FİTNE KATİLDEN BETERDİR

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
FİTNE KATİLDEN BETERDİR

SELİM GÜRBÜZER

Hele fitne virüsü bir bünyeye girmeye dursun vücudu içten içe yer bitirir de.. Aynen öyle de ehl-i sünnet istikameti üzere yol alan ümmetin içine sızmış fitne guruhları içimize attıkları fitne tohumlarıyla sinsi sinsi bizi birbirimize düşürebiliyorlar. Maalesef bunu yaparken de kimi zaman ayetlerin mana ve ruhuyla oynayarak, kimi zaman hadiste neymiş diyerek, kimi zaman da hakiki âlimlerimizi itibarsızlaştırmak suretiyle yapmaktalar. İşte bu hazin durumdan dolayı Kur’an hükmünce ‘fitne katilden beterdir’ diyoruz.

Malumunuz İbn-i Abbas (r.a) Kur’an-ı Kerimi tefsir eden ilk sahabedir. Bu nedenle bu yüce sahabeye müfessirlerin piri denmesi yerinde bir taltiftir. Nitekim O, Kur’an’ın mana ve ruhuna uygun olarak ayetlerin nüzul sebeplerini ortaya koyup Resulullah (s.a.v)'in işaret buyurduğu usul ve beyanlar çerçevesinde müfessir pirimiz olmuştur. İşte İbn-i Abbas (r.a)'ın açtığı yoldan hareketle Beyzavi, Celaleyn, Medarik ve Ebussuud gibi âlimler Kur’an’ı her devir insanın idrak edebileceği tarzda tefsir ilmine adamışlardır. Böylece kendilerinden sonra gelen kuşaklara tefsir konusunda rehberlik etmişlerdir. Her ne kadar hadisi dışlayan mealciler geleceğimizi karatmaya çalışsalar da bu büyük müfessirlerin ortaya koyduğu eserler heveslerini kursaklarında bırakmaya yeter, hatta artar bile.

İslam dünyasında sadece tefsir sahasında eserler ortaya koyan âlimlerimiz mi söz konusu? Elbette ki tefsir âlimlerinin yanı sıra birbirinden değerli hadis ilminde kendini ispatlamış âlimlerimizde Müslümanların başvuru kaynağı olmuştur. Derken zaman içerisinde Buhari, İbn-i Mace, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai gibi muhaddislerin yazdıkları hadis kitaplar sayesinde Kütüb-i Sitte (Altı kitap) adıyla birleştirilip şaheser diyebileceğimiz hadis külliyatı ortaya konmuştur. Böylece Muhammedisiz yol izleyenlerin hevesleri bir kez daha boşa çıkartılmıştır.

Madem öyle, İslam’ın temel kaynaklarına sıkı sıkıya sarılmak gerekir ki her devirde karşı karşıya kaldığımız baş belası fitne odaklarının oyunlarından kurtulmak mümkün olabilsin. Yeter ki Edille-i Şer’iyye caddesinde milim taviz verilmesin gerisi gelir elbet.

Gerçek şu ki; ehlisünnet âlimlerinin çalışmalarıyla ortaya konan tefsir ve hadis külliyatlarının her biri yolumuzu aydınlatan fenerler hükmündedir. Hakeza Kur’an ve hadisleri yorumlama farklılığından (ictihad farklarından) doğan mezheplerin ortaya koyduğu fıkhı külliyatlarda kayda değer eserledir. Hiç şüphesiz Rasulüllah (s.a.v)'in ‘İctihad ediniz’ fermanı bu yolu açmıştır. Çünkü mezhep zehap kökünden gelip sanıldığın aksine ayrılık değil, fikri açılım okullarıdır. Öyle ki; İslam âlimleri ictihad da bulunurken Kur’an’ın zahiri manası için bile kılı kırk yaracak derecede titiz davranmışlardır. İşte onlar böyle bir çaba içerisinde fikri açılımı gerçekleştirirken maalesef günümüzde kendine bilgelik süsü veren birtakım aklı evveller de ayetleri derinlemesine incelemeden günü birlik yorumlarla aklına estiği şekilde açıklama cüreti sergilemekteler. Oysa Allah Teâlâ “(Habibim) sana kitabı indiren O’dur. Onlardan bir kısım ayetler muhkemdir ki, bunlar kitabın anasıdır (temeli). Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve teviline yeltenmek için, onun müteşabih olanına tabi olurlar. Hâlbuki O’nun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde yüksek gayeye erenler ise ‘Biz ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındadır’ derler. Bunları salim akıllılardan başkası iyice düşünemez” (Al-i İmran–7) beyan buyurmaktadır. Anlaşılan o ki; ayet-i celileler açıklanması kolay ve açıklanması zor olarak vahiy edilmiş. Üstelik Kur’an’ın en kolay açıklanabilir ayetleri için bile İslam âlimleri derinlemesine zihin fırtınası yapıp, gerekli araştırmaları tamamladıktan sonra ancak nihai ictihadlarını ortaya koyabilmekteler. Bakın, Caferi Sadık Hz.leri Kur’an’ı Kerimde geçen ayetleri anlama da dört önemli hususun varlığına işaret edip bu unsurları:

-Kuran’ın ibarat manası (kelime anlamı),

-Kuran’ın işaret manası,

-Kuran’ın batını manası (iç manası),

-Kuran’ın hakaiki manası (gerçek anlamı) diye tasnif etmiştir.

İşte yukarıda zikredilen tasniflemeden de anlaşıldığı üzere her insanın Kur’an’dan mana çıkarma cehdi bulunduğu konuma göre değişebiliyor. Zira ayetlerin zahiri, yani dış anlamı avam (halkın genel seviyesi) içindir, ayetlerin neye işaret ettiği zahiri âlimlere yöneliktir, iç manası evliyalar (ilmi ile amil olmuş âlimler) içindir, hakaiki manası ise Peygamberimize has bir melekedir. Elbette ki Kur'an-ı Kerimin mana ve ruhuna yakınlık bakımdan birinci kaynak Resulüllah (s.a.v)’dir. Bu nedenle O'nun tartışmasız yeri Makam-ı Mahmud olup, beşeriyetten hiç kimse bu makama göz dikip davasını güdemez. Maazallah bu makamın davasını gütmek küfürdür. O halde Peygambersiz İslam çerçevesi oluşturmaya çalışıp da kendilerini kurtarıcı olarak lanse eden birtakım mihraklara fırsat vermemek gerekir. Şu iyi bilinsin ki asıl kurtarılmaya muhtaç kendileridir.

Bakınız İsmail Çetin Kur'an’ın mana ve ruhuna yönelik Seyyid Abdulhakim el Hüseyni Gavs-ı Bilvanisi (k.s)'e sual eylediğinde aldığı cevap çok manidardır: Ve o zat şöyle der:

“-Allah ve Resulünün kelamı çok derin, dipsiz bir bahri amiktir. Onda yüzmek havası ümmete, müçtehitlere, kümeli evliyaya mahsustur. Bazı ayet ve hadis insanın kalıbına, bazısı ruhuna, bazısı sırrına, bazısı da hepsine ait olur. Şeriat ahkâmında, nefse müteallik olana tarikat, kalbe yönelmiş olana hal, ruha yönelmiş olana marifet, sırra yönelmiş olana hakikat yahut hakiki tevhid ismi verilir. Bunları birbirinden tefrik etmek müşküldür. Hangi zat hangi ayet ve hadisle ne gibi şartlarla muvaffak oldu ise bu hususta o tedavi etme usulünü ona nisbet ederiz. Eğer biz aklımızla bunları açıklar isek hukuklarına tecavüz etmiş oluruz. Ayrıca Allah ve Resulünden kalpten kalbe intikal eden ilimler vardır. Ancak mücaz olan şeyhi mercu onu bilir. Bazıları henüz daha gizli gitmekte, bazıları söylenilmiştir. İşte söylenmiş olan kısmı söyleyene isnad etmek yine ayet ve hadise isnad gibidir. Hadiste isnad ne kadar kısa olsa o kadar kuvvetlidir. Bu ilimde ise isnad ne kadar uzun olsa o kadar faydalıdır” (Edeple Varış Lütufla Dönüş, S:18 1982, Isparta).

Evet, Ehlisünnet çizgisinden sapmış fırka-ı dâlle (sapık gruplar) güruhu her devirde karşımıza fitne kapısı olarak çıkmışlardır. Ehlisünnet çizgisi gibi bir ana cadde dururken sapık yollara tevessül etmek hangi akla hizmet etmek doğrusu anlamak mümkün değil. Kaldı ki Allah Teâlâ “Dinlerini bölük bölük edip fırka fırka olanlarla senin hiçbir alakan yoktur” (El-Enam/159) beyanıyla fırkalara ayrılmayı men etmiştir. Zaten fırka sözcüğünün kelime anlamı parti, gruplaşmak, ayrılmak ve bölük pörçük olmaktır. Ki; İslam'da asla ayrılık ve gayriliğe yer yoktur. Düşünsenize fırka tabirinin sözlük anlamı bile başlı başına ayrılık ve fitne doğurmaya yetiyor. Fakat mezhep öyle değil. Mezhebin sözlük anlamına baktığımızda yol, feri, ictihad farkları demek olup, bilgi üretimini teşvik ediyor. Kelimenin tam anlamıyla ehlisünnet çizgisini şiar edinmiş mezhepler yolumuzu aydınlatıcı ışık fenerleri olurken, sapkın fırkalarda (firka-ı dâlle) sıratı müstakim üzere ana caddede ilerleyen Müslümanları uçuruma sürükleyici fitne tohumu serpme rolü üstlenmişlerdir.

