Z.MİNHAYAT
Üye
- Katılım
- 17 Eki 2009
- Mesajlar
- 35
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
Almanlarin bir atasözü vardir: Para dünyaya hükmeder. Ben diyorumki: Kim Paraya hükmederse, o dünyaya hükmeder.
Peki Paraya kim hükmediyor? cevap: Sionist Yahudiler.
Dünyada hersey Dolara endeksli, dolari basan Banka FED yani Federal Reserve Bank. Bu Banka privat sahislara ait, bunlarda Sionist Yahudi. Eli kanli Henry Kissingerde Sionist Yahudi. Paraya kim Hükmederse, Medyaya, Borsalara, Ilac sektörüne, Ekonomiye, Sirketlere ve bir cok sektöre hükmeder!
“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”
-Henry Kissinger*
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
Komedi dizisi Seinfeld’in “The Mango” bölümünde Jerry Seinfeld şöyle diyor: “Bilim adamları çekirdeksiz karpuz yapmış. Çekirdeği tükürme sıkıntısı ne kadar büyük bir sorundu ki vakitlerini ve enerjilerini buna harcamışlar?” Seinfeld’in saf bir yaklaşımla anlayamadığı şu ki, o bilim adamlarının derdi bizi çekirdeği tükürme zahmetinden kurtarmak değil. Gıdanın genetiğiyle oynanması fikri, daha fazla tohum satarak para kazanmaktan çok çok öteye uzanıyor. Hayatın yazılımı olan DNA’yı ticari mal haline getirmekten tutun, insanları birer robot-köleye çevirmeye kadar geniş spektrumlu bir şeytani planın bir parçası.
Modern hayatta etrafımızda gördüğümüz her nesnenin bir tanımı, hayli uzun bir özellikler listesi var. Alınıp satılan her şey kitaplar dolusu yasa, yönetmelik ve standarda tabi. Bu durumu bir gereklilik gibi algıladık, olağan karşıladık. Bize satılan şeylerin çok ciddi ve sözüm ona mühim standartlarla tanımlanıyor olması gelişmişliğin bir göstergesiydi. Bu “tanımlama” deliliği sonunda canlı varlıklara da ulaştı. Bütün gıdamız canlı organizmalardan oluşur. Gıdanın tanımlanmasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bitkilerin, hayvanların… hatta insanların! Bir yumurtayı nasıl tanımlarsınız? Yuvarlak, beyaz ve lezzetli olan her şey yumurta mıdır? Elimizde eksiksiz bir ölçüt yok. Tanımlama için kullanılacak ölçüt organizmanın “barkod”u olan DNA. Demek ki patentini, telif hakkını (ya da üretim hakkını, adına ne derseniz deyin) almak istediğiniz organizmanın DNA’sını yazabilmelisiniz. Genetik mühendisliği bunun için ortaya çıktı. Dev şirketler canlıların DNA’sını çözüp hayatın patentini alsınlar diye. Aldılar da.
Bugün Hindistan’da yüzlerce çiftçi intihar ediyor. Nedeni genetiği değiştirilmiş(GD) tohum satan şirketlere borçlarını ödeyememeleri. Ödeyememe nedeni tohumların şirketlerin vaat ettiği verimi vermemesi ve daha fazla tohum almak zorunda kalmaları. Masrafların bu kadar artmasının bir diğer nedeni GD tohumlarla kullanılabilecek olan ilacı sadece tohumu satan şirketin üretiyor olması. Çiftçilerin GD tohumlara yönelmesinin nedeni de dönüm başına daha fazla ürün almak. Ölmek istemeyen çiftçinin diğer seçenekleri böbreğini satarak iflasını biraz daha ertelemek ya da tarlasını satarak aç kalmak. Biyoteknoloji şirketleri
Genetiği değiştirilmiş organizma(GDO) sektörünün önde gelen şirketi Monsanto’nun Hindistan’daki kolu Mahyco’nun sattığı Bollgard marka pamuk tohumları vaat edilen verimi vermiyor. Birlikte kullanılan tarım ilacı Round-up, Bollgard dışında toprağın üstünde ve altında ne varsa öldürüyor. Bollgard’ı Round-up olmadan kullanamıyorsunuz. Tohumun satış sözleşmesinde tohumların tamamının satın alındığı yıl ekilmesi, saklanmaması, diğer çiftçilerle paylaşılmaması mecbur tutuluyor. Zararlılara karşı şirketin iddia ettiği korunmanın da sağlanamadığı bir çok gazete haberine konu oldu. Tohumun zararları bununla da bitmiyor. Rüzgar, yağmur ve diğer doğal yöntemlerle çevredeki tarlalara taşınıyor. Taşınan GD tohumlar çapraz tozlaşma ile hakiki tohumların da soyunu bozuyor. Berkeley Üniversitesi GD ürünlerin ekiminin yasak olduğu Meksika’nın hakiki mısırına GD mısır genleri karıştığını belgeledi.** Paraguay soyasına komşu ülke Brezilya’nın soyası(GD) karıştığı için Paraguay’da GDO’lar serbest bırakılmak zorunda kaldı.
