Filistin Cihadının Fıkhi ve Stratejik Yönü

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Filistin Cihadının Fıkhi ve Stratejik Yönü
Giriş

Filistin'de ilki 25 Şubat 1996 tarihinde gerçekleştirilen ve birbirini izleyen istişhadi eylemler serisi, arkasından gelen İsrail baskısı, İsrail'in geleceğinin tehlikede olduğu korkusuyla gerçekleştirilen Şarmu'ş-Şeyh zirvesi ve bunlara paralel gelişmeler bütün dünyada uzun süre gündemi işgal eden gelişmeler oldu. Değişik çevrelerden Filistin'de İsrail işgalinin son bulması için mücadele eden hareketlerin eylemlerine yönelik tenkitler yapıldı. Bazıları bu eylemleri "terör" olarak nitelediler. Bu nitelemeyi yapanların arasına İslami çevre içinde yer alan yazarlardan da katılanlar oldu. Bazıları eylemlerin İslami açıdan, bazıları stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürdü. Fakat yapılan tenkitlerde ve eylemleri gerçekleştirenlere yöneltilen suçlamalarda hep basın yayın organlarının yoğun propagandasının etkisi görülüyordu. Yapılan tenkitler de çoğunlukla izafi değerlendirmelere dayanıyordu. Eylemlerin stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürenler genellikle Filistin'deki mücadelenin stratejik çerçevesinden haberleri olmadıklarını çok iyi bildiğimiz kişilerdi. Terör suçlaması yapanlar Filistin topraklarının İslami kimliğine kavuşturulması için cihad etmenin farz-ı ayn olduğunu hiç hesaba katmayan veya İsrail işgal rejimini meşru bir yönetim gibi görenlerdi. Savaşta sivillerin hedef alınamayacağı hükmünden yola çıkarak İslami açıdan tenkitte bulunanlar kimlerin ne kadar sivil olduğuna bakmadıkları gibi savaş hukukunun İslam ordularının düşman toprağına girmesiyle düşmanın İslam toprağına girmesine göre değişeceğini, üstelik savaşta kıyafetin değil takınılan tavrın ve üstlenilen rolün önemli olduğunu anlamak istemeyenlerdi.

Öte tarafta uluslararası siyonizmin hizmetindeki medya tarafından bir yandan insanların zihinleri kavram kargaşasıyla bunaltılırken, bir yandan da genelde "Müslüman kimliği"ni yıpratmayı amaçlayan yalan ve asılsız haber üretimine hız verilmişti. "HAMAS'a MOSSAD tarafından para sağlandığı", "HAMAS'ı ABD'nin desteklediği" gibi ölmüş kargaları bile güldürecek türden haberler de bu yalan haberler arasında yer aldı. En çok işlenmeye çalışılan nokta ise HAMAS içinde bölünme olduğu iddiasıydı. Bu arada, siyonist işgal yönetiminin güdümündeki özerk yönetim tarafından maksatlı bir şekilde dağıtılan ve altına HAMAS imzası konulan birtakım bildirilere dayanılarak, bu hareketin askeri kanadının silahlı mücadeleyi durdurma kararı aldığı, silahlarını özerk yönetime teslim edeceği türünden haberler piyasaya sürüldü. Aslında uluslararası sömürgeci güçlerin hizmetindeki basın yayın organlarının Filistin'deki İslami mücadele hakkında çıkardıkları yalanlar birbirini nakzediyordu. Örneğin bazıları bu hareketi ABD'nin desteklediğini ileri sürerken, bazıları MOSSAD'ın, bazıları da İran'ın desteklediğini söylüyordu. Ama insanların zihinleri karma karışık olduğundan bunlardan hangisine inanacağını kestiremiyordu. Bu şekilde yalan haberlerle Filistin'deki İslami mücadeleyi yıpratmak isteyenlerin kervanına İslami kimlik taşıdığı ileri sürülen birtakım gazetelerde köşe kapanlar da katılmıştı.

Filistin'deki halkın varlık mücadelesini "terör" diye niteleyenler ve bu mücadelenin artık sadece İslami kimlik sahipleri tarafından yürütüldüğünü gördüklerinden "terör" kavramını Müslüman kimliğiyle eşleştirmeye çalışanlar, İran'ın İslami söylemi dolayısıyla aynı dönemde İran hakkında da çeşitli dedikodular çıkarmak suretiyle bu yöndeki propagandalarının etkili olmasını sağlamaya çalıştılar. İslami kesimden İran'ı benimsemeyen ve bu ülkenin resmi politikasını tenkit edenler de bu tür dedikodulara sahip çıktılar. Oysa düşünmediler ki yıpratılmak istenen İran'ın şahsı değil Müslüman kimliğiydi.

Bu arada siyonist işgal rejiminin ileri gelenlerinin ve Türkiye'deki resmi temsilcilerinin ağızları hayli kıymet kazandı. İslami kesime hitap eden birtakım yayın organlarında bile onlarla yapılan röportajlar "İsrail büyükelçisi geç de olsa bizi kabul etti", "İsrail cumhurbaşkanı bizi makam odasında kabul etti" türünden duyurularla verildi. Aman ne kabul! Ne büyük bir şeref! Tabii adamlar bu fırsatı yakalamışken kendilerini sütten çıkmış kaşık gibi tertemiz göstermeye çalıştılar. "Sabra ve Şatilla katliamlarını onlar yapmamışmış, Sabra ve Şatilla'da Araplar birbirlerini kesmişmiş, İsrail bütün savaşları kendini savunmak için yapmışmış, İsrail demokratik ve barışçı bir ülkeymiş, vs. vs." Bizimkiler de, işin gerçek yönüyle ilgili tarihi bilgilerle veya doğruları anlatabileceklerin vereceği bilgilerle okuyucularını aydınlatma gereği duymadan onların yalanlarını aynen verdiler. Bazıları belki "bizim okuyucumuz onların yalanlarından etkilenmez, çünkü biz günlük haber ve yayınlarımızla doğruları sürekli okuyucularımıza aktarmaya çalışıyoruz" diyebilirler. Bu savunmanın haklılık payı olabilir ama bilmek gerekir ki, o röportajlardaki asılsız iddiaların etkisinden okuyucuyu koruyabilmek için öncelikle o iddiaların gerçek yönleri hakkında onu aydınlatmak gerekir.

İşte bütün bu kargaşaların yaşandığı ortamda, biz de bir gazeteci ve yazar sıfatıyla Filistin meselesiyle yakından ilgilendiğimizden dolayı gittiğimiz her yerde değişik sorulara muhatap olduk. Çeşitli radyolar bizimle bağlantı kurarak olaylar hakkında dinleyicilerinden kendilerine ulaşan soruları bize ilettiler. Biz imkan nispetinde bu sorulara cevap vermeye çalıştık. Ancak aynı türden soruların bizim şahsen veya radyolar kanalıyla ulaşamadığımız birçok kişinin zihnine takılmış olabileceğini düşündüğümüzden konunun ilmi boyutuyla ilgili bir araştırma yapmaya karar verdik. Bu araştırmamızda, belirttiğimiz şekilde yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmelerle ilgili sorulara ve maksatlı olarak ortaya atılan asılsız iddialara cevap vermeye çalışacağız. Eğer insanlarımızın tereddütlerini giderebilirsek güzel bir hizmet yapmış olacağız. Değerli okuyucularımızdan yararlı gördükleri bilgileri başkalarına da aktarmalarını, tanıdıkları kişilerden burada ele aldığımız hususlarla ilgili soruları olanlara bu bilgileri ulaştırmalarını rica ediyoruz.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Filistin'in Kurtuluşu İçin Cihad Farzı Ayndır

Hanefi fıkhının meşhur kaynaklarından olan el-İhtiyar'da şöyle denmektedir: "Düşman İslam toprağına saldırdığında bütün herkese cihad farz olur. O zaman kadın kocasının, köle efendisinin izni olmadan cihada çıkabilir." (el-Mavsili, el-İhtiyar li Ta'lili'l-Muhtar, C. 4, sh. 118) Kitabın şerhinde de yukarıdaki cümlenin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle denmektedir: "Çünkü o durumda cihad farzı ayn olur. Namaz, oruç gibi farzı ayn olan amellerin yerine getirilmesinde ise izne gerek yoktur." Bu hüküm hemen hemen bütün meşhur fıkıh kitaplarının cihadla ilgili bölümlerinde zikredilir. Onun için değişik kaynaklardan aktarma yapmaya gerek görmüyorum. Bugün Filistin toprakları işgal altındadır. Yani düşman İslam toprağına saldırmış, bu toprakları işgal etmiş, Müslümanların kutsal varlıklarını kirletmiş, oranın asıl sahipleri durumundaki Müslümanları yurtlarından çıkarmış ve yurtlarında kalmak isteyenleri de zulme maruz bırakmıştır. Bu itibarla Filistin topraklarının yeniden İslami kimliğine kavuşturulması, insanlara uygulanan zulümlerin son bulması, yurtlarından çıkarılanların geri dönmelerine imkan sağlanması ve Müslümanların kutsal varlıklarının işgal kirinden kurtarılması için cihad etmek farzı ayn olmuştur. Filistin cihadının genel anlamda, Türkiye topraklarını işgal edenlere karşı başlatılan istiklal savaşından, Bosna - Hersek'teki, Çeçenistan'daki ve benzeri yerlerdeki işgale karşı yürütülen cihaddan farkı yoktur. Özel anlamda ise bunlardan daha üstündür. Çünkü Yüce Allah, Filistin topraklarını mübarek kıldığını Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde bildirmektedir. Ayrıca Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa, insanlara hanif dini tebliğ etmek üzere görevlendirilmiş olan peygamberlerden birçoğunun mirası ve makamı orada olduğundan oralar ayrı bir önem kazanmaktadır. Filistin cihadına önem ve üstünlük kazandıran sebeplerin başta gelenlerini kitabımızın birinci bölümünde vermiştik.

İşgalciler Filistin topraklarını gasp ederek orada yaşayan Müslümanların yarıdan çoğunu yurtlarından çıkardıklarından dolayı onların dost edinilmesi ve o topraklar üzerindeki hakimiyetlerinin meşrulaştırılması caiz olmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi, ancak din hakkında sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanız için yardım etmiş olanları dost edinmekten sakındırır. Kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerdir." (Mümtehine, 60/9) İşgalcileri o topraklardan çıkarmak için cihad etmek; gasp ve işgalde, Müslümanların haklarını iade etmemekte, yurtlarından çıkarılanların yeniden yurtlarına dönmelerine fırsat vermemekte ısrar etmeleri durumunda kendilerine karşı silah kullanmak Müslümanların meşru haklarıdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onları bulduğunuz yerde öldürün ve kendilerini sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür." (Bakara, 2/191) Yine bir ayeti kerimede de şöyle buyuruluyor: "Size kim saldırıda bulunursa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın." (Bakara, 2/194) Yüce Allah, Allah'ın mescitlerini kirleten, oralarda Allah'ın anılmasına engel olan, oraları tahrip etmeye çalışan kimseler hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasını engelleyen ve onların yıkılmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? Bunların oralara ancak korku içinde girmeleri gerekir. Onlara dünyada bir rezillik vardır. Onlar için ahirette de büyük bir azap vardır." (Bakara, 2/114)

Filistin toprakları, Hz. Ömer (r.a.) tarafından fethedildikten sonra önemi dolayısıyla mücahitler arasında paylaştırılmamış, kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet edilmiştir. Yüce Allah da emanetler konusunda şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet etmeyin." (Enfal, 8/27) O topraklar üzerindeki işgali kabullenerek, oraların İslami kimliğine kavuşması için cihad edilmesini yadırgamak bile bile emanete hıyanet etmek anlamına gelir.

Filistin topraklarının işgal kirinden kurtarılması için cihadın farzı ayn olduğu hakkında şimdiye kadar pek çok fetva yayınlanmıştır. 1947'de Filistin'in taksimine dair kararın çıkması üzerine yayınlanan ve o zamanki Ezher şeyhi Muhammed Me'mun Şinnavi, Mısır müftüsü Muhammed Hasaneyn Mahluf gibi tanınmış alimlerin de aralarında bulunduğu Ezher ulemasından 26 kişinin imzasını taşıyan fetvada şöyle denmektedir: "BM kurulu tarafından alınan söz konusu karar yetki sahibi olmayan bir kurulun aldığı bir karardır. Dolayısıyla haktan ve adaletten hiçbir nasibi olmayan zalim ve geçersiz bir karardır... Ey İslam evlatları! Tedbirinizi alın ve bölük bölük ya da toplu halde savaşa çıkın... Onların yollarını kapatın ve bütün gözetleme yerlerinde onları bekleyin. Onlarla ticareti ve bütün ikili ilişkileri boykot edin. Aranızda cihad birlikleri hazırlayın. Allah'ın üzerinize farz kıldığı ameli yerine getirin. Ve bilin ki bugün canıyla veya malıyla cihad edebilecek herkese cihad farzı ayn olmuştur. Bu görevden geriye kalan herkes Allah'ın gadabını hak etmiş olur ve bu büyük bir günahtır." 26 Ocak 1935 tarihinde, Mescidi Aksa'da bir araya gelerek görüş birliğiyle bir fetva yayınlayan 249 ilim adamının fetvalarında yer alan bazı ifadeleri kitabın birinci bölümünde vermiştik. Yine Hindistan Kanfor Merkezi Alimler Cemiyeti başkanı Muhammed Süleyman el-Kadiri'nin 1935 tarihli fetvasına da aynı bölümde işaret etmiştik. Bu fetvalar da Filistin'in siyonizm kirinden temizlenmesi için cihadın farzı ayn olduğunu ortaya koymaktadır. Şunu bilmek gerekir ki, Filistin topraklarını yahudilere para karşılığı satmakla, makam, mevki ve sözde "barış (!)" karşılığı satmak arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla geçmişte para karşılığı satanlar ya da satılmasına aracılık edenler için verilmiş fetvalar bugün makam, mevki ve sözde "barış (!)" karşılığı satanlar için de aynen geçerlidir. Dolayısıyla bu davaya hıyanet edenlerin işgalcilerle barış yapmış olmaları o toprakların kurtuluşu için sürdürülen cihadın farziyetini ortadan kaldırmaz.

