dedekorkut1
Doçent
FOSİLLER VE EVRİM MASALLARI
SELİMGÜRBÜZER
Fosiller ekseriyetle sedimant denilen çökelmiş tortullar içerisinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla gerek deniz canlılara ait türler, gerek tatlı su formlara ait türler, gerekse karada yaşayan canlılara ait türlerin çökelmiş bulundukları tortular içerisine gömülüp sertleştikten sonra kaya parçası halinde fosilleşebiliyorlar. Bu yüzden sertleşen kalıntılara fosil denmektedir. Bilindiği üzere Darwin, teorisini güçlendireceği düşüncesiyle fosillere çok ümit bağlamıştı. Öyle ki kendisi hayatı boyunca teorisine dayanak kılacak milyonlarca ara geçiş formlarının fosil kalıntılarının içerisinde olabileceği hayaliyle hep yaşadı. Şayet bir gün bu hayal gerçekleşmezse, ileri sürdüğü bu teorisine insanların inanmayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden evrimciler kendilerine devr edilen mirasın yüzüstü bırakılmaması veya Darwin’in bu hayalini gerçekleştirmek adına büyük bir gayretle kolları sıvayıp hummalı bir şekilde karış karış fosil aramaya koyuldular. Derken gelinen nokta itibariyle Darwin’in kehaneti bizatihi kendi müritleri tarafından yarı balık veya yarı sürüngen benzeri hiçbir ara formun izine bile rastlanılmamasıyla birlikte kendiliğinden çöküvermiştir.
Bilindiği üzere fosil yaş tayininde birtakım metotlar kullanılmaktadır. Aslına bakarsak bir kayanın yaşını kesin kes ortaya koyan tam manasıyla güvenilir bir metot yoktur. Buna rağmen bugün en iyi yaş tayini metodu olarak görülen radyometrik metot revaçta gibi. Bu metodun ölçü alınmasının nedeni mineral içeren kayaların bünyesinde yer alan uranyum, kurşun, thorium-kurşun, potasyum-argon vs. gibi maddelerin izotop oranlarını esas alan bir metot olmasından dolayıdır. Fakat söz konusu izotop oranları kayaların meydana gelişinden önceki zamanı ortaya koymaktan aciz durumdadır. Yine de her şeye rağmen radiometrik yaş tayini metodunun verilerini kıstas alındığında yeryüzünün yaşı 4,5 milyar olduğu öngörülmüştür. Ayrıca yeryüzünde yaşayan canlıların bir zaman diliminde fosilleştiğinden hareketle ortaya çıkan fosillere indeks fosiller denmiştir. Keza tahmin edilen zaman içerisinde fosillerin dizilişini gösteren indekse de jeolojik sütun denmektedir. İşte evrimciler bu indeks tablo içerisinde yer alan fosil sıralamanın gereği kendilerine göre bir hayali sütunlar inşa ederek, güya yeryüzünde önce omurgasızlar sahne almış, sonra bunları takiben sırasıyla güya balıklar, kurbağalar, sürüngenler ve daha sonra da memeliler görünmeye başlamışlar tarzında iddialar ortaya atmışlardır. Oysaki ortada bir gerçek var; o da malum tüm canlıların belirli bir tertip üzere yaratılmış olduğudur. Yani evrimleşmenin olmadığı bir yaratılış sıralaması söz konusudur. Kaldı ki ortaya çıkan fosil kayıtlarından öyle anlaşılıyor ki yaratılış sıralaması önce denizlerden başlamış, akabinde kara sahası canlılarla donatılmış ve en nihayet insan ortaya çıkmıştır. Ancak bu sıralamadan sakın ola ki yaratılış zinciri halkasında yer alan tüm bitki, hayvan ve insanlık âleminin ortak bir gen havuzundan meydana geldiği anlamı çıkarılmaya kalkışılmasın. Zira her tip kendi gen havuzunda dallanıp budaklanıp çeşitli türlere ayrılmışlardır. Hiçbir zaman çeşitlilik bir başka canlıya dönüşümü sağlamamıştır. Yani her türün zenginliği kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Buna rağmen günümüzde evrim masalları gırla gidiyor. Madem gırla gidiyor, bizde kendimizce bir masal dünyasında dolaşalım bakalım evrim masalı nasıl anlatılırmış varmış diye bir görelim.