Rahmet ve fitne kapısı İslam âleminin her döneminde var olan birbirinin zıt kutuplu kapılarıdır. Biri aydınlığa yelken açan kapı olurken, diğeri karanlığa sürükleyen gayya çukuru olmaktadır. Neyse ki İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Hanbelî, İmam-ı Malik, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbânî, Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir Geylani ve Bediüzzaman Said Nursi gibi ehlisünnet âlimlerinin yollarını yol bilenler kendilerini tuzağa düşmekten kurtarabiliyor. Nitekim Müseylemet-ül Kezzab gibi yalancı peygamberler, Hasan Sabbah, ve İbn-i Sebe gibi fitne başlarının kucağına düşenlerin helak oldukları artık bir sır değil.. Maalesef bugünde değişik rollere bürünmüş Hasan Sabbah türü FETÖ elebaşısı gibi sözde kurtarıcılar etrafında toplayabildikleri kişileri efsunlayıp devr aldıkları fitne misyonunu Haşhaşı fitne tohumu usulle devam ettirmekteler. Öyle ki, bu sapkın önderlerin bir kısmı;

- Namazların vakitlerini sayısını çok bulup güya kendince âlimlik taslar,

-Kimi zekât, hac ve oruç gibi en temel konularda bile kuru ahkâm yürütür,

-Kimi ezan ve Kuran’ın dili ile oynar, kimi de İslam’ın itikadı konularına el atıp fıkhı kaideleri görmezlikten gelir,

-Kimi dinler arası diyalogdan dem vurup hâşâ Peygamberimizi kamyonete bindirecek kadar belgesel diziler takdim edebilmekteler. Keza Türkçe olimpiyatlar maskesi altında milleti kandırıp yarı çıplak kadın erkekli karışık salonlarda işte Peygamberimizin ruhu burada diyebilmekteler. Yetmedi haham, papazlar eşliğinde Muhammedisiz ezan okutup sırat köprüsünden geçme şovlarına yeltenmekteler. Oysa biz biliyoruz ki âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimiz (s.a.v), sadece Salâvatı şeriflerin, İhlâsı Şerifelerin, Ya Baki entel Baki ve İnşirah surelerin okunduğu halkalara teşrif etmektedir.

-Kimi kendini mealci diye takdim ederekten Kur’an’dan başka kaynak tanımadıklarından bahisle kendi kafalarına göre meal yapmaya kalkışırlar.

-Kimi mezhepsizlikten dem vurur, kimileri de tasavvuf ile şeriat arasında sanki ayrılık gayrilik varmış gibisine bir bardak suda fırtına koparıp habire kafa bulandırmakla meşgullerdir. Derken bütün bunlar İslam âleminde ayrılığı körükleyen yumuşak karnımız olarak karşımıza çıkmakta..

Şöyle bir geçmişe göz attığımızda İmamı Gazali'nin kendi döneminde vuku bulan bir takım felsefi akımların saçtığı fitne hareketlerine karşı mücadele verdiğini görürüz. Nitekim o, her türlü bidatin içimize sızmamasına büyük ölçüde engel olmuştur. Hakeza İmamı Rabbani (k.s)’de tarikat ve şeriat ikiliği doğurmak isteyenlere karşı şeriat ve tarikatın birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini, bir bütün olduğunu vurgulayıp, ümmetin birlik ve dirlik içerisinde yaşaması için hizmette bulunmuştur. Anlaşılan ehlisünnet âlimleri kendi yaşadığı dönemlerde ehl-i sünnet dışı bidat tohumlarını içimize atma girişimlerine fırsat vermedikleri gibi Ümmet-i Muhammed’i her türlü fitneye karşı korumada kalkan olmuşlardır.

