gavsiyye

izmirli35

Üye
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
56
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Bismillâhirrahmânirrahîm

Allah-ü teâlâ bana buyurdu ki:

“Ey Gavs,
Biz mekânın mekânıyız. Bize mekân yoktur. Ve biz insanın sırrıyız, insan da
bizim sırrımızdır. İnsan yoktur, biz varız ve biz, insanın gayrı değiliz.
İnsanda belirdiğimiz gibi, hiç bir şeyde belirmedik. İnsan bizim bineğimizdir.
Diğer yaratıklar ve tüm evren de insanın bineğidir.
Biz ne güzel isteyeniz, insan ne güzel istenendir. İnsan ne güzel binicidir,
bütün kâinat ona ne güzel binektir.
İnsan bizim sırrımızdır, biz de insanın sırrıyız. Eğer insan öldükten sonra
durumunun ne olacağını bilseydi, dünyada asla dünya yaşamını istemez, her an,
"Ya Rabbi, beni öldür, beni öldür" diye yakarırdı.
Mülk, bir ve belirişleri sona erdirici olanın, yani Rabbinindir. Eğer insan
bizim indimizde olan mertebesini bilseydi, her nefeste "bugün mülk yalnız
benimdir" sözünü söylerdi.
"Yaratıkların hepsi, yaradılış özelliklerine göre amel ve davranışlarda
bulunurlar." Yaradılış özellikleri (fıtrat), ortaya çıkacak belirişlerin
(tecellilerin) tohumudur. Bu tohum yaradılışından itibaren, kendine en uygun
belirişlerle beslenir, büyür, yeşerir, ta ki yaradılışındaki amaca uygun hizmeti
gerçekleştirene dek. "Kuşku yok ki biz, her şeyi kaderle yarattık."
İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, dili, ayağı, eli ve buna benzer
nesi varsa hepsini kendi nefsimiz için kendi nefsimize, yani kendi zatımız
(özümüz) ile kendi zatımıza biz belirgin kıldık (izhar ettik). İnsanın yemesi,
içmesi, bir iş işlemesi, bir şeye yönelmesi ve bir şeyden uzaklaşması gibi bütün
durumlarında biz gizliyiz, onu eyleme iten ve yatıştıran biziz. İnsanda ne
belirirse bizim nefsimizdir, bizden ayrı ve gayrı değildir.
Ve biz de onun gayrı değiliz.

İnsanı kendi belirişimizin nurundan yarattık.
Melekleri de insanın nurundan yarattık.
Uzaklık sahibi nasıl uzaklıktan yakınırsa, yakınlık sahibi de bize yakınlıktan
şikayet eder. Sıradan insanları yarattık, cemalimizin (güzelliğimizin) ışığına
dayanamadılar. Bizimle aralarına karanlık perdesini koyduk. Seçkin insanları da
yarattık, yakınlığımıza dayanamadılar.
Onlarla da aramıza nurdan bir perde koyduk.

Değerli veya değersiz ayırımı, deyişleri, yaratılanlar arasında ve onlara
göredir. Yaradanın indindeyse (katında) sadece yarattıkları vardır. İnsanlar
nefislerine hoş gelen şeyler için iyi, güzel; gelmeyen şeyler için de kötü veya
çirkin deyimlerini kullanırlar. Gerçeği bilen kişi için ise yaradılmışlar
arasında kesinlikle ayırım yoktur; her yaratılan değerlidir.

İyilik ve kötülük, yaradılanın indindedir. Yaradanın indinde ise hepsi birdir.
İnsan, indini; yani bana göre, bence, bana kalırsa gibi başlıklar altında
kişisel görüş ve düşünüşlerini terkedip, aslına yönelişi ve kendini Rabb indinde
eritişi ölçüsünde ilerler. Bu nedenlerden ötürüdür ki, gerçekleri algılamada
(idrakte) olgunluk düzeyine erişmiş kişi, yaratıklarda kusur ya da hata görmez.
Herkes düşünebildiği, kavrayıp algılayabildiği ölçüde eylemlerde bulunur ve
sonucunda da, hak ettiği ile karşılaşır.

Her durum ve koşulda, mutlaka, verenden olmağa çalış. Eğer yarattıklarımıza
rahmet edip acırsan ve onların hatalarını affedip bağışlarsan, ne mutlu sana.