I.Masal (Protozoa-metazoa)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, güya çok hücrelilere (metezoalar) ait organizmalar, en az yarım milyarlık bir zaman periyodu içerisinde protozoalardan (bir hücreli canlılar, basit organizmalar) evrimleşmişlerdir. İşte bu ilginç masalı anlatırken ister istemez aklıma bir şey takıldı. Şu meşhur harikulade petekli göz yapısına sahip Trilobitler var ya, işte ondan söz ediyorum. Malumunuz bu canlı son derece mükemmel bir matematiksel programla dizayn edilmiş göz yapısıyla dikkat çekmektedir. Üstelik bu canlının kambriyen devrinden günümüze kadar zerre miskal değişikliğe uğramadan aynı orijinal tasarımını muhafaza ederek hayata merhaba demesi evrimcilerin; “Canlıların ilkel yapıdan karmaşığa doğru evrimleştiği” hipotezini tek başına çürütmeye yetmiştir dersek yeridir. Biz biliyoruz ki metazoa form fosiller gayet kompleks bir şekilde kambriyen kayaları arasında yer almaktadır. Yani, kambriyen kayalıkları kompleks omurgasız canlılara ait türlerin bolca bulunduğu form zenginliğine sahiptir. Madem öyle kambriyenden önceki prekambriyen kayalarında neden fosil bulunmamakta, doğrusu bu masalı dinlerken şaşmamak elde değil. Dolayısıyla kambriyen faunasının evrim geçirmediğini duvara anlatmak masal kahramanlarına anlatmaktan daha kolay olsa gerektir. Onlar umursamasalar da kambriyen katmanlarında çok sayıda birbirinden farklı türlerin her hangi ortak bir atadan gelmeksizin ansızın yeryüzünde göründüklerini gösteren fosiller önümüzde durmaktadır. Hatta sağduyulu bilim adamlarının adına “kambriyen patlaması” dedikleri bu büyük deliller jeolojik kayıtlarına çoktan geçti bile. Bundan daha da öte maalesef protozoalarla kambriyendeki metazoalar arasında 1ila 2 milyar yıllık büyük bir zaman boşluğu olmasına rağmen bu masal bildiğini okumaya devam etmektedir. En iyisi mi biz, yeni kuşaklara masal yerine gerçekleri söylemeye çalışalım. Ey gençler! Şunu iyi bilin ki; yeryüzünde biyolojik nizam ansızın ortaya çıkıp son derece karmaşık yapıdaki canlılarla donatılarak neşvünema bulmuştur. Kesinlikle bir canlıdan diğer canlıya dönüşüm söz konusu olmadığı gibi her hangi ara geçiş form türü de yoktur. Şayet bir canlı türünden bir başka canlı türüne geçişi gösteren bir ara formu bulan olursa, şunu iyi bilsin ki şimdiden ödüllendireceğimizi söyleyebiliriz. Sakın ola ki sonra biz böyle bir şey duymadık demeyin, çünkü işin ucunda büyük bir ikramiye var. Nereden çıktı bu ikramiye derseniz, baksanıza birileri 150 yılı aşkındır harıl harıl çalışıyorlar habire, fakat gel gör ki, yazık hala iddialarını destekleyecek bir tek delil bile bulamadılar, olur ya yeni kuşak gençler olarak bu büyük ikramiye belki sizlere kısmet olur. Bakın, bir zamanlar Simpson adın da bir adam kim bilir prekambriyen dönemine ait fosilleri bulmak için ne hayaller kurmuştu. Ne yazık ki beklediği ve hayallerini süsleyecek buluşlar netice vermedi. Böylece tüm uğraşıları fiyaskoyla sonuçlanıverdi.