İslam dünyasının tanınmış ilim adamlarından ve İslami hareket önderlerinden 63 kişinin imzasını taşıyan bir fetvada şöyle denmektedir: "Yüce Allah'ın bizden almış olduğu ahit ve misak üzere bildiririz ki, Filistin'in kurtuluşu için tek yol cihaddır. Hiçbir durum ve şartta, Filistin'in bir karışı üzerinde bile yahudilerin hakimiyetlerinin meşrulaştırılması caiz olmaz. Hiçbir kişi ve örgütün Filistin toprakları üzerinde yahudilerin hakimiyetini meşrulaştırmaya yetkisi olamaz." Bu fetvaya imza atan 63 kişinin arasında Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Muhammed Gazali, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, Ömer Süleyman el-Eşkar, Prof. Dr. Hemmam Said, Vahiduddin Han gibi İslam dünyasının tanınmış ve İslami ilimlerde otorite alimlerinden birçok kişi yer almaktadır. Bu arada şunu hatırlatalım ki, birçokları Filistin denince BM teşkilatının 181 sayılı kararında Araplara verdiği toprakları anlıyor. Oysa BM'in söz konusu kararının bir geçerliliği yoktur ve Filistin'in 1948'de işgal edilmiş kesimiyle 1967'de işgal edilmiş kesimi bir bütündür. Bu konuya ileride daha geniş bir şekilde temas edeceğiz.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Ezher Üniversitesi'nin Fetva Konseyi tarafından 1956'da verilen fetvada da İsrail'le barışın caiz olmadığı ve Filistin'in kurtuluşu için cihadın farzı ayn olduğu vurgulanmaktadır. Bunun dışında da, Filistin'in kurtuluşu için cihadın farzı ayn olduğunu vurgulayan, gerek ferdi olarak ve gerekse heyet halinde birçok fetva verilmiştir.

Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki, bütün şer'i deliller Filistin'deki cihadın farzı ayn olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla buradaki cihad karşısında, küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanmak sadece ameli açıdan değil itikadi açıdan bile tehlike arz edecek derecede veballi bir harekettir. Namaz konusunda küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanmak ne derece tehlikeliyse farzı ayn bir cihad hakkında küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanarak, bu cihada karşı terör ve benzeri nitelemelerde bulunmak da o derece tehlikelidir.

Bir insana kıldığı farz bir namaz için: "Neden namaz kılıyorsun? Senin yaptığın da iş mi?" şeklinde itirazlarda bulunulması caiz değildir. Ama kıldığı namazda bir eksiklik veya yanlışlık görülürse işte o eksikliğine veya yanlışlığına itiraz edilir. Farzı ayn olan cihad için de aynı şey söz konusudur. Bu cihad görevini yerine getiren biri hakkında: "Terör yapıyor" demek son derece tehlikelidir. Ama cihad esnasında gerçekleştirdiği fiillerden hatalı görülenlere itiraz etmek mümkün olabilir. Bu tür fiillere itiraz eden kişi de onların ne yönden yanlış olduğunu delilleriyle ortaya koymak zorundadır. "Efendim, bu benim aklıma yatmıyor; böyle şey mi olur" tarzındaki itiraz geçerli bir itiraz değildir. Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez." (Maide, 8/87) buyuruyor. Bir başka ayeti kerimede de: "Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluklarını arayarak, Allah'ın sana helal kıldığını, niçin (kendine) yasak ediyorsun? Allah bağışlayandır, rahmet edendir." (Tahrim, 66/1) buyuruyor. Özellikle ikinci ayeti kerimede, başkalarını hoşnut edebilmek için insanın Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendi nefsine yasak etmesinin caiz olmadığı vurgulanıyor. Bir insanın kendi nefsine yasak kılması caiz olmayan mubah ve helal bir şeyi başkaları açısından yasak görmesi hiç caiz olmaz. Günümüzde Müslümanların varlık ve bağımsızlık mücadelelerine itiraz edenlerin çoğunlukla belli çevreleri memnun etme, kendilerine yönelecek tenkitlerden korunma, bazı özel ilişkilerine zarar gelmesini engelleme çabası içinde oldukları müşahede ediliyor. Oysa bu tür endişelerin hiçbiri Allah'ın şeriatında mubah ve helal kılınan bir şeyi yasak ve çirkin göstermek için kullanılabilecek gerekçeler değildir. Yani cihad esnasında yapılan bazı amellere İslami yönden itiraz edenlerin, Allah'ın şeriatından delillerini göstermeleri gerekir.

Bazılarının da: "Belki ilkesel olarak delillerini bulabilirsiniz, ama stratejik olarak yanlıştır" şeklinde itirazlarda bulunduklarını gördük. Her şeyden önce yapılan bir fiil stratejik olarak yanlış olsa bile bu durum onun terör olarak nitelenmesini gerektirmez ve o eylem hakkında küfür ehlinin kullandığı ağzın kullanılmasını caiz kılmaz. İkinci olarak bir fiilin stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürenlerin o fiilin hangi stratejik gayeler için yapıldığını, uzun vadeli ve kısa vadeli hesaplardan nelerin beklendiğini de iyi bilmeleri gerekir. Bunu bilmiyorlarsa oturup susmaları ulu orta konuşmalarından çok daha hayırlı olur.

Filistin cihadının genel çerçevesini ortaya koyduktan ve bu cihadın farzı ayn olduğunu ispat eden şer'i delilleri sıraladıktan sonra diğer konulara geçmek istiyorum. En önce cihad esnasında bir insanın ölümü göze almasının intihar mı yoksa istişhad (şehadete atılma) mı olduğu konusu üzerinde duracağız. Bu konuyu etraflıca ele aldıktan sonra savaşta kimlerin sivil ve masum kabul edilebilecekleri konusuna geçeceğiz.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
İntihar mı İstişhad mı?

Bilindiği üzere cihad yaşanılan dönemin şartlarına ve gereklerine göre yapılır. Nitekim Resulullah (s.a.s.) bir hadisinde: "İyi bilin ki kuvvet atmaktır" diye buyurmuştur. (Bu hadisi Müslim, İmare 168'de; Ebu Davud, Cihad 23'te; Tirmizi, Enfal suresi tefsirinde; İbnu Mace, Cihad 19'da; Darimi, Cihad, 14'te; İbnu Hanbel, 4/157'de rivayet etmiştir.) İlim adamları bu hadisi, savaşı yaşanılan çağın gereklerine ve şartlarına göre yapmak gerektiği şeklinde yorumlamışlardır. Bu bütün cihadi ameller için geçerlidir. Bu itibarla savaşta yasaklar sınırının aşılmaması şartıyla yaşanılan çağın gereklerine göre yeni metotlar geliştirilmesi mümkündür. Dolayısıyla bir metot geliştirilirken dikkat edilmesi gereken onun yasaklar dairesine girip girmediğinin tespit edilmesidir. Eğer bir fiilin benzeri Resulullah (s.a.s.) döneminde yapılmış ve itiraz edilmemişse o fiilin yasaklar dairesine girdiği söylenemez. Ayrıca bilmek gerekir ki, burada önemli olan esasta benzerliktir. Yoksa şekilde farklılık esastaki benzerliğe dayanan kıyası geçersiz kılmaz.

Batılıların literatürlerinde "şehadet" kavramı olmadığından, Müslümanların cihad esnasında şehadeti göze alarak gerçekleştirdikleri eylemleri onlar "intihar" olarak adlandırıyorlar. Bu isimlendirme bizim İslami yayın organlarına da aynen yansıyor ve halkın dilinde "intihar saldırısı" ismi dolaşmaya başlıyor. Bu kez: "İntihar etmek haram olduğuna göre bu insanlar bu fiilleri neye dayanarak yapıyorlar?" sorusu akla geliyor. Bazıları bu eylemleri zulüm karşısındaki bıkkınlığa karşı bir patlama şeklinde anlamaya çalışıyor ve: "Her ne kadar şer'an bir izahını bulamazsak da başlarındaki zulmü göze olarak bu fiillerini anlayışla karşılamak zorundayız" tarzında birtakım izahlar bulmaya çalışıyorlar. Oysa bizim için her konuda ölçü ve terazi Allah'ın şeriatıdır. Allah'ın şeriatına göre izahını bulamadığımız bir ameli belli bir sebebe dayandırsak bile geçerli ve meşru göremeyiz. Bir amelin ne derece meşru olduğunu ortaya koymak için yapacağımız izahlarda önemli olan olayın sosyolojik veya psikolojik boyutlarını izah etmemiz değil şer'i yönden geçerliliğini ortaya koyabilmemizdir.

Aşağıda siretten, bir insanın cihad esnasında kesin şekilde öldürüleceğini bildiği halde, Müslüman tarafın maslahatı veya karşı tarafın zayıf düşürülmesi için bir eyleme atılmasıyla ilgili örnekler ve fıkıh alimlerimizin bu konudaki görüşlerini sıralayacağız. Bu bilgilerin derlenmesinde, Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Abdurrezzak Halife eş-Şayci'nin haftalık el-Muctema dergisi, sayı: 1192, sh. 44-45'te yayınlanan bir araştırmasından, yine Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nin dekanı Prof. Dr. Acil Casim en-Neşemi'nin el-Kabas gazetesinin 19 Mart 1996 tarihli sayısında yayınlanan fetvasından, Ezher Alimleri Cephesi'nin konuyla ilgili fetvaları hakkında eş-Şa'b gazetesinin 13 Nisan 1996 tarihli sayısında yayınlanan geniş haberden, değişik üniversitelerin Şeriat fakültelerinde görev yapan bazı öğretim görevlilerinin "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlığıyla ortaklaşa yayınladıkları fetvalarından, İbrahim el-Ali'nin, Filistin el-Muslime, Ekim, Kasım ve Aralık 1995 sayılarında (üç sayı arka arkaya) yayınlanan bir araştırmasından ve bunların dışındaki değişik İslami kaynaklardan yararlandık. (Yararlandığımız kaynaklardan bazılarını metin içinde zikrettik.)

* Yüce Allah, bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23)

Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak, Buhari, Müslim, Tirmizi ve daha başkalarının Enes ibnu Malik (r.a.)'ten rivayet ettiklerine göre, Enes ibnu Malik (r.a.)'in amcası Enes ibnu Nadr (r.a.) Bedir savaşında bulunamayınca: "Resulullah (a.s.)'ın girdiği ilk çarpışmada bulunamadım. Eğer Allah bana Resulullah (a.s.) ile birlikte bir çarpışmaya katılmak nasip ederse, mutlaka nasıl (kahramanca) hareket edeceğimi görecektir" dedi. Bu kişi Uhud savaşında şehid edildi. Bu savaşta öldürülünceye kadar kahramanca savaştı. Bedeninde kimi gürz, kimi kılıç, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yara görüldü. Bu ayeti kerime de onun hakkında indirildi. (Bu konudaki rivayeti Buhari, Cihad, 12; Tefsir, Ahzab suresi tefsiri, 3; Tirmizi, Ahzab suresi tefsiri, 2,3'de rivayet etmiştir.)

Dikkat edilirse ayetin metninde Yüce Allah, Allah yolunda şehid oluncaya kadar çarpışmayı adayanlardan ve bu adağını yerine getirenlerden övgüyle söz etmektedir ki, bu onların intihar edenler gibi olmadıklarını gösterir. Ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayet de, şehid olmayı göze alarak kahramanca çarpışmanın övgüye değer bir amel olduğunu ortaya koyuyor. Fakat bilmek gerekir ki, cihadın gayesi ölmek değildir. Ama düşmanın zayıf düşürülmesi veya İslam kuvvetlerinin bir zarardan korunması mücahitlerden birinin veya birkaçının öldürülmesiyle ancak mümkün olacaksa bundan dolayı bazılarının kendilerini şehadete atmaları intihar değil aksine büyük bir kahramanlıktır. Aşağıda vereceğimiz rivayetler de bunu ortaya koymaktadır.

* Müslim'in naklettiği bir hadise göre Enes ibnu Malik (r.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.s.) Uhud gününde ensardan yedi ve Kureyş'ten iki kişiyle birlikte yalnız bırakıldığında, müşriklerin onun üzerine ok yağdırmaları ve kendilerine doğru yaklaşmaları üzerine: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Sonra yeniden üzerine ok atmaya başladılar. Resulullah (s.a.s.) tekrar: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Bu şekilde tam yedi kişi şehid oluncaya kadar devam etti. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) yanındaki iki sahabisine: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" diye buyurdu." (İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde hadisin sonundaki: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" ibaresini şu şekilde açıklamıştır: "Yani Kureyşliler, ensara insaf etmedi. Kureyşliler çarpışmaya çıkmazken ensardan olanlar teker teker çarpışmaya çıkarak şehid edildiklerinden böyle denmiştir.")