Sıcak bir günde susuz bir kimse gelip senden su istese ve sende de soğuk su
olup, kendini feda etmek pahasına o suyu ona vermezsen, cimrilerin en
cimrisinden olursun. Böyle olunca biz, rahmetimizi kullarımızdan nasıl
esirgeriz? Oysa biz, kendi nefsimize tanıklık ettik: "Erhamerrahimîn"
(acıyanların en acıyarıı, bağışlayanların en bağışlayıcısı) niteliği ile
nitelenmiş olduğumuzu, kendi nefsimize tescil ve kaydettik.
Bize "Rabb el Kerîm" ya da "Ya Rabb er Rahîm" diye hitab et. Çünkü biz, her
kerimden (soylu, cömert) daha kerimiz ve her rahimden (merhametli, acıyan) daha
rahîmiz. Bizden kerim ve bizden rahim hiç kimse yoktur; kerem ve rahmet yalnız
bizimdir.

Taat (ibadet ve hayırlı iş) sahipleri nimetimizi anarlar, günah sahipleri de
rahmetimizi anarlar. Taat sahipleri bereketimize alçalıp zikirde bulunurlar,
günah sahipleri de acımamıza alçalıp zikirde bulunurlar. Cennetlik kişiler
cennetle, cehennemlik kişiler de cehennemle ve bizimle meşguldürler. Ancak biz
cennette belirdikten sonra cennetliklere dostluk ve nimet yoktur, biz cehennemde
belirdikten sonra da cehennem halkına yanma, korku ve yalnızlık yoktur. Bizim
belirdiğimiz yerde ne cennet kalır, ne cehennem; ne esma yani isimlerimiz, ne
sıfatlar, yani niteliklerimiz kalır.
Bizi aracısız olarak, doğrudan doğruya görmek istersen, ne cennete ve cennette
olan şeylere bak, ne de cehenneme ve oradaki şeylere. Yalnız bizimle meşgul ol.
Çünkü bir kimse bizden başkasıyla meşgul olursa, kıyamet gününde arkadaşı ateş
olur.

Bizim cennetlik bazı kullarımız vardır ki, cehennem halkının cehennemden bize
sığındıkları gibi, cennet nimetlerinden geçip bize sığınırlar.
Günahkârlar günahlar ile, taat sahipleri de taatleri ile perdelidir. Fakat
bunların ötesinde bizim diğer bir topluluğumuz vardır ki, onlar ne günaha
kastederter, ne de taate güvenirler. Çünkü biz isyancı kulumuza o günahlardan
geçtikten sonra yakınız, bize bağlı kulumuza da, o taatlerden geçtikten sonra
yakınız. Ve çünkü hiçbir kimse günahlarla bizden uzak olmadığı gibi, hiçbir
kimse de vaadlerle (alâkalarla) bize yakın değildir.

Bizim nebi (peygamber) ve resullerden (habercilerden) başka bir takım kullarımız
vardır ki, onların durumundan ne dünya halkı, ne ahiret halkı, ne cennet ehli,
ne cehennem ehlinden bir kimse ve ne de bir melek haberli değildir. Onları
cennet, cehennem, sevap, günah, huriler, köşkler, gılman ve köleler için de
yaratmadık. Her ne kadar tanıyıp bilmese de, onların dünyada varlığına
inananlara ne mutlu.

Bizim nazar ve iltifat ettiğimiz gönüle asla yalnızlık gelmez ve ateşte yanıp
acı çekmez.

Bize aşık ol, bizim için âşık ol; o aşk biziz.
Kalbini ve bütün durumlarını da bizden başkasından uzak kıl.

Aşkın dışını bulup bildiğin zaman, aşktan fânî (yok) olmalısın; çünkü aşk, âşık
(seven) ve mâşuk (sevgili) arasında bir perdedir. Âşık, aşktan fena bulduğu (yok
olduğu) zaman sevgiliye kavuşur. Gayrından da fânî olmalısın,çünkü aşkın gayrı
da seven ve sevilen arasında bir perdedir.
Birlik (vahdet), dille ve sözcüklerle anlatılamayan bir durumdur. Bizi gören
kişinin soruya gereksinmesi kalmaz. Bizi görmeyen kişi için de soruların yararı
yoktur. Çünkü o, sözde kalmış, sözle perdelenmiştir. Bizi bilmek, görmektir.
Bir kimse bizi bildikten sonra görmeyi isterse, gerçekte görmemiş demektir;
perdelidir. Görmeyi, bilmekten farklı sanan kimse, Rabbini görmekten gururdadır.
Buna karşılık, bize kavuşmak isteyen kimse bizim yolumuzda cehdetmeli, yani çaba
göstermeli, savaşmalıdır.

"Bizim uğrumuzda mücahede edeni, yollarımızda ilerletip gerçeğe erdiririz."