Hakiki tohum eken çiftçilerin çevreden gelen hibrit ve GD tohumları ayıklamak ve tarlasını temiz tutmak gibi bir zorunluluğu ortaya çıkıyor. Yakın tarlalardan rüzgar yoluyla gelen tohumlar yüzünden organik tarım sertifikasını kaybeden çiftçiler var! Yetmiyor, şirket komşu tarlada kendi tohumuna rastladığı zaman “tohumumu çaldı” diyerek zaten mağdur olan çiftçiyi mahkemeye veriyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Dürüst çiftçilerin bu saldırıdan kurtulması için ne kadar çok çaba harcanması gerektiği aşikar.
Aqua Bounty şirketi somon balıklarının DNA’sını değiştirerek çok daha büyük, hızlı büyüyen bir tür ortaya çıkardı. Çabuk büyüyüp balık çiftliği sahibine daha çok para kazandıran bu yaratığın erken ölme, iç ve dış deformasyonlara sahip olma, beslenmeye ve üremeye aşırı istekli olma gibi özellikleri de var. Purdue Üniversitesinde yapılan bir bilgisayar simulasyonunda bu balıkların denize salınması durumunda 40 yıl içinde hakiki somon türünün tamamen yok olacağı ortaya çıktı. Kıyı çiftliklerinde balığı zaptetmenin ve kaçmasını engellemenin neredeyse tamamen imkansız olduğu bilinmekte.
Modern tarımın 1940′larda başlayan kısa tarihi trajedilerle, facialarla dolu. DDT ilk kullanılmaya başlandığında üreticileri sağlığa tamamen zararsız olduğunu iddia ediyordu. Yine tarım ilacı olarak kullanılan Agent Orange‘ın kalıcı sakatlık ve ölümlere neden olduğunun anlaşılıp durdurulması uzun zaman aldı. Bitki büyüme hormonunun, hangi dozda kullanılırsa kullanılsın, insan sağlığı üzerindeki etkileri ortaya çıkmış değil. GDO, dünya çapında büyük bir deney. Kobaylar ise biziz, yani insanlar.
GD ürünlerin sağlığa zararı hakkında yüzlerce kaynak bulmak mümkün. GD patatesin memelilerin bağışıklık sistemine zarar verdiği Arpad Putztai*** tarafından kanıtlandı. GD bitki yiyen çiftlik hayvanlarının öldüğü rapor edildi. GD pamuk hasadında çalışan işçilerin ellerinde alerjik reaksiyonlar görülebiliyor. GDO ve otizm arasında çok yakın bağlantı olduğunu gösteren araştırmalar mevcut.