Peki ya fitne odaklarının elebaşları ne yaptı derseniz, onlarda malum Ümmeti Muhammed’in önünde haramilik görevi ifa etmişlerdir. Dedik ya, neyse ki ilmi ile amil olmuş âlimler, evliyalar ve müçtehitlerimiz vardı da fitne odaklarının hevesi boşa çıkmıştır. Nasıl boşa çıkmasın ki, onlar Resulü Ekrem’in varisi hükmünde âlimler olup sonsuzluğa uzanan ışık kılavuzlarımızdır. Tabiî ki gelinen noktada her şey süt liman değil, bugünde ışığı karartmak isteyenler çıkacaktır. Nitekim dün İbn-i Sebe, Hasan Sabbah gibi ışığı kapatmaya çalışan fitne önderleri vardı, bugün de FETÖ gibi elebaşı sapkın türevler vardır. Yani birileri yıkmak için var olacak, birileri de inşa etmek için var olacak, belli ki oluklar çift, birinden nur diğerinden kir akacaktır. Elbette ki Yüce Allah’ın hikmetinden sual olunmaz, kader-i ilahiye zıtlıklar üzerine kurulmuş çünkü, bize düşen nura talip olmaktır.

Malum, peygamberler Allah'ın elçisidirler. Madem öyle hiç bir halife, hiç bir imam vahiyle özel görevlendirilemez. Peki, ikide bir “Bana vahiy geliyor” iddiasında bulunanlara ne demeli. Üstelik bu iddia sahipleri ilham da demeyip ısrarla vahiyden söz etmeleri akıl tutulmasının ötesinde deli saçmalığınıda aşan bir durumdur. Belli ki fitneye yelken açanlar her devirde bir türlü iflah olmayacaklardır. Hâlbuki bütün vahyolunan ayetler Kuran’da cem olmuş (toplanmıştır), daha bunun ötesi ne olabilir ki.

Maalesef tarihte Harici ve Şia hareketlerinin İslam dünyası üzerinde oluşturdukları o sancılı dönemin ardından içten çökertici bu sürecin bir benzerini coğrafyamıza bulaştırmak isteyenler var. Bilhassa Şia akımı; Peygamberden sonra halifelik hakkının Hz. Ali’ye ait olduğu davasını hep güder durur. Bunla da kalmayıp halifeliğin Hz. Ali (k.v)’den Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e devr olunup en nihayet Hz. Hüseyin’in soyundan on ikinci İmam Kaim Müntezar Mehdiye geçtiği hezeyanında bulunurlar. Hatta bundan da öte İmam Kaim Müntezar o karışık dönem içerisinde (873 yılında) Samara’da mağaranın bir mahzeninde saklandığına inanırlar hep. Dolayısıyla Şiiler Mehdinin zuhuruna kadar şimdilik hilafeti Ayetullah ve Hüccetullah’ların üstlendiklerine kanidirler. Gerçekten de Şia dünyası kendilerini Ayetullah bildikleri mollalara adadıkları yetmezmiş gibi on ikinci İmam olarak nitelendirdikleri Kaim Müntezar Mehdi’nin ortaya çıkacağı günü beklemekteler. Şiiler kendilerini kurtaracak Mehdiyi bekleye dursunlar, bizim coğrafyamızda türemiş şimdiden kendini mehdi, yetmedi kâinat imamı olarak ilan edenler bile var. Dahası bu işi daha da ileri götürüp Allah’tan kendilerine vahiy geldiğini söyleyenler de çıkabiliyor.

Şurası muhakkak, ne yaparlarsa yapsınlar her halükarda sahtecililikleri su yüzüne çıkabiliyor. Onlar sahteciliklerinde ısrar ede dursunlar, şu bir gerçek hakiki âlimler, hakiki şeyhler, gerçek müminler olduğu müddetçe sahte şeyhler, sahte âlimler, münafıklar cirit atamayacaklardır. Çünkü güneş balçıkla sıvanamaz, bu böyle biline.

Vesselam.
Selim Gürbüzer - Fitne katilden beterdir - Enpolitik.com
 

Ekli dosyalar

  • FİTNE.jpg
    FİTNE.jpg
    10.1 KB · Görüntüleme: 0

yenidenrefah

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Mar 2019
Mesajlar
100
Tepkime puanı
9
Puanları
0
'arapça olan bu kelimenin aslı fetn dir. altının kalitesini anlamak için ateşe sokulması demektir. genel olarak imtihan ve deneme mânâlarında kullanılır. hâlisi ile sahtesini ayırmak için altını, gümüşü potada eritmeye fitne dendiği gibi, iyiliği-kötülüğü belli olsun diye insana tatbik edilen her muameleye, bela ve musibetlere de fitne denir. şiddet ve imtihan gibi anlamlarda da kullanılabilir. '
fitne



