DYP'lilerin can düşmanı Demirel
Buna benzer duygular DYP tabanında da vardı. Demirel için yıllarca emek harcayan, çalışıp çabalayan pek çok DYP'linin can düşmanı artık Demirel'di. Aldatıldıklarını, ihanete uğradıklarını düşünüyorlardı. Turgut Özal onların gözünde daha da büyüyordu. Turgut Özal statükoya karşı mücadele vermiş, bir genelkurmay başkanını istifa ettirmişti. Demirel ise tam statükocuydu. Üstelik kendi partisi olan DYP'ye ve lideri Çiller'e düşmanca tavır alırken, ANAP'a kendi partisi gibi davranıyor, Mesut Yılmaz 'ı neredeyse oğlu gibi görüyordu. Bu da ilginç bir durumdu gerçekten. ANAP ile DYP adeta yer değiştirmiş gibiydi. Fakat RP'liler her şeyden daha çok Erbakan'a öfkeliydiler. RP'lilere göre, Erbakan derhal istifasını vermeli ve basın toplantısında Demirel'i, MGK'yi Genelkurmay'ı eleştirerek şerefiyle muhalefete dönmeliydi. Hatta sine-i millete dönüş yapıp, halkın gözünde daha bir kahraman olmalıydı. RP'li tabanın gözünde ''tartışılmaz'' konumu olan, her yaptığından hikmet aranan, ''bir bildiği vardır'' diye düşünülen Erbakan ve onun yakın çevresi Oğuzhan Asiltürk , Şevket Kazan , Ahmet Tekdal gibi insanlar, tabanın gözünde büyük sarsıntıya uğramıştı. O eski kutsallıkları yoktu artık ve şimdi Erbakan için canını verecek gibi olanlar tarafından bile eleştiriliyordu.
Sadece taban değil, RP milletvekillerinin çoğu bu düşünceye sahipti. Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Melih Gökçek, Abdüllatif Şener, Mukadder Başeğmez gibi isimler yakınlarına ''Dışarıya bir şey aksettirmiyoruz ama içimiz kan ağlıyor, böyle yönetim, böyle anlayış olmaz'' diye dert yanıyorlardı. RP'de yol ayrımı başlamıştı.
6 Haziran 1997 tarihli gazetelerde yayımlanan bir haber Türkiye'yi yeniden dalgalandırdı. Genelkurmay Başkanlığı tüm birliklere gönderdiği ''gizli'' emirle, irticai faaliyetlere destek sağlayan bazı mağazalardan alışveriş yapılmamasını istiyordu.
''Ordu'da ambargo'' manşetiyle çıkan haberlere göre ''Yeşil Sermaye'' diye de anılan listede bütün dini çevreleri kapsayan firmalar vardı. RP'li diye tanımlanan Kombassan, Yimpaş, İttifak gibi holdinglerle, Türkiye gazetesi sahibi Enver Ören 'e ait İhlas Holding'in şirketleri ve Fethullahçı diye tanımlanan Asya Finans gibi kuruluşların da dahil olduğu bir liste yayımlanmıştı. Fethullah Gülen çevresi şoktaydı. O kadar RP aleyhinde konuşmuşlar, 28 Şubat'ı destekleyip askeri övmüşler, 8 yıllık kesintisiz eğitimi savunmuşlar, hatta Gazeteci ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla 8 yıllık kesintisiz eğitime bağış yapmışlar, buna rağmen, irtica suçlamalarından kurtulamamışlar, RP ile bir tutulmuşlardı.
Oysa aynı gün, Fethullah Gülen, Zaman gazetesinde Genelkurmay'a taziye ilanı vererek askeri kesime jest yapıyordu. Genelkurmay, sadece ''gizli'' tamimle yetinmeyerek, yargı mensuplarına ve medyaya brifingler vermeye başladı. İrticanın bütün boyutları bu brifinglerde göz önüne serildi.
RP'nin irtica içinde olduğu resmen açıklandı. Rakamlarla irtica, irticacı medya, irticacı kuruluşlar, irticayı destekleyen ülkeler, irtica sermayesi tek tek, bütün ayrıntılarıyla Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Dairesi Başkanı Tuğgeneral Fevzi Türkeri tarafından açıklandı. Askerlere göre, medyadaki irtica; 19 gazete, 110 dergi, 51 radyo, 20 TV kanalına sahipti. 19 gazetenin içinde Akit, Yeni Şafak ve Milli Gazete ile birlikte Türkiye ve Zaman gazeteleri de yer alıyordu. TGRT, Samanyolu, Kanal 7 gibi TV kanalları irtica propagandası yapan TV'lerdi.