GD tohumların üretiliş biçimi basitçe bitkide bir çeşit kanser yaratma üzerine kurulu. Hedef hücrenin DNA’sı, kaynak hücrenin DNA’sı ile doğal yollarla çaprazlanmayacağı için taşıyıcı olarak bakteri ve virüsler kullanılıyor. Kaynak genleri taşıyan bakteri ve virüsler hedef virüsleri “işgal” edip genleri aktarıyor. Bu hikayenin korkutucu tarafı şu ki, siz bu GD organizmaları yediğiniz zaman bu başkalaşmış genler midenizde ve bağırsaklarınızda çalışmaya devam ediyor. Bağırsaklarınızda bulunan sindirim bakterilerinin de genlerinin değişmeyeceğini, hatta vücudunuza bir kez girmiş bulunan DNA’nın diğer hücrelerinizi etkilemeyeceğini kimse garanti edemiyor. Bu da işin sağlık açısından tehlikesini oluşturuyor. Bildiğiniz gibi kansere neden olan ya da zemin hazırlayan etkenler uzun yıllar sonra, vücutta birikim yaptıktan sonra harekete geçebiliyor ve bir çok kanserojen etken 20.yy’da sanayi ürünlerine uzun süre maruz kalan insanların hastalanması üzerine keşfedilebildi. GDO’ların da birer sanayi ürünü olarak benzer süreçten geçtikten sonra kanserojen ilan edilmesi olası. Tabi o güne kadar satın alınmamış laboratuar, üniversite, bürokrat, bakan kalırsa!
Yıllar önce gençliğimizde Sepultura dinlerdik. Brezilyalı protest grup şarkılarında bir biyoteknoloji tutturmuş gidiyordu. Biyoteknolojinin ne olduğunu, neden ölümcül olduğunu anlayamadık. Gençliğin verdiği ilgisizlikle üzerinde de durmadık. Adamların bas bas bağırarak ölüm getirecek dediği olayı yıllar sonra anladık. Bir çok dünyalı tehlikenin farkında. Farkında olanların sayısı artıyor. Biyoteknoloji şirketleri insanların uyanmaması için bir yandan da ikna kampanyaları yürütüyor. Örneğin Monsanto, organik tarımı kötüleyen, küçük çiftçiye desteği ve korumacı gümrükleri eleştiren ve Neo-Con’ların ünlü think-tank‘i Hudson Enstitüsü’nün bir yan kuruluşu olan Center For Global Food Issues(CGFI)’un sponsorluğunu yapıyor, 1950’lerden beri Disney ile ortak çalışmalar yürütüyor. Umuyorum ki çabaları boşa çıkacak. Bunun için hepimize düşen, ilk etapta yakınımızdakileri uyarmak ve bilgi sahibi olmak. Tehlikenin büyüklüğünü anlamak gerek. Bu belki de şimdiye kadar burada yazdığım bütün konulardan daha önemli, daha acil. Şehirde yaşayanlarımız aklını başına alıp satın aldığı ürünün kaynağını araştıracak, soruşturacak. İmkanı olan organik pazarlardan alışveriş edecek. Etiketlerdeki içindekiler kısmını dikkatle okuyacak, soya, soya lesitini, dekstroz, mısır şurubu, mısır ifadelerini gördüğü ürünü araştıracak. Gerekirse o ürünleri tüketmekten vazgeçecek.
Geçmişte ABD patent ofisine canlıları patentlemek için bazı başvurular olmuş ve reddedilmiş. Bugün tohumun patentlenme şekli patent kavramına aykırı düşüyor. Çünkü tohumun sonraki nesilleri de patent koruması altında. Yani bir balığı patentlediniz diyelim. Bu balık gitti okyanusta üredi, yüz yıl sonra bütün denizleri doldurdu. Uygulamaya göre bütün balıklar size ait. Bu balıkları sizden izinsiz kimse avlayamaz, yiyemez, üretemez. Bununla birlikte GD gıda örnekleri üzerinde deneysel çalışma, bilimsel araştırma da yapamıyorsunuz, çünkü bir başkasının patentli ürününü kullanıyorsunuz. Uygulamanın hukuka, bir çok uygar anayasaya ve genel geçer ahlaka aykırılığı burada.