Bu olayda dikkat edilirse yedi sahabi Resulullah (s.a.s.)'a zarar gelmesini önlemek için müşriklerin üzerine atılmış ve geleceği kesin olan bir ölüme kendilerini atarak müşriklerin Resulullah (s.a.s.)'a yaklaşmalarını engellemişlerdir.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Kurtubi, Tefsir'inde bu olaydan, cesaretli bir kimsenin yalnız başına da olsa ölümü göze alarak kalabalık bir düşman grubunun arasına dalıp onlara zarar vermesinin caiz olduğu hükmünü çıkarmıştır.

* Enes ibnu Malik (r.a.)'ten rivayet edildiğine göre Bedir'de müşrikler Müslümanlara yaklaşınca Resulullah (s.a.s.): "Genişliği göklerle yer kadar olan cennet için kalkın" diye buyurdu. Ensardan Umeyr ibnu'l-Humam: "Genişliği göklerle yer kadar olan bir cennet mi ey Resulullah?" dedi. Resulullah (s.a.s.): "Evet" dedi. O da: "Tamam, tamam" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.): "Seni "tamam, tamam" demeye yönelten ne oldu?" diye sordu. O da: "Vallahi, oranın (o cennetin) ehlinden olma arzusundan başka bir şey değil, ey Resulullah!" dedi. Resulullah (s.a.s.): "Sen oranın ehlindensin!" diye buyurdu. (Umeyr) sonra heybesinden birkaç hurma çıkardı ve onları yemeye başladı. Sonra: "Ben eğer bu hurmaları yiyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir hayat olur" dedi ve yanındaki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar onlarla çarpıştı." (Bunu Müslim, İmare, 145'te rivayet etmiştir.)

İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde bu hadisle ilgili açıklamasında şöyle der: "Buradan bir kişinin kafirlerin birliklerinin arasına dalmasının ve kendisini şehadete atmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu hareket ilim adamlarının büyük çoğunluğuna göre caizdir ve hiçbir keraheti yoktur."

* Taberi Tefsiri'nde rivayet edildiğine göre Ebu İshak, Bera ibnu Azib (r.a.)'e: "Bir adam yalnız başına düşmandan bin kişilik bir grubun içine dalarsa, Yüce Allah'ın: "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" derken kastettiği kimselerden olur mu?" diye sordu. Bera (r.a.) da şöyle cevap verdi: "Olmaz. Öldürülünceye kadar çarpışsın. Allah, peygamberine: "Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden sorumlusun." (Nisa, 4/84) diye buyurdu."

Burada Bera (r.a.), söz konusu ayeti fetvasına delil gösterirken şunu demek istemiştir: "Allah, peygamberine: "Sen sadece kendinden sorumlusun" diyerek yalnız başına bile kalsa Allah yolunda çarpışması gerektiğini ona bildirmiştir." Ayrıca rivayetten şunu anlıyoruz: "Bir kişi yalnız başına kalabalık bir düşman grubunun içine daldığında onlarda bir şaşkınlık ve dağınıklık meydana getireceğini, bu arada içlerinden birkaç kişiyi öldürebileceğini ve böylece düşman tarafına zarar verebileceğini ama buna rağmen öldürüleceğini biliyorsa bu eylemi yapabilir." İşte bu bir istişhadi eylem yani şehadeti göze alarak gerçekleştirilen eylemdir. Geçmişte bu tür eylemler bir mücahidin kılıcını alarak düşman kuvvetlerinin arasına dalması suretiyle gerçekleştiriliyordu. Bugün de vücuduna bomba bağlayarak veya arabasına bomba yerleştirerek düşman kuvvetlerinin arasında patlatması suretiyle yapılıyor. Esasta benzerlik, şekilde ise farklılık söz konusu. Şekilde farklılığın kıyasın geçerliliğini ortadan kaldırmayacağını çünkü çağın şartlarına ve gereklerine göre şekilde farklılık olabileceğini daha önce söylemiştik. Eğer cihad uygulamalarında sadece esasta değil şekilde de aynılık ararsak bugün toplarla, otomatik tüfeklerle ve benzeri savaş aletleriyle cihad etmeyi caiz görmememiz gerekir.

* Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İbnu Hibban ve Hakim'in rivayet ettiğine göre Eslem ibnu Yezid şöyle demiştir: "İstanbul'daydık. Birden karşımıza Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı. Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye atıyor" dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyub el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 2/195) ayetini) böyle mi yorumluyorsunuz. Bu ayeti kerime biz ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu. Yüce Allah da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek" dedik. Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır."

İlim adamları bu rivayetten yola çıkarak bir kişinin öldürüleceğini bilse bile düşman birliklerine zarar vermek için onların saflarına dalmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. İlim adamları bu hadisin şerhinde şöyle demişlerdir: "Şayet bir kişinin hücumu son derece cesaretinden doğuyorsa ve bununla düşmanı korkutacağını yahut Müslümanları düşmanlara karşı teşvik edeceğini veya buna benzer sahih bir maksat umuyorsa bütün alimlerce bunun iyi bir şey olduğu tasrih edilmiştir." (Bkz. Nimeti İslam'ın İslam mecmuası tarafından yapılan baskısına konulan "Cihad bölümü" ilavesi, sh. 948)

* Bir rivayette bildirildiğine göre, Müslümanlar İran tarafına doğru sefere çıktıklarında Müslümanların atları İranlıların fillerinden ürktü. Bunun üzerine Müslümanlardan bir mücahit, çamurdan bir fil yaptı. Sonra kendi atını o file alıştırdı. Daha sonra atıyla İranlıların fillerine doğru saldırıda bulundu. Etrafındakiler: "Onlar seni öldürürler" dediler. O da: "Müslümanlar fetih gerçekleştirecek olduktan sonra benim öldürülmem önemli değil" dedi.

Bu olayda da dikkat edilirse bir mücahit, İslam ordularının önündeki önemli bir engeli ortadan kaldırmak için kendini şehadete atıyor. İşte bu da bir istişhadi eylemdir.

* Yemame olayında, Hanife oğulları kaleye sığınınca Bera ibnu Malik (r.a.) arkadaşlarından kendisini bir tulum içine koyarak kalenin duvarından içeri bırakmalarını istedi. Onlar da öyle yaptılar ve tek başına kalenin içine girip düşman kuvvetleriyle çarpışarak içerden kale kapısını açmayı başardı ve böylece Müslümanlar kaleye girdiler.

Bu olayda da Bera ibnu Malik (r.a.)'in Müslümanların kaleye girmelerini sağlamak için şehadeti göze alarak bir eylem yaptığı görülüyor.

Sireti ve genelde İslam tarihini incelediğimizde bu olayların benzeri birçok şehadet eylemi gerçekleştirildiğini görürüz. Ulubatlı Hasan'ın yaptığı da bir istişhadi eylem değil midir? Ulubatlı Hasan sırf Osmanlı bayrağını düşman surlarına asabilmek için kendini şehadete atmıştır. Onu bu eyleminden dolayı sürekli övgüyle anıyor, yaptığı eylemi büyük bir kahramanlık olarak zikrediyoruz da, Filistinli bir mücahidin daha büyük gayeler için gerçekleştirdiği benzer bir eylem karşısında neden: "Öyle şey mi olur, bu bir intihardır" diyoruz. Lütfen sürekli başkalarını çifte standartçılıkla suçlarken kendi değerlendirmelerimizde aynı hataya düşmeyelim.

Aslında İslam tarihinden, istişhadi eylemlere daha pek çok örnek gösterebiliriz. Ama sözü bu rivayetlerle uzatmak istemiyoruz. Meselenin anlaşılması ve yapılanın delilsiz olmadığının bilinmesi için bu kadarının yeterli olacağını sanıyoruz. Şimdi ilim adamlarının konuyla ilgili görüşlerine ve fetvalarına bakalım:

* İbnu Arabi (Muhyiddin İbnu Arabi değil fıkıh alimi İbnu Arabi) bir kişinin kalabalık bir düşman grubuna saldırıda bulunması hakkında şöyle demiştir: "Bana göre doğru olan bunun caiz olduğudur. Çünkü bunda dört husus vardır: Birincisi: Şehadeti istemek. İkincisi: Düşmana zarar vermek. Üçüncüsü: Müslümanları onlara karşı cesaretlendirmek. Dördüncüsü: Düşmanları moral yönünden zayıflatmak. Çünkü onlar: "Bu bir kişi böyle yaparsa hepsi birden neler yaparlar!" diye düşüneceklerdir."

Bir kişinin kalabalık bir düşman topluluğuna saldırıda bulunması demek İbnu Arabi'nin yukarıda zikrettiği gayeleri ve İslam kuvvetlerinin yararına düşman kuvvetlerinin zararına olacak daha başka gayeleri gerçekleştirmek için kendini şehadete atması demektir. Çünkü bir kişinin kalabalık bir gruba saldırıda bulunmasının sonucunun o bir kişinin öldürülmesi olacağı kesindir. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi geçmişte bu tür şehadet eylemlerinin kılıçla gerçekleştirilmesi bugün bombayla veya benzeri şeylerle gerçekleştirilemeyeceğini göstermez.

* Maliki mezhebi alimlerinden Kasım ibnu Muhaymere, Kasım ibnu Muhammed ve daha başka fakihler, Allah için halis niyetle olması ve kişinin kendinde bir güç olduğunu hissetmesi halinde bir kişinin kalabalık bir düşman birliğine saldırmasının sakıncalı olmadığını söylemişlerdir.

* Şevkani de Neylu'l-Evtar'da düşmana esir olmak istemeyen bir Müslümanın öldürülünceye kadar çarpışmasının caiz olduğunu söylemiştir. Bazı ilim adamları da düşmana esir olduğu takdirde kendisine işkence edileceğinden dolayısıyla bu işkence altında Müslümanların sırlarını verebileceğinden endişe duyan bir kişinin kendini ölüme atmasının intihar sayılamayacağını ifade etmişlerdir. Bu yöndeki fetvalar kişinin kendini ölüme atmasının her zaman intihar hükmünde olmadığını, bu konuda niyet ve gayeye bakılması gerektiğini göstermektedir.

...
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
* Ünlü tefsir alimi Cassas'ın Ahkamu'l-Kur'an, C.1, sh. 309'da naklettiğine göre hanefi alimlerinden Muhammed ibnu Hasan eş-Şeybani şöyle demiştir: "Eğer sonuçta kurtulabileceğini veya öldürülse de düşmana zarar verebileceğini tahmin ediyorsa bir kişinin bin kişiye karşı saldırı gerçekleştirmesinde sakınca yoktur... Sonuçta kurtulamayacağını hatta düşmana da bir zarar veremeyeceğini ama Müslümanlara cesaret kazandıracağını, böylece onların kendisini örnek alarak düşman karşısında aynı cesaretle çarpışacaklarını hesap ediyorsa yine de saldırıda bulunmasında bir sakınca yoktur. Allah'ın izniyle bu hareketinden dolayı sevap alacağını umarım."

* Ebu Hamid el-Gazali, İhya'da, bir Müslümanın öldürüleceğini bile bile bir düşman birliğine saldırmasının caiz olduğunda ihtilaf olmadığını bildirmiştir.

* İmam Nevevi de cihad esnasında belli bir gaye için kişinin kendini tehlikeye atmasının caiz olduğunu söylemiştir. Nevevi'nin şehadet eylemleriyle ilgili açıklamasını yukarıda vermiştik.

* Beyhaki de Sünen'inde, Avf ibnu Afra ile Umeyr ibnu Humam'ın Bedir'de, Enes ibnu Nadr'ın Uhud'da ve Bera ibnu Malik'in Yemame'de yaptığı hareketleri delil göstererek bir kimsenin kendini şehadete atmasının veya şehadeti göze alarak bir eylem düzenlemesinin caiz olduğunu bildirmiştir.

* Kurtubi, Tefsir'inde, Yüce Allah'ın: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, canlarını Allah'ın rızasını kazanma yolunda feda ederler" (Bakara, 2/207) ayetini bir kimsenin düşmana zarar vermek veya Müslümanlara güç kazandırmak amacıyla şehadete atmasının caiz olduğuna delil göstermiştir. (Bkz. Kurtubi Tefsiri, C. 3, sh. 21)

* Maliki alimlerinden Ebu Abdillah Muhammed ibnu Ahmed bir kimsenin kalabalık bir düşman topluluğuna veya saldırgan grubuna yahut isyancılara karşı eylem düzenlemesi hakkında şöyle demiştir: "Saldırıda bulunacağı kimseleri öldürüp de kurtulacağına kanaat ederse bu hareketi yapması iyidir. Öldürüleceğine ancak yine de karşı tarafa zarar vereceğine yahut Müslümanların yararına olacak bir etki yapacağına kanaat ederse o zaman yine caizdir." Ebu Abdillah bu görüşüne Bera ibnu Malik'in Yemame'deki hareketini delil göstermiştir.