Ordunun, medyanın ve muhalefetin işbirliği ve 28 Şubat kararları hükümeti hayli bunaltırken ve kimi generaller açıkça RP'yi eleştirirken, RP tabanı olayları dehşet ve korkuyla izliyordu. 8 yıllık kesintisiz eğitimle imam-hatip okullarının yolunun kesilmesi, kılık-kıyafet kanunlarının uygulanması gibi konular, bu tabanın en hassas olduğu konulardı. ANAP, DYP, MHP ve BBP tabanı da bu konuda tepki gösteriyordu. 16 Nisan akşamı Kanal D televizyonunda, ''Yalçın Doğan ile Güncel'' programına çıkan Fethullah Gülen , 8 yıllık eğitime destek verdiğini açıklayınca, imam-hatip okullarında çocukları okuyan aileler şok oldu. Gülen, o programda birbirinden ilginç sözler söylemişti. *''Birileri haksız yere laikliğe ve demokrasiye hücum ediyor.''
*''Bugün Türkiye'yi idare edemeyenler, 'Bu işi beceremedik, yüzümüze gözümüze bulaştırdık' demeliler, 'Ben bu emaneti götüremiyorum, emaneti al' diyerek millet adına bu fedakârlığı yapmalıdır.''
*''Askerler, bazı sivil kesimlerden daha demokrat.''
*''8 yıllık kesintisiz eğitimin imam-hatiplere kaynak açısından zararlı olacağını zannetmiyorum.''
Fethullah Gülen'in söyledikleri gazetelerde geniş biçimde yer aldı. ''Muhtıra ihbarı'' yüzünden mesafe bırakan medya, bu sözleriyle yeniden Fethullah Hoca'yı övmeye başladı, ''aydın din adamı'' yazıları yazıldı. Hoca efendi, arayı yeniden bulduğu egemen çevreyi memnun etmişti ama bu sefer sadece RP'den ve dini çevrelerden değil, çocukları imam-hatip okulunda okuyan ailelerden ve imam-hatip çevresinden de yoğun bir tepki almıştı.
1998 yılı, RP macerasının bittiği, Fethullah Hoca'nın zirvelere tırmandığı yıldı. Fethullah Gülen, ''bir yerlerden düğmeye basılmış'' gibi, gündemin başına oturmuştu. Televizyonlar, gazeteler eskisinden çok daha fazla yer veriyorlardı Hocaefendi'ye.
Fethullah Gülen'in ihtişamlı iftar yemekleri, Hilton ve Çırağan'daki davetleri, bu davetlere devlet erkânından sanat dünyasına kadar önemli isimlerin katıldığı, Fethullah Gülen'e övgüler yağdığı, işadamları tarafından büyük bir şevkle yardımlar edildiği, Fethullah Gülen ve cemaati açısından ''en verimli çağ'' yaşanıyordu.
Bir televizyon kanalında ''Fethullah Hoca'nın okulları'' programı yayımlandı. Fethullah Hoca'nın okullarında Atatürk'ün büstlerinin bulunması, İstiklal Marşı'nın okunması, kimi laik yazarları çok etkiledi, bazıları çok duygulandı. ''İşte çağdaş Müslümanlık bu'' yorumları yapıldı. ''Eski solcu ve ateist, şimdinin hızlı Alevicisi ve şeriat karşıtı'' Rıza Zelyut , en çok duygulanan, etkilenen yazarların başında geliyordu. Akşam gazetesindeki köşesinde, Hoca'nın okullarına bir tuğla koyamamanın acısını yüreğinde hissettiğini, onun acısıyla kıvrandığını yazdı. Bunun karşılığını da, Gazeteci ve Yazarlar Vakfı tarafından verilen ''hoşgörü ödülü'' ile aldı.
Türkiye Gazeteci ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla sık sık Orta Asya ve diğer bölgelerdeki okullara götürülenler okulları öven yazılar yazdılar. Fethullah Gülen, tam anlamıyla meşruiyet kazanmıştı artık.