Son yıllarda GD olmayan, doğal tohum genleri de patentlenmeye başladı. Türkiye’de doğal tavuk türlerini üzerine patentleyen şirketler var. Bunun ne anlama geldiğini bir düşünün. Her an arka bahçenizden bir bitkinizi götürüp üretim hakkını üzerlerine alabilir, sizi kendilerine köle yapabilirler. Tarlasına isteği dışında GD tohumlar bulaşan çiftçinin ürününün tohumu patentleyen şirketin malı olduğuna hüküm veren mahkeme kararları var. Yakın gelecekte insan genlerini patentleyebilirler. Genetik köle pazarları bilim-kurgu olmaktan çıkabilir. Hayatın patentlenmesini normal bulanlar, çocuklarının, torunlarının şirketlerin malı olarak alınıp satılmasına kendini hazırlamalı.
Şu anda ülkemize GD tohumların ithali yasak. Ancak hükümet bunu serbest bırakacak. AKP’li bürokratların, milletvekillerinin Monsanto ile yaptığı görüşmeler kartel basınında yer bulmuyor. Şuna emin olun; GD tohumların serbest bırakıldığı gün, tarlalarımızın ateşe verildiği gündür. GDO, tarımda son duraktır. Teslim olduğumuz anda başka seçeneğimiz kalmayacak, çünkü elimizde gerçek gıdalar yetiştirmek için hakiki tohumlar olmayacak. Genetik çeşitlilik yok olacağı için bitkilerin zor şartlara dayanıklılığı tamamen ortadan kalkacak. İnandırıcı gelmediyse buyurun okuyun. Norveç’te dağı oydular, tohum bankası yaptılar. Dünyanın dört bir yanından hakiki tohum örnekleri saklıyorlar. Bu işe yüz milyonlarca avro harcıyorlar.
Çalınmış Hasat ve İntihar Tohumları kitaplarının yazarı Vandana Shiva dünyaca tanınmış ekoloji eylemcilerinden birisi. Kurduğu Navdanya adlı çiftlikte ülkenin dört bir yanından getirdiği hakiki tohumları ekip çoğaltıyor. GDO’ların yaygınlaşması ve tarım bitkilerinin soyunun tükenmesine karşı kurtarılmış bir bölge oluşturarak gönüllü bir misyon yürütüyor.
Tüketici örgütlerinin bir kısmı GD gıdadan korunmak için etiketleme zorunluluğu talep ediyor. AB’de GD ürünlerin açıkça etiketlenmesini gerektiren düzenlemeler var. Ancak etiketleme zorunluluğu tüketiciye seçme şansı verse de ne yazık ki sorunu çözmüyor. Çünkü anlattığım nedenlerle üreticinin seçme şansı yine kalmıyor. Tohumların ülke sınırlarını geçmesi her ne pahasına olursa olsun engellenmesi şart. Tohumların ülkemize girişine engel olmakla iş bitmiyor. GD ürünlerin de ithalinin engellenmesi gerekiyor. Mısır, soya gibi GD ürünler ucuzluklarıyla yerli tarımı çökertmek ve sağlığımızı bozmaktan başka hiç bir işe yaramayacak. Son yıllarda her köşe başında bardakta mısır satanlar türedi, fark ettiniz mi? İşte o mısır, ithal mısır. GD mısır.
Transgen gıda hakkında yazılıp çizilen yalanların bini bir para. Örneğin GD tohum ekiminin iddia edildiği gibi daha az değil, eninde sonunda daha fazla zirai ilaçlama gerektirdiği biliniyor. En çok tekrarlanan bahane dünya nüfusunun doyurulması için gen teknolojisine muhtaç olduğumuzdur. Oysa bu gerçeğin tam tersi. Başta Monsanto olmak üzere biyoteknoloji şirketleri belki de geleceğin en büyük açlık sebebi olacak biyoetanol ve biyodizel tuzağını bizzat hazırladılar. Biyoyakıt ekinlerinin üretiminde, elde edilenden fazla enerji harcanıyor. Ama bu gerçekler yazılmıyor. Tıpkı zenginlerin tamamen organik gıdayla beslendiklerinin yazılmadığı gibi.
Bu konuyu açık açık yazıp çizmeye cesaret edenleri baskı, zorlama, tehdit ve mahkeme koridorları bekliyor. Şirketler öyle zengin ki, girdikleri her yerde kiralayabilecek akademisyenler bulabiliyorlar. Aralarında Bilim ve Teknik’in de bulunduğu bilimsel yayınlar genetik mühendisliğini geleceğin bilim dalı, insanlığın ortak umudu gibi sunmaya çalışıyor, allayıp pulluyorlar. Bakın ülkemizde kamuoyunu GDO’lara hazırlamayı kendine görev edinmiş sözde bilim adamları dernek bile kurmuşlar.