'Ve onları her nerede bulursanız öldürünüz. Ve sizi çıkarmış oldukları yerden siz de onları çıkarın. Fitne ise katilden daha şedîttir. Ve onlar sizinle savaşta bulunmadıkça siz de Mekke hareminde onlar ile savaşta bulunmayınız. Fakat onlar sizinle savaşta bulunurlarsa onları öldürünüz. Kâfirlerin cezası böyledir.' bakara 191

'Ve bir fitne kalmayıp din yalnız Allah için oluncaya kadar onlar ile savaşa devam ediniz. Eğer onlar nihâyet verirlerse artık husumet ancak zalimlere karşı (olur).' bakara 193




TEFHİMÜ-L KUR'AN'DAN
Bakara Suresi 193 . Ayet ve Tefsiri

(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.204 Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.205

204. Bu ayetteki fitne kelimesi 191. ayettekinden farklı bir anlamda kulanılmıştır. Burada kelime, Allah yolu'na tâbi olmak için gerekli olan özgürlük ve güven gibi şartlara sahip olunamayan bir toplum durumunu anlatmaktadır. Bu nedenle, müslümanlara bu durumu düzeltmeleri, tekrar Allah yolunda barış ve özgürlüğü sağlamaları için savaşa devam etmeleri emredilmektedir. Arapça din kelimesinin orijinal anlamının "teslimiyet" olduğuna ve teknik olarak bir kimsenin emir ve düzenlemelerinin geçerli olduğu hayat tarzını anlatmak için kullandığına dikkat edilmelidir. Bu nedenle, insanın insana hükmettiği ve Allah yolu'na tâbi olmanın imkânsız olduğu bir toplumda, fitne hüküm sürüyor demektir. İslâm'ın savaşmaktan amacı, fitneyi ortadan kaldırmak ve insanları İlâhi tebliğe uygun bir şekilde Allah'ın kulları olarak yaşayabilmeleri için, Allah'ın yolunu tesis etmektir.

205. Bu, İslâm'ın müminlere kâfirleri kılıç zoruyla küfür ve şirkten vazgeçirip, bunun yerine Allah'a ibadete yöneltmek için savaşmalarını emrettiği anlamına gelmez. Savaşın amacı, sadece, onları fitneden vazgeçirmektir. Gerçekte İslâm, tüm gayri müslimlere inanç özgürlüğü verir. Kişi istediği yaşama tarzını seçebilir ve istediği şeye tapıp tapmamakta özgürdür. İslâm müminlere, kâfir ve müşrikleri yanlış inanç ve alışkanlıklarından ikna yoluyla vazgeçirmeye çalışmalarını tavsiye eder; fakat, bu amaçla savaş yapmaya izin vermez. Diğer taraftan kimseye, insanları Allah'a kulluktan vazgeçirip başka bir şeye kul etme hakkı da vermez. Böyle adalete aykırı bir durumu ortadan kaldırmak için, şartların gerektirdiği şekilde tebliğe ve savaşa izin verir. Bu nedenle fitne, yani kâfirlerin hakimiyeti ve politik üstünlükleri ortadan kaldırılmadıkça ve Allah'ın dini için gerekli özgürlük sağlanmadıkça müminlere dinlenme yoktur.

"Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur" ayetinden çıkarılan anlam şudur: İslâm yönetimi küfür yönetiminin yerine geçerse, Hakk'a karşı çıkma konusunda zulüm işleyenden başkaları için genel bir af ilân edilmelidir. Bu ayet, zafer anında müminlerin merhamet göstermesine izin vermesine rağmen, İslâm'a düşmanlıkta tüm sınırları aşan zalimleri cezalandırmasını da yasaklamaz.

Çok merhamet ve af taraftarı olan Hz. Peygamber (s.a) bile bu haktan yararlanmış ve Bedir'de savaş esiri olarak alınan iki kâfiri ölüm cezasına çarptırmıştı. Bu bağlamda, Mekke'nin fethinden sonra genel bir af ilân edilmesine rağmen, İslâm düşmanlarından on yedisi bu aftan hariç tutulmuş ve dördü ölüm cezasına çarptırılmıştır.




