FORUM YÖNETİMİNİ UYARIYORUM !

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Arkadaşlar !
Daha önce de sık sık ifade ettiğim gibi, bu fakir acizane bu foruma sanki müslümanlardanmış gibi takiyye yaparak üye olup, iğreti-bozuk fikirleriyle arz-ı endam edenleri henüz daha ilk mesajarından sonra anlayarak "Bu şahıs hem bu forum için ve hem de bütün dünyadaki müslümanlar için çok tehlikelidir. Lütfen yönetim bunun gereğini yapsın..." demişimdir. Şimdi de karşımıza "Hakperest" nickiyle şiddetli bir SÜNNİ müslüman, İmam-ı Azam ve 3 Hak mezhebin düşmanı bir HARİCİ çıkmıştır. Kendisine bugüne kadar yaptığı akıl-almaz falsolarından sürekli "Sen henüz müslüman olma şerefine ulaşamadın!" dediğim ve forumu bu şahsa karşı uyardığım pek çok mesajım olmuştur. Ancak, bu uyarılarıma ne ne bir üye tam destek vermiş, ve ne de yazıklarım forum yönetimince kaale alınmamıştır. Bunun sebebi gayet basittir. Çünkü, buradakilerin ve forum yönetiminin böyle takiyyeci harici zihniyetindeki kişileri bulup, tsbbit edip ortaya çıkarabilme ilimleri yoktur. Hâl böyle olunca da bu şahıslar sanki adeta yazdıklarıyla ve forumda sürekli boy göstermeleriyle forumu ayakta tutan kişiler olarak görülmektedirler ! İşte, bahsettiğim bu şahsın son olarak "Ebu Hanife Mürcie idi !" şeklindeki beyanı kendisinin forumda sürekli zehir kusan bir HARİCİ olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü, İmam-ı Azam Efendimiz ömrü boyunca asla MÜRCİE olmadığı gibi, bu Harici kafaların ve Mezheblerle mücadele eden en önemli bir şahsiyettir. Nitekim bu konu hakkında bir akademisyen tarafından kaleme alınan bir makaleyi aşağıya sunuyorum. Bütün forum okuya, anlaya ve burada dostmuş veya müslümanmış gibi görünen koyun postuna bürünmüş domuzlardan herkesin hazer etmesini ve bu forumda salyangoz satmayı meslek edinmiş bu iğrenç yaratıkların forumla ilişiklerin derhal kesilmesi sağlansın diyorum.









İşte İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine isnat edilen "MÜRCİE" yaftasının reddine dair S. D. Ü. ilahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Öğretim Elemanı Ar.Gör. Galip TÜRCAN'ın hakikati ortaya koyan makalesi...





İRCA VE EBÜ HANiFE'NİN İRCA İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ

Ar.Gör. Galip TÜRCAN*



İrcânın Anlamı



İrca kelimesi iki asıl manayı ifade etmektedir ki, bunlardan

biri, geciktirmek, mühlet vermek, bir diğeri de ümit vermektir.

(Bkz.el-Ferahidi, Ebü Abdirrahman b. el-Halil b. Ahmed, Kitabu'l-Ayn, I-VIII, Tahkik: Mehdi Mahsumi-İbrahim Samirai, Muessetu'l-

Alemi li'l-Matbuat, Beyrut 1988/1407, VI, 174. İbn Fiiris, Ebu'l Hüseyn Ahmed, Mucmelu'lLuğa,I-II,

Tahkik: Zubeyr Abdulmuhsin, Muessetu'r-Risale, (by) 1986/1406, I,

423-424. İbn Manzfu, Cemaleddin b. Mukerrem, Lisanu'l-Arab, I-XV, Daru

Sadır, Beyrut, 1414/1994, I, 83-84 )



Mürcie, mezhep ismi olarak ele alındığında, her iki anlam bakımından da doğrulanabilmektedir. Çünkü bu adı alan topluluk, hem ameli imandan sonraya bırakarak, amel ile imanı birbirinden ayırmış, iman için ikrann yeterli olduğunu söylemiş, hem de imanla birlikte işlenen masiyetİn kişiye zarar vermeyeceğini iddia ederek, büyük günah işleyen mümine ümit vermiştir. Bununla birlikte irca, büyük günah işleyen mümin hakkındaki kararın kıyamete kadar bekletilmesi, onun mümin ya da kafir olduğuna dair bir hükmün verilmemesi şeklinde de

anlaşılmıştır. Bu takdirde Mürcie ile Vai'diyye (Mutezile ve Havâric),

karşıt iddiaları olan iki fırka biçiminde ortaya çıkmaktadır.

(Bkz. eş-Şehristani, Ebu'l- Feth Muhammed b. Abdilkerim, el-Milel ve 'n-Nihai, I-III, Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 199211413, I, 137.

Maturl'di (ö.333/944), büyük günah konusunu ele alırken, bu iki yaklaşım arasındaki temel ayırım noktasını şöyle izah etmektedir: Mutezile ve Hariciler vaid ayetlerinin umumi aniaşılmaya

uygun olduğunu iddia etmiş, Mürcie ise va'd ayetlerinin umumi anlaşılması gerektiğini savunmuştur. el-Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Kitabu't-Tevhfd, Tahkik: Fetbullah Huleyf, el-Mektebetu'l-İslamiyye, İstanbul 1979, 342)



Ayrıca, Hz. Ali'yi hilafet sırasında dördüncülüğe indirenler, yani onun hilafetini geriye bırakarak, kendinden önce geçen ilk üç halifeyi meşru kabul edenler de irca ile nitelenmiş ve Mürcie adını almışlardır? (eş-Şehristanı, I, 137 ) Şehristanı (ö. 548/1153), ilk mürcil olarak Hz. Ali'nin soyundan gelen Hasan b. Muhammed b. Ali b. Ebi Talib'in gösterildiğini belirtmektedir. ( eş-Şehristan1, I, 141 )

Bu çalışmanın sınırları dahilinde, özellikle Mürcie içindeki farklı bakış açıları Mezhepler Tarihi kaynakları yardımıyla belirlenerek, Mürcie'nin genel iddiaları tespit edilmeye çalışılacaktır.

Daha sonra bir problem olarak Ebu Hanife (ö. 1501767)'nin mürcie

diye nitelenmesi üzerinde durulacaktır. Ayrıca Eşari ö.324/935)'nin

Ebu Hanife'yiircâile ithamı, bu ithamın tutarlılığı ele alınacak,

neticede de söz konusu itham Ebu Hanife'ye nispet edilen metinler

açısından değerlendirilecektir. Burada bizim ilgimizi asıl olarak

yönelttiğimiz husus, diğer bir çok kimse gibi Ebu Hanife'nin de

özellikle belli bir dönemde mürcii diye adlandınlmış olması değil, söz

konusu bu mürcii adı altında Ebu Hanife'ye nispet edilen görüşlerin

hangi ölçüde Ebu Hanife'ye ait olduğu konusudur.

I-Iariciler, harici olmayanları, Mutezile de mutezili olmayanlan

mümin saymamaktadır. Buna karşılık Mürcie, geniş bir iman tarifiyle,

Hariciler ve Mutezile de dahil olmak üzere birçok mezhep sahibini

mümin olarak adlandırmaktadır. Mürcie'nin bu yaklaşımı dolaylı da

olsa siyasi bir netice doğurmuş ve Mürcie'nin varlığı, yöneticiler

açısından problemli bir durum teşkil etmemiştir. Bu nedenle Mürcie,

Hariciler ve Mutezile'nin uğradığı siyasi takibe uğramamıştır.

(Ahmed Emin, Duha 'l-islam, I-III, Matbaatu Lecneti't-Te' lif ve't-Terceme ve'nNeşr, Kahire 1952/1371, III, 324 vd.)

Mürcie'nin siyasi karakteri, Haridierin aksine, büyük günah sahibi

hakkında kesin bir hüküm vermekten kaçınmasıyla oluşmuştur. Hatta

denilEbuir ki, Mürcie'nin teolojik karakteri bu siyasi karakterinden

daha sonra belirginleşmiştir. (Ahmed Emin, Duha 'l-islam, I-III, Matbaatu Lecneti't-Te' lif ve't-Terceme ve'nNeşr,

Kahire 1952/1371, III, 324 vd.) Ancak biz, Mürcie'nin siyasi boyutunu

da bu çalışmanın sınırlan haricinde tutarak, konuyu Mürcie'nin daha

ziyade teolojik tarafına yönlendirmek istiyoruz. Çünkü Ebu Hanife'nin

irca ile ithamına dair tartışmalar, ircanın teolojik yanı ile ilgili

bulunmaktadır.
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
....

Mürcie İçindeki Farklı Yaklaşımlar



Mürcie ve görüşlerinden bahseden kaynaklara baktığımız

zaman karşımıza üç ya da dört mürci1 grubun çıktığını görürüz. Buna

göre asıl Mürcie dışında kaderî, (el-Bağdi'idi, Abdulki'ihir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark beyne'l-Fırak, Tahkik:

Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut

1990/1411, 202; eş-Şehristanf, I, 137) cebrî, (el-Bağdadi, el-Fark, 202; eş-Şehristi'ini, I, ı 37) ve bir takım Haricî ( eş-Şehristani, I, ı 37. )

fikirleri de savunabilen mürciî topluluklarm varlığı söz konusudur. (el-Bağdadi, el-Fark, 202; eş-Şehristi'ini, I, ı37-138)

Ancak el-Mürcietu'l-Halisa da denilen asıl Mürcie içerisinde öne çıkan şahısları, onların fikirleri etrafında oluşan değişik yaklaşımları ele almak mezhebi tanıma açısından yararlı olacaktır.



I. Yunusiyye: Yunus en-Neınld'ye tabi olanların teşkil ettiği

fırkadır. Yunus en-Nemîrî'ye göre iman; Allah'ı bilmek, O'na boyun

eğmek, Allah'a karşı büyükleumeyi terketmek, yine Allah'ı kalp ile

sevmektir. Mümin, Allah'ın bir olduğunu, benzerinin olmadığını dil

ile ikrar etmelidir. Kendilerine peygamber gelmeyen insanlar için bu

yeterlidir. Peygamberlere ulaşan kimseler ise onları tasdik etmek,

getirdiklerini genel anlamda bilmek zorundadırlar. (eş-Şehristi'i.ni, I, 138 )



Bilgi dışında sadece taat iman değildir. Dolayısıyla onun terki

imana aslında zarar vermez. Yani kişinin imanı halis, yakini de sadık

ise, taatı terkettiği için azab görmeyecektir. Kalbine gerçek anlamda

taat ve muhabbet yerleşen kişi, Allah'a isyan etmek suretiyle O'na ters

düşmez. Kaldı ki, isyan etse bile bu, onun imanına ve ihlasına zarar

vermeyecektir. Mümin, cennete ilim ve taatı ile değil, sadece ihlası ve

muhabbeti ile girecektir. (eş-Şehristani, I, 139 )



II. Sevbaniyye: Ebu Sevban el-Mürciî ve taraftariarına göre

iman; Allah'ı bilmek ve bunu dil ile ikrar etmektir. Aklın

yapılmasını ve yapılmamasını emrettiği şeyi bilmek ise iman

değildir. (el-Eş'ari, Ebu'I-Hasan Ali b. İsmail, Makiilatu'l-islamiyyîn ve ihtilafu'lMusallîn, I-II, Tahkik: M. Muhyiddin Abdulhamid, el-Mektebetu'I-Asriyye, Beyrut 1990/14ı ı, I, 216; el-Bağdad1, el-Fark, 204. )



III. Tumeniyye (el-Muaziyye): Ebu Muaz et-Tumeniyye

tarafından kurulmuştur. Bu fırkanın müntesiplerine göre iman,

"küfürden koruyan" şeydir. Dolayısıyla iman bir takım hasletlerin

ismidir ki, söz konusu hasletlerin hepsini veya birini terk eden kafir

olur. (el-Eş'ari:, Makdlatu 'l-İslamiyyîn, I, 221 )

Ancak böyle bir kimsenin büyük ya da küçük bir günah

işlemesi, küfür olarak görülemez.(ei-Eş'ari,Makalatu'l-İslamiyyîn, I, 221; eş-Şehristani, I, 141)

Farzı terk eden kimse, ftsk ile nitelenmekle birlikte, "şu konuda fısk etti" denir ve mutlak olarak fasık diye isimlendirilmez. (el-Eş'ari, Makalatu 'l-İslamiyyîn, I, 222; el-Bağdadi, el-Fark 205 )

İnkar ederek, reddederek ve hafife alarak namazı, orucu, haccı terkeden kafir olur. (el-Eş' ari, Makalatu'l-İslamiyyîn, I, 222 )

Ancak söz konusu kimse, namazı kaza niyeti ile terkederse kafir olmaz. (eş-Şehristani, I, 141. Ayrıca bkz. el-Eş'ari:, Makalatu'l- İslamiyyîn, I, 212 )



IV. Merisiyye: Bağdat Mürcie'si olarak bilinen bu grup, Bişr

b. Gıyas el-Merisi'yi takip edenler tarafından oluşturulmuştur.