Önce neyle yüz yüze olduğumuzu anlayacağız. Yüzümüzde patlayacak olan bombanın farkına varacağız. Gerisi gelecek…
Kaynak:iyibilgi
Peki Paraya kim hükmediyor? cevap: Sionist Yahudiler.
Dünyada hersey Dolara endeksli, dolari basan Banka FED yani Federal Reserve Bank. Bu Banka privat sahislara ait, bunlarda Sionist Yahudi. Eli kanli Henry Kissingerde Sionist Yahudi. Paraya kim Hükmederse, Medyaya, Borsalara, Ilac sektörüne, Ekonomiye, Sirketlere ve bir cok sektöre hükmeder!
“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”
-Henry Kissinger*
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
Komedi dizisi Seinfeld’in “The Mango” bölümünde Jerry Seinfeld şöyle diyor: “Bilim adamları çekirdeksiz karpuz yapmış. Çekirdeği tükürme sıkıntısı ne kadar büyük bir sorundu ki vakitlerini ve enerjilerini buna harcamışlar?” Seinfeld’in saf bir yaklaşımla anlayamadığı şu ki, o bilim adamlarının derdi bizi çekirdeği tükürme zahmetinden kurtarmak değil. Gıdanın genetiğiyle oynanması fikri, daha fazla tohum satarak para kazanmaktan çok çok öteye uzanıyor. Hayatın yazılımı olan DNA’yı ticari mal haline getirmekten tutun, insanları birer robot-köleye çevirmeye kadar geniş spektrumlu bir şeytani planın bir parçası.
Modern hayatta etrafımızda gördüğümüz her nesnenin bir tanımı, hayli uzun bir özellikler listesi var. Alınıp satılan her şey kitaplar dolusu yasa, yönetmelik ve standarda tabi. Bu durumu bir gereklilik gibi algıladık, olağan karşıladık. Bize satılan şeylerin çok ciddi ve sözüm ona mühim standartlarla tanımlanıyor olması gelişmişliğin bir göstergesiydi. Bu “tanımlama” deliliği sonunda canlı varlıklara da ulaştı. Bütün gıdamız canlı organizmalardan oluşur. Gıdanın tanımlanmasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bitkilerin, hayvanların… hatta insanların! Bir yumurtayı nasıl tanımlarsınız? Yuvarlak, beyaz ve lezzetli olan her şey yumurta mıdır? Elimizde eksiksiz bir ölçüt yok. Tanımlama için kullanılacak ölçüt organizmanın “barkod”u olan DNA. Demek ki patentini, telif hakkını (ya da üretim hakkını, adına ne derseniz deyin) almak istediğiniz organizmanın DNA’sını yazabilmelisiniz. Genetik mühendisliği bunun için ortaya çıktı. Dev şirketler canlıların DNA’sını çözüp hayatın patentini alsınlar diye. Aldılar da.