* Yine Maliki alimlerinden İbnu Huveyz Mikdad şöyle demiştir: "Bir kişinin bir gruba yahut kalabalık bir asker topluluğuna saldırması konusuna gelince: Bu kişi eğer kendisinin öldürüleceği ama bununla birlikte düşmana zarar verebileceği veya başarılı çarpışma yapabileceği ya da Müslümanların yararına olacak bir etki yapabileceği kanaatini taşıyorsa bu hareketi caiz olur." İbnu Huveyz, bu görüşüne, bizim yukarıda verdiğimiz ve İranlıların fillerine karşı bir Müslüman mücahidin atını alıştırması ve tek başına bir orduya saldırması olayını delil göstermiştir.

Bu aktardıklarımız Allah yolunda, düşmana zarar vermek veya Müslümanların yararına olacak bir etki bırakmak için kendini şehadete atmanın caiz olduğu konusunda söylenenlerin sadece bir kısmı. Sonuç itibariyle, İslam fıkhına göre intihar genellikle, bir insanın dünya sıkıntılarından bıkarak ölümü tercih etmesi ve herhangi bir yolla kendi kendini öldürmesidir. Bir tek ilim adamı bile cihad esnasında düşmana zarar vermek yahut Müslümanlara cesaret kazandırmak amacıyla kendini ölüme atmanın intihar sayılacağını söylememiştir. Sadece ölümü göze alarak gerçekleştirilecek eylemlerde gözetilmesi gereken birtakım kurallar belirlemişlerdir. Çağımızın ileri gelen alimleri de aynı şeyi vurgulamaktadırlar. İşte Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi'nin konuyla ilgili hutbesinden birkaç cümle: "Ne yazık ki HAMAS'taki kardeşlerimiz yoğun bir baskıya maruz kalınca bütün herkes bıçaklarını onlara doğru çevirdi. Böylece herkes onlara sövmeye, ağır tenkitler ve lanetler yağdırmaya başladı... Böylece suçlular ve terör hamlesi başlatan teröristler topluluğu haline geldiler. Oysa daha düne kadar intifadanın fedaileri, kendilerini şehadete atan büyük kahramanlardı. Bu hareketin geçmişte kahramanca eylemler olarak nitelenen eylemleri nasıl oldu da birden bire "intihar saldırıları" haline geldi? Bunun tek sebebi Arap toplumlarının kafalarının yahudileştirilmesidir. İsrail zihinleri yahudileştirdi. Medya, Rabbimizin merhamet ettiklerinin dışında kalanların kafalarını yahudileştirdi. Rabbimizin koruduklarının -ki onların sayıları da azdır- dışında kalan politikacıları yahudileştirdi. Böylece kahramanları teröristler, onların eylemlerini de cinayet eylemleri olarak adlandırmaya başladık..."

Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi dekanı Prof. Acil Casim en-Neşemi de, Kuveyt'te çıkan el-Kabes gazetesinin 19 Mart 1996 tarihli sayısında yayınlanan konuyla ilgili fetvasında özetle şu bilgileri veriyor: "Üzerine bomba bağlayarak veya arabasına bomba koyarak düşmanların arasına dalan bir genç bu hareketiyle düşman tarafında ölüme yol açmayı ve düşmana herhangi bir şekilde zarar vermeyi amaçlıyorsa bu hareketinden dolayı intihar etmiş sayılamaz. Fakat bunun belli şartları var: Birinci olarak: Bu hareketiyle Allah'ın kelimesini yüceltmeyi (i'layi kelimetillah), Allah yolunda ölümü ve Allah'ın dininin yücelmesini amaçlamış olmalı. İkinci olarak: Düşmana zarar vermek için başka bir seçeneğin bulunmadığı yahut bu seçeneğin diğer seçeneklerden daha çok düşman üzerinde etki yapacağı bilinmeli. Üçüncü olarak: Bu tür bir eylemin fert üzerindeki etkisine değil cemaat üzerindeki etkisine itibar edilmeli, böyle bir eylemin nasıl bir sonuç getireceği cemaat açısından değerlendirilmelidir. Böyle bir eylemin ne gibi sonuçlar getireceği üzerinde araştırma yapılmadan ferdi olarak bu tür bir eyleme girişilmesi ise caiz olmaz." Prof. en-Neşemi bunlara dikkat çektikten sonra ilim adamlarının istişhadi eylemlerin cevazıyla ilgili görüşlerini ve bu konuda dayandıkları delilleri sıralıyor. Biz bunların çoğunu yukarıda verdiğimizden burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Ancak şunu belirtelim ki, en-Neşemi, ilim adamlarının bir kişinin kalabalık bir düşman topluluğuna, düşmana zarar vermek yahut Müslümanlara cesaret kazandırmak amacıyla saldırıda bulunmasının cevazına delil olarak gösterdikleri rivayetlerin Filistin cihadı esnasında gerçekleştirilen istişhadi eylemler için de delil sayılacağını ifade etmektedir.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Ezher Alimleri Cephesi de, Filistinli mücahitlerin eylemlerine yöneltilen tenkitler üzerine yayınladığı fetvada bu eylemlerde şehid olanların şehitlerin üstünleri arasında yer almalarının umulduğunu dile getirdi. Ezher Alimleri Cephesi'nin fetvasında da bizim yukarıda sıraladığımız rivayetler ve görüşler delil olarak gösterilmekte, ardından da şöyle denmektedir: "Bu itibarla, Filistin'de ve daha başka yerlerde, Allah'ın kendi üzerindeki hakkını ve Müslümanların haklarını düşünerek kendilerini ölüme atanlar, Allah'ın izniyle, şehadet sevabından mahrum olmayacaklardır... Filistin toprağı canların ve malların uğrunda feda edilmesine en layık topraklardandır. Dolayısıyla, orası için şehid olanlar inşallah şehitlerin en üstünlerinden olacaklardır. Ahmed ibnu Hanbel, Müsned'inde Ebu Umame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düşmanlarına üstün geleceklerdir. Allah'ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder), kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez." "Onlar nerededirler ey Resulullah?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu: "Beyti Makdis'de (Kudüs'te) ve Beyti Makdis'in (Kudüs'ün) çevresindeki bölgelerde."... Burada şunu ifade etmeliyiz ki, gasp edici gaspını sürdürdüğü sürece onun gözetilmesi gereken hiçbir mahremiyeti yoktur. Kanının ve canının da dokunulmazlık hakkı (ismeti) kalmaz."

Prof. Dr. Hemmam Said, Prof. Dr. Yasin Deradine, Prof. Dr. Muhammed Amr, Prof. Salah Abdulfettah el-Halidi, Prof. Dr. Muhammed Uveyde, Prof. Dr. Mahmud Salih Cabir, Prof. Dr. Rasih el-Kurdi gibi tanınmış ilim adamları başta olmak üzere şeriat ilimlerinde otorite sayılan onlarca ilim adamının imzasını taşıyan, "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı bir fetvada da şöyle denmektedir: "İlim adamlarının ileri gelenleri tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarında bir kişinin şehid olmayı göze alarak kalabalık bir düşman kitlesine saldırmasının caiz olduğuna ve bu eylemiyle Allah'ın rızasını, düşmana zarar vermeyi gaye edinmesi, niyetini de halis tutması halinde eylem esnasında şehid olmasının saygın bir şehadet olduğuna hükmetmişlerdir." Fetvada daha sonra konuyla ilgili rivayetler ve görüşler naklediliyor. Sonuçta da şu ifadelere yer veriliyor: "Sonuç itibariyle bilinmelidir ki intihar şer'an reddedilen bir harekettir. İntihar, intihar eden kişinin Allah'ın rahmetinden ümit kestiğine, O'nun kaderine rıza göstermediğine, kaza ve imtihanına sabretmediğine delalet eder... Allah'a olan bağlılığı, O'nun dininin yücelmesi, Peygamberinin isra ve mirac topraklarının işgalden kurtarılması için cihad ettiği, düşmana karşı verdiği cihadda ve düşmana zarar verme konusunda bağlı kalmak zorunda olduğu şeriatın kendini ne ile yükümlü kıldığının bilincinde olduğu bilinen, kendisi Allah'a gönülden boyun eğmiş ve yalnız Allah'ın rızasını gözeterek Müslümanların zaferi için kendini şehadete atan bir genç için aynı şeylerin söylenmesi mümkün müdür? Bu durumdaki kişi Yüce Allah'ın şu ayetinde kastettikleri arasına girer: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, canlarını Allah'ın rızasını kazanma yolunda feda ederler" (Bakara, 2/207)

İlim ehli böyle konuşurken ilimden nasipleri olmayanlar ne yazık ki, Filistin'deki fedakar kardeşlerimizin, kutsal Filistin topraklarını siyonizm kirinden temizlemek için cesaretle gerçekleştirdikleri eylemler hakkında ulu orta konuşuyorlar. Düşünmüyorlar ki, İslam adabı insanın bilmeden konuşmamasını, bilmediği bir konuda en azından susmayı tercih etmesini gerektirir. Düşünmüyorlar ki, intihar Allah'ın haram kıldığı bir şeydir ve bu insanlar Allah yolunda canlarını feda ediyorlar. İşin şer'i delillerini bulmadan böyle bir hareketi yapacak, dolayısıyla hem dünya hem de ahiret hayatlarını mahvedecek kadar aptal değiller. Ne yazık ki son zamanlarda, Batı'dan geçme o "bana göre, bence..." ibaresiyle başlayan ve hiç sevmediğim "ben" merkezli anlayış iyice moda oldu. Artık İslami anlayış sahiplerinin bile çoğunun, bir konuda Allah'ın hükümlerini, ilim ehlinin açıklamalarını araştırma zahmetine katlanmadan: "Bana göre, bence..." ibaresiyle başlayan uzun yorumlar yaptıklarını görüyor ve ciddi şekilde rahatsız oluyorum. Zaten bu kadar farklı gruplara ayrılmamız da hep böyle "ben" merkezli düşünmemizden ileri gelmiyor mu? Oysa Yüce Allah: "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (yani ilim sahiplerine) sorun." (Nahl, 16/43) demiyor mu? Ve yine Yüce Allah: "Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu daha hayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa, 4/59) diye buyurmuyor mu? Lütfen Allah'ın kitabını ve Resulullah (s.a.s.)'ın sünnetini her zaman ölçü ve terazi olarak kabul edelim ve kardeşlerimiz hakkında insaflı olalım. Bilmeden başkalarının oyunlarına alet olmayalım.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Siviller Kimlerdir?

Filistin'deki cihada yöneltilen tenkitlerin en önemli yanını da eylemlerde sivillerin öldürüldüğü iddiası teşkil etmektedir. Bu iddia karşısında aslında: "Siviller kimlerdir?" sorusunu değil de: "Savaşta kimler suçlu, kimler suçsuzdur. Kimlerin hedef alınması caiz kimlerin hedef alınması caiz değildir" sorusunu sormamız gerekir. Fakat sürekli "sivil" kavramı gündeme getirildiğinden bu soruyla başlamayı uygun gördük. Ancak bu soruya cevap vermeden önce, Filistin'de varlık mücadelesi sürdürenler üzerinde siyonist işgalcilerin zulüm ve baskılarını görmezden gelerek, İsrail'in teröre maruz kaldığını ileri sürenlere sormak istiyorum: Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında yahudi komutan Ariel Şaron'un gözetimi altında hıristiyan Falanjist militanlar tarafından öldürülen binlerce kadın ve çocuk, Hz. İbrahim camisinde secdeye vardıklarında öldürülenler, Mescidi Aksa'da öldürülenler ve daha yüzlerce saldırıda vahşice katledilenler neydi? Üstelik bu insanlar vatanlarına sahip çıktıkları için, ötekiler ise haksız bir şekilde gerçekleştirdikleri işgal ve gasptan vazgeçmedikleri için öldürülüyorlar.

Ne yazık ki, Allah Resulü (s.a.s.): "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır" diye buyurduğu halde, Filistin'de dört milyon insanın vatanından sürgün edilmesi, binlerce insanın öldürülmesi, on binlerce çocuğun yetim bırakılması karşısında sadece ufak tefek edebiyatlar yapmakla yetinen bazıları, İslami mücadelenin Filistin boyutunu anlamakta zorluk çekince, oradaki varlık mücadelesini "terör" olarak niteleyenler kervanına katılıverdiler. Gerekçeleri ise Filistin cihadı karşısında uluslararası bir karalama kampanyası başlatanların kullandıkları gerekçelerin aynısıydı.