II. Masal (omurgasızlar-omurgalılar)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, omurgasızlardan omurgalılara geçiş kordalılar (Chordata=Sırt iplikliler) vasıtasıyla gerçekleşmiş güya. Tüm bunlar söylenmesine söylenir de durum vaziyete bakıldığında ortada omurgasız ve balık türünden fosillerin varlığı bu durumu doğrulamıyor. Dahası içlerinden bir bakıyorsun ne bir fosilleşmiş ara geçiş bir delil formuna ne de yarı balık veya yarı amfibiyen geçiş formların varlığını gösteren herhangi bir delil türüne rastlanılmıştır. Hatta mevcut fosillere bakıldığında ilk omurgalıların Agnatha (çenesizler) sınıfından olduğu gözükmektedir. Mesela bu sınıfın ilk üyelerinden Ostracoderm (pullu derililer) ve diğer üyelerin ortak atalarına ait herhangi bir delil niteliğinde fosil ortaya konulamamıştır. Keza yüksek kemikli balık grupları ve köpek balık türlerine ait ortak atalarının olduğu iddia edilen herhangi bir delil formların izine de rastlanılmamıştır. Bu arada bazı aklı evveller hızını alamayıp galiba kemik kadar sert olmayan bükülgen, esnek, bağdoku yapıda olmalarına binaen güya kıkırdaklı balıkların (Chondrichtyes veya Cartilaginous) evrimleşerek kemikli balıkları (Osteichtyes) meydana getirdiğinden dem vurmaktalardır. Oysa fosil kayıtları köpek balıklarıyla ilgili iskelet özelliklerinin ilkel forum ilan ettikleri kıkırdaklı balıklardan çok daha ilkel ve bozulmuş durumda olduğunu göstermektedir. Hem şu da var ki, kemikli balıklar yeryüzüne bir anda çıkıvermişlerdir. Keza akciğerli balıklarda öyledir. Kaldı ki evrimciler kıkırdaklı balıkların atası olduğunu iddia ettikleri Placodermlerin (zırhlı balıkların) varlığı ortada yokken, nasıl oluyor da atası olmayan varlık bir başkasına ata olur doğrusu şaşmamak elde değil. Yine bir başka ara form olduğunu iddia ettikleri tür ise Coelacanth fosilidir. Oysa ilerleyen zaman dilimlerinde dünyanın başka yerlerinde 200’ü aşkın Coelacanth’ın görülmesiyle birlikte evrimcilerin iddia ettiklerinin tam aksine adından söz edilen fosilin ne ilkel bir akciğere sahip yaratıktır bu ne de büyük bir beyine sahip bir yaratıktır, yani her ikisi de değildir. Dahası balığın vücudundan çıkan bir takım çıkıntılar yağ kesecikleriymiş, yani akciğer değilmiş. Derken bu varlığın şimdiye kadar yazılan çizilen tüm masal kahramanlarını bile şaşırtacak cinsten okyanusun derinliklerinde yaşayan tipik dip balığının ta kendisi balıkmış meğer. Böylece dip balığı olduğu anlaşılınca bu masalda kendiliğinden sonlanmış oldu.
SELİMGÜRBÜZER
Fosiller ekseriyetle sedimant denilen çökelmiş tortullar içerisinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla gerek deniz canlılara ait türler, gerek tatlı su formlara ait türler, gerekse karada yaşayan canlılara ait türlerin çökelmiş bulundukları tortular içerisine gömülüp sertleştikten sonra kaya parçası halinde fosilleşebiliyorlar. Bu yüzden sertleşen kalıntılara fosil denmektedir. Bilindiği üzere Darwin, teorisini güçlendireceği düşüncesiyle fosillere çok ümit bağlamıştı. Öyle ki kendisi hayatı boyunca teorisine dayanak kılacak milyonlarca ara geçiş formlarının fosil kalıntılarının içerisinde olabileceği hayaliyle hep yaşadı. Şayet bir gün bu hayal gerçekleşmezse, ileri sürdüğü bu teorisine insanların inanmayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden evrimciler kendilerine devr edilen mirasın yüzüstü bırakılmaması veya Darwin’in bu hayalini gerçekleştirmek adına büyük bir gayretle kolları sıvayıp hummalı bir şekilde karış karış fosil aramaya koyuldular. Derken gelinen nokta itibariyle Darwin’in kehaneti bizatihi kendi müritleri tarafından yarı balık veya yarı sürüngen benzeri hiçbir ara formun izine bile rastlanılmamasıyla birlikte kendiliğinden çöküvermiştir.