Bugün Hindistan’da yüzlerce çiftçi intihar ediyor. Nedeni genetiği değiştirilmiş(GD) tohum satan şirketlere borçlarını ödeyememeleri. Ödeyememe nedeni tohumların şirketlerin vaat ettiği verimi vermemesi ve daha fazla tohum almak zorunda kalmaları. Masrafların bu kadar artmasının bir diğer nedeni GD tohumlarla kullanılabilecek olan ilacı sadece tohumu satan şirketin üretiyor olması. Çiftçilerin GD tohumlara yönelmesinin nedeni de dönüm başına daha fazla ürün almak. Ölmek istemeyen çiftçinin diğer seçenekleri böbreğini satarak iflasını biraz daha ertelemek ya da tarlasını satarak aç kalmak. Biyoteknoloji şirketleri
Genetiği değiştirilmiş organizma(GDO) sektörünün önde gelen şirketi Monsanto’nun Hindistan’daki kolu Mahyco’nun sattığı Bollgard marka pamuk tohumları vaat edilen verimi vermiyor. Birlikte kullanılan tarım ilacı Round-up, Bollgard dışında toprağın üstünde ve altında ne varsa öldürüyor. Bollgard’ı Round-up olmadan kullanamıyorsunuz. Tohumun satış sözleşmesinde tohumların tamamının satın alındığı yıl ekilmesi, saklanmaması, diğer çiftçilerle paylaşılmaması mecbur tutuluyor. Zararlılara karşı şirketin iddia ettiği korunmanın da sağlanamadığı bir çok gazete haberine konu oldu. Tohumun zararları bununla da bitmiyor. Rüzgar, yağmur ve diğer doğal yöntemlerle çevredeki tarlalara taşınıyor. Taşınan GD tohumlar çapraz tozlaşma ile hakiki tohumların da soyunu bozuyor. Berkeley Üniversitesi GD ürünlerin ekiminin yasak olduğu Meksika’nın hakiki mısırına GD mısır genleri karıştığını belgeledi.** Paraguay soyasına komşu ülke Brezilya’nın soyası(GD) karıştığı için Paraguay’da GDO’lar serbest bırakılmak zorunda kaldı.
Hakiki tohum eken çiftçilerin çevreden gelen hibrit ve GD tohumları ayıklamak ve tarlasını temiz tutmak gibi bir zorunluluğu ortaya çıkıyor. Yakın tarlalardan rüzgar yoluyla gelen tohumlar yüzünden organik tarım sertifikasını kaybeden çiftçiler var! Yetmiyor, şirket komşu tarlada kendi tohumuna rastladığı zaman “tohumumu çaldı” diyerek zaten mağdur olan çiftçiyi mahkemeye veriyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Dürüst çiftçilerin bu saldırıdan kurtulması için ne kadar çok çaba harcanması gerektiği aşikar.

Modern tarımın 1940′larda başlayan kısa tarihi trajedilerle, facialarla dolu. DDT ilk kullanılmaya başlandığında üreticileri sağlığa tamamen zararsız olduğunu iddia ediyordu. Yine tarım ilacı olarak kullanılan Agent Orange‘ın kalıcı sakatlık ve ölümlere neden olduğunun anlaşılıp durdurulması uzun zaman aldı. Bitki büyüme hormonunun, hangi dozda kullanılırsa kullanılsın, insan sağlığı üzerindeki etkileri ortaya çıkmış değil. GDO, dünya çapında büyük bir deney. Kobaylar ise biziz, yani insanlar.
GD ürünlerin sağlığa zararı hakkında yüzlerce kaynak bulmak mümkün. GD patatesin memelilerin bağışıklık sistemine zarar verdiği Arpad Putztai*** tarafından kanıtlandı. GD bitki yiyen çiftlik hayvanlarının öldüğü rapor edildi. GD pamuk hasadında çalışan işçilerin ellerinde alerjik reaksiyonlar görülebiliyor. GDO ve otizm arasında çok yakın bağlantı olduğunu gösteren araştırmalar mevcut.
GD tohumların üretiliş biçimi basitçe bitkide bir çeşit kanser yaratma üzerine kurulu. Hedef hücrenin DNA’sı, kaynak hücrenin DNA’sı ile doğal yollarla çaprazlanmayacağı için taşıyıcı olarak bakteri ve virüsler kullanılıyor. Kaynak genleri taşıyan bakteri ve virüsler hedef virüsleri “işgal” edip genleri aktarıyor. Bu hikayenin korkutucu tarafı şu ki, siz bu GD organizmaları yediğiniz zaman bu başkalaşmış genler midenizde ve bağırsaklarınızda çalışmaya devam ediyor. Bağırsaklarınızda bulunan sindirim bakterilerinin de genlerinin değişmeyeceğini, hatta vücudunuza bir kez girmiş bulunan DNA’nın diğer hücrelerinizi etkilemeyeceğini kimse garanti edemiyor. Bu da işin sağlık açısından tehlikesini oluşturuyor. Bildiğiniz gibi kansere neden olan ya da zemin hazırlayan etkenler uzun yıllar sonra, vücutta birikim yaptıktan sonra harekete geçebiliyor ve bir çok kanserojen etken 20.yy’da sanayi ürünlerine uzun süre maruz kalan insanların hastalanması üzerine keşfedilebildi. GDO’ların da birer sanayi ürünü olarak benzer süreçten geçtikten sonra kanserojen ilan edilmesi olası. Tabi o güne kadar satın alınmamış laboratuar, üniversite, bürokrat, bakan kalırsa!