Fıkıhta Ebu Yusuf (ö.182/798)'un öğrencisi olan Merisi, Kur'an'ın

yaratılmış olduğu fikrini savununca, Ebu Yusuf tarafından tard

edilmiş, Sıfatiyye'ye (Allah'ın zati, fiili ve haberi sıfatiarını tevil etmeden 1spat eden Selefe karşılık Mutezile söz konusu sıfatları nefyetmektedir. Bu nedenle Mutezile Muattıla diye adlandırıldığı gibi Selef de Sıfatiyye diye adlandırılmıştır. eş-Şehristani, I,

79 ) yaklaşmıştır. Kulların kesbi ve istitâa konularında Sıfatiyye ile tam olarak uyuştuğu için Mutezile tarafından tekfir edilmiş, en sonunda da, hem Mutezile hem Sıfatiyye (el-Bağdadi, el-Fark, 205 ) onu yalnız bırakmıştır. Merisi'ye göre iman; kalp ve dil ile olan tasdiktir. (el-Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyîn, I, 222; el-Bağdadi, el-Fark, 205)



V. Gassaniyye: Gassan el-Kufi ve ona uyanların iddialarına

göre iman, Allah ve Rasul'ünü bilmek, Rasul'ün getirdiği şeyleri

mücmel olarak ikrar etmektir. (eş-Şehristani, I, 139 ) Bağdadi (ö. 429/1037), onun iman tarifini verirken, Allah'a duyulan sevgiyi, tazimi ve istikbardan vazgeçmeyi de zikretmektedir. (el-Bağdadi, el-Fark, 203) Gassan, imanın arttığını, ancak eksilmediğini ileri sürmektedir. Bu fırka iman ile ilgili her hangi bir özelliği "imanın bir parçası" şeklinde anlamak suretiyle, Yunusiyye'den aynlmaktadır. (el-Bağdadi, el-Fark, 203; eş-Şehristan!, I, 139)

Söz gelimi bir kimse; "Allah'ın domuzu haram kıldığını biliyorum. Ancak haram kılınan domuz şu koyun mu, yoksa başka bir şey mi? bilmiyorum" derse, bu şahıs Gassân'a göre mümindir. (eş-Şehristani', I, 139) Yine bir kişi, "Biliyorum ki, Allah haccı farz kılmıştır. Fakat ben Kabe'nin nerede olduğunu bilmiyorum, belki de o Hindistan'dadır" derse o da mümindir. Bütün bunlardan sonra Gassan, Ebu Hanife'nin de kendisi ile aynı fikirleri paylaştığını iddia etmektedir.(eş-Şehristaru, I, 139) Gassan'ın Ebu Hanife ile ilgili bu iddiasını daha sonra

tekrar ele alacağız.



VI. Salihiyye: Şehristanl, Amr es-Salihi, Muhammed b. Şebib,

Ebu Şemr el-Murcii el-Kaderi ve Gaylan b. Mervan'ın isimlerini

zikrederek, onları Salihiyye grubu diye adlandırır ve kader ile ircâ.yı

cem eden bu insanların sahip olduğu bazı fikirlerden söz eder. İmam

mutlak manada Allah'ın bilinmesi olarak anlayan Salihi, küfrü de

alemi yaratan Zat'ın bilinmemesi şeklinde açıklamaktadır. Onun

iddiasına göre Allah'ın bilinmesi; Allah' a boyun eğmek, O'na

muhabbet duymaktır ve bu, peygamberin inkan durumunda bile

gerçekleşEbuir. Allah' a inanınakla birlikte peygambere inanmamayı

akıl da caiz görmektedir. Salihi, namazın ibadet olmadığını, ibadetin

sadece Allah'a iman olduğunu düşünmektedir. İman da Allah'ı

bilmektir ve tek bir haslettir. Dolayısıyla artmaz ve eksilmez. Yine ona

göre tek bir haslet olan küfrün de artması ve eksilmesi söz konusu

değildir. (eş-Şehristani', I, 142)

Ebu Şemr, imanın hasletleri arasında, adaletin bilgisini de

saymaktadır. Bununla kastettiği; Allah'a birşey izafe etmeksizin hayrı

ve şerri ile beraber kaderi kula nisbet etmektir.

Gaylan'a göre marifet, aslında ikiye ayrılmaktadır: Bunlardan

biri fıtridir. Yani bu alemin bir yapıcısı ve insanın bir yaratıcısı

olduğunu bilmektir. Ancak bunun iman olduğu söylenemez. Çünkü

iman, kazanılmak (kesb) sureti ile elde edilen bir marifettir. (eş-Şehristani', I, 143 )







Ebu Hanife'nin İrca ile ithamı



Buhari (ö. 256/869), et-Tarfhu'l-Kebfr'de Ebu Hanife'nin mürcii olduğunu açık ifadelerle dile getirmektedir. ( el-Buhar!, İsmail b. İbrahim, Kitabu't-Tarfhi'l-Kebfr, Hatib el-Bağdadi'nin

zeyli ile birlikte, I-XII, Daru'l-Fikr, Beyrut (baskı tarihi yok), VIII, 81)

İbn Kuteybe (ö.286/899), Ebu Hanife ile birlikte hocası Hammad b. Ebi Süleyman (ö.120/737) ve öğrencilerinden Ebu Yusuf ve İmam Muhammed (ö.189/805)'i de Mürcie'den saymaktadır.(İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Muslim, el-Madrif, Tahkik: Servet

Ukkaşe, el-Hey'etu'l-Mısrıyye, 1992, 625)

Sa'd b. Abdillah Ebi Halefel-Kummi (ö.301/913) de Ebu Hanife'yi ve ona uyanlan Irak Mürcie'si olarak adlandırmaktadır. (el-Kumml, Sa'd b. Abctillah Ebi Halef, Kitabu'l-Makdldt ve'l-Fırak, Matbaat-ı

Haydar!, Tahran 1963, 6 )

Mürcie'nin Vaidiyye'ye karşıt tutum sergileyenlerin adı olduğunu hatırlarsak, Ebu Hanife'nin irca ile ilgilendirilıne nedeni, büyük günah işleyen kimseyi mümin diye nitelemesi ve onun hakkındaki hükmü (cennetlik ya da cehennemlik olması) geeiktirmesi (irca), yani ahirete bırakması olmalıdır. (Ebu Hanife, Nurnan b. Sabit, el-Fıkhu'l-Ekber, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul 1981, 59; el-Fıkhu'l-Ebsat, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul 1981, 51. Ayrıca bkz. el-Maturidi, Kitabu 't-Tevhfd, 382)



Mutezile ve Hariciler, büyük günah işleyen kimsenin imanını savunanlan bu isimle isiınlendirmişlerdir. (Mutezile'nin, büyük günah sahibinin cennetlik ya da cehennemlik olduğu konusunda her hangi bir yargıda bulunmayanları mürcil diye adlandırdığı hususunda bkz. el-Maturidi, Kitabu 't-Tevhfd, 382. Kadi Abdulcebbar b.

Ahmed, Şerlıu'l-Usuli'l-Hamse, Tahkik: Abdulkerim Osman, Mektebe Vehbe, Kahire 1996/1416,727 )



Üzerinde durulması gereken bir başka nokta ise, Ebu Hanife'nin Mutezile ile sürekli mücadele etmiş olmasıdır. (eş-Şehristani, I, 139.

Ayrıca Bağdadi, ilk Kelamcılardan saydığı Ebu Hanife'nin Kaderiyye'ye karşı el-Fıkhu'l-Ekber adında bir kitabı olduğundan söz

etmektedir. Kitabu Usuli'd-Dîn, Daru'l-Kutibi'l-İlmiyye, Beyrut 1981/1401, 308 )

Mutezile, özellikle kader konusunda kendilerine muhalif olan herkesi irca ile suçlamaktadır. Ayrıca katı bir iman-amel birlikteliğini savunan

Havaric ise, iman-amel ayırımı yapan Ebu Hanife'yi (Ebu Hanife, Vasiyyetu Ebi Hanife, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul

1981,74-75) bu konudaki fikirleri bakımından Mürcie'ye yakın bulmaktadır. (eş-Şehristani, I, 139. Çok daha somaki bir dönemde

yaşamış olmasına rağmen Kadi Abdulcebbar dahi aslında sünni görüşleri Mürcie'ye nispet etmekte ısrar etmektedir. İlgili olarak bkz. Şerhu 'l-Usuli'l-Hamse, 672, 674, 676)



İmanı, "kalb ile tasdik dil ile ikrar ve organlar ile amel" olarak

tarif eden Hadis Ehli de (İbn Ebi Ya'la, Ebu'l-Huseyn Muhammed, Akvalun li'l-İnıam Ahmed fi'l-Akide Mecmüatun min Tabakati'l-Hanabile l'ibni EbuYa'ld, Akidetu Birnıneti Selef

içinde, Daru Kitabi'l-Arabi, Beyrut 199511415, 49. Ehl-i Hadis'in iman tarifi olarak tercih ettiği ifade, İbn Mace'nin Sünen'inde hadis şeklinde yer almaktadır. İbn Mace, Ebu Abdiilah Muhammed b. Yezid, es-Sunen, Mevsfiatu's-Sunne el-Kutubu's-Sunne ve Şuruhuha içinde, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992/1412, Mukaddinıe, 9) imanı sadece tasdik olarak anlayan Ebu Hanife'yi, asıl mürciî anlayışa dahil etmiş görünmektedir. ( Ahmed Emin, III, 323 )



Elbette Ebu Hanife'nin iman-amel ayrımını gözeten tavrı, amelin terkini

mazur gören ve söz konusu durumun mümine zarar vermeyeceğini

iddia eden asıl mürciî tez ile ilgili değildir. Çünkü Ebu Hanife gibi

amelde son derece titiz davranan bir kimsenin, ameli ihmal etmesi,

hatta amelin terkine dair görüş belirtınesi düşünülemez. (eş-Şehristani, I, 139 ) Ebu Hanife'nin furuda en büyük imamlardan biri olması da bu konuya verdiği önemin ayrı bir kanıtıdır. (Ahmed Emin, III, 321)

Ebu Hanife, nazari olarak imanın tarifi ile ilgilendiği zaman, amelin değerini azaltmış olmamaktadır. Ancak, amelin imandan olmadığı söylendiği zaman, konuyu felsefi anlamda düşünmeyen insanlar için amelin değeri düşmüş olmaktadır. (Ahmed Emin, III, 323. Hadis Ehli'nin, imanla ilgili tercihleri nedeniyle Mürcie hakkındaki olumsuz yaklaşımları için bkz. İbn Ebi Ya'la, 54 )

Mürcie ismi farklı kesimler tarafından yine farklı iddiadaki insanlar için kullanılmış gözükmektedir. Aslında Mutezile, büyük

günah işleyen kişiyi mümin sayanlan Mürcie diye adlandırdığı zaman,

iman-amel ayrımı yapmakla birlikte büyük günah işleyen kimseyi

mümin sayan Hadis Ehli'ni, (Hadis Ehli'nin büyük günah sahibi ile ilgili tercihi için bkz. el-Eş'ari, Makalatu'l-İslanıiyyîn, I, 347. Ahmed b. Hanbel, Usulu's-Sunne, Akıdetu)



Ebu Hanife ve arkadaşlarım, imanı ikrar olarak anlayan ve/veya günahın imana zarar vermeyeceğini savunan kimseleri kastetmektedir. Hadis Ehli ise, Mürcie ismi ile, iman-amel

ayrımı yapan Ebu Hanife ve arkadaşlan ile birlikte, az önce

zikredildiği üzere, imanı ikrar unsuru ile açıklayan ve mümine

masiyetİn zarar vermeyeceği görüşünde olan kimseleri kastetmektedir. Bu en son dile getirilen kimseler aynı zamanda Ebu Hanife tarafından da Mürcie olarak nitelenmektedir. Ebu Hanife'nin söz konusu isimlendirmesi, daha sonra Ehl-i Sünnet tarafından itikadi mezheplere dair taksimde de takip edilmiş gözükmektedir. Mürcie ismi altındaki sünni yaklaşımı ayırmak isteyen Ehl-i Sünnet, sünni bakış dışındaki