Gelde çık işin içinden, ey kerameti ala veli..
 

yenidenrefah

İhvan Forum Üye
Katılım
17 Mar 2019
Mesajlar
100
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Malumunuz İbn-i Abbas (r.a) Kur’an-ı Kerimi tefsir eden ilk sahabedir. Bu nedenle bu yüce sahabeye müfessirlerin piri denmesi yerinde bir taltiftir. Nitekim O, Kur’an’ın mana ve ruhuna uygun olarak ayetlerin nüzul sebeplerini ortaya koyup Resulullah (s.a.v)'in işaret buyurduğu usul ve beyanlar çerçevesinde müfessir pirimiz olmuştur. İşte İbn-i Abbas (r.a)'ın açtığı yoldan hareketle Beyzavi, Celaleyn, Medarik ve Ebussuud gibi âlimler Kur’an’ı her devir insanın idrak edebileceği tarzda tefsir ilmine adamışlardır. Böylece kendilerinden sonra gelen kuşaklara tefsir konusunda rehberlik etmişlerdir. Her ne kadar hadisi dışlayan mealciler geleceğimizi karatmaya çalışsalar da bu büyük müfessirlerin ortaya koyduğu eserler heveslerini kursaklarında bırakmaya yeter, hatta artar bile.

Anlaşılan o ki,makale bakara 191 ayeti kırpılmak sureti ile kaleme alınmış. Ve bunun üzerine kompozise edilmiştir.
Lakin, kur' an tefsirini ilk yapan İbni Abbas tır. Cümlesi akla- mantığa aykırıdır. Şöyle ki, madem ki kitabın tevile- açıklanmasına ihtiyacı var. O zaman bunun ilk tefsircisi aklen(mantıken)sahabe olmamalıdır. Ve madem ki ötesi tefsirsiz herkezce anlaşılamıyorsa bunun tefsiride ilk elden aynı kuran gibi çıkmış ola ki fitnesine imkan olmaya.. Ve kıyamete kadar aynı kuran gibi tefsirli bozulmadan süregele..Dolayısı ile, şu yukarıda kaleme alınan yazı felsefe' ye ortam ve zemini kendisi yaratıyor iken, falanca hizip, falanca fırka fitne yaptı.. Dediğimiz zaman, sonuç olarak, bu diğer fırkalarda hepsi nihayetinde sahabe ve türev değilmidir? ki fırkai askeriye dışına itip fitneci ilan edile.. Ve bu cihad farzının(fetihler) 1700 lerden sonra edasının son bulmasıda ayrı bir sorun, o zaman Osmanlı 1700 den önce neyin savaşındaydı? Veya yeryüzünde fitne kalmadı mı?'küçük cihaddan büyük cihada....' ile açıklana geçiştirile.. vesselam!
 
Son düzenleme:

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Pöh ! "Fitne Katilden de Betermiş !" Bu foruma göre ne !.. Burası özgür düşünce platformu !.. Burada herkes her dilediğini --forumun hakaret uzmanları hakaret görmediği sürece---yazar ve söyler ! Yani, düşünce veya yazı fitne olmuş, sahabilere, velilere, mezheblere ve Mezheb İmamlarına küfür olmuş, onları tanımamazlık olmuş hiç önemi yoktur ! Neticede bütün millet inancını özgürce açıklıyor ! Bundan szi ne anlyorsunuz ? Forumun bizatihi kendisi FİTNE değil mi?
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Pöh ! "Fitne Katilden de Betermiş !" Bu foruma göre ne !.. Burası özgür düşünce platformu !.. Burada herkes her dilediğini --forumun hakaret uzmanları hakaret görmediği sürece---yazar ve söyler ! Yani, düşünce veya yazı fitne olmuş, sahabilere, velilere, mezheblere ve Mezheb İmamlarına küfür olmuş, onları tanımamazlık olmuş hiç önemi yoktur ! Neticede bütün millet inancını özgürce açıklıyor ! Bundan szi ne anlyorsunuz ? Forumun bizatihi kendisi FİTNE değil mi?
haklısın sahabeye ölü soyucu damgasa yaftalandı bunu görmelerıne rağmen onun inancı farklı dendi hiç bir yaptırım yapılmadı
ama aynı hakareti küfrü burda yönetici ye söyle işte o zmana kural çiğnemiş yaptırım gelmiş olacak
vebali engel olmayanların boynuna teknik olarka biizm müdahale etme şansımız yok müdahale etmeyenler sorumludur
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Fitne katilden beterdir sözünün hikmetini anlamaya çalıştınız mı hiç? Fitne diye başlı başına bir cisim yoktur. İnsan vardır; fitneye müsait insan!!!

Biz Müslümanların ciddi sıkıntıları var bu konuda. Hemen fitneye düşüyoruz. Dolayısıyla katilden beter olan şey fert fert bizim içimizde yılan gibi kıvrılmış duruyor. Karşılığı var çünkü dışarıda. Ve bu içimizdeki katil üzerinden kullanılıyoruz.