Bunlara dikkat çektikten sonra gelelim başta sorduğumuz soruya. Savaş hukukunda esas olan insanların kılık kıyafetlerine göre değil üstlenmiş oldukları role ve tavırlara göre ayrılmalarıdır. Dolayısıyla savaşa görüşüyle bile katkıda bulunanların, yahut bir yerde zulüm ve işgalin fiilen devam etmesine herhangi bir şekilde katkıda bulunanın öldürülmesi caizdir. Bugün dört milyon insanın Filistin topraklarından çıkarılması, bu topraklarda yaşayanların da zulmün her çeşidine maruz bırakılması dört buçuk milyon yahudinin getirilip o topraklara yerleştirilmesiyle ve bu insanların o topraklarda yaşamakta ısrar etmeleriyle mümkün olmaktadır. Bunun yanı sıra evleri ve yurtları ellerinden alınanlar çoğu zaman askerlerden çekmediklerini sivil kıyafetlilerden çekmektedirler. Bunun örneklerini aşağıda sıralayacağız. Ancak ondan önce ilim adamlarının savaşlarda kimlerin hedef alınabileceğine dair fetvalarını sıralamak ve bu konuda Resulullah (s.a.s.)'ın siretinden örnekler vermek istiyoruz. Prof. Dr. Vehbe Zuhayli'nin Türkçe'ye İslam Fıkhı Ansiklopedisi olarak tercüme edilen ve asıl adı el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletuh olan kitabında şöyle denmektedir: "Savaşa katkısı olmayan kadın, çocuk, deli, piri fani (yaşlı), yatalak hasta yahut çolak, köle, çaprazlama el ve ayağı kesilmiş veya sağ eli kesilmiş, bunak, manastırına çekilmiş rahip, herhangi bir yer veya kilisede inzivaya çekilmiş rahipler, savaşmaktan aciz olanların ve tarlalarıyla uğraşan çiftçilerin öldürülmeleri caiz değildir. Ancak bunların söz, fiil, görüş yahut her hangi bir mali yardımla savaşa katılmaları halinde caizdir. Bunun delili ise şudur: Rabia b. Rufey es-Sulemi, Huneyn günü Düreyd b. es-Simme'yi yetişmiş ve ancak görüşü ile faydalanılabilecek durumda yüz yaşını aşmış bir piri fani olduğu halde öldürmüştür. Bu durum Resulullah (s.a.s.)'a ulaştığı halde, o buna tepki göstermemişti." (Bkz. Zuhayli, İslam Fıkhı Ans. C. 8, sh. 184) (Dureyd ibnu Sımme el-Cuşemi'nin öldürülmesine dair rivayeti Buhari, Meğazi, 55; Müslim, Fedailu's-Sahabe, 165; İbnu Hanbel, 4/399'da nakletmişlerdir.) Benzer şekilde normal şartlarda kadınların öldürülmesine cevaz verilmediği halde Resulullah (s.a.s.) savaşa katkıda bulunan bir yahudi kadının başının ezilmesini emretmiştir.

Ömer Nasuhi Bilmen'in Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu'nun 3. cildinin 368. sayfasında da Zuhayli'nin söylediğine benzer şeyler söylenmekte ve kadın, çocuk, yaşlı vs.'nin savaşa mallarıyla, görüşleriyle, teşvikte bulunmalarıyla veya benzeri bir şekilde katkıda bulunmaları halinde öldürülmelerinin caiz olduğu vurgulanmaktadır. Aynı şeyleri daha başka fıkıh kaynaklarında da okumamız mümkündür.

Yukarıda sözünü ettiğimiz ve çağımızın tanınmış ilim adamlarının imzasını taşıyan "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı fetvada bu konuda şöyle deniyor:

"1.Bugün Filistin topraklarına yerleşmiş olan yahudiler İslam şeriatının nazarında kafir, düşman, savaşçı ve gasp edici durumundadırlar. Kudüs dahil olmak üzere bütün Filistin'i gasp etmiş, sonra bu topraklar üzerinde kendi gasıp saltanatlarını ve devletlerini kurmuşlardır. Kudüs'ün sonsuza kadar, kendi yahudi devletlerinin başkenti olacağına inanmaktadırlar. İster İşçi Partisi'nden ister Likud Partisi'nden isterse diğer partilerden olsunlar hepsi bu inançtadırlar. Aynı şekilde bu konuda askerleriyle sivilleri, kadınlarıyla erkekleri arasında da hiçbir fark yoktur.

2.Filistin topraklarındaki sivil yahudiler de, kafir, düşman, savaşçı ve gasp edici durumundadırlar. Onlar yahudi hükümetinin saldırı ve terör eylemi çağrılarına kulak asan, gerek ordudaki gerekse gerilla savaşındaki konumlarını iyi bilen savaşçı askerlerdir. Onlar herhangi bir savaş veya çarpışmada ihtiyaç duyulduğunda kullanılan ihtiyat askeri rolündedirler.

3.Filistin topraklarındaki sivil yahudiler Filistin halkına karşı savaşmış, kadın, erkek, çocuk demeden suçsuz insanların kanlarını akıtmış ve bu savaşa mallarıyla veya görüşleriyle yardımcı olmuşlardır.

4.Filistin topraklarındaki yahudilerin askerleri ve sivilleri hepsi birlik halinde Filistinli Müslümanları ve gayri müslimleri yurtlarından çıkardıklarından, sonra oraları gasbettiklerinden ve oralara yerleşip mülk edindiklerinden dolayı hepsi de asker konumundadırlar.

5.İster asker olsun ister sivil olsun bugün Filistin topraklarına yerleşmiş olan yahudiler oranın asıl sahiplerinden olmayan yabancılardır. Filistin'in kendilerine vadedilmiş toprak olduğu şeklinde özetlenecek bir dini inançla dünyanın değişik yörelerinden gelerek oraya yerleşmişlerdir. Mescidi Aksa'nın mutlaka yıkılması ve yerine Siyon heykelinin inşa edilmesi, aynı şekilde üzerinde devletlerinin kurulabilmesi için Nil'le Fırat arasındaki toprakların tamamının işgal edilmesi gerektiği inancındadırlar.

Yaşanan gerçeklerden çıkarılan bütün bu sonuçlardan dolayı şeriatın bu insanlar hakkındaki hükmü şudur: Bu yahudiler savaşçı, gasıp ve işgalci insanlardır. Onlarla savaşılması ve Filistin'den çıkarılmaları farz, dost edinilmeleri ise haramdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi, ancak din hakkında sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanız için yardım etmiş olanları dost edinmekten sakındırır. Kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerdir." (Mümtehine, 60/9) Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurmaktadır: "Onları bulduğunuz yerde öldürün ve kendilerini sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür." (Bakara, 2/191)
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
İslam, ister asker kılıklı ister sivil kılıklı olsun bir savaşçıya veya saldırıda bulunana karşı direnilmesini, savaşa görüşüyle, malıyla yahut kişisel çabasıyla katkıda bulunan sivil kılıklıların öldürülmesini caiz görmektedir. Yapılan eylemlerde erkek veya kadınlardan silah taşımaya gücü yeten veya savaşa malıyla, görüşüyle yahut çabasıyla katkıda bulunanların hedef alınması esastır. Ancak bu arada kasıtsız olarak bazı çocukların ölümüne sebep olmaktan dolayı da sorumluluk yoktur." (Bu fetvaya şeriat ilimlerinde otorite onlarca ilim adamının imza attığını yukarıda söylemiş ve bazılarının isimlerini zikretmiştik.)

Ezher Alimleri Cephesi'nin fetvasında da konuyla ilgili olarak şöyle denmektedir: "Burada şunu ifade etmeliyiz ki, gasp edici gaspını sürdürdüğü sürece onun gözetilmesi gereken hiçbir mahremiyeti yoktur. Kanının ve canının da dokunulmazlık hakkı (ismeti) kalmaz. Yahudilerse Filistin'i gasbetmişlerdir. Sivil ile asker arasında ayırım yapma diye bir şey bilmiyorlar. Hepsi savaşçı durumundadır. Bunun en açık delili ise Hz. İbrahim Camisi'nde Goldstien tarafından gerçekleştirilen katliam ve yahudilerin bu katliamı gerçekleştirene gösterdikleri sevgidir. Yahudilerin ona sevgilerini göstermek için kalabalık topluluklarla düzenledikleri törenlere bir tek sivil yahudinin dışında karşı çıkan olmamıştır. Yahudiler sözde "barış"ın gölgesi altında kutsal topraklardan daha çok arazi gasbetmektedirler."

Şunu bilmek gerekir ki Filistin toprakları üzerindeki işgal Müslümanların ellerinden zorla gasp edilen toprakların yine zorla ve kuvvet kullanılarak elde tutulmasıyla sürdürülmektedir. Burada kuvvet kullanımı ise sadece askerler vasıtasıyla değil oraya yerleşen işgalci toplumun işbirliğiyle olmaktadır. Bazen: "Peki, İsrail toplumu içinde bu işgale ve baskıya karşı olanlar yok mudur?" sorusu soruluyor. Savaş ortamında insanları tek tek sorguya çekerek: "Sen bu zulmü doğru buluyor musun?" sorusunu sorma imkanı olmadığı gibi zorla ve haksız bir şekilde gasp edilen topraklara dünyanın herhangi bir yerinden gelerek yerleşmenin o gaspta rol almak anlamına geldiğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bir kimse başka hiçbir şey yapmasa bile haksız bir şekilde gasp edilen toprağa yerleşmekle suça ortak olmaktadır. Kaldı ki siyonist işgalciler siviliyle askeriyle o işgalin sürmesi için fiilen görev almaktadırlar. Türkiye'de bu yüzyılın başlarında gerçekleştirilen işgale karşı sürdürülen bağımsızlık savaşını incelediğinizde bu savaşla bugün Filistin'de sürdürülen mücadele arasında genel hatlarıyla hiçbir farklılığın olmadığını görürsünüz. Ama ne yazık ki, Türkiye'deki bağımsızlık mücadelesine övgüler yağdırırken Filistin halkının benzer mücadelesini "terör" olarak niteleyenler çifte standartçılık yaptıklarını unutuyorlar.

Aslında Filistin'de yaşanan gerçekleri gözleriyle görenler burada yahudilerin sivil asker demeden Filistinlilere karşı topyekün bir savaş içinde olduklarını çok iyi anlayabiliyorlar. Orada yaşananları gözleriyle göremeyenlerin de gerçeği anlayabilmeleri için yukarıda verdiğimiz bilgilerin yeterli olacağını sanıyoruz. Fakat bu gerçeği daha iyi anlayabilmeleri için bazı hususlara daha dikkatlerini çekmekte yarar görüyoruz. Bilindiği üzere 29 Mayıs 1996 tarihli İsrail parlamento seçimlerinin yaklaşması üzerine İsrail hükümeti Lübnan'a karşı büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırıyla ilgili yorumların çoğunda İsrail başbakanı Şimon Perez'in Likud Partisi'ne kayan seçmeni yeniden kendi partisine çekebilmek ve kendi partisi olan İşçi Partisi'ni yeniden iktidara getirebilmek için bu saldırıyı başlattığı dile getirildi. Yorumlara göre yahudi seçmenin Likud Partisi'ne kaymasının sebebi ise İşçi Partisi'nin Filistin halkının varlık mücadelesi karşısındaki şiddet uygulamalarını yeterli bulmamasıydı. Bunun yanı sıra seçimlere doğru basına yansıyan bazı haberlerde İşçi Partisi hükümetinin yahudi seçmenin desteğini kazanmak için Filistinli liderlere yönelik suikast planları hazırladığına ve bu planları seçime doğru gerçekleştirebilmek için hazırlık yaptığına dikkat çekildi.

Bu konuda dikkat çekmekte yarar gördüğümüz bir nokta da Filistin halkının Mart 1996'nın başlarından itibaren ablukaya alınmasından sonra Filistinlilerin ellerindeki arazilerin gasp edilmesi olaylarının artmasıdır. Filistin Topraklarını Savunma Komitesi'nin genel sekreteri Ahmed Semmare'nin verdiği bilgilere göre işgalciler askeri muhasarayı istismar ederek toprak gasp ediyorlardı. İşgalci askerler uygulanan askeri muhasarayı gerekçe göstererek Filistinlilerin arazilerinin başına gitmelerini engellerken, sivil yahudiler de gelip o arazilere yerleşiyor ve böylece haksız bir şekilde gasp gerçekleştiriyorlardı.

Bunlar İsrail'in sivillerinin kimliklerini ortaya koyan gerçeklerden sadece birkaçı. Bütün bu gerçekler İsrail'in sivillerini tanımaya yetmez mi? Bu vakıa siyonizmin tam bir ırkçılık ve vahşet olduğunu görmeye yetmez mi? Bu realite Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan siyonistlerin tamamının Filistinlilere karşı topyekün bir savaş içinde olduklarını anlamaya yetmez mi? "Barıştan yana" olduğu ileri sürülen bir siyasi parti bile savaşla, saldırıyla ve suikastla oy toplamaya çalışıyorsa, onun tabanı bile oyunu bu şartla veriyorsa artık Filistin halkının karşısında duran siyonistlerin ne kadar sivil olduklarını söyleyebiliriz? Filistin halkının bağımsızlık mücadelesinde sadece asker kıyafetlilerle karşı karşıya olduğunu, sivil giyinen siyonistlerin bu savaşın dışında olduklarını söyleyebilir miyiz?
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Çocukların Öldürülmesi

Kutsal Filistin topraklarının siyonizm kirinden temizlenmesi ve buraların gerçek İslami kimliğine kavuşturulması için İslami gayelerle ve İslam fıkhının koymuş olduğu ölçüler dairesinde yürütülen kutsal cihada tenkitler yöneltenler önce "siviller öldürülüyor" iddiasıyla yola çıktılar. Filistin topraklarına yerleştirilen siyonist yahudiler için "sivil" kavramının söz konusu olmadığı, o topraklarda işgale katılmanın aynı zamanda savaşa katılmak anlamına geleceği ve görüşleriyle bile düşmana yardımcı olan herkesin savaşta hedef alınmasına fıkhen cevaz olduğu gözler önüne serilince bu kez "çocuklar öldürülüyor" gerekçesinin arkasına sığınmaya başladılar. Bir dayanaklarının geçersizliğinin ortaya konmasından sonra kendilerine ikinci bir dayanak aramaları siyonist işgale karşı yürütülen haklı mücadeleyi haksız gösterme gayretkeşliğinden mi kaynaklanıyordu bilmiyoruz. Ama biz yine de bu yöndeki itirazlarına fıkıh kaynaklarından cevap vermeye çalışacağız.

Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, savaşta olsun savaş dışında olsun çok istisnai haller dışında çocukların kasten öldürülmesine cevaz yoktur. Çünkü çocuklar mükellef olmadıklarından ceza ehli değildirler. Ama savaş ortamında kendilerine herhangi bir görev verilmesi durumunda düşmanın gücünün zayıflatılması amacıyla çocukların öldürülmesine cevaz vardır. Örneğin düşmanların padişahları bir çocuksa ve onun öldürülmesi halinde dağılacaklarsa bu çocuğun öldürülmesine cevaz vardır. Yahut düşman çocuklardan bir barikat veya siper oluşturmuşsa bu barikat ya da siperin aşılması için yapılacak hamlede çocuklar öldürülürse bundan dolayı İslam ordularına bir sorumluluk yoktur. Bu konuyla ilgili fıkhi delilleri aşağıda sıralayacağız. Ancak ondan önce bir noktaya dikkat çekmekte yarar görüyorum. Filistin cihadına yönelik "çocuklar öldürülüyor" itirazı genellikle vakıaya değil varsayıma dayandırılan bir itirazdır. Yani: "Bu eylemlerde hedef gözetilmediğinden çocuklar da ölebilir" varsayımından yola çıkılarak itirazda bulunulmaktadır. Oysa hedef gözetilmediği iddiası doğru değildir. Şimdiye kadarki eylemlerle ilgili olarak hazırlanan raporlardan ve verilen bilgilerden öğrendiklerimize göre bu eylemlerde ölenlerin en küçüğü 16 yaşındadır. Bu noktaya işaret ettikten sonra gözlerimle gördüğüm bazı manzaraları dile getirerek çocukları asıl kimlerin mağdur ettiğini gözler önüne sermek istiyorum. 1990 yılında Ürdün'ü ziyaret ettiğimde intifadada yaralanıp tedavi için Amman'a getirilen Filistinli çocukları da ziyaret etmiştim. Amman'daki İslami Hastane'de tedaviye alınan bu çocukların bazılarının kol bazılarının bacak kemikleri kırılmıştı. Kimisinin iki bacağı birden kırılmış, tekerlekli sandalyelerle dolaşıyorlardı. Bu arada altı yedi yaşlarında bir çocuk gördüm. Tedavi için kafası traş edilen bu çocuğun kafasında en az yirmi taş yarası vardı. İşgalci askerler çocuğu yere yatırarak taşlarla bu şekilde kafasında en az yirmi yerde yara açmışlardı. Kimse öyle şey olamaz demesin çünkü ben ve benimle birlikte birçok kişi bu manzarayı gözlerimizle gördük. Bu gözlerimizle gördüğümüz bir manzara ve Filistin'deki on binlerce çocuğun yaşadığı hayat şartlarından sadece bir örnek. Bu manzaralar siyonistler tarafından güdülen medyanın ve yazarların işine gelmediğinden gündeme getirmek bile istemiyorlar. Ama siyonist işgale karşı yürütülen haklı mücadelede çocukların zarar görmemesine özen gösterildiği halde hemen "çocuklar da ölebilir" varsayımından yola çıkarak oradaki varlık mücadelesine karşı toplumda bir antipati oluşturmaya çalışıyorlar.

Bu noktaya temas ettikten sonra savaşta kasıtsız olarak çocukların ölümüne yol açma hakkında fıkıh kaynaklarımızın ne dediğine bir bakalım:

Ömer Nasuhi Bilmen'in yukarıda adı geçen eserinde şöyle deniyor: "Düşman efradı, esir ettikleri bazı Müslümanları veya İslam çocuklarını siper ittihaz etmiş olsa yine kendilerine karşı silah istimali, tüfek atılması caiz olur... Bunun neticesinde bazı Müslümanların şehadetine sebebiyet vermiş olsalar da bundan dolayı racih olan kavle nazaran (tercih edilen görüşe göre) ne diyet, ne de keffaret lazım gelir." (C.3, sh. 367)
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
İmam el-Mavsıli'nin el-İhtiyar'ında: "Düşmanlar Müslümanları kendilerine siper edinseler de yine kendilerine saldırılması caizdir." (C. 4, sh. 119) deniyor. Kitabın Mahmud Ebu Dakika tarafından yapılan şerhinde yukarıdaki söz açıklanırken, düşmanların tarafında Müslüman çocukların ve tüccarların bulunması halinde de yine saldırılmasının caiz olduğu vurgulanarak: "Sahih rivayetlerde bildirildiğine göre Resulullah (s.a.s.) Taif halkını kuşatmaya aldığında onların üzerine mancınıkla taş atmıştır. Oysa o zaman o halkın arasında Müslümanlar da vardı" deniyor. Aynı husus Hanefi fıkhının önemli kaynaklarından olan el-Mebsut'ta ve Fetavayi Hindiyye'de de dile getirilmektedir. Mehmed Zihni Efendi'nin Nimeti İslam adlı ilmihalinin sonuna eklenen Cihad bölümünde şöyle deniyor: "Düşman kafirler bazı Müslüman esirleri veya Müslüman çocukları kendilerine siper edinip kalkan gibi kullanıyorlarsa, İslam mücahitleri siper edinilen Müslümanları değil arkalarındaki kafirleri kastederek ateş açarlar. Sonuçta siper edinilen Müslümanların şehid olmasına sebep olunsa da diyet ve keffaret gerekmez." (Nimeti İslam, İslam mecmuası baskısı, İstanbul 1986, sh. 972) Bu konuda daha pek çok fıkhi kaynakta aynı fetvaların yer aldığı görülür.

"Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı fetvada da: "...Ancak bu arada kasıtsız olarak bazı çocukların ölümüne sebep olmaktan dolayı da sorumluluk yoktur" ifadesine yer verildiği yukarıda geçmişti.

Sonuçta görülen o ki, düşmanın zayıf düşürülmesi veya geri püskürtülmesi için bazı Müslüman çocukların zarar görmeleri veya ölmeleri ihtimalinin bulunması halinde düşmanın bir başka şekilde zayıf düşürülmesi veya geri püskürtülmesi mümkün olmayacaksa Müslüman çocukların ölmeleri ihtimali de göze alınarak saldırıda bulunulması caiz olmaktadır. Müslüman çocuklar açısından böyle bir cevaz söz konusu olduktan sonra bazılarının kalkıp düşman çocuklarıyla ilgili birtakım varsayımlar ortaya atarak İslam'ın kutsal mekanlarının siyonizm kirinden temizlenmesi için verilen mukaddes cihada çamur atmalarının itibara şayan bir yönü olamaz. Şunu tekrar edelim ki, çocukların öldürülmesi hiçbir zaman gaye değildir ve çocukların zarar görmemesi için son derece özen göstermek cihada katılanlar açısından önemli bir sorumluluktur. Ama her şeyi kendi şartları içinde değerlendirmek ve itirazları da varsayımlara değil pratikte vuku bulanlara göre yapmak gerekir. Ve şunu da bilmek gerekir ki hiç kimse kendini Allah'ın şeriatının üstünde görme hakkına sahip değildir ve Allah'ın şeriatının cevaz dairesini daraltmaya da kimsenin hakkı yoktur.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Misliyle Mukabele

Biz işgalcilerin Müslümanlara karşı başvurduğu uygulamaları gündeme getirdiğimizde hemen: "Onların bu uygulamalara başvurmaları bizim de aynı uygulamalara başvurmamızı gerektirmez. Örneğin düşmanlar Müslümanların kadınlarına tecavüz ettiğinde Müslümanların da onların kadınlarına karşı aynı şeyleri yapmaları caiz olur mu?" tarzında itirazda bulunuluyor. Oysa siyonistlerin bu zulümlerini anlatmaktaki kastımız, onlara mukabelede şeriatın koyduğu ölçülerin dışına çıkılabileceği iddiasında bulunmak değildir. Verilen mücadelede de zaten zalimlerin yaptıklarına değil şeriatın koyduğu ölçülere itibar edilmesi esastır. Ama bilmek gerekir ki, savaşta yerine göre misliyle mukabele de caizdir. Buradaki cevaz sınırının belirlenmesinde de dayanak şeriat ölçüleri olacaktır.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler de karşılıklıdır. Size kim saldırıda bulunursa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allah'a karşı gelmekten de sakının ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir." (Bakara, 2/194) Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür." (Şura, 42/40) Bu ayetler düşmana yerine göre misliyle mukabele edilebileceğini göstermektedir. Bu mukabelenin sınırları hakkında tefsir kitaplarına bakalım:

Elmalılı Hamdi Yazır yukarıdaki ayetlerden birincisini tefsir ederken şöyle diyor: "Aslında çirkin olan bir şey böyle bazı şartlar altında itibari bir güzellik kazanır. Bundan dolayı ilk başlayanın fiili, gerçekten ve hükmen çirkin ve sırf zarar olduğu halde, onun tepkisi demek olan karşısındakine bir hak vermiş olur. Böyle olabilmesi ise benzeri olma şartına bağlıdır. Benzerine riayet mümkün olmayan hususlarda kısas yapılmaz. Kıymetli şeyler birbirine takas edilmez. Hukukun derecelerine uymak gerekir... Kısaca meşru olan kayıtsız şartsız karşılık vermek değil ayniyle karşılık vermektir." (Hak Dini Kur'an Dili, Azim Dağıtım, C. 2, sh. 37-38) Yine aynı ayetin tefsirinde Fi Zilali'l-Kur'an'da da şöyle deniyor: "Başkasının mahremlerine tecavüz edenin mahremiyeti muhafaza edilmez. Zira mahremlerde karşılık ve kısas vardır. Bununla beraber Müslümanlara tecavüze mukabele etmek ve kısasın mubahlığı, tecavüz edilmemesi gereken bir hudut (aşılmaması gereken bir sınır) dahiline konmuştur. Mukaddesata tecavüz ancak zaruri miktarıyla olur." (Prof. Seyyid Kutb, Fi Zilali'l-Kur'an, Birleşik Yayıncılık, C. 1, sh. 396-397)

Bu konudaki hüküm ve tefsirlerden çıkan sonuç şudur: Normal şartlarda ve düşmanın kontrol altında tutulabildiği bir ortamda yapılması caiz olmayan bazı fiiller düşmanın kontrol altında tutulamaması dolayısıyla birtakım sınırları aşması, Müslümanların mahremiyetlerine tecavüz etmesi durumunda caiz olmaktadır. Yahut düşmanı boyun eğmeye veya birtakım aşırılıklardan alıkoymaya zorlamak başka türlü mümkün olamıyorsa yine normal şartlarda yapılmaması gereken bazı fiillerin yapılması caiz olabilir. Örneğin savaşta ağaç kesmek caiz değildir. Ancak Resulullah (s.a.s.) Beni Nadir yahudilerini kalelerinden inmeye zorlamak için ağaçlarını kesmiştir. Yüce Allah da bu konuda şöyle buyurmuştur: "Her hangi hurma ağacı kestiyseniz yahut kökleri üzere ayakta bıraktıysanız Allah'ın izniyle ve yoldan çıkmış olanları rezil etmesi içindir." (Haşr, 59/5) Yüce Allah bu ayetiyle o ağaçların kesilmesinden dolayı Müslümanlara herhangi bir sorumluluk olmadığını bildirmiştir. (Bu konudaki rivayetleri Buhari, Ebu Ya'la ve İbnu İshak nakletmiştir.)

Filistin topraklarında Müslümanların ne kadar ağır ve zor şartlarda varlık mücadelesi verdiklerini ve ne gibi tecavüzlere maruz kaldıklarını artık bütün dünya biliyor. Çocuklarının kol ve bacak kemikleri kırılıyor, kafaları kalbur gibi delik deşik ediliyor, evleri yakılıp yıkılıyor, topluca yurtlarından çıkarılıyorlar, mukaddes mekanları kirletiliyor, kadınlarına sataşılıyor, işleri ve arazileri ellerinden alınıyor, kısacası tarihin benzerine şahit olmadığı zulümlere maruz bırakılıyorlar. Müslümanların bütün bu zulümlere ve tecavüzlere cevap olarak gerçekleştirdikleri eylemler ise kendilerine yapılanın binde biri kadar bile değildir. Ayrıca Filistin cihadının stratejik yönü hakkında aşağıda vereceğimiz bilgiler siyonist işgalcilerin tecavüzlerine yerine göre misliyle mukabelede bulunmanın zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Filistin Cihadının Stratejik Yönü

Filistin'in bağımsızlığı için sürdürülen mücadele çerçevesinde gerçekleştirilen eylemleri tenkit edenlerden bazılarının da meseleye stratejik yönden yaklaştıklarını ve: "Bu eylemlere belki ilkesel açıdan bazı dayanaklar bulabilirsiniz ama stratejik yönden yanlıştır" dediklerini gördük. Bunu söylerken ileri sürdükleri gerekçelerse bu eylemlerin dünya kamuoyu nezdinde tenkitlere yol açması ve İsrail'in Filistinliler üzerindeki baskı ve şiddetinin daha da artmasıydı. Oysa olaya stratejik yönden yaklaşanların o eylemlerin stratejik hedeflerini de bilmeleri gerekirdi. İnsanların bazıları organik olarak miyop hastalığına yakalandıkları gibi bazıları da zihinsel olarak bu hastalığa duçar olabilmektedirler. Yani uzak hedefleri göremediklerinden hemen önlerine çıkan gündelik olaylara bakarak hüküm vermeye kalkışıyorlar. Oysa her şeyi gündelik sonuçlara göre ele alacak olursak, Allah korusun, cihadı bile gereksiz görme aşırılığına düşebiliriz. Çünkü her cihadda mutlaka birtakım musibetler, zararlar başa gelecektir. Bosna - Hersek Müslümanları Sırplar karşısındaki cihadlarında az mı kayıp verdiler? On binlerce kadının ırzına tecavüz edilmesi olayını gerekçe göstererek Bosna - Hersek Müslümanlarının Sırplara karşı cihada girişmekle stratejik açıdan büyük yanlışlık yaptıklarını ileri sürmek doğru olur mu? Aynı şeyi Çeçenistan ve Afgan cihadı açısından da düşünebiliriz.