Mürcie'yi, el-Mürcietu'l-Habîse (kötü Mürcie) (en-Nesefi, Ebu'I-Mllin Meymfin b. Mahmud, Tebsiratu'l-Edille, I-II, Tahkik: Claude Salame, lnstitut de Français de Damas, Damas 1993, II, 766) diye isimlendirmiş,

sünni yaklaşımı savunduklan halde mürcii di ye nitelenen kimseleri de Mürcietu's-Sunne şeklinde adlandırmıştır. (eş-Şehri s tani, I, 139)
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
...
Nitekim İbn Teymiyye (ö.728/1328) de bu isimlendirmeyi dikkate alarak Bakıliani (ö. 403/1013) ve benzerlerini sünnete mensup Mürcie diye nitelemektedir.(İbn Teymiyye, TakıyudDîn Ebu'I-Abbas Ahmed, et-Tejsfru'l-Kebir, I-X,

Tahkik: Abdurrahman Umeyra, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut (baskı tarihi yok), VI, 210 )



Eş'ari'ye Göre Ebu Hanife ve İrdisı Mürcie'yi on iki fırkaya ayıran Eş'ari (ö. 324/838) de Ebu Hanife ve arkadaşlarım dokuzuncu fırka olarak ele almaktadır. Eş'ari'nin ifadesine göre Ebu Hanife, imanı tarif ederken marifet ve ikrar unsurlarını özellikle vurgularmştır. (el-Eş'arl', Makaldtu'l-İslamiyyîn, I, 221)



Yine onun tespitlerine göre, Ebu Hanife, hiçbir fiilin imana zarar vermediğini iddia etmektedir. İmanın bölünemeyeceğini, artıp eksilmeyeceğini düşünen Ebu Hanife, insanların imanını da birbirinden farklı bulmamaktadır. (el-Eş' arı, Makdldtu 'l-Lçlamiyyin, I, 221)



Amr b. Ebi' Osman el-Edml'nin bir rivayetine dayanan Eş'ari, yukarıda Şehristanl'nin Gassan el-Kufi'ye nisbet ettiği iki soruyu ve

bu iki soruya verilen cevaplan aynı ile Ebu Hanife'ye nispet e

tmektedir. Buna göre Amr b. Ebi Osman ile Ebu Hanife Mekke'de

buluşmuşlar ve Amr, Ebu Hanife'ye domuzun hürmeti, Kabe'yi hac

ile aHikalı zikri geçen sorulan sormuş, yine zikredilen cevapları

almıştır. Ancak Eş' ari'nin ifadelerine göre Amr, Ebu Hanife'ye bir

üçüncü soru daha sormuştur: "Şayet bir kimse, Muhammed'in

peygamber olarak gönderildiğini biliyorum. Ama belki de o bir zenci

idi" derse, bu adamın durumu nedir? Eş'aıi'nin tespitine bakılacak

olursa Ebu Hanife, önceki iki soru için vermiş olduğu müspet cevabı

bu soru için de tekrarlamış, yine böyle bir anlayışa sahip kimsenin de

mümin olduğunu söylemiştir.(el-Eş'ari, MakiiWtu'l-İslamiyyîn, I, 221)

Eş'ari, Gassan ile Ebu Hanife arasındaki ilgiye dair ifadelerini

devam ettirmektedir. Buna göre, Gassan ve Ebu Hanife'nin arkadaşları imanı;, "ikrar, Allah'a duyulan muhabbet, tazim, O'ndan korkmak ve O'na karşı büyüklenmeyi terketmek" biçiminde anlamaktadır. (el-Eş' ari, Makfililtu'l-İslarniyyîn, I, 221)



Eş' ari' nin, zikri geçen şahıslara izafe ettiği "iman artareksilmez"

hükmü üzerinde durmak gerekir. Çünkü ne Ebu Hanife ne

de onun arkasından gidenler böyle bir anlayışa sahip olmamışlardır.

Aksine imanın artmayacağı ve eksilmeyeceği fikri söz konusu şahıslar tarafından açıkca vurgulanmıştır. (Konu ile ilgili olarak bkz. Ebu Hanife, el-Fıkhu'l-Ekber, 62; Vasiyyetu Ebu Hanife, 72. Ayrıca bkz. en-Nesefi, II, 809 vd.; es-Sabuni, Nureddin Ahmed b.

Mahmud b. Ebi Bekr, el-Bidfiye fi Usulid-Dîn, Tahkik: Bekir Topaloğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1995,90)



Ancak dikkat edilirse, " iman artar, eksilmez'' ibaresi Gassan'ın görüşleri özetienirken geçmişti. Fikirlerinin, Ebu Hanife tarafından da paylaşıldığını iddia eden Gassan, Eş'arl'nin Ebu Hanife ile alakah kanaatinin ortaya çıkmasmda etkili olmuş görünmektedir. Eş'ari'nin, Ebu Hanife'ye atfettiği cevapların yaklaşık iki asır sonra Şehristani tarafından Gassan ile ilgilendirilmesi önemli bir noktadır. Böylece Eş'ari, Şehristani'nin yalnız Gassan'a isnad ettiği fikirleri, sözü geçen konuşmayı hem Gassan'a hem de Ebu Hanife ile birlikte onun arkadaşlarına mal etmiştir. Halbuki Şehristani, kendi fikirleri ile Ebu Hanife'nin fikirleri arasında alaka kurmaya çalışan Gassan'ı şiddetiice eleştirmiş, onu yalancılıkla nitelemiştir. (eş-Şehristan1, I, 139)



Görüldüğü üzere Şehristani, Ebu Hanife ve Gassan'ın yanyana zikredilmesine tahammül edememektedir.

İsferayini (ö.418/l027) (el-İsferayini, Ebu'I-Muzaffer, et-Tebsfr fi'd-Dîn, Tahkik: Yusuf Kamil Hüt, Alemu'l-Kitab, Beyrut 1983, 98) ve Bağdadi de Şehristanl'den çok daha önce, Gassan'ın Ebu Hanife'yle ilgili iddiasım reddetmişlerdir. (Bağdadl, el-Fark, 203)



Her üç ilim adamı da bu noktada, mezhep imamlan olan Eş'arl'den ayrılmışlar, ancak onun ilgili yaklaşımma ve bahsi geçen ifadelerine hiç bir atıfta bulunmamışlardır. Eş'ari'nin, Ebu Hanife 'ye atfen naklettiği yaklaşımlara bakıldığında, söz konusu tespitierin ciddi problemler doğurduğu görülmektedir. Buna göre Ebu Hanife, imanı; asıl mürcii iddiaya uygun olarak, marifet ve ikrar diye tarif etmektedir. Halbuki bu, Ebu Hanife'nin tasdik unsuruna bağlı olarak (Ebu Hanife, Vasıyyetu Ebu Hanife,72) kurduğu iman tarifinin dışında bir kabuldür. Yine Ebu Hanife'nin, hiçbir fiilin imana zarar vermeyeceği kanaatinde olduğunu iddia etmek de onun asıl mürcil bakışı kabul ettiğini ileri sürmektir. Eşarl'nin, Ebu Hanife'ye nispet ettiği hususların en dikkat çekici olanı ise ona sorulduğu iddia edilen sorulara verilen cevaplardır.

Eş ari' nin, Ebu Hanife' ye izafe ettiği bahse konu yaklaşımlarla

ilgili olarak farklı bakış açılan ortaya çıkmıştır. Söz gelimi, Ebu

Hanife 'nin mürcii diye adlandırılmasında ircamn ıstılahi anlamının

kastedilmediği, tehir anlamındaki lugat manasının kullanıldığı iddia

edilmiştir. (Eş'ari'nin Makalât'ını tahkik eden Muhammed Muhyiddin Abdulhamid yukanda zikri geçen yaklaşımı dile getirmektedir. bkz. el-Eş'ari, Makiiliitu'l-

İslamiyyîn, I, 219-220)



Ebu Hanife'nin mürcil olarak adlandınlması bu biçimde

aniaşılsa bile, Eş'ari'nin Maktilat'ta Ebu Hanife'ye atfettiği fikirler,

sadece ircanın lugat manası yardımı ile çözülecek nitelikte değildir.

Çünkü az önce de dile getirildiği üzere, Eş'ari'nin Maktilat'ta Ebu

Hanife'ye nispetle zikrettiği düşünceler, Ebu Hanife'nin iman tarifi,

iman-amel münasebeti vb. konulardaki bilinen tercihlerine aykırı

bulunmaktadır.

Eş'ari'nin Makdlat'ta Ebu Hanife'yi mürcil olarak saymasının

mümkün olmadığı ve bu ifadelerin söz konusu kitaba sonradan ilave



edildiği de ileri sürülmüştür. (Seyyid Bahçıvan, Şehristanl'nin Gassan el-Küfi'ye nispet ettiği fikirlerle, Makfilat'ta Ebu Hanife'ye nispet edilen fikirleri karşılaştırarak, aslında Gassan'a ait olan fikirlerin Makdlat'a Eş'ar1'nin dışında birileri tarafından, tahrif neticesinde eklendiğini ileri sürmektedir. "İrca Fikri ve Ebu Hanife'nin İrca ile İtlıamına Bir Bakış", Selçuk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, VIII, Konya 1998, 162 vd. )



Makalat'taki bu fikirlerin Eş'arl'ye ait olmadığını söylemek doğru bir yaklaşım değildir. Şayet Eş'ari, Gassan'ın Ebu Hanife ile ilgili iddialarını tahkiksiz şekilde nakletti ise, söz konusu fikirleri Ebu Hanife'ye nispet etmesi son derece tabiidir. Ebu Hanife'nin yaşadığı dönemde deircâile itham edildiği bilinen bir durumdur. Bu itham, Vaidiyye'nin yanısıra Hadis Ehli tarafından da yöneltilmiş, Ebu Hanife de kendisine nispet edilen metinlerde hem irca ile ilgilenmiş, hem de bu konuda muhatap olduğu bir takım isnatları reddetmiştir. (Ebu Hanife, Risdletu EbuHanife, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul

1981,70)



Eş'ari' nin, fikirleri sahiplerine nispetteki dikkati ile tanındığım dile getiren Ahmed Emin, onun Ebu Hanife'yi irca ile nitelemesini mümkün görmektedir. Hatta Ahmed Emin'e göre imanı tasdik unsuru ile izah edenlerin de irca ile itham edildiği hatırlanırsa, Eş'ari'nin Ebu Hanife'yi bu şekilde nitelemesi, Ebu Hanife'ye zarar vermeyecektir. (Ahmed Emin, III, 322)



Ancak Eş'ari'nin, Ebu Hanife'ye atfen zikrettiği iman tarifinin tasdik unsuruna değil, marifet unsuruna dayandığı dikkate alındığında, Ahmed Emin'in bu tespiti geçerliliğini yitirmektedir. Üstelik Eş'ari'nin Ebu Hanife'ye izafe ettiği fikirler de imanı, marifete bağlı olarak tarif eden iman anlayışına dayanmakta, Ebu Hanife'nin imanla ilgili, bilinen tercihlerinden ziyade asıl mürcii tavrı yansıtmaktadır. Ahmed Emin'in Makalat'ta yer alan söz konusu irca ithamını yorumlama şekli bir tarafa; bahsi geçen kaynakta böyle bir ithamın bulunabileceğini kabul etmesi önemlidir. Nitekim Izutsu da Eş'ari'nin Ebu Hanife'ye, ilgili ithamı yöneltmiş olduğu kanaatindedir. (Izutsu, 132-133)
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
...
Öyle görünüyor ki, Ebu Hanife'nin maruz kaldığı irca ithamı,



Eş' ari' den sonraki dönemlerde daha belirginleşmiş, anlaşılır hale



gelmiştir. Bu nedenle imamlarının kanaatini paylaşmayan Bağdildi ve



Şehristani, değil Ebu Hanife'nin -olumsuz anlamıyla- mürcil olduğu



iddiasını tekrarlamak, Ebu Hanife ile ilgili böyle bir ithamın büyük bir



haksızlık olacağım ifade etmişlerdir. (Bkz. el-Bağdadi, el-Fark, 203; eş-Şehristani, I, 139)



Bununla birlikte Şehristani, Ebu Hanife'nin mürcii olduğu iddiasını bütünüyle reddetmeyerek, onun Mürcietu's-Sunne (Sunni Mürcie)'den olabileceğini belirtmiş, söz konusu irca ithamını anlaşılabilir bir zemine taşımış, bir anlamda onu, Ebu Hanife açısından zararsız hale getirmiştir. (eş-Şehristani, I, 139)



Ebu'l-Muin Nesefi de aynı noktayı işaret ederek, Ebu Hanife'nin mürciî diye adlandırılmasını, onun büyük günah işleyen kimse hakkındaki hükmü Allah'ın meşietine terketmesine bağlamaktadır. İrcanıntehir olduğunu söyleyen Nesefi, büyük günah karşısında müminin cezaya



uğramayacağına, imanla birlikte kötülüğün (seyyie) zarar



vermeyeceğine, küfürle birlikte iyiliğin (hasene) fayda



sağlamayacağına dair iddia sahiplerini el-Mürcietu 'l-Habfse



(kötü/çirkin) diye adlandırmaktadır. (en-Nesefı', II, 766)



Ancak bu tür isimlendirmeler ve Ebu Hanfe'nin Sünnf Mürcie'den olduğunun tespit edilmesi, Ebu Hanife'nin itham edildiği fikirleri izah edici nitelikte görünmemektedir. Çünkü Ebu Hanife, mürcii diye adlandırıldıktan sonra ona Ehl-i Sünnet'in tercihleri değil, asıl Mürcie'nin yaklaşımları nispet edilmiştir.