Örnek vereyim: Dünyada bilmem kaç milyar Müslüman yaşıyor. Karikatür krizini hatırlayın. Bütün Müslüman ülkelerde herkes ayaklandı, yürüyüşler falan... Yahu cami basıldı 50 Müslüman tarandı, noldu? Tık yok. Hadi onu geçtim, palet palet katlediliyoruz, ölen annelerin başında 3-5 yaşlarında çocuklar ağlıyor. Tık yok. Hatta Yeni Zellanda halkının Müslümanlardan daha çok üzüldüğü gibi bir izlenim oluşmaya başladı bende!!! Ne tuhaf bir durum. Ya biz? Üç beş çizgi, birkaç karikatür bizi ayaklandırıyor da her gün, belki şu an bile ölenler, tecavüze uğrayan kadınlar zerre kadar uykularımızı kaçırmıyor. Şu hâle bakın? Veya kendi aramızda; neymiş efendim hilafet Ali'nin hakkıydı da Ebubekir, Ömer, Osman hakkını yedi. Bu yüzden birbirini öldüren salaklar var. Veya kalbini kıran. Veya sen-ben ayrımına giden. Hatta onca geri zekâlı ulemâ sabah akşam bu tip mevzuları yazıp kitap çıkartır, bunları vaaz eder. Alayının canı cehenneme. Dertsiz âlim lazım değil bana.

Ya size bir şey söyleyim mi? Artık yavaş yavaş Müslümanların son 200 yıldır çektiği sıkıntıların imtihan olduğunu düşünmüyorum. Neden derseniz, en ağır imtihan bile 40 yıldan fazla sürmez. Bunu Kur'an bize söylüyor. Ben-i İsrail bile çölde 40 yıldan fazla dolanmamış. O halde bizim bu başımızdaki şey imtihan değil de ne? Valla bana öyle geliyor ki bu düpedüz BELA.. Gazaba uğruyoruz!!! Siz ne imtihanından bahsediyorsunuz? Neymiş efendim, karanlık gecelerin nurlu sabahı yakınmış da bütün bunlar doğum sancılarıymış da falan filan. Allllanızı severseniz susun artık. Boşuna kendi kendimizi kandırmayalım. Bela yağıyor tepemize, ötesi yok bunun.

Bizler nefsimizde olanı değiştirmediğimiz sürece hiçbir şey değişmeyecek efendiler.
 
Son düzenleme:

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Fitne katilden beterdir sözünün hikmetini anlamaya çalıştınız mı hiç? Fitne diye başlı başına bir cisim yoktur. İnsan vardır; fitneye müsait insan!!!

Biz Müslümanların ciddi sıkıntıları var bu konuda. Hemen fitneye düşüyoruz. Dolayısıyla katilden beter olan şey fert fert bizim içimizde yılan gibi kıvrılmış duruyor. Karşılığı var çünkü dışarıda. Ve bu içimizdeki katil üzerinden kullanılıyoruz.

Örnek vereyim: Dünyada bilmem kaç milyar Müslüman yaşıyor. Karikatür krizini hatırlayın. Bütün Müslüman ülkelerde herkes ayaklandı, yürüyüşler falan... Yahu cami basıldı 50 Müslüman tarandı, noldu? Tık yok. Hadi onu geçtim, palet palet katlediliyoruz, ölen annelerin başında 3-5 yaşlarında çocuklar ağlıyor. Tık yok. Hatta Yeni Zellanda halkının Müslümanlardan daha çok üzüldüğü gibi bir izlenim oluşmaya başladı bende!!! Ne tuhaf bir durum. Ya biz? Üç beş çizgi, birkaç karikatür bizi ayaklandırıyor da her gün, belki şu an bile ölenler, tecavüze uğrayan kadınlar zerre kadar uykularımızı kaçırmıyor. Şu hâle bakın? Veya kendi aramızda; neymiş efendim hilafet Ali'nin hakkıydı da Ebubekir, Ömer, Osman hakkını yedi. Bu yüzden birbirini öldüren salaklar var. Veya kalbini kıran. Veya sen-ben ayrımına giden. Hatta onca geri zekâlı ulemâ sabah akşam bu tip mevzuları yazıp kitap çıkartır, bunları vaaz eder. Alayının canı cehenneme. Dertsiz âlim lazım değil bana.

