ve ABD hükümetinin garantisi al*tındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borç*lar aldılar.
Sonuç?
Bankalara ve tefecilere borçlanan çift*çiler genellikle topraklarını kaybetti*ler, iş aramak için şehirlere göç ettiler fabrikaların ucuz işçi açığı da kapan*mış oldu.
Patentli biyolojik silah Peki ya bugün?
Bugün de Gates ve Rockefeller Afri*ka’da Yeşil Devrim adı altında bir pro jeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yi*ne GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Büyük bir tekelleşme tehdidiyle kar*şı karşıyayız…
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver*meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli to*humların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdala*ra çevrilebilirler.
 
Üst