Gazâ Devleti Osmanlı

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Osmanlı 13. yüzyılın sonlarında tarih sahnesine çıkarken Anadolu’da iki yüz yıllık bir geleneğin mirasını devralıyordu. Bu gelenek “gazilik” ve “gazâ” geleneği idi.

Moğol istilasıyla Anadolu’nun bir harabe haline döndüğü yıllarda, ata yurdu Maveraünnehir ve Türkistan’dan kopup gelen Türkmenler, alimler, gaziler ve dervişler, Anadolu’daki siyasi çözülme, parçalanma ve çatışma ortamından kurtulmak için “uç”lara yöneliyorlardı. “Uç”lara, yani Bizans’la sınır topraklarda küffara karşı “cihad” ve “gaza” imkanına kavuşuyorlar, din kardeşlerinin iç sürtüşmeler yüzünden birbirleriyle savaşmalarının vebalinden kurtulmuş oluyorlardı.

Anadolu’daki aynı soy ve boya mensup aşiret mensuplarının birbirleriyle kıyasıya savaştığı ortamda, Bizans sınırındaki Ertuğrul Gazi Bey’in Kayı aşiretine tahsis edilmiş topraklarda bir başka heyecan yaşanıyordu. Aşık Paşaoğlu’nun tasnifiyle Gâziyân-ı Rum, Bâciyân-ı Rum, Âhiyân-ı Rum ve Abdalân-ı Rum diye anılan unsurlar 9. yüzyılda Maveraünnehir, Horasan ve Semerkand’dan kopup gelen ve 11. yüzyılda Anadolu’yu kuşatan “Gâziyâni” hareketini tekrar canlandırıyorlardı.

Gazilerin, Anadolu’nun yerli halkıyla temasa geçip İslam’ın ve insanlığın güzel yüzünü onlara tanıtmaları 1000’li yıllarda başlıyordu. Doğu Roma (Bizans) derebeyleri ve tekfurlarının sömürüye ve zulme dayalı toprak sisteminde vergilerle canlarından bezmiş insanlar, temeli cömertlik, mertlik, cesaret, şecaat, kahramanlık, tevazu, hilim, ilim, şefkat, hoşgörü, muhabbet, meveddet ve fedakarlık gibi tüm faziletleri bünyesinde toplayan “fütüvvet”in Anadolu’ya gelen temsilcileri Ahileri karşılarında görünce, onlara adeta gönülden teslim oldular.

Gazi, Ahi ve Derviş cemaatleri Moğol istilasına kadar Anadolu’da yeni bir medeniyet oluşturdular. Sonrası malum. Parçalanan Selçuklu ve onun mirası üzerine Germiyanlının, Saruhanlının, İsfendiyarlının, Aydınlının vs. kavgaları… İşte bu kavga ortamında “Cihad” ve “Gaza” ruhuyla küffar üzerine giden Osmanlı’nın ortaya çıkışı…

Gâziyan ve Âhiyan’dan başka Yusuf Hemedanî’nin ve Hâce Ahmed Yesevî’nin “Dervişân” diye anılan İslamî cemaatleri de Osmanlı Beyliği’ni desteklemeye başladılar. Ebû Ishak Kazerûnî’nin dervişleri, kendilerine has üzerinde “Nasrun min Allahi ve fethun garîb” (Saff/13) ayeti yazılı bayraklarını bu beyliğin yanında dalgalandırmaya başladılar.

Osmanlı’nın, akıllara durgunluk veren, kısa zamanda kendisinden kat kat büyük siyasi yapılanmaları geride bırakarak onbeşten fazla beylik arasından sivrilip çıkması ve Anadolu mirasının üstüne konmasının sırrı, gaza hareketi ve gazilerin himmet ve gayretinde yatmaktaydı.