Filistin halkı zaten sürekli baskı ve işkence altındadır. Filistin halkının mücadelesi üstlerindeki ******ın hafifletilmesi için verilen bir mücadele değil bir varlık mücadelesidir. Dolayısıyla Filistin cihadının stratejik hedefleri de orada Müslüman varlığının korunmasıyla ilgilidir. Siyonist işgalcilerin Filistinli Müslümanlara karşı izledikleri politikayla neleri hedefledikleri iyi bilinirse Müslüman halkın sürdürdüğü cihadın stratejik hedeflerini de daha iyi anlamak mümkün olur.

İşgal yönetimi, işgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki yahudi sayısını sürekli artırmak istiyor. Hatta bu topraklarda halen 4,5 milyona yakın olan yahudi sayısını 2000 yılında 8 milyona çıkarmayı hedeflediği söyleniyor. Bu hedefinin önünde duran iki önemli engel var: Birincisi nüfus sorunu, ikincisi de Müslümanların mücadeleleri. 1967'de işgal edilmiş olan kısmıyla birlikte Filistin topraklarının yüzölçümü 29 bin km2'dir. Buralarda yaşayan insan sayısı ise takriben 7,5 milyon civarındadır. (Bunun yaklaşık 4 milyon 400 bini yahudi, 3 milyon 100 bini ise Filistinlidir.) Bu rakamlarla Filistin topraklarında km2 başına düşen insan sayısı 258'i bulmaktadır. 12 bin km2'lik Nakab çölü hesaba katılmazsa, kullanıma elverişli alan üzerinde km2 başına düşen insan sayısının 441'i bulduğu görülür ki, bu da Türkiye'deki nüfus yoğunluğunun beş katıdır. İşte bu sebeplerden dolayı işgal yönetimi Filistinlileri göçe zorlayarak yahudilere yer açmak istemektedir. Bu hususun tafsilatını daha sonra vereceğiz. Ancak ondan önce siyonist işgalcilerin yahudi nüfusu artırma planlarının önünde duran ikinci engelden söz etmek istiyoruz. İkinci engel ifade ettiğimiz gibi Filistinli halkın mücadelesidir. Bu mücadele yahudi göçünü önlemektedir. Yahudiler genellikle rahat edemeyecekleri yere gitmemektedirler. Bundan dolayıdır ki İsrail'in Avrupa'daki ve Amerika'daki yahudileri, yahudi din adamlarını da kullanarak işgal altında tuttuğu Filistin topraklarına göçe yöneltmek için yaptığı teşvikler sonuç vermemektedir. Hatta intifadanın başladığı 1987'den sonra Filistin topraklarına yerleşmiş olan bazı yahudiler dışarıya göç ettiler ve İsrail bundan kaynaklanan nüfus düşüşünü telafi için Etyopya ve Eritre'deki siyah yahudilerle Rusya yahudilerini işgal altında tuttuğu topraklara nakletme yoluna gitti.

İşgal rejimi, yahudi göçünün önünde duran engelleri kaldırmak için Filistin halkını dışarıya göç etmeye çalışıyor. Bu amaçla sürekli baskı, fakirleştirme ve işsizleştirme politikasına başvuruyor. Bugün Filistinliler arasında işsizlik oranı % 70'e çıktığı halde İsrail dışarıdan işçi getirterek çalıştırıyor. Filistinlilerin göçe zorlanması halinde hem dışarıdan nakledilecek yahudilere yer açılacağını hem de içerdeki mücadelenin insan gücünden mahrum edileceğini hesap ediyor. İslami yardım kurumlarının çalışmalarının engellenmesi de Filistin halkını göçe zorlama politikasının bir parçasıdır. Çünkü bu yardımların orada varlıklarını sürdürmek ve öz yurtlarını terk etmemek için direnenlere bir destek olduğu düşünülmekte bu yüzden İslami yardım kuruluşlarının çalışmaları engellenmektedir. Hatta bu konuda bazı Avrupa ülkeleri, Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu ve Müslüman halkların başlarına musallat edilen diğer yönetimlerin birçoğu İsrail'le yardımlaşmaktadırlar. Bugün bazı Arap ülkeleri Filistin'e yardımı engellemek için İslami yardım kuruluşlarının Filistin halkına yardım göndermelerini engellemekle yetinmeyerek, tanınmış inançlı zenginleri her yurt dışına çıkışlarında yanlarına ne kadar para aldıkları konusunda beyanatta bulunmaya dönüşte de yaptıkları harcamaları belgelemeye zorlamaktadırlar. Bu yöndeki engellemeleri haklı göstermek için de Filistin halkına yapılan yardımları "teröre destek" olarak gösteriyorlar. Oysa İslami yardım kuruluşlarının ve genelde Müslümanların Filistin'e yaptıkları yardımların amacı oradaki işsiz ve çaresiz insanlara, babaları siyonist işgalciler tarafından şehid edilen yetimlere, dul kadınlara, İsrail zindanlarındaki esirlere ve onların ailelerine bir maddi katkıda bulunmaktır.

Filistin halkının varlık mücadelesinin başını çekenler ise cihadın canlı tutulmasıyla hem Filistin halkının birlik ve dayanışma içinde bir arada tutulacağını, hem de dışarıdan Filistin topraklarına gelmek isteyen yahudilere karşı tehdit unsurunun devam edeceğini hesap etmektedirler. Çünkü buradaki yahudi gücünün artması siyonistlerin buraya iyice demir atmaları ve kutsal toprakların yeniden İslami kimliğine kavuşturulması ümidinin son derece zayıflaması sonucunu doğuracaktır.

Cihadın bir diğer stratejik yönü de şudur: İşgal rejimi Filistinli Müslümanların bağımsızlık mücadelelerini başsız bırakmak amacıyla sürekli bu cihadın başını çekenlere karşı suikastlar düzenlemektedir. İslami Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikaki'nin, bu hareketin Gazze sorumlusu Hani el-Abid'in, yine aynı hareketin Gazze'deki ileri gelenlerinden Kemal Havaca'nın, HAMAS'ın askeri kanadının komutanlarından Yahya Ayyaş'ın, yine HAMAS'ın Gazze'deki ileri gelenlerinden ve askeri sorumlularından Kemal Kehil ile beş arkadaşının ve daha birçok kişinin suikastlarla şehid edilmesi hep bu amaç içindi. Bu suikastlarda işgalciler sözde özerk yönetimle de işbirliği yapmaktadırlar. Bütün bu suikastların cevapsız bırakılması siyonist işgalcilere daha da cesaret kazandırmakta ve yeni yeni suikast planları kurmaktadırlar. Ama oradaki bağımsızlık mücadelesinin ileri gelenlerine yönelik suikastların intikamının alınması durumunda işgalciler bir suikast gerçekleştirmeleri halinde oldukça sert bir cevapla karşılaşabileceklerini düşünerek ihtiyatlı olma gereği duymaktadırlar.

Bunun yanı sıra cihad Filistin davasının canlı ve gündemde tutulmasını sağlamakta, Filistin halkının bağımsızlık davalarından asla vazgeçme niyetinde olmadıklarını bütün dünya kamuoyuna duyurmaktadır. Şunu da özellikle belirtmemiz gerekir ki siyonistler "Büyük İsrail" hayallerinden vazgeçmemişlerdir ve vazgeçmek niyetinde de değildirler. Şu an onların önlerini kesen en önemli engel Filistin'deki cihaddır. Bu cihadı susturmaları ve Filistin'deki İslami varlığa son vermeleri halinde yeni genişleme planlarını gündeme getireceklerdir. İsrail'in son Lübnan saldırısı asla barıştan yana olamayacağının ve barış hikayesini sadece gerçekleştirdiği işgalleri meşrulaştırmak için kullandığının açık bir göstergesidir. Bundan dolayı bütün dünya Müslümanlarının Filistin'deki cihada köstek değil destek olmaları, siyonist işgalcilerin genişleme planlarının önünü kesen bu kutsal mücadelenin sürekli yanında yer almaları gerekir.

Bazıları "bütün bu stratejik hedefler için daha başka yollara başvurulamaz mıydı?" türünden sorular sorabilirler. Bu tür soruları soranların bilmeleri gerekir ki zaten Müslümanlar da bu yollara isteyerek başvurmuyorlar. İçinde bulundukları şartlar ve ortam kendilerini bu yollara başvurmaya zorluyor. Bu konuda Elmalılı Hamdi Yazır'ın daha önce verdiğimiz sözlerini tekrar etmekte yarar görüyoruz: "Aslında çirkin olan bir şey böyle bazı şartlar altında itibari bir güzellik kazanır. Bundan dolayı ilk başlayanın fiili, gerçekten ve hükmen çirkin ve sırf zarar olduğu halde, onun tepkisi demek olan karşısındakine bir hak vermiş olur."
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Filistin Cihadını Yıpratma Çalışmaları

Filistin cihadı mağdur ve mazlum bir halkın haklı ve meşru bir mücadelesidir. Bu mücadele bir grup kavgası veya meşru bir devlete karşı isyan değil toplu bir halk hareketidir. Ama ne yazık ki, bugün insanlar doğruları konuşmaktan ziyade çıkar hesaplarına göre konuşmayı tercih ettiklerinden dolayı günümüz dünyasında çeşme başlarını tutan siyonistler birçoklarını kendi istedikleri gibi konuşturmayı başarıyorlar. Bundan dolayıdır ki, çıkar hesaplarını ve çeşme başlarını tutanlarla olan ilişkilerini öne çıkaranlar görünüşte İslami kılıf taşısalar da Filistin'deki mukaddes cihada çamur atmada birbirleriyle yarışmaya başladılar. İşte bu yarışta bazıları Filistin İslami Direniş Hareketi'ni ABD'nin desteklediği gibi saçma iftiralar attı. Diğer bazıları bu hareketi MOSSAD'ın beslediği saçmalarına sarıldı. Bu arada olayların sıcaklığının devam ettiği sıralarda, siyonist işgal yönetimine çalışan sözde özerk yönetim tarafından HAMAS imzalı birtakım bildiriler yayınlanarak bu hareketin prensiplerine aykırı bazı şeyler hareketin kendi açıklaması gibi basına yansıtıldı. HAMAS içinde bölünme olduğu ileri sürüldü. Bu hareketin cihadı bırakıp tamamen siyasi faaliyetlere yöneleceği ileri sürüldü. Bazıları da işi çok çok daha ileri götürerek kutsal mekanların siyonizm kirinden temizlenmesi mücadelesini "puştluk" olarak niteleyecek kadar haya perdelerini yırttı.

Aslında bu iddiaların hiçbiri cevaplandırılmaya değecek seviyede değildir. Ancak biz, söz konusu iddiaların etkisiyle bazılarının zihinlerinde birtakım soru işaretlerinin kalmış olabileceği kanaatiyle kısa kısa bazı cevaplar verelim.

Şair diyor ki: "Dinime ta'n eyleyen bari Müselman olsa!" Biz de, CIA ile ilişkisi olduğundan dolayı hakkında şüpheler bulunan birinin kalkıp HAMAS'ı ABD'nin desteklediği iddiasını ortaya atması karşısında: "Bari sen ABD ve onun uzantıları tarafından beslenen biri olmasan!" deme gereği duyuyoruz. ABD'nin İsrail'e sürekli en büyük desteği verdiğini bütün dünya biliyor. Böyle bir ülkenin İsrail'i yıllardan beri sürekli rahatsız eden bir hareketi desteklediği iddiası kadar gülünç bir iddia olamaz. Adam kalkmış "bozacının şahidi şıracı" misali bir de bu iddiasına Oliver Roy'un yazdıklarını delil göstermiş.

MOSSAD, HAMAS'ı ne zaman desteklemiş? HAMAS'ın fiilen ortaya çıkmasıyla birlikte intifada başladı. İntifada ise İsrail'e karşı topyekün bir başkaldırı hareketi niteliği taşıyordu. MOSSAD, İsrail'e karşı topyekün bir başkaldırının başını çeken bir hareketi mi desteklemiş?