Yukarıda geçen soru ve cevapların içeriğine dair görüşlerini



belirten Şehristani, "Akıllı hiçbir kimse, Kabe'nin yeri konusunda



şüpheye düşmez" demektedir. Yine ona göre, domuz ile koyun



arasındaki fark, hiç bir şüphe ye mahal bırakmayacak kadar açıktır. (eş-Şehristani, I, 139)



Bu demektir ki, Şehristani, söz konusu sorulara müspet cevaplar



verilmesini İslam Dini'nin temel iddiaları açısından doğru



bulmamaktadır. Dolayısıyla bu tür anlayış sahiplerinin mümin olarak



isimlendirilmesi düşünülemez ve Ebu Hanife'nin de ilgili sorulara



olumlu cevap vermesi beklenemez.



Hz. Muhammed' in Allah tarafından gönderildiğine inanan,



ama onun kimliği hakkında tereddüte düşen, hatta Hz. Peygamber'in



bir zenci dahi olabileceğini söyleyen kimsenin de imamndan



bahsedilemez. Şayet iman konusunda, böyle anlamı olmayan bir



genişlik öngörülseydi, hiç kimse bir diğerinin inandığı şeye aynı ya da



benzeri şekilde inanamazdı. Bu takdirde de ne ortak inanç sahibi bir



toplum oluşur, ne de dinin temel ilkeleri aynı biçimde anlaşılıp,



toplumda yerleşme imkanı bulabilirdi. Nitekim Gazzı:m, tevatürle sabit olmuş şer'i bir aslı -doğrudan olmasa bile- inkar eden kimselerin



dinden çıktığını ifade ederken, üzerinde bulunduğumuz misallerden



birini ele almaktadır: "Her hangi bir kimse haccın farz olduğunu kabul



ediyorum. Ancak Mekke'nin ve Kabe'nin nerede olduğunu



bilmiyorum." Ya da "İnsanların namazda yöneldikleri ve haccettikleri



belde, Rasulullah'ın haccettiği ve Kur'an'ın vasfettiği belde mi



bilmiyorum? Derse, kafir olur". (el-Gazzali, Ebu Hamid Muhammed, el-iktisad fi'l-i'tikiid, Daru'l-Kutibi'l-



İlmiyye, Beyrut 1988/1409, 158.)







Pezdevi (ö.493/1100) ise, Eş'ari'nin bahsi geçen soruları ve onlara verilen müspet cevapları Ebu Hanife ile ilgilendirmesini, Ebu Hanife açısından kabul edilemez bulmakta, Eş'ari'nin hata yaptığını, söylediklerinin batıl olduğunu ileri sürmektedir. (el-Bezdevi, Ebu'l-Yusr Muhammed b. Muhammed b. Abdulkerim, Kitabu



Usuli'd-Dfn, Tahkik: Hans Peter Lens, Daru İhyai'l-Kutubi'l-Arabi, Kahire 1963/1383, 152)







Ebu Hanife ile birlikte Hammad b. Ebi Suleyman'a da



mürcil denildiğini tespit eden İbn Teymiyye, bunun gerçek bir



İsimlendirme olmadığını, yalnızca mürcil lafzınınonlarla ilgili bir



kullanımından ibaret olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü her ikisi de



büyük günah işleyen hakkında Ehl-i Sünnet'le aynı görüştedir. (İbn Teymiyye, el-Furkdn beyne'I-Hak ve'l-Batıl, Matbaatu'l-İmam, Kahire(baskı tarihi yok), 31)



İbn Teymiyye'nin bu tespiti, Eş'ari'nin Ebu Hanife ile ilgili iddialarının



ihtiyatla karşılanması gerektiğini ortaya koymaktadır.



Zikredilen bu yaklaşımlar gösteriyor ki, Eşari'nin Ebu Hanife



ve Gassan' a nispet ettiği, asıl mürcil bakışı yansıtan fikirler ve ilgili



soru ve cevaplar Ebu Hanife'ye nispetleri açısından doğrulanacak



nitelikte değildir.








 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
...
Eş'ari'nin Ebu Hanife'ye Karşı Tavrı



Ebu Hanife, hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde

daha ziyade fıkhi yönü ile tanınıyordu ve bu konuda yaygın bir şöhrete sahipti. (Ebu Zehra, Muhammed, Ebıt Hanife, Çeviri: Osman Keskioğlu, Can Kitapevi, Konya 1981,27 vd) Ancak onun akideye ve tabiatıyla Kelam'a yaptığı katkı, yani getirmiş olduğu anlayış ve üslilp, en az Fıkh'a yaptığı katkı kadar önemli görülmelidir. Asıl Mürcie'nin marifete dayalı ve ameli ihmal eden iman anlayışı ile Havaric ve Mutezile'nin katı iman-amel birlikteliğini savunan, iman dairesini daraltan yaklaşımları, İslam alddesinin istikbalini tehdit eder duruma geldiğinde, Ebu Hanife, müslüman topluma üye olmanın şartlarını ortaya koyan akide sistemini benimsemiş ve savunmuştur. (Doğan, İsa, Mürcie ve Ebu Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun 1992, 170-176)

Zaten bu gün itibarı ile Ehl-i Sünnet Kelam'ının iki temsilcisinden biri olan Maturidiyye, Ebu Hanife'nin fikirlerini ele alarak, anlaşılınasını kolaylaştırmış, geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. (Nesefi, Ebu Hanife'nin tercihlerini en iyi bilen kimsenin Maturidi olduğunu ve

Maturid!lerin temel görüşlerini Ebu Hanife' den aldıklarını tespit etmektedir. (Tebsiratu'l-Edille, I, 162, 310)



Aslında Eş' ari ile fikri yapısı üzerine konuştuğu Ebu Hanife arasında oldukça uzun sayılabilecek bir zaman dilimi geçmiştir. Yani

iki ilim adamı arasındaki süre, Ebu Hanife'nin fikirlerini

belirginleştirmek için yeterlidir. Dolayısıyla Eş' ari', onun görüşlerini

gereği gibi değerlendirme imkanına fazlasıyla sahip bulunmaktadır.

Eşari' ile Maturîdî'nin aynı devirde yaşadıklarını biliyoruz.

Hatta Eş' ad, Maturidl' den yalnızca on sene kadar önce vefaat etmiştir.

Yaşadıklan süre içerisinde Maturidl'nin Ebu Hanife'ye ait görüşleri

özümseyip açıklamaya çalışması, söz konusu fikirlerin açılımından

ibaret olan eserler telif etmesi, (Ebu Hanife ve Matur!di'nin fikirleri arasındaki ilgi için bkz. Fethullah Huleyf, Kitabu't-Tevhfd'e yazmış olduğu önsöz, el-Mektebetu'l-İslamiyyin, İstanbul 1979,4 vd) bir vakıa olarak karşımızda dururken, Eş' ari'nin Ebu Hanife'yi ve savunduğu anlayışı tammaması ya da kavramarınş olması her halde düşünülemez. Kaldı ki, Ebu Hanife ile Eş' ari' aynı coğrafyayı paylaşmış, aynı şehirlerde yaşamışken, Maturidi daha farklı bir bölgede hayat sürmüştür. Bu durumda, Ebu Hanife'yi

ve onun inanç la ilgili temel yaklaşımlarını nakleden Eş' ari için kapalı

noktaların bulunması ihtimal dahilinde olmadığı söylenEbuir.

Dolayısıyla onun, hem ifadelerine hem de tespitlerine ayrı bir

hassasiyetle yaklaşmak durumundayız.

Eş' ari'nin Ebu Hanife ile ilgili irca iddialannı olduğu gibi

nakletmesi, herhangi bir tashih çabası göstermemesi, Eş'ari'nin Ebu

Hanife hakkında olumsuz bir tutum içerisine girdiğini gösterEbuir. Ya

da Eş' ad, Mutezile'den ayrıldığı ilk dönemlerdeki Ehl-i Hadis' e yakın

olan bakış açısını Ebu Hanife'yle ilgili tespitlerine taşımış olabilir.

Bilindiği gibi Ehl-i Hadis, iman ve ameli ayıran kimseleri mürcil diye

adlandırmaktadır. Bahsedilen ayrımın Ebu Hanife tarafından da

yapıldığı ortadadır. Hadis Ehli'ninircâile ilgili genel olumsuz

yaklaşımı, Ahmed b. Hanbel ( ö. 240/855)'in, "İrdi ehline buğz ile

Allah' a yakınlaşın !" ( İbn Ebi Ya' la, 54 ) sözünden de anlaşılmaktadır.

Ancak Hadis Ehli'nin Mürcie ile ilgili olumsuz kanaati, Ahmed b. Hanbel'den çok daha önce belirmiştir. Söz gelimi İbrahim en-Nehai (ö. 961714), ircanın bidat olduğunu, insanların Mürcie' den uzak durmaları gerektiğini, Allah'ın Mürcie'ye, Ezarika ve Ehl-i Kitab'tan daha çok kızdığını dile getirmektedir.(İbn Sa'd, VI, 273-274)

Ayrıca Kaderiyye ve Mürcie'yi zemmeden, hadis formundaki bazı ifadeler de hadis olarak nakledilıniş, muteber hadis mecmualarında yer almıştır.

(et-Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve, es-Sunen, Mevsuatu's-Sunne Kutubu's-Sunne ve Şuruhuha, içinde, Çağrı Yayınları, İstanbul 141311992, Kader, 13. Bu ve benzeri sözler, mezheplerin görüşlerini ifade eden bazı Kelam kaynaklarında ve yine hadis formunda karşımıza çıkmaktadır. bkz, Eş'ari, el-İbane, 115; Matur!dl, Kitabu't-Tevhîd, 228-229, 318)



Bu sözlerin Hz. Peygamber' e nispetlerindeki kesinliğe yönelik çekincelerî (İbn Teymiyye, Kaderiyye ve Mürcie'nin zemmi ile ilgili

olarak gelen haberleri zayıf görenlerin bulunduğunu tespit etmekle birlikte, ashaptan İbn Abbas, İbn Ömer gibi şahısların Kaderiyye'yi zemmettiğinin sabit olduğunu ileri sürmektedir. el-Furki'in beyne'l-Hak ve'l-Batıl, 28) bir tarafa, ilgili ifadeler aslında Hadis Ehli'nin diğer bidat mezhepleri ile birlikte Mürcie'ye yönelik tavırlarını göstermesi bakımından değerlendiril Ebuir. Eş'arî, hadis imamlarından nakledilen yaklaşımlara sıkıca tutunduğunu dile getirirken, özellikle Ahmed b. Hanbel'in ismini telaffuz etmektedir. Eş'ad, bundan hemen sonra Ahmed b. Hanbel' e çok içten dualar etmekte, onunla ilgili olarak (fazıl imam, kamil önder, hakkın savunucusu, bidatları ve sapıklıkları yıkan vs.) takdirkar sözler sarfetmektedir.(el-Eş'ari, el-İbane an Usuli'd-Diyfine, Daru'l-Kutubi'l-Arabl', Beyrut 1990/1410, 17)



Bu en son tespit, Eş'arl'nin Hadis Ehli'ne ve özellikle Ahmed b. Hanbel'e yakınlığını açıklayacak nitelikte gözükınektedir.





Eş'ari'nin, Ebu Hanife'ye yönelik eleştirilerinin temelinde, Ebu

Hanife'nin imanla ilgili görüşleri olduğuna göre, burada Ebu

Hanife'nin iman tarifine ve iman-amel münasebetine dair görüşlerine

yer vermek, bunu Eş' ari'nin aynı konudaki yaklaşımları ile birlikte

değerlendirmek yerinde olacaktır.