Bilindiği üzere fosil yaş tayininde birtakım metotlar kullanılmaktadır. Aslına bakarsak bir kayanın yaşını kesin kes ortaya koyan tam manasıyla güvenilir bir metot yoktur. Buna rağmen bugün en iyi yaş tayini metodu olarak görülen radyometrik metot revaçta gibi. Bu metodun ölçü alınmasının nedeni mineral içeren kayaların bünyesinde yer alan uranyum, kurşun, thorium-kurşun, potasyum-argon vs. gibi maddelerin izotop oranlarını esas alan bir metot olmasından dolayıdır. Fakat söz konusu izotop oranları kayaların meydana gelişinden önceki zamanı ortaya koymaktan aciz durumdadır. Yine de her şeye rağmen radiometrik yaş tayini metodunun verilerini kıstas alındığında yeryüzünün yaşı 4,5 milyar olduğu öngörülmüştür. Ayrıca yeryüzünde yaşayan canlıların bir zaman diliminde fosilleştiğinden hareketle ortaya çıkan fosillere indeks fosiller denmiştir. Keza tahmin edilen zaman içerisinde fosillerin dizilişini gösteren indekse de jeolojik sütun denmektedir. İşte evrimciler bu indeks tablo içerisinde yer alan fosil sıralamanın gereği kendilerine göre bir hayali sütunlar inşa ederek, güya yeryüzünde önce omurgasızlar sahne almış, sonra bunları takiben sırasıyla güya balıklar, kurbağalar, sürüngenler ve daha sonra da memeliler görünmeye başlamışlar tarzında iddialar ortaya atmışlardır. Oysaki ortada bir gerçek var; o da malum tüm canlıların belirli bir tertip üzere yaratılmış olduğudur. Yani evrimleşmenin olmadığı bir yaratılış sıralaması söz konusudur. Kaldı ki ortaya çıkan fosil kayıtlarından öyle anlaşılıyor ki yaratılış sıralaması önce denizlerden başlamış, akabinde kara sahası canlılarla donatılmış ve en nihayet insan ortaya çıkmıştır. Ancak bu sıralamadan sakın ola ki yaratılış zinciri halkasında yer alan tüm bitki, hayvan ve insanlık âleminin ortak bir gen havuzundan meydana geldiği anlamı çıkarılmaya kalkışılmasın. Zira her tip kendi gen havuzunda dallanıp budaklanıp çeşitli türlere ayrılmışlardır. Hiçbir zaman çeşitlilik bir başka canlıya dönüşümü sağlamamıştır. Yani her türün zenginliği kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Buna rağmen günümüzde evrim masalları gırla gidiyor. Madem gırla gidiyor, bizde kendimizce bir masal dünyasında dolaşalım bakalım evrim masalı nasıl anlatılırmış varmış diye bir görelim.
I.Masal (Protozoa-metazoa)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, güya çok hücrelilere (metezoalar) ait organizmalar, en az yarım milyarlık bir zaman periyodu içerisinde protozoalardan (bir hücreli canlılar, basit organizmalar) evrimleşmişlerdir. İşte bu ilginç masalı anlatırken ister istemez aklıma bir şey takıldı. Şu meşhur harikulade petekli göz yapısına sahip Trilobitler var ya, işte ondan söz ediyorum. Malumunuz bu canlı son derece mükemmel bir matematiksel programla dizayn edilmiş göz yapısıyla dikkat çekmektedir. Üstelik bu canlının kambriyen devrinden günümüze kadar zerre miskal değişikliğe uğramadan aynı orijinal tasarımını muhafaza ederek hayata merhaba demesi evrimcilerin; “Canlıların ilkel yapıdan karmaşığa doğru evrimleştiği” hipotezini tek başına çürütmeye yetmiştir dersek yeridir. Biz biliyoruz ki metazoa form fosiller gayet kompleks bir şekilde kambriyen kayaları arasında yer almaktadır. Yani, kambriyen kayalıkları kompleks omurgasız canlılara ait türlerin bolca bulunduğu form zenginliğine sahiptir. Madem öyle kambriyenden önceki prekambriyen kayalarında neden fosil bulunmamakta, doğrusu bu masalı dinlerken şaşmamak elde değil. Dolayısıyla kambriyen faunasının evrim geçirmediğini duvara anlatmak masal kahramanlarına anlatmaktan daha kolay olsa gerektir. Onlar umursamasalar da kambriyen katmanlarında çok sayıda birbirinden farklı türlerin her hangi ortak bir atadan gelmeksizin ansızın yeryüzünde göründüklerini gösteren fosiller önümüzde durmaktadır. Hatta sağduyulu bilim adamlarının adına “kambriyen patlaması” dedikleri bu büyük deliller jeolojik kayıtlarına çoktan geçti bile. Bundan daha da öte maalesef protozoalarla kambriyendeki metazoalar arasında 1ila 2 milyar yıllık büyük bir zaman boşluğu olmasına rağmen bu masal bildiğini okumaya devam etmektedir. En iyisi mi biz, yeni kuşaklara masal yerine gerçekleri söylemeye çalışalım. Ey gençler! Şunu iyi bilin ki; yeryüzünde biyolojik nizam ansızın ortaya çıkıp son derece karmaşık yapıdaki canlılarla donatılarak neşvünema bulmuştur. Kesinlikle bir canlıdan diğer canlıya dönüşüm söz konusu olmadığı gibi her hangi ara geçiş form türü de yoktur. Şayet bir canlı türünden bir başka canlı türüne geçişi gösteren bir ara formu bulan olursa, şunu iyi bilsin ki şimdiden ödüllendireceğimizi söyleyebiliriz. Sakın ola ki sonra biz böyle bir şey duymadık demeyin, çünkü işin ucunda büyük bir ikramiye var. Nereden çıktı bu ikramiye derseniz, baksanıza birileri 150 yılı aşkındır harıl harıl çalışıyorlar habire, fakat gel gör ki, yazık hala iddialarını destekleyecek bir tek delil bile bulamadılar, olur ya yeni kuşak gençler olarak bu büyük ikramiye belki sizlere kısmet olur. Bakın, bir zamanlar Simpson adın da bir adam kim bilir prekambriyen dönemine ait fosilleri bulmak için ne hayaller kurmuştu. Ne yazık ki beklediği ve hayallerini süsleyecek buluşlar netice vermedi. Böylece tüm uğraşıları fiyaskoyla sonuçlanıverdi.
