Fİravunun Sarayindakİ MÜ'mİn

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
KUR’ÂN-I HAKÎM’DE YER alan kıssaların en uzunu olarak kıssa-i Musa, Firavun’un Hz. Musa’yı öldürmeye yol aradığı bir zamanda Musa’nın hayatını savunan bir mü’minden söz eder. Firavun sarayındaki, Firavun ailesine mensup bir mü’minden. Firavun Musa Aleyhisselâmın canına susamış halde danışmanları ile buna bir yol ararken, bu mü’minin söylediği söz manidardır: “‘Rabbim Allah’tır’ dedi diye mi bir adamı öldüreceksiniz?”

Dünyaya galebe çaldığı son asırlar boyu gerek siyasî, gerek iktisadî, gerek kültürel açıdan hükümranlığını en ziyade İslâm dünyasına dayatmaya çalışan Batı dünyasındaki ihtidalar, bana nedense kıssa-ı Musa içindeki Firavun sarayındaki mü’min meselini hatırlatır. Hem de en güçlü zamanında modern Batı içinden İslâm’ın hakkaniyetini haykıranların ve bir adım daha atıp İslâm’ı seçenler, benim gözümde Firavun sarayındaki mü’minin misalidir.

Zira, ilginçtir, İslâm’ın dünyanın dört bir tarafına yayıldığı çağlar boyu, İslâm’a karşı onulmaz bir direnç gösteren tek kıta, Avrupa’dır. Özellikle de, Batı Avrupa.

Öyle ki, kendisi de bir muhtedi olan Abdulkâdir el-Murâbıt (Ian Dallas) bir makalesinde büyük Alman şairi Johann Wolfgang von Goethe’den, (1749-1832) ‘modern Avrupa’daki Müslümanların ilki’ olarak söz eder. ‘İlk Avrupalı Müslüman’ için 1800’leri beklemek zorunda kalınması, Avrupa’nın İslâm karşısındaki direncinin açık bir delilidir.

Gelin görün ki, ok yaydan çıkmış ve bin yıllık direnç nihayet çözülmüştür. Bir yüzyıl önce ‘kendisinin bir Müslüman olduğu şüphesini reddetmediğini’ belirten Goethe gibi bahtiyarlara mukabil, yirminci yüzyılın ilk yarısında ‘Müslüman olduğunu alenen ifade eden’ yüzlerce insan günyüzüne çıkmaya başlar. İkinci yarıda bu sayı önce binler, sonra onbinler ile anılır hale gelecek ve 2000 yılına gelindiğinde bu rakam on milyon sınırını zorlayacaktır.

İslâm âleminin, 1900’lerin başından bugüne, bu ihtidalar karşısında sergilediği ilgi ve heyecan son derece anlamlıdır. Çünkü, bir kez daha belirtirsek, ilk asrından itibaren İslâm’ın Asya ve Afrika’nın değişik halkları arasında yayılmasına ve bu kıta halklarının tarih içerisinde en azından Müslüman bir grup da barındırır hale gelmesine mukabil, Avrupa kıtası İslâm’a karşı hep dirençli, mesafeli ve hasmâne durmuştur. Böylesine sert bir tavır sergileyen bir kıtada, bırakalım milyonları, yüzlerce, hatta onlarca insanın İslâm’ı seçmesi dahi büyük bir gelişme mesabesindedir.

Bir bakıma, ‘mağlupların zaferi’ türünden bir vâkıadır ortadaki. Bu vâkıa, Müslümanların zahirî zayıflığına mukabil İslâm’ın her zaman içinde taşıdığı gücün ve cazibenin delili ve işareti olmuştur. Batının İslâm karşısındaki ezici propagandasına, siyasal hakimiyetine, ekonomik ve bilimsel üstünlüğüne ve de kültürel hegemonyasına rağmen Batının kendi içinde son yüzyılda gelişen bu ihtida olgusu, İslâm’ın hayatiyetini devam ettirme gücünün ve kabiliyetinin alâmeti hükmündedir. Dahası, onun en zor şartları dahi lehine çevirmesini mümkün kılan dönüştürme ve yayılma potansiyelini de gözler önüne sermiştir. Elbette, bu potansiyelin ardındaki asıl muharrik unsur olarak İslâm’ın bir din ve bir hayat biçimi olarak taşıdığı muazzam akidevî sağlamlık ve iç tutarlılığın farkına varılmasını da sağlayarak.

Söz buraya gelince, bu ihtida olgusu içinde yıldız gibi parlayan ‘öncü’ ve ‘örnek’ şahsiyetler arasında, 1930’larda, yirmili yaşlarında iken ihtida eden Martin Lings’i (Ebubekir Siraceddin) de hatırlamadan geçemiyor insan. Batının içinde yaşayıp İslâm’ı seçen, dolayısıyla Batılı bir dimağa İslâm’ın nasıl sunulacağını da bilerek o hikmetle Batıya İslâm’ı sunabilen, modernite karşısında vakur ve sahih bir duruş sergileyen bu büyük insan, en çok da üç açıdan yer etmiş bulunuyor zihnime. Birincisi, ahir zaman mü’minlerin durumlarını ve görevlerini “Onbirinci Saat” meseli üzerinden ele aldığı eseriyle; ikincisi okuduğum tek ciltlik siyer kitapları arasında benzersiz gördüğüm, dört defa okumakla birlikte okumaya hâlâ doyamadığım “Hz. Muhammed’in Hayatı” adlı eseriyle; ve üçüncüsü, 90’ların sonuna doğru bir konferans için İstanbul’a geldiğinde, 90’ına merdiven dayamış bir pir-i fani olarak ‘dünya’dan değil de ‘ahiret’ten ve ‘ahirete hazırlanmak’tan söz ederek hep ‘dünya’yı konuşan biz bu ülke mü’minlerini şaşırtmasıyla.

Nisan ayı içinde aldığım bir e-mail, Uluslararası İslâm Düşüncesi Enstitüsü’nün Martin Lings’e bu yılın “Ömür Boyu Hizmet” ödülüne lâyık gördüğünü belirtiyordu. Mayıs ayı ortasında aldığım bir e-mail’de ise, onun 96 yaşında vefat ettiğini öğrendim.

‘Firavun sarayındaki mü’min’ misali, modernitenin tam ortasında İslâm’ın hakkâniyetini müdafaa ederek yaşayagelmiş bir mü’min olarak ruhu şâd, mekânı cennet olsun...
Metin KARABAŞOĞLU
www.karakalem.net
KARAKALEM DERGİSİ
 
Üst