eylül
Veled-i kalbî
İslâm, fıtrat dînidir. Fıtrat dîni; insan yaratılışına uygun olur, onun tabiatıyla çelişen prensipler ihtiva etmez. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle dile getirilir:
“Yüzünü her türlü bâtıldan çevirip Allâh’ın yapısı olan dîne dön! O yapı ki, Allah insanları ona uygun olarak yaratmıştır. Allâh’ın yaratışında bir değişme olmaz.” (er-Rûm, 30/30)
Allâh’ın yaratışında değişme olmaz. İnsanı da Allah yaratmıştır. O hâlde onun tabiatı da değişmez. İnsanın tabiatında gazap, şehvet gibi duygular da bulunmaktadır. Aslında bunlar bi-zâtihî mezmum ve zararlı değildir. Çünkü insanlık için birtakım faydalar sağlamaktadırlar. Ancak yöneldikleri muhataba, ölçülü olup olmamaları gibi hususlara göre iyi ya da kötü olurlar. Meselâ şehvet; yani bir şeyleri arzulama duygusu, özünde zararlı değildir. İnsan, hayatını sürdürebilmek, sıhhatli bir ömür sürebilmek için yiyip içmeye; neslini devam ettirebilmek için de cinsî münasebete ihtiyaç duyar. Eğer Allah, insan tabiatında bu duyguyu yaratmasa; insan dünyada ne yaşayabilir, ne de neslini devam ettirebilirdi. Bu duygunun sâikıyle insanın yiyip-içmeden ve cinsî münasebetten zevk alması, aslında insan hayatının ve neslinin devamını sağlamak için verilmiş bir ücret gibidir.
Şehvet duygusu, insanın fıtrat ve tabiatında yer alınca onu tamamıyla ret ve inkâr etmek tabiatla mücadele etmek olur ki sonu muhakkak hüsrandır. Ancak fıtratın gereğidir diye bu konuda hiçbir sınır getirmemek de felâket getirir. Daima perhiz yapan kişi sağlığından olur. Yiyip içmesine hiçbir sınır koymayan kişi ise mide fesadına uğrar. Cinsî münasebete mutlak olarak yasak koymak sonu kat’î mağlûbiyet olan bir savaşı başlatmaktır. Bu konuda hiçbir sınır tanımamak ise hem ferdin hem de toplumun sonunu hazırlamaktır. Batı toplumlarının hâli bunun şâhididir. Batıda insanların çoğu evliliğin sorumluluklarını yüklenmekten kaçınıyor, kadınlar çocuk doğurma külfetine girmek istemiyorlar. Bu sebeple nikâhsız «birliktelik»ler yaygınlaşıyor. Yani insanlar, karşılığında hiçbir hizmet görmeden cinsî münasebet ücretini almak istiyorlar. Sürdürülen bu ferdiyetçi hayat ise ihtiyarlık ânında kimsesizliğe sebep olarak ferdin hüsranına, aile müessesesini gerilettiği için de cemiyetin tahribine sebep oluyor.
Aile müessesesi, toplumun temel yapı taşıdır. Ailesi sağlam olmayan toplumlar şîrâzesi kopmuş bir kitap gibidir. Böyle bir toplumda ferdin tutunacak bir dalı yoktur. Çünkü ailesi olmayacağı için akrabası ve çevresi de olmaz. Âdeta boşluktadır. Dolayısıyla onu topluma bağlayan hiçbir bağ kalmaz. Böyle fertlerden oluşan bir toplumda ise değerler aşınır, müşterekler yok olur ve neticede çözülme ve dağılma baş gösterir. Bu sebeple Mehmed Âkif merhumun geçen asrın başında aile hakkında inkılâp yapmak isteyenlere karşı gösterdiği tepki boşuna değildir:
Biz ki her mevcûdu yıktık gāyesiz bir fikr ile
Yıkmadık bir şey bıraktık, sâde bir şey: Âile!
Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslāh eyledik?
İşte vîran memleket! Her yer delik, her yer deşik!
Bunların tâmîri kābil olsa ciddiyyet, sebât
Lâkin, Allâh etmesin, bir düşse şâyet âilât
En kavî kollarla hattâ kalkamaz imkânı yok
Kim ki «kalkar» der, onun hayvan kadar iz’ânı yok!
«Âilî bir inkılâb olsun» diyen me’yûs olur
Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir deyyûs olur!