Ebu Hanife'ye göre iman; dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Tek

başına ikrar iman değildir. Şayet öyle olsaydı, münafıkların hepsi

mümin olurdu. Marifet de tek başına iman olamaz. Aksi takdirde tüm

Ehl-i Kitab'ın mümin sayılması gerekirdi.( Ebu Hanife, Vasıyyetu EbuHanife,72)



Yine bilindiği üzere Ebu Hanife, iman ve ameli farklı iki şey olarak kabul etmektedir. Çoğu zaman müminden amel kaldırılabilir. Fakat ondan imanın kaldırılması düşünülemez. Allah, hayızlı kadından hamazın farziyetini kaldırdığı halde imanı kaldırmaz. Ya da ona imanın terkini emretmesi düşünülemez. Şari', "Orucu bırak sonra kaza et!" demiştir. Ama "imanı bırak!" dememiştir. "Fakire zekat farz değildir" denilebilir, ancak imanın farz olmadığı söylenemez. (Ebu Hanife, Vasıyyetu EbuHanife,72)

Ebu Hanife'ye göre, kıble ehlinin farzlardaki ihmali onları imandan çıkarmaz. Kim farzların tümünde Allah'a itaat ederse, cennet

ehlinden olur. Kim iman ve ameli terkederse, cehennem ehlinden bir

kafir olur. Kim de iman eder, ancak farzlardan bir şeyi ihmal ederse

günahkar bir mümin olur. Artık o kimse Allah'ın meşietine kalmıştır.

Allah dilerse ona azab eder, dilerse de onu affeder.(Ebu Hanife, Vasiyyetıı EbuHanife, 68-69 )

Eş'ari, çok daha sonraki dönemlerde Makâlat'ta Ebu Hanife'nin imanla ilgili tercihleri üzerine konuşurken ve onu, asıl mürcil tezi savunmakla itham ederken, Ebu Hanife'nin metinlerine dayanarak ortaya konulan bu yaklaşımlara hiç yer vermemiş, onun iman ve amelle ilgili teknik ayrımını gözardı etmiş görünmektedir.

Eş'ari, el-İbane'de zina, hırsızlık, şarap içme vb. hiçbir günah

nedeniyle bir müminin kafir sayılamayacağını, günah işlemiş (müznib)

müminler için cennetin umulabileceğini, yine onlar için cehennemden

korkulacağını dile getirirken, aynı ifadelerin hemen altında Hadis

Ehli'nin özellikle de Ahmed b. Hanbel'in tercihine uyarak (Ahmed b. Hanbel, imanı, kavl (ikrar) ve amel olarak anlamaktadır. Ahmed b.

Hanbel, U sulu 's-Sunne, 26; es-Sunnetu 'l-letf, Teveffii anhii Rasulullah, 38.

Ayrıca bkz. İbn Ebi Ya'Hi, 49) imanı; kavl ve amel diye tarif etmektedir. Ona göre, iman artar ve eksilir.

( "el-İman; kavl ve amel, yezid ve yenkus." el-Eş'ari, el-İbfine, 21.)



Eş'arl''nin kavlden anladığı şey, tasdikin ikrarı olmalıdır. Amel ise

imanın artması ve eksilmesi anlayışının izahı için gereklidir. Yani

iman, amelle artacak, amelin terki ile de eksilecektir. Burada

Eş'arl'nin günahkarlar için cenneti umması, aslında imanı amel ya da

ikrar olarak değil, tasdik olarak anladığını ve Ebu Hanife'yle aynı

yaklaşımı savunduğunu göstermektedir. Nitekim Eş'ari, el-Luma'da, iman nedir? sorusuna tasdik diye cevap vermek ve ameli iman tarifine dahil etmemek suretiyle tavrını netleştirmektedir. Çünkü Eş' ari'nin de tespit ettiği gibi, Arapça' da iman, tasdik demektir. Hisık bir kimsenin aynı zamanda mümin de olabileceğini, yine Arap dili yardımıyla izah eden Eş' ari'ye göre fasık, fıskından önce mümin ise, ondan ayrılmayan iman ismi fısktan sonra batıl olmayacaktır. (el-Eş'ari, Kitabu'l-Luma' fi'r-Reddi ala Ehli'l-Ehvii ve'l-Bida', Tahkik:

Hamilde Gurabe, Matbaatu Mısr Şirketu Musaheme Mısriyye, (Mısır) 1955, 125)



Eş'arl''nin el-Luma'daki yaklaşımının Mutezile'ye karşı geliştiği, icmadan ayrılarak (i'tizal), büyük günah işieyenin mümin ya da kafir olmadığını, iman ve küfür arasında bulunduğunu ileri süren (el-menzile beyn el-menzile) Vasıl b. Ata (ö.l311738)'ya yönelik eleştirilerden anlaşılmaktadır. (el-Eş'ari, Kitabu'l-luma', 124-125)

Hadis Ehli'nin geleneğine uygun olarak, Eş'ari'nin, el- İbane' de imanı, "kavl ve amel" diye anlamasını ve onun özellikle el-Luma'daki ifadelerini değerlendiren Watt, yukarıda da belirtildiği gibi,

el-Luma'daki bakışın Mutezile'ye karşı oluştuğunu, Eş'ari'nin Ahmed

b.Hanbel' e yakınlığını hatırlatmak suretiyle ifade etmiş, onun iman

konusundaki asıl yaklaşımının el-İbane' de yer alan (kavl ve am el)

yaklaşım olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca ona göre, Eş'ari'nin, Ebu

Hanife'yi ircâ. ile itham etmesi de Eş'ari'nin iman anlayışının, imanı

amelden ayıran mürcil bakışın dışında olduğunu göstermektedir.

(Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çeviri; Ethem Ruhi Fığlalı, Uroran Yayınları, Ankara 1981, 168 )



Watt'ın yaklaşımı bir yana, aslında Eş'ari, her iki eserinde de

imanı amelden ayırınaktadır. Ama el-İbane'deki iman; "kavl ve

aıneldir, artar eksilir" tespiti, Eşari'nin Hadis Ehli'ne bir aidiyet

çabasının ifadesi olarak görülınelidir. Çünkü Eşari'nin Mutezile'den

ayrılınası ve Hadis Ehli'ne yaklaşması, dönemin en önemli tartışına

konusu olan iınan-aınel ınünasebeti hususunda onu, belli ölçüde Hadis Ehli'ni memnun edecek ifadeler kullanınaya sevketmiş olabilir. Şöyle ki, Eş' ari', dolaylı olarak el-İbane'de ve açık olarak da el-Luma'da dile getirdiği üzere imanı tasdik diye tarif etmektedir. Onun asıl iman tanımı, el-Luma'daki tanım olarak görünmektedir. Nitekim Bağdadi de Eşari'nin iman tammını tasdik diye nakletınektedir. (el-Bağdadi, Usulu'd-Dfn, 146)

Ebu'l-Muin Nesefi ve Subkl (ö.777/1375) de Ebu Hanife ve Eş'ari'nin adını zikrederek, imanı tasdik di ye anladıklarını dile getirmektedirler.

(en-Nesefi, I, 25, 799; es-Subki, Ebu Nasr Abdurrahman b. Ali, Tabakiitu'şŞdfiiyyetu 'l-Kubra, I-IX, Tahkik: Mahmud Muhammed

Tınahi-Abdulfettah Muhmmed el-Halv, Hicr, Kahire 1992/1413, I, 131. Abdurrahman Bedevi de Eş'ari'nin imanı, tasdik diye tarif ettiği kanaatindedir. Meziilıibu'l-İslamiyyîn, Daru'l-İlm li'l-Melay!n, Beyrut 1997,564)



Eşari'nin iman tarifi ile Ebu Hanife'nin iman tarifini yanyana

getirdiğimizde söylediklerinin hiç de farklı olmadığı ortaya

çıkmaktadır. Eş' ari, "Herhangi bir fiili n imana zarar verdi ği ni kabul

etmiyor"(el-Eş' ari, Makdliitu '1-İslamiyyîn, I, 221) dediği Ebu Hanife'nin, iyi düşünülmüş bir iman tarifi olduğunu görmezden gelmektedir. Bunda da onun Hadis Ehli'ne yakınlaşma çabasının etkili olduğu söylen Ebui Eş'ari, el-İbane'de Ebu Hanife'nin lıalku'l-Kur'an'ı iddia ettiğine ve sırf takiyye gereği bu fikrinden vazgeçtiğine dair bir takım haberlere yer verınektedir. (el-Eş' ari, el-İbdne, 57-58)
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
...

Esasen Ebu Hanife, Kur'an'ın mahluk olup olmadığı hususunda anlaşılabilir şeyler söylemektedir. Ona göre, Kur' an mahluk değildir. Ama Kur' an' ın lafzı, yazısı ve kıraatı mahluktur. (Ebu Hanife, el-Fıkhu'l-Ekber, 58; Vasiyyetıı Ebi Hanife, 73)



Halku'l-Kur'an konusunda aşırı hassas davranan Ehl-i Hadis, muhtemelen Ebu Hanife'nin konuyla ilgili bakışını tam olarak

değerlendirememiş, onu Kur'an'ın yaratılmış olduğuna inanmakla

itham etmiş gözükmektedir. Eş'ari de Ehl-i Hadis'e yakınlığı

nedeniyle, söz konusu iddiayı Ebu Hanife'nin aleyhine değerlendirmiş

olabilir. Ancak Ahmed b.Hanbel'in halku'l-Kur'an ile ilgili görüşleri,

Eş'ari''nin Ebu Hanife'ye atfen naklettiği olumsuz haberleri

açıklayacak niteliktedir. Çünkü Ahmed b. Hanbel' e nispet edilen bir

haberde o, Kur'an'ın lafzını dahi malıluk sayan kimsenin de kafir

olduğunu ileri sürmektedir. (İbn Ebi Ya'H\, 44-45)



Eş'ari'nin, halku'l-Kur'an konusunda Ebu Hanife'nin gerçek düşüncelerini yansıtmayan görüşleri telaffuz etmesi, onun Ebu Hanife'ye yönelik olumsuz yaklaşımının ayn bir kanıtı olarak görülebilir. Muhtemelen aynı olumsuz yaklaşımın bir sonucu olarak Eş'ari, Makalatu'l-islamiyyen'in Ehl-i Sünnet'e ayırmış bulunduğu son bölümünde Ebu Hanife'ye yer vermemiştir. (Bkz. el-Eş' ari, Makdlatu'l-İslamiyyîn, I, 347 vd)

Ebu Hanife'ye Nispet Edilen Metinler verirdi. Ebu Hanife'nin ircâ ile ilgisini ve karşı karşıya kaldığı bu ithamı kendine nispet edilen metinlerde aramak daha doğru bir yol olacaktır. Söz konusu metinlerde inanç konularının önemli bir kısmına değinen Ebu Hanife, öncelikle iman-amel ilişkisini ele almakta, ircanın aslına, genel karakterine, belki de en önemlisi, şahsı ile ilgili irca ithamma açıklık getirmektir. el-Fıkhu 'l-Ekber' de bazı haricî iddialara cevap veren Ebu

Hanife, sözü Mürcie'ye getirerek ifadesine şöyle devam etmektedir:



(Ebu Hanife'nin kimliğinden söz eden İbn Nedim, el-Fıklıu 'i-Ekber, Risale, elAlim ve'l-Müteallim adlı eserleri, er-Red ale'l-Kaderiyye adlı bir risaleyi ona nispet etmektedir. el-Filırist, Daru'l-Marife, Beyrut 1994/1415, 251. Yine Ebu Hanife'nin eserleri ve eserlerin ona aidiyyeti için bkz. Şibay, Halim Sabit, "Ebu Hanife", İslam Ansiklopedisi, I-XIII, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1978, IV, 26-28. Ebu Hanife'nin eserlerini, onların rivayetlerini değerlendiren

Sönmez Kutlu, bu eserler içerisinden Ebu Hanife'nin Osman el-Bettl'ye yazdığı bir mektup olan Risale ila Osman el-Bettf'yi Ebu Hanife'nin fikirlerini bize ulaştırması açısından en sağlam eser olarak nitelemektedir. Kutlu, diğer eserleri hem rivayetleri, hem yazma nüshalarında mevcut olan ifade farklılıkları, hem bu farklılıklar üzerine söylenmiş sözler açısından değerlendirmektedir. Yazar, söz konusu eserleri Ebu Hanife döneminde tartışılmamış olan ve düşünce hayatına daha sonraki dönemlerde girmiş bulunduğu iddia edilen kavram ve konular açısından da değerlendirmektedir. Bkz. Türklerin İslamiaşma Sürecinde Mücie ve Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000, 8-9. Ebu Hanife'nin eserlerine sonraki dönemlerde girdiği iddia edilen ve tartışılan hususlar, ifade farklılıkları daha ziyade irca ve ilgili konuların dışında bulunmaktadır.)





