mostar
Profesör
- Katılım
- 6 Ara 2009
- Mesajlar
- 1,011
- Tepkime puanı
- 244
- Puanları
- 0
BİR DEMET TOPLA!
Tezhibi bir damla boya mı sandın?!
Nazik ve ihmale gelmeyen fırça, altın damlattığı yapraklar, tomurcuklardan fışkıran hayat ve ruhumuzu doyuran tezhip..
01 Aralık 2010 Çarşamba 14:15
Fırçanın mührü
Bazı kaynaklarda adı “altın şehir” diye geçen Üsküdar’ın, bağların bahçelerin başladığı kısmına da “bağlarbaşı” derlermiş.
(+)İşte, bu boşluk ve tesadüf kaldırmayan hayatta, altın ve bahçeler bir araya geldiğinde çiçekler fışkırır, altınlar onların yapraklarından süzülür ve bu cümbüşe fırça bir set çekip, o ilk gençliğin verdiği aşk pırıltısını, müthiş bir tabloda; olgun, mağrur bir sevdanın mührü olarak sergiler. Bu masalın başlaması Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde, bir ustanın, 26 yıllık üniversite hocalığının her bir yılına, bir öğrencisinin eserini sergilemesi ile başladı; daha doğrusu ben bu masala böyle dâhil oldum.
Hocalar mı eserler mi?
28 Kasım akşamı hocaların, öğrencilerin ve sanatla gözlerini terbiye etmek isteyenlerin bir araya geldiği “Bir Çiçek Demeti” sergisi gerçekleşti. Fatma Çiçek Derman Hanım’ın öğrencilerinin eserlerinin yer aldığı sergide renkler, tasarımlar gerçekten göz alıcıydı. Çoğunlukla lisansüstü çalışmaların yer aldığı sergide çok değerli hocaların bulunması ise seminerden önce eserleri incelemek ile hocalarla sohbet etmek arasında bir ikilem oluşturdu sanırım. Zira bir ara Fuat Başar’ı görür gibi oldum; ama öyle bir kalabalık çevirmişti ki kendisini, bir hayal gibi kayboldu. Hasan Çelebi ise hattatların piri olarak diğer sanatkârlarla konuşuyordu ve o yürürken, sanki herkes yol açıp bu her halinden ağırlığın aktığı adama yol veriyorlardı. Münevver Üçer’e ise bir öğrenci kalabalığının arasında işleri incelerken rastladım. Sonrasında seminer salonunun kapıları açıldı ve usta-çırak herkes Çiçek Hanım’a kulak verdi.
Resimleri büyütmek için üzerini tıklayın.Fırça kadar nazlı bir hayat
Fatma Çiçek Derman konuşmasına kadar fırçanın hâkim olduğu bir müzehhibe... Öyle ki her bir kelime bir fırça darbesinin nezaketi ile çıkıp, keskinliği ile hedefi buluyor. Tezhip sanatında usta-çırak ilişkisini anlattığı seminerde, hocalarından bahsederkenki üslubu ile sözün değil, fiilin etkisini gözler önüne serdi. Öğrencilerine tezhip güzelliğinde bir ömür dilemesi ise bence çok hoş, anlamlı ve bir o kadar da ibret alınası idi.
Çiçek Hanım, aslında gerçek bir sanatçının özelliklerini anlattığı bu konuşmasında sanatın sonunun olmadığını belirtirken, pek çok tuzağın da genç sanatçıları beklediğinin altını çizdi. Sanatçının bir ayna olduğunu, var olanı yansıttığını, yaratmanın Allah’a mahsus olduğunu vurgulayarak, sanatın benliği yok etmek için kullanılması gerektiğine dikkatleri çekti.
Kabın ne kadar büyük?
Eskiden bir hocaya kabul edilmenin şartlarının başında ahlak gelirmiş; yani hoca önce işlenecek bir yan var mı diye bakarmış. Ahlak olmadıktan sonra, öğrenci yazıdan önce, kendini bezeyemeyecekse kabul edilmesi zorlaşırmış. Ama tabi her süzgeçten geçenin elif doğruluğunda olması da beklenemiyor. Bu yüzden, Çiçek Hanım her öğrencinin kabıyla hocaya gittiğini ve ancak kabı kadar alabildiğini belirtti. Bakın kabı çatlamış olan, Hafız Osman Efendi’nin öğrencisinin başına gelene:
Hafız Osman’a bir sipariş verilir, hoca da kabul eder. Ama onun kabı dar gelen öğrencisi, sipariş sahiplerine giderek, hocanın yaşlandığı, eskisi gibi iyi iş çıkaramadığını söyler. İşi öğrencisi aldıktan sonra, bir mücellid elinde, Hafız Osman Efendi görür ve tanır. Elbette bunun peşine düşecek değildir; zira yaşlıdır(!) Ama ustanın hakkını saklı tutan hakikat, bu çırağa, tüm çıraklara örnek teşkil edecek bir nasihatta bulunur. Talebe işi bitirmesine yakın, kalemi açarken iki parmağını keser ve işi bitiremez.
Çok mu kolay beğenir olduk?
Şimdi her şey sanat ve adım başı bir sanatçı damlıyor saçaklardan. Oysa bu hocaları dinlemek ya da sadece uzaktan onları seyretmek bile kökleri toprağa bağlı bu insanlarda farklı bir yanın, bu zamanın dışında bir sükûnun varlığını ortaya koyuyor. Çünkü onlar hayatlarını bezeyebilmiş insanlar. Kelimeleri bile tükettiğimiz şu günlerde, iğneyle kuyu kazmak diye adlandırılan tezhip sanatının, iğne deliğinden kuyuyu doldurmak kadar zorlaşan hayatlarımıza bir parça nefes olmasını dilerim. Ve son sözü Çiçek Hanım’a bırakıyorum: “Biz şimdi çok mu kolay beğeniyoruz?”
Fadime Türkölmez bir tezhip güzelliğinde ömür diledi