Yıllar önce gençliğimizde Sepultura dinlerdik. Brezilyalı protest grup şarkılarında bir biyoteknoloji tutturmuş gidiyordu. Biyoteknolojinin ne olduğunu, neden ölümcül olduğunu anlayamadık. Gençliğin verdiği ilgisizlikle üzerinde de durmadık. Adamların bas bas bağırarak ölüm getirecek dediği olayı yıllar sonra anladık. Bir çok dünyalı tehlikenin farkında. Farkında olanların sayısı artıyor. Biyoteknoloji şirketleri insanların uyanmaması için bir yandan da ikna kampanyaları yürütüyor. Örneğin Monsanto, organik tarımı kötüleyen, küçük çiftçiye desteği ve korumacı gümrükleri eleştiren ve Neo-Con’ların ünlü think-tank‘i Hudson Enstitüsü’nün bir yan kuruluşu olan Center For Global Food Issues(CGFI)’un sponsorluğunu yapıyor, 1950’lerden beri Disney ile ortak çalışmalar yürütüyor. Umuyorum ki çabaları boşa çıkacak. Bunun için hepimize düşen, ilk etapta yakınımızdakileri uyarmak ve bilgi sahibi olmak. Tehlikenin büyüklüğünü anlamak gerek. Bu belki de şimdiye kadar burada yazdığım bütün konulardan daha önemli, daha acil. Şehirde yaşayanlarımız aklını başına alıp satın aldığı ürünün kaynağını araştıracak, soruşturacak. İmkanı olan organik pazarlardan alışveriş edecek. Etiketlerdeki içindekiler kısmını dikkatle okuyacak, soya, soya lesitini, dekstroz, mısır şurubu, mısır ifadelerini gördüğü ürünü araştıracak. Gerekirse o ürünleri tüketmekten vazgeçecek.
Geçmişte ABD patent ofisine canlıları patentlemek için bazı başvurular olmuş ve reddedilmiş. Bugün tohumun patentlenme şekli patent kavramına aykırı düşüyor. Çünkü tohumun sonraki nesilleri de patent koruması altında. Yani bir balığı patentlediniz diyelim. Bu balık gitti okyanusta üredi, yüz yıl sonra bütün denizleri doldurdu. Uygulamaya göre bütün balıklar size ait. Bu balıkları sizden izinsiz kimse avlayamaz, yiyemez, üretemez. Bununla birlikte GD gıda örnekleri üzerinde deneysel çalışma, bilimsel araştırma da yapamıyorsunuz, çünkü bir başkasının patentli ürününü kullanıyorsunuz. Uygulamanın hukuka, bir çok uygar anayasaya ve genel geçer ahlaka aykırılığı burada.
Son yıllarda GD olmayan, doğal tohum genleri de patentlenmeye başladı. Türkiye’de doğal tavuk türlerini üzerine patentleyen şirketler var. Bunun ne anlama geldiğini bir düşünün. Her an arka bahçenizden bir bitkinizi götürüp üretim hakkını üzerlerine alabilir, sizi kendilerine köle yapabilirler. Tarlasına isteği dışında GD tohumlar bulaşan çiftçinin ürününün tohumu patentleyen şirketin malı olduğuna hüküm veren mahkeme kararları var. Yakın gelecekte insan genlerini patentleyebilirler. Genetik köle pazarları bilim-kurgu olmaktan çıkabilir. Hayatın patentlenmesini normal bulanlar, çocuklarının, torunlarının şirketlerin malı olarak alınıp satılmasına kendini hazırlamalı.