"Biz, günahlar mümine zarar vermez ve o cehenneme girmez

demiyoruz. Dünyadan mümin olarak ayrıldıktan sonra, fasık da olsa

cehennemde sürekli kalacaktır da demiyoruz. Mürcie'nin dediği gibi

iyiliklerimiz kabul edilmiş, günahlanmız da bağışlanmıştır demiyoruz. Ancak ifsat edici ayıplardan ve iptal edici sebeplerden uzak olarak, tüm şartları ile bir iyilik yapar, onu da dünyadan mümin olarak ayrılana kadar küfür ve dinden dönme ile boşa çıkarmazsa, Allah o iyiliği zayi etmez, aksine onu kabul eder, onun için sevap verir.

(Ebu Hanife, el-Fıkhu'l-Ekber, 65. el-Fıkhu'l-Ekber'Ie ilgili değerlendirmede bulunan Kutlu, bu eserde, sanıldığı gibi Mürcie'nin görüşlerinin reddedilmediğini; çünkü Ebil Hanife'nin Mürcie'yi

benimsediğini ifade etmekte, Mürcie'nin eleştirisi gibi görünen ifadenin söz konusu esere sonradan ilave edilmiş olabileceğini ileri sürmektedir. Yazarın tespitine göre, bir yazınada bulunan "Biz Mürcie'nin dediği gibi iyiliklerimiz kabul edilmiş, kötülüklerimiz affedilmiştir demiyoruz" şeklindeki ifade, başka bir eserde "İyiliklerimiz kabul edilmiş kötülüklerimiz affedilmiştir, demiyoruz"

şeklinde geçmektedir. Yazar, bu noktadan hareketle cümledeki, " Mürcie'nin dediği gibi" kısmının esere sonradan ilave edilmiş olabileceğini söylemektedir.

Çünkü diyor, "Bu konuda verilecek hükmün Allah'a bırakılması Mürcie'nin ve dolayısıyla Ebu Hanife'nin temel ilkelerindendir. Ebu Hanife, bu fikri sebebiyle kendisini tenkid edenlere karşı, "Biz, iyiliklerimiz kabul edilmiş kötülüklerimiz affedilmiştir demiyoruz" şeklinde bir cevap vermiştir. Türklerin İslamiaşma Sürecinde Mücie ve Tesirleri, 15-16. Ancak şu kadarı var ki, Ebu Hanife,

"İyiliklerimiz kabul edilmiş kötülük affedilmiştir, demiyoruz" ifadesiyle,

kendisi ile ilgili böyle bir itharnı reddetmek istemektedir. Ama bu durum aynı zamanda böyle bir anlayışı öne çıkaran bir grubun varlığını da ispat etmektedir. Hem de bu grup Mutezile ve Haricierin temel iddialarının aksini iddia etmektedir. Söz gelimi Eş'arînin Makâlat'ta naklettiği mürciî fikirleri, o fikirlerin sahiplerini Ebu Hanife ve fikirleri ile yanyana getirmek mümkün değildir. Ebu Hanife, belki de yukandaki ifadesiyle kendisinin asıl mürcil yaklaşımın dışında bulunduğunu vurgulamaktadır. Netice olarak şunu söylüyoruz ki, Ebil Hanife'nin dışında, fikirleri Ebu Hanife tarafından da kabul edilemez görülen ve mürcil diye adlandırılan şahıslar bulunmaktadır.)



Ebu Hanife, yukanda Mürcie'nin temel anlayışlarından birini dile getirmiş, hemen sonra da kendi yaklaşımını ortaya koymuş,

Mürcie'yi Havaric ve Şia ile birlikte zikretmek suretiyle de bahsedilen

mezhep sahipleri hakkındaki olumsuz tavrının işaretini vermiştir.

(Ebu Hanife, el-Alim ve"l-Muteallim, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul 1981, 13)



Ebu Hanife, mürcie ismini bir mezhep adı olarak kullanmaktadır. Aynı

zamanda bu kullanım tarzı dışlayıcı bir bakışı da beraberinde getirmektedir. Ebu Hanife, ircânın anlamı üzerine de konuşmuş, ircayı daha ziyade genel bir davranış biçimi olarak öne çıkarmıştır. Buna göre irca; kelimenin kök anlamına da uygun olarak, fikir beyan etmede gecikme!beklemedir. Ebu Hanife bir davranış modeli olarak ircanın ilk defa ortaya çıkışı konusunda farklı denilEbuecek bir başlangıç noktası göstermektedir ki, Maturidi de Te'vilat ve Kitabu't-Tevhid'de onun söz konusu tespitine dikkat çekmiştir. (Maturidi, burada ircayı ikiye ayırarak; birini övgüye değer bulmakta, diğerini

ise el-irciiu'l-mezmum (yerilmiş irca) diye adlandırmaktadır. Övgüyedeğer irca büyük günahla ilgilidir ve büyük günah sahibinin cennetlik ya da cehennemlik olduğu konusunda konuşmamak, onunla ilgili hükmü Allah'a terketmektir.

Zemmedilen irca ise, cebrdir. Yani fiilieri tümüyle Allah'a havale etmek, kul için bir fiil, tedbir kabul etmemektir. Te'vfliitu Ehli's-Sunne, Tahkik: İbrahim Avdayn-es-Seyyid Avdayn, Kahire 197111391, 99-100; Kitabu't-Tevhfd, 382. Aynı yaklaşım için bkz. en-Nesefi, Il, 766. )





Ebu Hanife'ye göre irca, ilk olarak melekler tarafından ortaya konulmuştur: Allah, meleklere eşyayı arzedip, "bunların isimlerini bildirin!" dediği zaman melekler, bilgisizce konuşup hataya düşmekten çekinmişler ve "Seni tenzih ederiz Ya Rabbi! Senin bize öğrettiğinden başka ilmimiz yoktur" (Bakara (2), 32) demişlerdi. Yani melekler, bilmediği bir şey hakkında kendisine soru sorulan, isabet edemediği takdirde de övülmeyeceğine aldırış etmeden o hususta konuşan bir şahıs gibi bidatçı olmamışlardır. (Ebu Hanife, el-Alim ve'l-Muteallim, 24-25)



Ebu Hanife'ye göre irca yeri gelince tercih edilmesi gereken bir davranış şeklidir. Nitekim Allah Peygamber'ine, "Hakkında bilgi sahibi

olmadığın şeyin peşine düşme!"(İsra (17), 36 )

Yani, kesin olarak bilmediğin bir şeyi söyleme! diye emretmiştir. Çünkü "Kulak, göz, kalp hepsi ondan sorumludur. "(İsra (17), 36)





İrcanın davranış biçimi olarak ne anlama geldiği, Ebu

Hanife'nin dilinde farklı bir ömek de ortaya konulmaktadır. Söz

gelimi, bir toplumdaki fertler arasında anlaşmazlık çıksa, kati

meydana gelse, haklı ile haksızın tayini mümkün olmasa, onlarla ilgili

her hangi bir hüküm vermekten çekinmek de ircadır. (Ebu Hanife, el-Alim ve'l-Muteallinı, 25)

Yukanda daha ziyade ircamn insan hayatmdaki görünümü ile

ilgili ömeğe yer veren Ebu Hanife, bundan sonra ircanıntam da bizim

tartıştığımız ıstılahi anlamı üzerine konuşmaktadır: "Günahkarlar

hakkında hükmü geciktirmen, onların cennet ya da cehennem ehli

olduklarını söylememen de ircadır. Bize göre insanlar üç kısımdır:

a. Peygamberler ki, Cennet ehli insanlardır. Peygamberlerin

cennetlik dediği insanlar da cennet ehlidir.

b. Müşriklerin cehennemlik olduğuna şahitlik ederiz.

c. Tevhid ehli hakkında duraksarız ve onların cennetlik ya da

cehennemlik olduklarına şahitlik edemeyiz. Ancak onlar hakkında

Allah'ın rahmeti ile davranmasını umar, azabı ile muamele

etmesinden korkar ve Allah'ın söylediğini söyleriz: 'İyi amel ile

kötüsünü karıştırdılar, umulur ki, Allah onları bağışlar.(Nisa(4),48)



Onlarla ilgili ümidvar da oluruz. Çünkü 'Allah dilediği kimse için şirk

dışındaki şeyleri bağışlar' (Tevbe (9), 102) buyrulmuştur. Günahları ve hataları sebebiyle de onlar için korkarız." (Ebfı Hanife, el-Alim ve'l-Muteallim, 24-25)

Ebu Hanife, eserlerinde Mürcie'yi bir mezhep olarak reddettiği

halde ircayı reddetmemektedir. Hatta irca, Ebu Hanife tarafından

sahiplenilmekte ve savunulmaktadır. Çünkü Ebu Hanife'nin

kabuledilEbuir bulduğu irca, yukarıda yer aldığı gibi günahkar

müminin cennetlik ya da cehennemlik olduğu konusundaki kararın

ahirete bırakılmasıdır. Ebu Hanife'nin Mürcie adını verdiği topluluğun

en ayırdedici özelliği ise, imam genel olarak marifet (bilgi) temelli

tarif etmesi ve imandan sonra günahın mümine zarar vermeyeceğini

iddia etmesidir. Böylece onlar yine ircanın kelime anlamına uygun

olarak mümine ümit vermekte ve uhrevi hiçbir cezaya muhatap olmayacaklarını ileri sürmektedirler.

( Ebu Hanife, el-Alim ve'l-Muteallinı, 25. 101 Nisa(4),48. 102 Tevbe (9), 102. 103 Ebu Hanife, el-Alim ve'l-Muteallim, 24-25.)



Vaidiyye ise büyük günah işleyen kimseyi mümin sayan her iki yaklaşımı da mahkum ederek, Mürcie ismini sünni bakışı da içine alacak genişlikte kullanmıştır. Ancak Ebu Hanife, az sonra dile getirileceği gibi, kendisine de yönelen bu ithamı kesin bir ifade ile reddetmiştir. Basralı ilim adamı Osman el-Betti, Ebu Hanife'ye mektup

yazmış ve hakkındakiircâithamını sormuştu. Cevabi nitelikte bir

mektup yazan Ebu Hanife, Allah'tan uzak bir şey yapan kimse için

hiçbir özür bulunmadığını, insanların ihdas ettiği ve ortaya koyduğu

şeylerin hidayet kaynağı olamayacağını, asıl olan şeyin ise Kur'an'ın

getirdiği; Hz. Peygamber'in davet ettiği ve aralarında ayrılık çıkana

kadar ashabın üzerinde bulunduğu yol olduğunu açıklayarak, sonunda şu ifadeleri kullanmaktadır: "Zikredilen Mürcie meselesine gelince, bidat ehli, hakkı söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse hakkı söyleyenierin bunda ne günahı olabilir? Halbuki, böyle

isimlendirilenler adl ve sünnet ehli kimselerdir. Bu (mürcie ismi) ise,

kötülük sahibi insanların onunla adl ve sünnet ehli insanlan

isimlendirdiği, isimdir. Yemin ederim ki, sen insanlan hakka çağırsan,

onlar da bu konuda sana muvafakat etse, kötü insanların onları

isimlendirmesi hakka zarar vermez. Kötü insanlar bunu yapınca bu

isim bidat olur. O halde bu, senin adl ehli insanlardan aldığın

(öğrendiğin) şeye zarar vermez." ( Ebu Hanife, Risaletu Ebu Hanife, 70)


 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
...
Sonuç



el-Mürcietu'l-Halisa da denilen asıl Mürcie'nin genel karakterini vurgulamak istersek iki önemli noktaya dikkat çekmemiz

gerekecektir:

a. Mürcie ismini gerçek anlamda taşıyan kimseler, imanı

marifetle açıklayarak, tasdik unsurunu gözardı etmektedirler.

b. Söz konusu bu kimselere göre, iman ile birlikte işlenen hiç

bir günah imana zarar vermeyecektir.

Ebu Hanife ve arkadaşlarına Mürcietu 's-Sunne denilse ve Ehl-i

Sünnet'in reddettiği irca, el-ircau 'l-mezmum ya da asıl Mürcie, el-

Mürcietu 'l-Habîse diye nitelenmek suretiyle bir ayırıma gidilse bile,

bu ayırım çok sonraki dönemlere rastlamaktadır. Ancak ilk başta, hem

Ebu. Hanife, hem de ona tabi olanların imanla ilgili tercihleri asıl

mürcii anlayış içerisinde değerlendirilmiştir. Yani onlar, iman ve ona

bağlı konularda sahip oldukları asıl kanaatleri nedeniyle bu ithama

muhatap olmamakta, aksine hiç savunmadıklan, hatta karşı oldukları

bir takım iddialar da bu arada kendilerine yakıştınlmaktadır.