Tezhibi bir damla boya mı sandın?!
Nazik ve ihmale gelmeyen fırça, altın damlattığı yapraklar, tomurcuklardan fışkıran hayat ve ruhumuzu doyuran tezhip..
01 Aralık 2010 Çarşamba 14:15
Fırçanın mührü
Bazı kaynaklarda adı “altın şehir” diye geçen Üsküdar’ın, bağların bahçelerin başladığı kısmına da “bağlarbaşı” derlermiş.

Hocalar mı eserler mi?
28 Kasım akşamı hocaların, öğrencilerin ve sanatla gözlerini terbiye etmek isteyenlerin bir araya geldiği “Bir Çiçek Demeti” sergisi gerçekleşti. Fatma Çiçek Derman Hanım’ın öğrencilerinin eserlerinin yer aldığı sergide renkler, tasarımlar gerçekten göz alıcıydı. Çoğunlukla lisansüstü çalışmaların yer aldığı sergide çok değerli hocaların bulunması ise seminerden önce eserleri incelemek ile hocalarla sohbet etmek arasında bir ikilem oluşturdu sanırım. Zira bir ara Fuat Başar’ı görür gibi oldum; ama öyle bir kalabalık çevirmişti ki kendisini, bir hayal gibi kayboldu. Hasan Çelebi ise hattatların piri olarak diğer sanatkârlarla konuşuyordu ve o yürürken, sanki herkes yol açıp bu her halinden ağırlığın aktığı adama yol veriyorlardı. Münevver Üçer’e ise bir öğrenci kalabalığının arasında işleri incelerken rastladım. Sonrasında seminer salonunun kapıları açıldı ve usta-çırak herkes Çiçek Hanım’a kulak verdi.





Fatma Çiçek Derman konuşmasına kadar fırçanın hâkim olduğu bir müzehhibe... Öyle ki her bir kelime bir fırça darbesinin nezaketi ile çıkıp, keskinliği ile hedefi buluyor. Tezhip sanatında usta-çırak ilişkisini anlattığı seminerde, hocalarından bahsederkenki üslubu ile sözün değil, fiilin etkisini gözler önüne serdi. Öğrencilerine tezhip güzelliğinde bir ömür dilemesi ise bence çok hoş, anlamlı ve bir o kadar da ibret alınası idi.
Çiçek Hanım, aslında gerçek bir sanatçının özelliklerini anlattığı bu konuşmasında sanatın sonunun olmadığını belirtirken, pek çok tuzağın da genç sanatçıları beklediğinin altını çizdi. Sanatçının bir ayna olduğunu, var olanı yansıttığını, yaratmanın Allah’a mahsus olduğunu vurgulayarak, sanatın benliği yok etmek için kullanılması gerektiğine dikkatleri çekti.
Kabın ne kadar büyük?
Eskiden bir hocaya kabul edilmenin şartlarının başında ahlak gelirmiş; yani hoca önce işlenecek bir yan var mı diye bakarmış. Ahlak olmadıktan sonra, öğrenci yazıdan önce, kendini bezeyemeyecekse kabul edilmesi zorlaşırmış. Ama tabi her süzgeçten geçenin elif doğruluğunda olması da beklenemiyor. Bu yüzden, Çiçek Hanım her öğrencinin kabıyla hocaya gittiğini ve ancak kabı kadar alabildiğini belirtti. Bakın kabı çatlamış olan, Hafız Osman Efendi’nin öğrencisinin başına gelene:
Hafız Osman’a bir sipariş verilir, hoca da kabul eder. Ama onun kabı dar gelen öğrencisi, sipariş sahiplerine giderek, hocanın yaşlandığı, eskisi gibi iyi iş çıkaramadığını söyler. İşi öğrencisi aldıktan sonra, bir mücellid elinde, Hafız Osman Efendi görür ve tanır. Elbette bunun peşine düşecek değildir; zira yaşlıdır(!) Ama ustanın hakkını saklı tutan hakikat, bu çırağa, tüm çıraklara örnek teşkil edecek bir nasihatta bulunur. Talebe işi bitirmesine yakın, kalemi açarken iki parmağını keser ve işi bitiremez.
Çok mu kolay beğenir olduk?
Şimdi her şey sanat ve adım başı bir sanatçı damlıyor saçaklardan. Oysa bu hocaları dinlemek ya da sadece uzaktan onları seyretmek bile kökleri toprağa bağlı bu insanlarda farklı bir yanın, bu zamanın dışında bir sükûnun varlığını ortaya koyuyor. Çünkü onlar hayatlarını bezeyebilmiş insanlar. Kelimeleri bile tükettiğimiz şu günlerde, iğneyle kuyu kazmak diye adlandırılan tezhip sanatının, iğne deliğinden kuyuyu doldurmak kadar zorlaşan hayatlarımıza bir parça nefes olmasını dilerim. Ve son sözü Çiçek Hanım’a bırakıyorum: “Biz şimdi çok mu kolay beğeniyoruz?”
Fadime Türkölmez bir tezhip güzelliğinde ömür diledi