Şu anda ülkemize GD tohumların ithali yasak. Ancak hükümet bunu serbest bırakacak. AKP’li bürokratların, milletvekillerinin Monsanto ile yaptığı görüşmeler kartel basınında yer bulmuyor. Şuna emin olun; GD tohumların serbest bırakıldığı gün, tarlalarımızın ateşe verildiği gündür. GDO, tarımda son duraktır. Teslim olduğumuz anda başka seçeneğimiz kalmayacak, çünkü elimizde gerçek gıdalar yetiştirmek için hakiki tohumlar olmayacak. Genetik çeşitlilik yok olacağı için bitkilerin zor şartlara dayanıklılığı tamamen ortadan kalkacak. İnandırıcı gelmediyse buyurun okuyun. Norveç’te dağı oydular, tohum bankası yaptılar. Dünyanın dört bir yanından hakiki tohum örnekleri saklıyorlar. Bu işe yüz milyonlarca avro harcıyorlar.
Çalınmış Hasat ve İntihar Tohumları kitaplarının yazarı Vandana Shiva dünyaca tanınmış ekoloji eylemcilerinden birisi. Kurduğu Navdanya adlı çiftlikte ülkenin dört bir yanından getirdiği hakiki tohumları ekip çoğaltıyor. GDO’ların yaygınlaşması ve tarım bitkilerinin soyunun tükenmesine karşı kurtarılmış bir bölge oluşturarak gönüllü bir misyon yürütüyor.
Tüketici örgütlerinin bir kısmı GD gıdadan korunmak için etiketleme zorunluluğu talep ediyor. AB’de GD ürünlerin açıkça etiketlenmesini gerektiren düzenlemeler var. Ancak etiketleme zorunluluğu tüketiciye seçme şansı verse de ne yazık ki sorunu çözmüyor. Çünkü anlattığım nedenlerle üreticinin seçme şansı yine kalmıyor. Tohumların ülke sınırlarını geçmesi her ne pahasına olursa olsun engellenmesi şart. Tohumların ülkemize girişine engel olmakla iş bitmiyor. GD ürünlerin de ithalinin engellenmesi gerekiyor. Mısır, soya gibi GD ürünler ucuzluklarıyla yerli tarımı çökertmek ve sağlığımızı bozmaktan başka hiç bir işe yaramayacak. Son yıllarda her köşe başında bardakta mısır satanlar türedi, fark ettiniz mi? İşte o mısır, ithal mısır. GD mısır.
Transgen gıda hakkında yazılıp çizilen yalanların bini bir para. Örneğin GD tohum ekiminin iddia edildiği gibi daha az değil, eninde sonunda daha fazla zirai ilaçlama gerektirdiği biliniyor. En çok tekrarlanan bahane dünya nüfusunun doyurulması için gen teknolojisine muhtaç olduğumuzdur. Oysa bu gerçeğin tam tersi. Başta Monsanto olmak üzere biyoteknoloji şirketleri belki de geleceğin en büyük açlık sebebi olacak biyoetanol ve biyodizel tuzağını bizzat hazırladılar. Biyoyakıt ekinlerinin üretiminde, elde edilenden fazla enerji harcanıyor. Ama bu gerçekler yazılmıyor. Tıpkı zenginlerin tamamen organik gıdayla beslendiklerinin yazılmadığı gibi.
Bu konuyu açık açık yazıp çizmeye cesaret edenleri baskı, zorlama, tehdit ve mahkeme koridorları bekliyor. Şirketler öyle zengin ki, girdikleri her yerde kiralayabilecek akademisyenler bulabiliyorlar. Aralarında Bilim ve Teknik’in de bulunduğu bilimsel yayınlar genetik mühendisliğini geleceğin bilim dalı, insanlığın ortak umudu gibi sunmaya çalışıyor, allayıp pulluyorlar. Bakın ülkemizde kamuoyunu GDO’lara hazırlamayı kendine görev edinmiş sözde bilim adamları dernek bile kurmuşlar.
Önce neyle yüz yüze olduğumuzu anlayacağız. Yüzümüzde patlayacak olan bombanın farkına varacağız. Gerisi gelecek…
Kaynak:iyibilgi