Bahsedilen ithamın ortaya çıkmasında Ebu. Hanife 'nin büyük günah

işleyeni mümin sayması, onun cennetlik ya da cehennemlik olduğu

konusunda kesin hükmü ahirete bırakması yani ertelemesi etkili

olmuştur. Aslında Ebu Hanife, bu anlamda bir ircayı kabul edilEbuir

ve savunulabilir bulmaktadır. Ancak onun iman ve amel arasında

ortaya koyduğu bu teknik ayırım Vaidiyye ve belli ölçüde de Hadis

Ehli tarafından yeterince farkedilmemiş, bahsi geçen mürcil ismi onun için de kullanılmıştır. Halbuki Ebu. Hanife, yaşadığı dönemde

mücadele ettiği tırkalardan söz ederken, Mutezile ve Havatic ile

birlikte Mürcie'nin adını da açıkça zikretmekte, onların imanla ilgili

yaklaşımlarını reddetmektedir.

Eş' ari' nin, Ebu Hanife ve arkadaşlarını mürcii sayması, Hadis

Ehli 'nin Mürcie ile ilgili bakışını yansıtıyor görünmekte ve

Gassan'nm, asıl mürciî tezi savunan bir takım görüşlerini

güçlendirmek için Ebu Hanife'nin de kendisi ile aynı fikirleri

paylaştığı iddiasına dayanmaktadır. Ancak Ebu Hanife'ye isnat edilen

metinlerdeki açık tespitler ve ondan sonra Ebu Hanife'nin görüşlerini

savunup geliştiren kimselerin yaklaşımları, Eşari'nin Ebu Hanife'ye

atfen zikrettiği görüşlerin dışında, hatta onların aksinedir. Dolayısıyla

Eş' ari, bu konuda kendisine ulaşan haberleri tahkiksiz biçimde, üstelik Ebu Hanife'nin aleyhine olacak şekilde değerlendirmiş, neticede ciddi bir yanılgıya düşmüştür.

Ebu Hanife'nin iman ve ona bağlı konulardaki fikirleri, Eş'ari

ile birlikte Ehl-i Sünnet Kelâmının iki önemli temsilcisinden biri olan

Maturidl ve onu takip eden Kelamcılar yardımıyla sistematik bir

yapıya kavuşturulmuş, günümüze taşınmıştır. Dolayısıyla Ebu. Hanife

tarafından disipline edilip savunulan ve Maturidi bakışın temelini

oluşturan söz konusu tercihler, bu gün bizim de içinde bulunduğumuz büyük bir coğrafya tarafından benimsemiş bulunmakta, halen geçerliliğini devam ettirmektedir.





Kaynaklar :

Abdurrahman Bedevi, Mezahibu'l-İslamiyyin, Daru'l-İlm li'l-Melayin,

Beyrut 1997.

Ahmed b. Hanbel (ö. 2411855), Usulu's-Sunne, Akidetu Eimmeti's-Selef

içinde, Daru Kitabi'l-Arabi, Beyrut 199511415.

es-Sunnetu'l-leti Teveffa anha Rasıllullah, Akidetu Eimmeti's-Selef

içinde, Daru Kitabi'l-Arabi, Beyrut 1995/1415.

Ahmed Emin, Duha'l-İslam, I-m, Matbaatu Lecneti't-Te'lif ve't-Terceme

ve'n-Neşr, Kahire, 195211371.

el-Bağdadi, Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed (ö. 429/1037), el-Fark

beyne'l-Fırak,Tahkik: Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, elMektebetu'l-Asriyye,

Beyrut 1990/1411.

Kitabu Usuli'd-Din, Daru'l-Kutibi'l-İlmiyye, Beyrut 198111401.

Bahçıvan, Seyyid, "İrca Fikri ve Ebu Hanife 'nin İrca ile İthamına Bir

Bakış", Selçuk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, VIII, Konya,

1998, 141-176.

el-Bezdevi, Ebu'l-Yusr Muhammed b. Muhammed b. Alıdilkerim (ö.

49311100), Kitabu Usılli'd-Dîn, Tahkik: Hans Peter Lens, Daru

İhyai'l-Kutubi'l-Arabi, Kahire 1963/1383.

el-Buhari, İsmail b. İbrahim (ö. 256/870), Kitabu 't-Tarihi' l-Kebir, Hatib elBağdadl'nin

Zeyli ile birlikte, I-XII, Daru'l-Fikr (baskı tarihi yok).

Doğan, İsa, Mürcie ve Ebıl Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun 1992.

Ebu Hanife, Numan b. Sabit (ö. 150/767), el-Fıkhu'l-Ekber, İmam-ı

Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul 1981.

Vasiyyetu Ebi Hanife, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul

1981.

el-Alim ve'l-Muteallim, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul

1981.

el-Fıkhu'l-Ebsat, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul, 1981.

Risaletu Ebi Hanife, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde, İstanbul,

1981.

Ebu Zehra, Muhammed, Ebıl Hanife, Çeviri: Osman Keskioğlu, Can

Kitabevi, Konya 1981.

el-Eş'arl, Ebu'I-Hasan Ali b. İsmail (ö. 324/935), Kitabu'l-Luma' fi'r-Reddi

ala Ehli'l-Ehva ve'l-Bida', Tahkik: Hamfide Gurabe, Matbaatu Mısr

Şirketu Musaheme Mısriyye, (Mısır) 1955.

Makdlatu'l-İslamiyyîn ve İhtilafu'l-Musallîn, I-II, Tahkik: M.

Muhyiddin Abdulhamid, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut 199011411.

121

el-ibdne an Usuli'd-Diyane, Daru'l-Kutubi'l-Arabi, Beyrut 1990/1410.

el-Ferahidi, Ebu Abdirrahman b. el-Halil b. Ahmed (ö.l751791), Kitabu'lAyn,

I-VIII, Tahkik: Mehdi Mahsumi-İbrahim Samirai, Muessetu'lAlemi

li'l-Matbuat, Beyrut 1988/1407.

el-Gazzali, Ebfi Hamid Muhammed (ö. 505/1111), el-İktisad fi'l-İ'tikad,

Daru'l-Kutibi'l-İlmiyye, Beyrut 1988/1409.

İbn Ebi Ya'la, Ebu'l-Huseyn Muhammed (ö. 526/1131), Akvalun li'l-İmam

Ahmed fi'-Akfde MecmuôJun min Tabakati'l-Hanabile l'İbni Ebf

Ya'lô, Akidetu Eimmeti's-Selef içinde, Daru Kitabi'l-Arabi, Beyrut

1995/1415.

İbn Paris, Ebu'l Hüseyn Ahmed (ö. 395/1004), Mucmelu'l-Luğa, I-II,

Tahkik: Zubeyr Abdulmuhsin, Muessetu'r-Risale, (baskı yeri yok)

1986/1406.

İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Muslim (ö. 276/889), el-Maarif,

Tahkik: Servet Ukkaşe, el-Hey'etu'l-Mısrıyye, Kahire 1992.

İbn Mace, Ebu Abdiilah Muhammed b. Yezid (ö. 273/886), es-Sunen,

Mevsuatu' s-Sunne el-Kutubu' s-Sunne ve Şuruhuha, içinde, Çağrı

Yy., İstanbul 1992/1412.

İbn Manzur, Cemaleddin b. Mukerrem (ö.711/1311), Lisanu'l-Arab, I-XV,

Daru Sadır, Beyrut, 141411994.

İbn Nedim, el-Fihrist, Daru'l-Marife, Beyrut 19947/1417.

İbn Teymiyye, Takıyuddin Ebu'I-Abbas Ahmed (ö. 728/1327), et-Tefsfru'lKebfr,

I-X,

Tahkik: Abdurrahman Umeyra, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut (baskı

tarihi yok).

el-Furkan beyne'i-Hak ve'l-Batıl, Matbaatu'l-İmam, Kahire (baskı

tarihi yok).

el-İsferayini, Ebu'I-Muzaffer (ö. 418/1027), et-Tebsfr fi'd-Dîn, Tahkik:

Yusuf Kamil Hût, Alemu'l-Kitab, Beyrut 1983.

Izutsu, Toshihiko, İslam Düşüncesinde İman Kavramı, Çeviri: Selahaddin

Ayaz, Pınar Yayınları, İstanbul 1984.

Kadi Abdulcebbar b. Ahmed (ö. 415/1024), Şerhu'l-Usuli'l-Hamse, Tahkik:

Abdulkerim Osman, Mektebe Vehbe, Kahire 1996/1416.

el-Kummi, Sa' d b. Abdilah Ebi Halef (ö. 301/913), Kitabu'l-Makalât ve'l-Fırak,

Matbaat-ı Haydari, Tahran 1963.

Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamtaşma Sürecinde Mücie ve Tesirleri, Türkiye

Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000.

122

el-Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud

(ö.333/944), Kitabu't-Tevhfd, Tahkik: Fetbullah Huleyf, el-Mektebetu'l-İslihniyye,

İstanbul 1979.

Te'vfitu Ehli 's-Sunne, Tahkik: İbrahim Avdayn-es-Seyyid Avdayn,

Kahire 197111391.

en-Nesefi, Ebu'l-Muîn Meymûn b. Mahmud (ö. 415/1024), Tebsiratu'l-Edille,

I-II, Tahkik: Claude Salame, İnstitut de Français de Damas,

Damas 1993.

es-Sabuni, Nureddin Ahmed b. Mahmud b. Ebi Bekr (ö. 415/1024), elBidaye

fi Usulid-Dîn, Tahkik: Bekir Topaloğlu, Diyanet İşleri

Başkanlığı Yayınları, Ankara 1995.

Sarıkaya, Mehmet Saffet, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Tuğra

Matbası, Isparta 2001.

es-Subki, Ebu Nasr Abdurrhman b. Ali (ö.77711375), Tabakfltu 'ş

Şôfiiyyetu 'l-Kubra, I-IX, Tahkik: Mahmud Muhammed TınahiAbdulfettah

Muhmmed el-Halv, Hicr, Kahire 1992/1413.

eş-Şehristani, Ebu' I- Feth Muhammed b. Abctilkerim (ö. 548/1 153), el-Milel

ve'n-Nihal, I-III, Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1992/1413.

Şibay, Halim Sabit "Ebu Hanife", İslam Ansiklopedisi, I-XIII, Milli Eğitim

Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1978.

et-Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve (ö. 279/892), es-Sunen,

Mevsuatu's-Sunne Kutubu's-Sunne ve Şurfihuha, içinde, Çağrı

Yayınları, İstanbul 1413/1992.

Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çeviri;

Ethem Ruhi Fığlalı, Umran Yayınları, Ankara 1981.