Osmanlı çift yönlü bir avantaja sahipti. Bir tarafta, müslümanlar arası çatışmalarda ölen ve öldürenin cehenneme gidebileceklerine dair İslam’ın hükmü, diğer tarafta küffara karşı cihadda ölenin şehid olarak cennete, kalanın gazi şerefiyle dünyada yaşayacağı hükmü, Osmanlı’yı ve onun hareketini müslümanlar nezdinde sevimli ve itibarlı kılıyordu. Müslüman beyler ve beyliklerin mücadelesi ile, Müslümanlar ve Bizans küffarının arasındaki mücadelede tercih ikincisinden ve ikinciyi hedef edinen Osmanlı’dan yana konuluyordu.

Gazilerin, Dervişlerin ve Ahi’lerin çalışmaları bir çok Bizans’lıyı ve Bizans Tekfurunu İslam’a kazandırmıştı. Saraylarıyla beraber İslam’ı seçen Gazi Mihal (Mihail) ve Gazi Evranos beylerin Osmanlı’ya hizmetleri ayrı bir inceleme konusu.

Osmanlı hem gönülleri hem toprakları fethediyordu. Hem toprağa hem gönüllere tohum atıyordu. Attığı tohumun 600 senelik bir çınara dönüşmesinin sebebi, sadece fetihçi, sadece yağmacı, sadece dünyevi ve saltanatçı olmayışındaydı. Osman Bey tam bir gazi gibi yaşayıp tam bir gazi gibi ölmüştü. Allah yolunda cihad etmiş ve gazi olmuş bir bey olarak, oğlu Orhan Gazi’ye vasiyetinde davasının kuru kavga ve cihangirlik davası olmadığını beyan ederek vefat etmişti. Vasiyetinde:

“Allahın buyruğundan gayrı hiç bilmeyesin. Bilmediğini din ulemasından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın ve askerine imanı, ihsanı eksik etmeyesin ki, ihsan insanın kılavuzudur. Zalim olma, adaletle şenlendir. Ve cihadı terketmeyerek beni şâd et. Ulemaya riayet eyle ki din işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, ikbâl ve hilm göster. Askerine ve malına gurur getirip din ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör.” diyerek, hayat felsefesini ve asırlara hükmedecek olan anlayışın sırrını ortaya koymuştu.

Osman Gazi’nin saltanattan uzak, iman ve cihadla geliştirip adaletle yönettiği “gazâ devleti” geleneğini oğlu Orhan Gazi de elden bırakmadı. Gönülleri incitmeden, zulüm yapmadan, talan etmeden, namuslara dokunmadan, yaşlıyı, kadını, çocuğu hoş tutarak, fakiri, yoksulu, düşkünü koruyarak ve kollayarak, tekke, zaviye, han, hankâh ve ribatlar kurarak Anadolu’dan Rumeliye geçiş Orhan Gazi döneminde başladı.

Anadolu için için kaynarken Osman Gazi, Orhan Gazi ve Murad Gazi’nin etrafındaki Dervişan, Ahiyan ve Gaziyan “İlâyı Kelimetullah” bayrağını daha ilerilere götürmenin gayreti içerisindeydiler. Şeyh Edebâli Osmanlı’nın ilk müftüsü, Dursun Fakih ilk kadısı, Davud-i Kayseri ilk müderrisi olarak devletin temellerini Hak ve adalet üzerine şekillendiriyorlar, kılıçla kalem, ulemayla umera, Alperenle Alptekinler, omuz omuza bir yarış ve gayret içinde çalışıyorlardı.

II. Murad’a kadar bütün Osmanlı vezirleri ahilerdendi. İlim sahibiydiler. Ahi cemaati, prensipleri olan ve İlahi hukuka bağlı bir cemaatti. Halkın bağrından çıkan bu cemaatin elemanları birbirlerine derin bir saygıyla bağlı idiler. Başlarında müttaki, mücahid ve mürşid sıfatlarına haiz bir cemaat imamı bulunurdu. Diğer tasavvuf önderleriyle beraber “bey” seçiminde söz sahibiydiler. “Bey”ler, ulemaya karşı derin bir saygı ve sevgi beslerlerdi. Osman Bey, bir fermanında ümeraya, ulemadan fetva almadan hiç bir harekete girişmemelerini, dinî hükümlerden ayrılmamalarını emretmiş ve ulemadan kadılar tayin etmişti. Orhan Bey zamanında mahkemeler kurularak bunlara yargı bağımsızlığı verilmiş, I. Murad döneminde kadıaskerlik makamı ihdas edilmişti.