"Kendini arıtan kişi mutlaka umduğuna ermiş, kurtuluşa ve mutluluğa
kavuşmuştur."

Savaş ve çaba (mücahede), gözlem ve algı (müşahede) denizlerinden bir denizdir.
Balıkları da vâkıflar, yani esrar sahipleridir. Algı denizine girmek isteyen
kimseye çaba gereklidir. Çünkü savaş ve çaba, müşahedenin tohumudur. Yani ekip
de çaba sahibi olan, algı ve gözlemimize ulaşır.
Bir kimse bizim için çaba sarfederse, ona gözlemimiz vardır; istese de, istemese
de. Mücahededen yoksun olan için, müşahedeye yol yoktur. Bizi isteyenlere çaba
(cehd) gereklidir.

Kalbi cehde eğilimli olan kula ne mutlu, kalbi şehvetlere eğilimli olan kulun
da, vay haline.
Cehdin, yani çabanın amacı, fakirlik ve yoksulluktur. Fakirlik ve yoksulluğu
insanın bineği kıldık. O fakirlik ve yoksulluğa binen kimse, eğri yol, ıssız
dere ve çöller yürüyüp yorulmadan amacına ulaşır.
Bizim yanımızda fakir, hiçbir şeyi olmayan değil, her şeyde buyruğu olandır. Bir
şeyi dileyip olmasını istediği zaman, hemen olur. Fakir, elinde parası, malı ve
mülkü olmayan değil, dediği olandır.
Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: "Fakirlik
övüncümdür, iftiharımdır. Ben onunla diğer nebi ve resullere karşı övünürüm."

Bize kavuşmak isteyenler fakrı, yani boşluğu, yokluğu ve hiçliği arzulasınlar;
tüm isteklerinden geçsinler. Hatta bu yolda, istememeyi istemek bile bir
istektir. Ve bu bile istenemez. Böylece fakrın fakrına, ondan sonra da fakrın
fakrından fakra ersinler. Bu şekilde fakr tamam olunca artık onlar yok, ancak
biz varız. O zaman, "sen bundan gaflette (habersiz) idin. İşte senden perdeni
kaldırdık" denir. Çünkü, fakirlik (hiçlik, belirmemişlik) tamam olunca, o,
Allah'tır. Bizim yememiz fakirlerin yemesidir, içtigimiz de fakirlerin içmesidir.

Fakirlik ateşiyle yanan ve şiddetli yoksulluktan kıvranan kırık kalpli birisini
gördüğünde, hemen ona yakınlaş çünkü bizimle onun arasında hiçbir perde yoktur.
Sana bağlananlara söyle, fakirlerin duasıni ganimet bilsinler; çünkü onlar bizim
indimizdedir, biz de onların indindeyiz. Biz fakirlerleyiz, fakirler de
bizimledir. Biz fakirlerin sığınağı, meskeni ve nazargâhıyız.

Hem de dönüşleri bizedir (bizimle olur). Onların dünyadaki görünüşleri,
bedenleri, az yemekten, az içmekten; nefsleri, şehvetlerin engelinden; kalpleri
kuruntulardan ve ruhları kötülüklerden yanmıştır. Kalplerinde aşırı isteklerden
birşey kalmamış, kötü düşünceler tamamen kaybolmuştur.

Bunlar, bizim yüzümüzün ışığıyla (lika nuruyla), beka (kalıcılık) sahipleridir.
Bize yaratıkların en sevgilisi, sağır, dilsiz, kör, şaşkın ve ağlayandır. Bize
bakmak istediğinde, bizim gayrımızdan uzak olan hüzünlü bir kalp ara.
Kim bize kavuşmak, vasıl olmak isterse, bizim gayrımız olan herşeyden çıkıp
sıyrılmalıdır.

Dünya yokuşundan çık ki, ahiret yokuşuna kavuşasın.
Ahiret yokuşundan da çık ki, bize kavuşasın.

Biz, dindarlar yolurıu nefs içinde, ârifler yolunu kalp içinde, vâkıflar
(sırları bilenler) yolunu da ruh içinde kıldık. Nefsi de özgürler beldesi
kıldık. Bu yüzden "özgürlerin yürekleri, sırların mezarlarıdır" demişlerdir.
(Bilen demez, deyen bilmez: Hakikate erenler deniz gibi susarlar, birşeyden
haberi olmayanlarsa dalga gibi gürlerler)

Kişi gelenlere sabrettiği zaman kulluk düzeyine, arzularını terkettiği zaman da
emrin âlemine yükselir. Çünkü Emir Âleminde ne yemek, ne içmek, ne uyumak;
kısacası istekle ve madde ile ilgili olan hiçbir şey yoktur.
Cisimlerden, nefslerden; sonra kalplerden ve ruhlardan; sonra da hüküm ve
emirden sıyrıl ki, bize erişesin.