Çünkü çıplak inkılâbâtın rezâlettir sonu
Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu
…
Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!
bünyân: Bina, yapı; âilât: Aileler; âilî: Aileyle ilgili;
denî: Alçak; vâye: Nasip
“Yüzünü her türlü bâtıldan çevirip Allâh’ın yapısı olan dîne dön! O yapı ki, Allah insanları ona uygun olarak yaratmıştır. Allâh’ın yaratışında bir değişme olmaz.” (er-Rûm, 30/30)
Allâh’ın yaratışında değişme olmaz. İnsanı da Allah yaratmıştır. O hâlde onun tabiatı da değişmez. İnsanın tabiatında gazap, şehvet gibi duygular da bulunmaktadır. Aslında bunlar bi-zâtihî mezmum ve zararlı değildir. Çünkü insanlık için birtakım faydalar sağlamaktadırlar. Ancak yöneldikleri muhataba, ölçülü olup olmamaları gibi hususlara göre iyi ya da kötü olurlar. Meselâ şehvet; yani bir şeyleri arzulama duygusu, özünde zararlı değildir. İnsan, hayatını sürdürebilmek, sıhhatli bir ömür sürebilmek için yiyip içmeye; neslini devam ettirebilmek için de cinsî münasebete ihtiyaç duyar. Eğer Allah, insan tabiatında bu duyguyu yaratmasa; insan dünyada ne yaşayabilir, ne de neslini devam ettirebilirdi. Bu duygunun sâikıyle insanın yiyip-içmeden ve cinsî münasebetten zevk alması, aslında insan hayatının ve neslinin devamını sağlamak için verilmiş bir ücret gibidir.
Şehvet duygusu, insanın fıtrat ve tabiatında yer alınca onu tamamıyla ret ve inkâr etmek tabiatla mücadele etmek olur ki sonu muhakkak hüsrandır. Ancak fıtratın gereğidir diye bu konuda hiçbir sınır getirmemek de felâket getirir. Daima perhiz yapan kişi sağlığından olur. Yiyip içmesine hiçbir sınır koymayan kişi ise mide fesadına uğrar. Cinsî münasebete mutlak olarak yasak koymak sonu kat’î mağlûbiyet olan bir savaşı başlatmaktır. Bu konuda hiçbir sınır tanımamak ise hem ferdin hem de toplumun sonunu hazırlamaktır. Batı toplumlarının hâli bunun şâhididir. Batıda insanların çoğu evliliğin sorumluluklarını yüklenmekten kaçınıyor, kadınlar çocuk doğurma külfetine girmek istemiyorlar. Bu sebeple nikâhsız «birliktelik»ler yaygınlaşıyor. Yani insanlar, karşılığında hiçbir hizmet görmeden cinsî münasebet ücretini almak istiyorlar. Sürdürülen bu ferdiyetçi hayat ise ihtiyarlık ânında kimsesizliğe sebep olarak ferdin hüsranına, aile müessesesini gerilettiği için de cemiyetin tahribine sebep oluyor.
Aile müessesesi, toplumun temel yapı taşıdır. Ailesi sağlam olmayan toplumlar şîrâzesi kopmuş bir kitap gibidir. Böyle bir toplumda ferdin tutunacak bir dalı yoktur. Çünkü ailesi olmayacağı için akrabası ve çevresi de olmaz. Âdeta boşluktadır. Dolayısıyla onu topluma bağlayan hiçbir bağ kalmaz. Böyle fertlerden oluşan bir toplumda ise değerler aşınır, müşterekler yok olur ve neticede çözülme ve dağılma baş gösterir. Bu sebeple Mehmed Âkif merhumun geçen asrın başında aile hakkında inkılâp yapmak isteyenlere karşı gösterdiği tepki boşuna değildir:
Biz ki her mevcûdu yıktık gāyesiz bir fikr ile
Yıkmadık bir şey bıraktık, sâde bir şey: Âile!
Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslāh eyledik?
İşte vîran memleket! Her yer delik, her yer deşik!
Bunların tâmîri kābil olsa ciddiyyet, sebât
Lâkin, Allâh etmesin, bir düşse şâyet âilât
En kavî kollarla hattâ kalkamaz imkânı yok
Kim ki «kalkar» der, onun hayvan kadar iz’ânı yok!
«Âilî bir inkılâb olsun» diyen me’yûs olur
Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir deyyûs olur!
Çünkü çıplak inkılâbâtın rezâlettir sonu
Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu
…
Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!
bünyân: Bina, yapı; âilât: Aileler; âilî: Aileyle ilgili;
denî: Alçak; vâye: Nasip