Kısa zamanda, İslâma dayanan, sünnî geleneğin ve tasavvufî hoşgörünün egemen olduğu bir adalet nizamı doğuran Osmanlı Beyliği’nin Bizans’la boy ölçüşecek bir devlet haline gelmesinin, Avrupa’dan üzerine gönderilen haçlı ordularını Sırpsındığı’nda, Çimen’de, Kosova’da, Niğbolu’da, Varna’da yenmesinin, Fatih’e kadar bir çok kez Bizans (İstanbul)’ı muhasara ederek tazyik altına almasının sırrı iyi araştırılmalı ve anlaşılmalıdır..

“Devlet” soyut bir şahsiyettir. Onu somutlaştıran, şekillendiren, hak ve hukuk düzeni haline getiren kuvvet, müeyyide uygulayan güçlerdir. İşte, Osmanlı’da bu müeyyide uygulayan güçler, Ahiyan, Gaziyan ve Dervişan unsurlarıydı.

Osman Gazi’nin, Orhan ve Murad Gazi’nin yanında Ahi Evran, Ahi Hasan, Samsa Çavuş, Akça Koca, Konur Alp, Turgut Alp, Aykut Alp, Gündüz Bey, Hasan Alp, Kara Mürsel, Taz Ali, Gazi Abdurrahman, Akbaş, Mahmut Alp, Karaoğlan, Kara Tekin, Şeyh Mahmut, Saltuk Alp, Çandarlı Mevlana Halil, Aydoğdu gibi maneviyat erleri ve silahşör gaziler vardı.

Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra “Biat” müessesesini işleten beyler ve gaziler Osman Gazi’ye biat ettiler. Ondan sonra başa gelen ve el-Gazi ibnü’l-Gazi, Şecâü’d-Devleti ve’d-Din, Merzîbân-ı Âfâk, Pehlevan-ı Cihan, Orhan ibnu Osman’da biat almış Murat Han Gazi, “Müşavere etmek sünnet-i Rasuldür” diyerek, yukarıda saydığımız büyüklerle her zaman ve zeminde müşavere etmiştir.

400 çadırlık bir aşiretin bir “Cihan Devleti’ne dönüşmesini kuru cihangirlik kavgası ile izah etmek, toprakların kılıç zoruyla fethedildiğini iddia etmek batıl ve yanlış bir düşüncedir.

Ahiliğin, ana felsefesi olan “müşrik ve kâfire, zalim ve fasığa, insafsız ve gaddara, sahtekar ve düzenbaza, hırsız ve yankesiciye, haram lokma yiyene, stokçu ve tefeciye, vefasız ve cimriye, cinci ve falcıya, içki ve esrar kullanana, zina edene ve definecilik yapana hoş bakmayan; cömertliği, mertliği, adaleti, dürüstlüğü, namusluluğu, vefalı ve hoşgörülü olmayı, Allah yolunda malını ve canını vermekten çekinmemeyi” prensip edinen gönül erlerinin hizmetlerini gözardı etmek Osmanlı’yı yanlış anlamaya sebep olur.

Osman Gazi, basit “beylik” davası gütmedi. Anadolu Beyleri gibi ufak sınır kavgaları yapmadı. Yönünü Bizans’a çevirdi. Büyük düşündü. Büyüklerin desteğini aldı. Beyliği devlet oldu. Devleti 600 yıllık bir imparatorluğa dönüştü.

Bu imparatorluğun temelinde yatan “Gazi” hareketini unutmamamız gerekiyor. Şimdilerde Anadolu’nun bağrında Ahi geleneğini yaşatmaya çalışan fütüvvet ehlinin torunları, bu gönül erlerinin destansı mücadelesini gelecek kuşaklara aktarmanın, onu sevdirmenin mücadelesini veriyorlar.

Osmanlı’yı sevmek, bir müslüman için Osmanlı’daki İslamı sevmek anlamını taşır…

Semerkand Dergisi | Muzaffer Taşyürek /Nisan'99
 
Üst