Dıştaki beş duyuyla algılanan fiziksel dünya, (Âlem-i Mülk, Âlem-i Nâsût) ile,
içteki beş duyu ile algılanan ruhsal dünya (Âlem-i Melekût) arasında olan her
tavır, şeriat tavrıdır. Tanrı niteliklerinden (sıfatlarından) oluşan ruhsal
dünya ile, ululuk dünyası (Âlemi Ceberût) arasında olan her tavır, tarikat
tavrıdır. Ululuk dünyası ile birlik dünyası (Vahdet, Âlem-i Lâhüt) arasında olan
her tavır da hakikat tavrıdır.

Bizim haremimize girmek istediğinde, ne Mülk'e, ne Melekût'a ve ne de Ceberût'a
iltifat etme. Çünkü Mülk, âlimin; Melekût ârifin, Ceberût da vâkıfın (esrar
sahibinin) şeytanıdır.
Bir kimse bunların birisiyle yetinse, bizim indimizde o, kovulmuşlardandır.

İlim sahibi için bizim indimizde yol, ancak ilmini terkettikten sonradır. İlmin
ilmi, ilimden cehildir. Eğer ilmini (güvenir de) terketmezse, o, şeytanın mertebesindedir.

Bizce kullarımızın en erdemlisi ve en sevgilisi, ana-babası ve evlâdı olup da,
kalbi onlardan geçmiş olan, yalnız bize bağlı bulunandır. Eğer ana-babası ölse
onların ölümüne üzülmez, evlâdı ölse onların ölümüyle de kederlenmez. Böylece o
kulumuz bu düzeye vardığında bizim indimizde o, lem yelid ve lem yûled (O,
doğmadı, doğurrnadı): "Anasız, babasız ve evlâdsız" makamında olur. Bizim
sevgimiz, muhabbetimiz yüzünden ana-babasının ve evlâdının yokluğunu algılamamış
kimse, birlik ve teklik (vahdaniyet ve ferdaniyet) lezzetini bulamaz.
Ancak bizim yanımızda ye, iç ve uyu;
hâzır (uyanık) bir yürek ve nâzır (gören) bir gözle.

Bizim yanımızda, sıradan kişilerin uykusu gibi uyuma, bizi görürsün. Cismin
lezzetlerden, nefsin şehvetlerden ve gönlün kuruntulardan, ruhun kötülüklerden
(gönüle ve ruha ansızın inen ters fikirler ve kuruntulardan) uzak olup, zatın
(özün) bizim zatımızda (özümüzde) yok olmak suretiyle uyu.
Bizim indimizde erdemli (faziletli) olan eylem, cennet ve cehennem gibi bizim
gayrımız olan hiç bir şeyin arzulanmadığı ve yapanın da ondan kaybolduğu (uzak
bulunduğu) eylemdir.

Bizim yanımızda daha üstün olan masumluk, tövbe edicilerin masumluğudur.
Bizim indimizde erdemli (efdal) olan tövbe, günah işlemediği halde daima
istiğfarda bulunan masumların tövbesidir.
Bizim indimizde erdemİi olan gülme, tövbe edici ağlayanların gülmesidir. Tövbe
etmek istediğin zaman, önce nefsinden günaha kasti çıkarmalısın. Sonra da
kalbinden günah düşüncelerini çııkarmalısın. O zaman tövbe ettiğinde bize
kavuşursun; yoksa alaycılardan olursun.

Bize yakın kişi, günahını bilen kişidir. En büyük günah ise, bireyselliktir.
Günahını bilen kişiler, güçsüz ve pişmanlık sahibi kimselerdir; işlerine pişman
ve acizdirler. Acz (beceriksizliğinin, güçsüzlüğüniin bilincinde olmak) ışık
kaynağıdır, Kibir de karanlıklar, kederler ve günahlar kaynağıdır. Pişman olan
kullarımıza iyilik ve cömertliğimizi müjdele; kibirli olan kullarımıza da adalet
ve intikamımızı bildir.

Bize yakın olan oruç, kendisinde bizden başkasının bulunmadığı
ve oruçlunun da ondan kaybolduğu (uzak olduğu) oruçtur.

Bize yakın olan namaz, kendisinde bizden başkasının olmadığı ve kılanın da ondan
kaybolduğu, uzak olduğu namazdır.