II. Masal (omurgasızlar-omurgalılar)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, omurgasızlardan omurgalılara geçiş kordalılar (Chordata=Sırt iplikliler) vasıtasıyla gerçekleşmiş güya. Tüm bunlar söylenmesine söylenir de durum vaziyete bakıldığında ortada omurgasız ve balık türünden fosillerin varlığı bu durumu doğrulamıyor. Dahası içlerinden bir bakıyorsun ne bir fosilleşmiş ara geçiş bir delil formuna ne de yarı balık veya yarı amfibiyen geçiş formların varlığını gösteren herhangi bir delil türüne rastlanılmıştır. Hatta mevcut fosillere bakıldığında ilk omurgalıların Agnatha (çenesizler) sınıfından olduğu gözükmektedir. Mesela bu sınıfın ilk üyelerinden Ostracoderm (pullu derililer) ve diğer üyelerin ortak atalarına ait herhangi bir delil niteliğinde fosil ortaya konulamamıştır. Keza yüksek kemikli balık grupları ve köpek balık türlerine ait ortak atalarının olduğu iddia edilen herhangi bir delil formların izine de rastlanılmamıştır. Bu arada bazı aklı evveller hızını alamayıp galiba kemik kadar sert olmayan bükülgen, esnek, bağdoku yapıda olmalarına binaen güya kıkırdaklı balıkların (Chondrichtyes veya Cartilaginous) evrimleşerek kemikli balıkları (Osteichtyes) meydana getirdiğinden dem vurmaktalardır. Oysa fosil kayıtları köpek balıklarıyla ilgili iskelet özelliklerinin ilkel forum ilan ettikleri kıkırdaklı balıklardan çok daha ilkel ve bozulmuş durumda olduğunu göstermektedir. Hem şu da var ki, kemikli balıklar yeryüzüne bir anda çıkıvermişlerdir. Keza akciğerli balıklarda öyledir. Kaldı ki evrimciler kıkırdaklı balıkların atası olduğunu iddia ettikleri Placodermlerin (zırhlı balıkların) varlığı ortada yokken, nasıl oluyor da atası olmayan varlık bir başkasına ata olur doğrusu şaşmamak elde değil. Yine bir başka ara form olduğunu iddia ettikleri tür ise Coelacanth fosilidir. Oysa ilerleyen zaman dilimlerinde dünyanın başka yerlerinde 200’ü aşkın Coelacanth’ın görülmesiyle birlikte evrimcilerin iddia ettiklerinin tam aksine adından söz edilen fosilin ne ilkel bir akciğere sahip yaratıktır bu ne de büyük bir beyine sahip bir yaratıktır, yani her ikisi de değildir. Dahası balığın vücudundan çıkan bir takım çıkıntılar yağ kesecikleriymiş, yani akciğer değilmiş. Derken bu varlığın şimdiye kadar yazılan çizilen tüm masal kahramanlarını bile şaşırtacak cinsten okyanusun derinliklerinde yaşayan tipik dip balığının ta kendisi balıkmış meğer. Böylece dip balığı olduğu anlaşılınca bu masalda kendiliğinden sonlanmış oldu.