Ya size bir şey söyleyim mi? Artık yavaş yavaş Müslümanların son 200 yıldır çektiği sıkıntıların imtihan olduğunu düşünmüyorum. Neden derseniz, en ağır imtihan bile 40 yıldan fazla sürmez. Bunu Kur'an bize söylüyor. Ben-i İsrail bile çölde 40 yıldan fazla dolanmamış. O halde bizim bu başımızdaki şey imtihan değil de ne? Valla bana öyle geliyor ki bu düpedüz BELA.. Gazaba uğruyoruz!!! Siz ne imtihanından bahsediyorsunuz? Neymiş efendim, karanlık gecelerin nurlu sabahı yakınmış da bütün bunlar doğum sancılarıymış da falan filan. Allllanızı severseniz susun artık. Boşuna kendi kendimizi kandırmayalım. Bela yağıyor tepemize, ötesi yok bunun.

Bizler nefsimizde olanı değiştirmediğimiz sürece hiçbir şey değişmeyecek efendiler.

moğol istilası 200 yıl kadar sürmüş hatırlatırım
şu an yaşananlar bu istilaların karşısında devede kulak kalır
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
moğol istilası 200 yıl kadar sürmüş hatırlatırım
şu an yaşananlar bu istilaların karşısında devede kulak kalır
Evet, o da bir belaydı zaten. Noldu ama sonunda? İslam düşüncesi rayına oturdu. Gazali öncesi ve Gazali sonrasını araştır. Çok derin bir kırılma var orada. Daha önemlisi Müslümanlar o zaman dinlerinden şüphe etmediler. Asıl Moğol İstilası bugün ki krizin yanında devede kulak kalır. Bugün içinde bulunduğumuz ikinci Medeniyet krizinde ruh gidiyor ruh! Moğol İstilası zamanındaki alimler alimmiş ki işi düzene sokup toparlamışlar, yeni usüller geliştirmişler falan.. Ya şimdikiler ne yapıyor? Yanmayan kefen satıyor. Şaka gibi resmen!

Bush'a Arap bir gazeteci ayakkabı fırlatınca bütün Müslümanlar sevinmişti. Bu tip şeylere aşağılık kompleksindekiler sevinir. Ben şeyi bekliyorum, bir gün bu hocalar asortik vaazlarından birini yaparken cemaatten biri kürsüye takunya fırlatsın. İşte o zaman yeniden umutlanabiliriz... Tam da “yanmayan kefenlerimiz gelmiştir” falan derken ağzının üstüne ŞAAK diye gelecek biliyor musun! İşte o zaman denizin dibinde yatan devasa balığın gözü açılacak, kuşlar uçuşacak, ceylanlar ürküp kaçışacak. Meğer insanların Anadolu diye bildiği o toprak parçası kocaman bir balığın sırtıymış. Ve hercümerç...
 
Son düzenleme:

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Evet, o da bir belaydı zaten. Noldu ama sonunda? İslam düşüncesi rayına oturdu. Gazali öncesi ve Gazali sonrasını araştır. Çok derin bir kırılma var orada. Daha önemlisi Müslümanlar o zaman dinlerinden şüphe etmediler. Asıl Moğol İstilası bugün ki krizin yanında devede kulak kalır. Bugün içinde bulunduğumuz ikinci Medeniyet krizinde ruh gidiyor ruh! Moğol İstilası zamanındaki alimler alimmiş ki işi düzene sokup toparlamışlar, yeni usüller geliştirmişler falan.. Ya şimdikiler ne yapıyor? Yanmayan kefen satıyor. Şaka gibi resmen!

Bush'a Arap bir gazeteci ayakkabı fırlatınca bütün Müslümanlar sevinmişti. Bu tip şeylere aşağılık kompleksindekiler sevinir. Ben şeyi bekliyorum, bir gün bu hocalar asortik vaazlarından birini yaparken cemaatten biri kürsüye takunya fırlatsın. İşte o zaman yeniden umutlanabiliriz... Tam da “yanmayan kefenlerimiz gelmiştir” falan derken ağzının üstüne ŞAAK diye gelecek biliyor musun! İşte o zaman denizin dibinde yatan devasa balığın gözü açılacak, kuşlar uçuşacak, ceylanlar ürküp kaçışacak. Meğer insanların Anadolu diye bildiği o toprak parçası kocaman bir balığın sırtıymış. Ve hercümerç...

tabi alimler dersinizde en büyük alim saydıklarınızda moğğoları destklemişler bu ne perhiz bu ne lahana turşusu
şems ve rumi moğolları neden destekledi? Alim dediğin zat zalimin yanında saf tutarmı?
 
Üst