Bizim indimizde, miracı olmayanın namazı yoktur. Ve o, namazdan yoksundur. Zira
namazdan yoksun olan, bizim indimizde miracdan yoksun olandır.
Mirac, bizim gayrımız olan herşeyden yükselmektir ve miracın kemâli, doruğu da,
"mazagalbasarü ve matega": "O'nun gözü sapmadı, kaymadı"nın, dikkatini bizden
başka hiçbir şey üzerine yoğunlaştırmamanın sırrıdır.”



Abdülkâdir Geylanî Hazretleri



Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana seni gerek seni.

Yunus Emre
 

müttaki

Profesör
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
2,775
Tepkime puanı
75
Puanları
48
Konum
istanbul
Bize yakın kişi, günahını bilen kişidir. En büyük günah ise, bireyselliktir.
Günahını bilen kişiler, güçsüz ve pişmanlık sahibi kimselerdir; işlerine pişman
ve acizdirler. Acz (beceriksizliğinin, güçsüzlüğüniin bilincinde olmak) ışık
kaynağıdır, Kibir de karanlıklar, kederler ve günahlar kaynağıdır. Pişman olan
kullarımıza iyilik ve cömertliğimizi müjdele; kibirli olan kullarımıza da adalet
ve intikamımızı bildir.

Bize yakın olan oruç, kendisinde bizden başkasının bulunmadığı
ve oruçlunun da ondan kaybolduğu (uzak olduğu) oruçtur.

Bize yakın olan namaz, kendisinde bizden başkasının olmadığı ve kılanın da ondan
kaybolduğu, uzak olduğu namazdır.

Bizim indimizde, miracı olmayanın namazı yoktur. Ve o, namazdan yoksundur. Zira
namazdan yoksun olan, bizim indimizde miracdan yoksun olandır.
Mirac, bizim gayrımız olan herşeyden yükselmektir ve miracın kemâli, doruğu da,
"mazagalbasarü ve matega": "O'nun gözü sapmadı, kaymadı"nın, dikkatini bizden
başka hiçbir şey üzerine yoğunlaştırmamanın sırrıdır.”

eyvallah gavs-ı azam ......eyvallah izmirli Dost...

HU....
 

amca

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
751
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Konum
İstanbul
Taat (ibadet ve hayırlı iş) sahipleri nimetimizi anarlar, günah sahipleri de
rahmetimizi anarlar. Taat sahipleri bereketimize alçalıp zikirde bulunurlar,
günah sahipleri de acımamıza alçalıp zikirde bulunurlar. Cennetlik kişiler
cennetle, cehennemlik kişiler de cehennemle ve bizimle meşguldürler. Ancak biz
cennette belirdikten sonra cennetliklere dostluk ve nimet yoktur, biz cehennemde
belirdikten sonra da cehennem halkına yanma, korku ve yalnızlık yoktur. Bizim
belirdiğimiz yerde ne cennet kalır, ne cehennem; ne esma yani isimlerimiz, ne
sıfatlar, yani niteliklerimiz kalır.
Bizi aracısız olarak, doğrudan doğruya görmek istersen, ne cennete ve cennette
olan şeylere bak, ne de cehenneme ve oradaki şeylere. Yalnız bizimle meşgul ol.
Çünkü bir kimse bizden başkasıyla meşgul olursa, kıyamet gününde arkadaşı ateş olur.

Okurum okurumda anlamam...

Tam anladım anladım bu sefer derim de anlamam ...

Oldu bu iş derimde aklım ermez olamam . . .

Ya Hu ...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Cennetten mana Allah'tan ayık olmak.. Ayık oldun mu O'ndan başka bir dost kalmaz..

Cehennem'den mana da insanın Allah'ı unutması.. Gaflete dalması.. Senden başka azabını gören kalmaz..

Allah'ı arzu edenler hepsinden geçmişlerdir, hiç birini maksat ya da korku mehazı etmezler..

Böyle anlarsanız, yerine oturur..

(Bunlar ahiretteki Cennet ve Cehennemin inkarı, reddi değildir.. Lütfen öyle anlaşılmasın.. Haktır.. İkisinden başka mekan olmayacak
ahirette..)
 

fani

Üye
Katılım
4 Ara 2006
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aşıkların maşuk ile
Candan öte esrarını
Şol sır içinde sırrını
Feriştehler bilmeyeler

EŞREFOĞLU RUMİ
mevlam sırrına erdirdiği İNSAN lardan eylesin cümlemizi.hu
 
Üst