Son sözüm ve Not : Bu foruma üye olduğu ve bulunuduğu süre zarfında nasıl ve neye inandığını bir türlü netleştirememiş olan mezheb olarak tercihi bazen Şafi, bazen hiçbir mezhebe bağlı olmayan bağımsız biri, bazen mezhebleri telfık edici ez-cümle birkarasız kasım olarak ifade eden ve son olarak da İmam-ı Azam Ebu Hanife Efendimizin –rahmetullahu aleyh- MÜRCİE olduğu herzesini foruma kusan ve bu kadar tuhaf, bozuk ve eksantrik özellikler taşımasına rağmen kendisini foruma “Hakperset” (!!!) ismi lanse eden bu ucube kişinin röntgenini orta yere sermeyi ve ipliğini pazara çıkarmayı bize nasibe en Rabbimize hamdu senalar ediyorum. Beni, sürekli “bas-git” sözleriyle kovmaya çalışan bu HARİCİ hakkında sanırım yönetim ve üyelerden onu savunacak aymazlıkta bir kişinin çıkabileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Her “Çok tehlikelidir, zinhar yazılarından ve mesajlarından uzak durun!” dediğim ve pek çoğunun yasakalndığı üye gibi bunun da yasaklanması vacib seviyesinde bir durum arzetmektedir. Yönetimdeki muteber bir Müslüman inacı olan Ehl-i Sünnet inanışındaki arkadaşlara konuyu arz ediyor, gereğinin acilen yapılmasını diliyorum.
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,184
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
İmam Ebu Hanife mürcie olarak suçlanmış
Ee ben ne yapayım, kendi yazında da aynısını demişsin zaten

Ehli hadis tarafından da ehli rey olması ile suçlanmış
İlahi dede tarihi geriye alabilsem o kargaşalara dur diyebilsem derdim elbette

Önüne geleni tekfir ediyorsun
Şimdi de yönetime de mi sataşıyorsun

Ne zamandan beri forumda fikir beyanı yasak oldu ve tekfir serbest oldu
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
Arkadaşlar !
Daha önce de sık sık ifade ettiğim gibi, bu fakir acizane bu foruma sanki müslümanlardanmış gibi takiyye yaparak üye olup, iğreti-bozuk fikirleriyle arz-ı endam edenleri henüz daha ilk mesajarından sonra anlayarak "Bu şahıs hem bu forum için ve hem de bütün dünyadaki müslümanlar için çok tehlikelidir. Lütfen yönetim bunun gereğini yapsın..." demişimdir. Şimdi de karşımıza "Hakperest" nickiyle şiddetli bir SÜNNİ müslüman, İmam-ı Azam ve 3 Hak mezhebin düşmanı bir HARİCİ çıkmıştır. Kendisine bugüne kadar yaptığı akıl-almaz falsolarından sürekli "Sen henüz müslüman olma şerefine ulaşamadın!" dediğim ve forumu bu şahsa karşı uyardığım pek çok mesajım olmuştur. Ancak, bu uyarılarıma ne ne bir üye tam destek vermiş, ve ne de yazıklarım forum yönetimince kaale alınmamıştır. Bunun sebebi gayet basittir. Çünkü, buradakilerin ve forum yönetiminin böyle takiyyeci harici zihniyetindeki kişileri bulup, tsbbit edip ortaya çıkarabilme ilimleri yoktur. Hâl böyle olunca da bu şahıslar sanki adeta yazdıklarıyla ve forumda sürekli boy göstermeleriyle forumu ayakta tutan kişiler olarak görülmektedirler ! İşte, bahsettiğim bu şahsın son olarak "Ebu Hanife Mürcie idi !" şeklindeki beyanı kendisinin forumda sürekli zehir kusan bir HARİCİ olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü, İmam-ı Azam Efendimiz ömrü boyunca asla MÜRCİE olmadığı gibi, bu Harici kafaların ve Mezheblerle mücadele eden en önemli bir şahsiyettir. Nitekim bu konu hakkında bir akademisyen tarafından kaleme alınan bir makaleyi aşağıya sunuyorum. Bütün forum okuya, anlaya ve burada dostmuş veya müslümanmış gibi görünen koyun postuna bürünmüş domuzlardan herkesin hazer etmesini ve bu forumda salyangoz satmayı meslek edinmiş bu iğrenç yaratıkların forumla ilişiklerin derhal kesilmesi sağlansın diyorum.

Ben bi ara Mardine yolum düştüğünde onun hakkından geleceğim. Ava spi kenarında sac tava yaptırıp seninle benim yerimize yemezsem ne olayım... :) @Kaçak a da resmini faceden yollarım. :)

Şimdi ben yönetimde olacaktım iftardan sonra ağzına acı biber sürer kapının önünde tek ayak üstü bekletirdim.

Ama sen de çok ağır konuşmuşsun. Sana da ceza verilebilir benden söylemesi....

Ebu Hanifeye söz söyleyen çok olmuş ama sonuç değişmemiş. İmam Şafii Hazretleri de eski kavil yeni kavil ictihadlarını değiştirdiği olmuş. Saygı ve merhamet esastır. Allah sonumuzu hayr etsin...
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
Dede aynen öyle. Senin ilk bu kişi forumdan atılsın talebin değil. Senin de belirttiğin gibi daha öncede defalarca başkaları hakkında da bu talebin oldu. Neden yahu? Kimse fikir belirtmeyecekse burası forum değil, kütüphane olur, hatta o bile olmaz, orada bile birbirine zıt kitaplar var. Farklı fikirlerin olması forum içinde islâm içinde zenginliktir.

Bir ara ben bu forumdan uzun süreli banlandım. Başka dini forumlara bakayım dedim. Ama herkes aynı fikirde. Böyle olunca görüş paylaşanda yok. Birbirlerine emeğine sağlık allah razı olsun diyorlar o kadar. Buranın farkı üyelerin farklı fikirlerde olması.
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Yav, astığım makale bir akademisyene ait ve İmamı Azam Ebu Hanifeye yaftalanan "Mürcie" herzesine reddiye mahiyetinde... Sizden makaleyi onaylamanızı beklemiyorum. Çünkü, makale zaten kendi kendini onaylamış ve hakikati ortaya koymuş ! Ehl-i sünnet olan bir Mezheb sahibi imam nasıl oluyorda Fırak-ı Dalle'den (Dalalet Fırkalarından)
olan bir inanışa sahip olabilir ? Ehl-i Sünnet ulemasının hepsinin ittifakıylal MÜRCİE FIRKASI ;"
Hasenâtımız makbûl, seyyiâtımız da mağfûrdur. İbâdetleri —onamaz, oruç, zekât, hac gibi— inkâr ederler ve derler ki: Bunlar fezâildir, işlersen iyi işlemezsen bir şey lâzım gelmez." Bunlar da İslâmdan hariçtirler, bunların hepsi tekfir olunmaktadır. Şimdi, en büyük müçtehid İmam-ı Azam Efendimiz nasıl oluyor da MÜRCİE oluyor ? Ona mürcie diyende hiç din-iman olur mu? Bay muallim ve cemal, siz bu dini siz bu forumda oynayasınız diye oyuncağınız mı zannediyorsunuz ? Ne kadar düşüncesiz bir sığ kafaya sahipsiniz ? Rabbimiz hepinizin şerrinden iman sahiplerini korusun diyorum !
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
Yav, astığım makale bir akademisyene ait ve İmamı Azam Ebu Hanifeye yaftalanan "Mürcie" herzesine reddiye mahiyetinde... Sizden makaleyi onaylamanızı beklemiyorum. Çünkü, makale zaten kendi kendini onaylamış ve hakikati ortaya koymuş ! Ehl-i sünnet olan bir Mezheb sahibi imam nasıl oluyorda Fırak-ı Dalle'den (Dalalet Fırkalarından)
olan bir inanışa sahip olabilir ? Ehl-i Sünnet ulemasının hepsinin ittifakıylal MÜRCİE FIRKASI ;"
Hasenâtımız makbûl, seyyiâtımız da mağfûrdur. İbâdetleri —onamaz, oruç, zekât, hac gibi— inkâr ederler ve derler ki: Bunlar fezâildir, işlersen iyi işlemezsen bir şey lâzım gelmez." Bunlar da İslâmdan hariçtirler, bunların hepsi tekfir olunmaktadır. Şimdi, en büyük müçtehid İmam-ı Azam Efendimiz nasıl oluyor da MÜRCİE oluyor ? Ona mürcie diyende hiç din-iman olur mu? Bay muallim ve cemal, siz bu dini siz bu forumda oynayasınız diye oyuncağınız mı zannediyorsunuz ? Ne kadar düşüncesiz bir sığ kafaya sahipsiniz ? Rabbimiz hepinizin şerrinden iman sahiplerini korusun diyorum !

Sayın ilke !

Toz almanız ve fırçalamanız bizim için büyük bir onurdur. Teşekkür ederim elinize sağlık. Elleriniz dert görmesin. Lakin ben de bir makalenin sonuç ve değerlendirme kısmını eklemiş tamamını ise link olarak vermiştim. Ben de senin mantığındayım ama toz almadan yazdım. Hakperest e don kişot gibi dalıyorsun. Azıcık daha sakin ifadelerle yaz. korkutma bizi :(
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Sayın ilke !

Toz almanız ve fırçalamanız bizim için büyük bir onurdur. Teşekkür ederim elinize sağlık. Elleriniz dert görmesin. Lakin ben de bir makalenin sonuç ve değerlendirme kısmını eklemiş tamamını ise link olarak vermiştim. Ben de senin mantığındayım ama toz almadan yazdım. Hakperest e don kişot gibi dalıyorsun. Azıcık daha sakin ifadelerle yaz. korkutma bizi :(
Onun Mezheb İmamımız İmam-ı Azam Efendimize saldırısı nasılsa, ben de ona aynı şekilde saldırıyorum ! Olay bu kadar basit !
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
Onun Mezheb İmamımız İmam-ı Azam Efendimize saldırısı nasılsa, ben de ona aynı şekilde saldırıyorum ! Olay bu kadar basit !

Tamam da biz sorduk delilin nedir diye adam cevap verdi muarızları tarafından Ebu Hanifeye murcie ithamında bulunuldu dedi. Biz de mutezilenin çarşı grubundan olduğunu ve kendilerinin dışında herkese karşı olduklarını söyledik. Ebu Hanifenin mürcie ile mutezilenin ortasında bir yerde bulunduğunu dile getirdik. Ne mürcienin ne de mutezilenin imamları arasında isminin geçmediğini, iki fırkanın da onu sahiplenmediğini söyledik. Sevgili Hakperest te eyvallah dedi. Bundan başka bir şey yok. :) Kendisi on numara Şafiidir. :)

Asıl @Kaptan konuşmalı :)

Turkiye'de ki hanefilerin çoğu mürcidir zaten, ehli sünnet içerisindeki mutedil kesimi temsil ederler..işte bundandır Türk müslümanın hali, her türlü haltı yer ama müslüman kalmaya devam eder, imana hiçbirşekilde halel gelmez.
 
Son düzenleme:

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,184
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Onun Mezheb İmamımız İmam-ı Azam Efendimize saldırısı nasılsa, ben de ona aynı şekilde saldırıyorum ! Olay bu kadar basit !
İmam Ebu Hanife mezhep imamıdır, müctehidtir
Siyasi olaylardaki tavrı takdire şayandır
Ehlibeyt sevgisiyle doludur
Saltanat karşısında diz çökmemiş bir şehittir

İlgili mesajım düşünme üzerinde idi, yaftalamanın gereksizliği üzerine idi
Zemahşeriyi de kattım ki anlaşılsın
Ancak sen hep bastonuna davranıyorsun hemen
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
İmam Ebu Hanife mezhep imamıdır, müctehidtir
Siyasi olaylardaki tavrı takdire şayandır
Ehlibeyt sevgisiyle doludur
Saltanat karşısında diz çökmemiş bir şehittir

İlgili mesajım düşünme üzerinde idi, yaftalamanın gereksizliği üzerine idi
Zemahşeriyi de kattım ki anlaşılsın
Ancak sen hep bastonuna davranıyorsun hemen

Kıvırmak seninle özdeşleşmiş bir durum ! Ne var ki, İmam-ı Azam Efendimizin senin meth-u senalarına asla ihtiyacı
yok !.. Yazdıklarının arkasında dur ! Ya da arkasında duramayacağın şeyleri yazma ! Artık takken düştü ve başında kaç kıl saç olduğu görüldü ! Bakalım kendini bu forumda ne zamana kadar muhafaza edebileceksin ?
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
Kıvırmak seninle özdeşleşmiş bir durum ! Ne var ki, İmam-ı Azam Efendimizin senin meth-u senalarına asla ihtiyacı
yok !.. Yazdıklarının arkasında dur ! Ya da arkasında duramayacağın şeyleri yazma ! Artık takken düştü ve başında kaç kıl saç olduğu görüldü ! Bakalım kendini bu forumda ne zamana kadar muhafaza edebileceksin ?

YA ne dese kızıyorsun ama :)
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Tamam da biz sorduk delilin nedir diye adam cevap verdi muarızları tarafından Ebu Hanifeye murcie ithamında bulunuldu dedi. Biz de mutezilenin çarşı grubundan olduğunu ve kendilerinin dışında herkese karşı olduklarını söyledik. Ebu Hanifenin mürcie ile mutezilenin ortasında bir yerde bulunduğunu dile getirdik. Ne mürcienin ne de mutezilenin imamları arasında isminin geçmediğini, iki fırkanın da onu sahiplenmediğini söyledik. Sevgili Hakperest te eyvallah dedi. Bundan başka bir şey yok. :) Kendisi on numara Şafiidir. :)

Asıl @Kaptan konuşmalı :)
Akaid bahisleriyle kelam bahislerinin arasındaki farkı anlamayanlarla konuyu daha fazla uzatmanın gereği yok. Sürekli tekrar etmek zorunda kalacağız ki buna hiç gerek yok.

İmani hakikatlerin Kurani delillerle incelenmesine Kuran kendisi teşvik etmiş ve İslam akaidi kelama ve imamlara gerek kalmadan Kuran’la bize ulaştırılmıştır. Bizler böyle inanıyoruz. İbn Hazm dediği gibi "Selefimizi severiz, ama bizim için gerçek onlardan daha değerli ve daha üstündür". Hal böyle olunca hiç mesele kalmıyor.
 
Üst