Şu an özerk yönetimde görev alanlar intifadanın hareketli olduğu dönemlerde de HAMAS adına bildiriler dağıtarak bu hareket hakkında şüpheler uyandırmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla bugün İsrail tarafından kendilerine geniş yetkiler verildiği dönemde bu işi yapmaları doğaldır. HAMAS'ın silahları teslim edeceği, cihada son vereceği yolundaki açıklamalar hep onların yalanlarıydı. Ama HAMAS bu açıklamaların kendilerine ait olmadığını ve söz konusu haberlerin basına yansımasının tamamen özerk yönetimin oyunu olduğunu çeşitli vesilelerle açıkladı.

Allah yolunda verilen kutsal mücadeleyi "puştluk" olarak niteleyecek kadar haya perdelerini yırtanlara muhterem Hasan Karakaya bey AYNA köşesinde tek kelimelik ve gayet oturaklı bir cevap vermişti: Hoşt. Buna ekleyecek bir şeyimiz yok.


Terör Nitelemesi Kimin İşine Yaradı?

Siyonist işgalciler bütün dünya medyasının Filistin'deki varlık mücadelesini terör olarak nitelemesinden cesaret alarak Filistin halkı üzerindeki baskı uygulamalarını daha da şiddetlendirdiler. Bu itibarla işgalcilere bu konuda cesaret veren Filistinli mücahitlerin eylemleri değil dünya medyasının Filistin halkının mücadelesini "terör" olarak nitelemede ittifak etmesidir. Şarmu'ş-Şeyh zirvesinin düzenlenmesinde dayanılan gerekçe de bu nitelemedir. Şarmu'ş-Şeyh zirvesinde bir araya gelenler İsrail'in geleceğini kurtarmayı amaçlayan kararlarını "teröre karşı mücadele" olarak dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştı ve bunda en çok medyadan yararlandılar. İsrail'in Lübnan'ı işgali ve yüzlerce masum insanı öldürmesi de Şarmu'ş-Şeyh zirvesinde alınan kararların bir uygulamasıydı. İsrail şiddet ve zulüm politikasına hep "terörle mücadele" kılıfını giydirdi ve uluslararası siyonizmin güdümündeki medya ona bu konuda sürekli yardımcı oldu. Ama ne yazık ki İslami kesimden görünen bazı tipler bile Filistin halkının cihadını, Lübnan halkının İsrail işgal kuvvetlerini yurtlarından çıkarmak için verdiği mücadeleyi "terör" olarak nitelemek suretiyle siyonizmin politikalarına alet oldular. Bundan dolayı büyük bir vebal altına girdiklerini düşünmek zorundadırlar.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Sonuç

Değerli okuyucu kardeşlerimden Filistin cihadının ümmet adına verilen bir cihad olduğunun bilincinde olmalarını bekliyorum. Ayrıca şunu da ifade edeyim ki, bilerek ya da bilmeyerek bu cihad aleyhine yürütülen propagandalardan dolayı çevrenizdeki insanların zihinlerinde bazı soru işaretleri kalmış olabilir. Bu insanların zihinlerindeki soruları cevaplandırmak, şüpheleri gidermek ve kendilerini aydınlatmak önemli bir hizmet ve Mescidi Aksa'nın, İslam'ın kutsal beldelerinin kurtarılması için verilen mücadeleye bir katkı olacaktır. O yüzden burada verdiğimiz bilgileri, kendilerine bu bilgiler ulaşmayan tanıdıklarınıza da ulaştırmak suretiyle onları aydınlatmanızı rica ediyorum. Ayrıca şunu da belirtelim ki, Müslümanların bağımsızlık mücadelelerine edep sınırını aşan kelimelerle sataşanların bu hareketlerine mutlaka tepki gösterilmelidir. Tepkilerimizi onların yazılarını yayınlayan yayın organlarına telefon ederek, faks çekerek veya mektupla bildirebiliriz. Sadece % 1 oranında yahudinin yaşadığı Fransa'da, Roger Garaudy'nin yahudi katliamıyla ilgili tarihi yalanları gündeme getirmesinden dolayı gözaltına alınması üzerine ona sahip çıkan eski bir arkadaşı gösterilen tepkiler karşısında, yaptığı açıklamalardan dolayı yahudilerden özür dilemek zorunda bırakıldı. Ama İslami bilince sahip insanlarımızın bile önemli bir yekûn oluşturduğu Türkiye'de İslami mücadelelere yönelik sataşmalar tepkisiz kalırsa sataşanlar daha da cesaret kazanarak kalem saldırılarını artırabilirler.

***
Ünlü Fıkıhçı Prof. Vehbe Zuhayli'den

-Batılılar tarafından canlı bomba eylemleri olarak nitelendirilen saldırıların İslam'daki hükmü nedir? Bu tür eylemler intiharla eş tutulabilir mi?

İntihar insanın kendini bir hedef gözetmeksizin öldürmesidir. Bizim Müslümanlar olarak "istişhadi eylem" dediğimiz, Batılıların ise "canlı bomba" saldırıları dedikleri eylem biçiminde bir amaç güdülüyor. Bu amaç Allah'ın düşmanlarına zarar vermektir. Eğer cephede savaşan Mücahidler düşmanları karşısında askeri olarak zayıflarsa ve yapılacak istişhad eylemi düşmana en çok zarar verecek bir yöntemse bu tür eylemler zaruretten dolayı caiz olur. Hatta bu feda ediş kişiyi şehadete ulaştırır. Çünkü gaye Allah'ın dininin güç bulmasıdır.

-Hamas ve İslami Cihad'a bağlı direnişçiler zaman zaman İsrailli sivillere yönelik ölümcül saldırılar düzenliyorlar. Bu nedenle Filistinli direniş grupları sivil İsraillileri öldürdükleri için bir takım İslami çevreler tarafından eleştiriliyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Düşmanın illa üniformalı veya asker olması gerekmiyor. Düşman her haliyle düşmandır. İsrail halkı Filistin'i işgal ederek bugün Müslümanlara savaş ilan etmiş durumdadır. Onlar düşmanlıkta en üst seviyeye çıktılar. İsrail halkının tümü şu an işgalci hükmündedir. Çünkü onlar Filistin'e yerleşmek için kendi topraklarını terk ettiler. Ayrıca İsrailli siviller ellerine fırsat geçince Müslümanlara en üst düzeyde düşmanlık yapıyorlar. Bu nedenlerden dolayı İsrailli sivillere yönelik yapılan saldırılar haklı saldırılardır. Müslümanlar tarafından kınanamazlar.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
İsrail'in Sivilleri
Giriş
İsrail'in sivilleri hakkında fikir veren ibret verici bir fotoğraf. 8-10 yaşındaki çocukları bile Filistinlilere saldırmayı öğrenmiş. Genç kızı Müslüman hanımın başörtüsünü çekiştiriyor. Bir yandan askerlerin önünü kestiği diğer taraftan sivillerin iğrenç saldırılarına maruz kalan Müslüman kadının yürekler parçalayan durumu
Silahıyla askerlere destek veren bir yahudi yerleşimci. "Sivil asker mi olur?" demeyin. Sivil polis oluyor da sivil asker neden olmasın? Özellikle 1967 Haziran savaşında işgal edilmiş olan Batı Yaka ve Gazze'de kurulmuş olan yahudi yerleşim merkezlerinde oturanların tamamına yakını silahlıdır ve askeri eğitim almışlardır. Bunların askeri eğitimleri genellikle İsrail rejimi tarafından değil de yahudi terör örgütleri tarafından organize ediliyor. Fakat İsrail rejimi de bu terör örgütlerine fırsat ve imkân vermekle söz konusu yerleşimcilerin askeri eğitimlerini dolaylı yoldan üstlenmiş olmaktadır.
Bir yahudi yerleşim merkezi. Filistin topraklarının değişik bölgelerine kurulmuş olan yahudi yerleşim merkezlerinin birer bomba niteliği taşıdığı ve çevredeki Müslümanları sürekli tehdit ettiği çeşitli vesilelerle ortaya çıkmıştır. Yahudi yerleşim merkezlerinin bütün bu özelliklerine rağmen Filistin tarafını temsil ettiklerini ileri sürerek İsrail'le masa başına oturanlar bu merkezlerin kaldırılması için hiçbir gayret sarf etmemişlerdir. Bu yüzden sözde "barış" görüşmelerinde, birer bombadan ibaret olduğunu ifade ettiğimiz yerleşim merkezlerinin aynen kalması kararlaştırıldı.
Bir yahudi yerleşim merkezi inşaatı. Siyonist İsrail yönetimi FKÖ ile imzaladığı barış anlaşmasının gölgesinde çeşitli oyunlar çevirdi ve çevirmeye devam ediyor. Bu oyunlardan biri de işgal altındaki Filistin topraklarına yeni yahudi yerleşim merkezlerinin kurulması ve bölgedeki Filistinli nüfusun azaltılması oldu. Dünya kamuoyunun sözde "barış" safsatasıyla uyuşturulduğu bir dönemde siyonist işgal rejimi Doğu Kudüs ve Batı Yaka'da toprak gaspı işlemlerini hızlandırdı. Gasbettiği toprakları mevcut yahudi yerleşim merkezlerinin yerleşim alanlarına ilave ederek buraların nüfuslarını artırmaya çalıştı.
el-Halil katliamını Barush Goldstien adında bir yerleşimci terörist gerçekleştirmişti. 25 Şubat 1994 (15 Ramazan 1414) tarihinde el-Halil'deki Hz. İbrahim camisinde gerçekleştirilen büyük katliamın sorumluları Kiryat Arba yerleşim merkezinde oturan yahudilerdi. Bu katliamın baş faili terörist Barush Goldstien, Kiryat Arba yahudilerinden ve ünlü terör örgütü Kach'ın mensuplarındandı. Gerek bu olay ve gerekse daha başka olaylar söz konusu yerleşim merkezlerinin ne derece tehdit unsuru olduğunu ortaya koymuştur.
el-Halil'de Filistinlilere saldırmaya hazırlanan bir yahudi yerleşimci. Yerleşimcilerin Filistinli Müslümanlara yönelik saldırıları Hz. İbrahim Camisi katliamıyla başlamadı. Aslında siyonist anlayışla beslenen terör örgütlerinin yetiştirdiği militanların Müslümanlara yönelik saldırıları İngiliz işgaliyle birlikte başlamıştır. Özellikle Batı Yaka'daki Filistin halkı, yerleşimcilerin tehditleri dolayısıyla ne geceleri rahat uyuyabiliyor, ne gündüzleri huzur içinde oturabiliyorlar. Çünkü dünya kamuoyuna sivil olarak tanıtılan yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırılarının, eylemlerinin arkası gelmiyor.
Askerlerin ve yerleşimcilerin işbirliğiyle Filistinli kadınlara saldırı. İsrail'in sivilleri zaman zaman Müslüman kadınlara da saldırıyorlar. Örneğin 25 Haziran 1995 tarihinde Batı Yaka'nın el-Halil şehrinde bazı yahudi yerleşimciler İzdihar el-Bâyid adında 30 yaşında bir Filistinli kadına saldırdılar. Verilen bilgilere göre yerleşimciler adı geçen kadının evinin önünde bir yere saklandı ve kadın evinden çıktığı sırada yüzüne bayıltıcı sprey sıktılar. Kadın bayıldıktan sonra da kaçtılar. Daha sonra bölge hastanesine kaldırılan kadın beş saat süreyle kendine gelemedi. Saldırıdan dolayı kadının gözleri de ciddi şekilde zarar görmüştü.
Yerleşimcilerin çocukları saldırganlığı daha küçük yaşlardan itibaren öğreniyorlar
Yahudi yerleşimcilerin tahrip ettiği camilerden biri. Hz. İbrahim Camisi katliamı, Müslümanların kutsal mekânlarının İsrail'in sözde sivilleri tarafından ciddi şekilde tehdit edildiğini gösteren olayların en önemlisi. Ancak gerçekleştirilen tek cami ******ı bu değil. Bunun yanı sıra daha başka camilere de zaman zaman ******lar düzenliyorlar.
Yerleşimcilerin işgalci askerlerin gözetim ve korumasında gerçekleştirdikleri bir gösteri. el-Hak adlı insan hakları örgütü tarafından hazırlanan bir raporda siyonist yönetimin yahudi yerleşimcilerin eylemleri karşısında gevşek davrandığı, bu tür eylemleri tekrarlamalarını engelleyecek bir ceza vermediği, çoğu zaman bu eylemleri gerçekleştirenleri tamamen cezasız bıraktığı, dolayısıyla bu tutumuyla saldırgan yerleşimcilere cesaret verdiği dile getirildi.
Yerleşimcilerin işgalci askerlerin gözetim ve korumasında gerçekleştirdikleri bir gösteri. Bazı İsrail gazetelerinde yer alan haberlerde yahudi terör örgütlerinin başında gelen Kach örgütünün İsrail'de her alanda faaliyet yürütebildiğine ve Rabin hükümetinin bu duruma göz yumduğuna dikkat çekilmişti. Ha Aretz adlı İsrail gazetesinde yayınlanan uzun bir raporda Kach örgütü militanlarının değişik isimler altında yayınlar çıkardıklarına, kendi aralarında eğitim halkaları, konferanslar vs. düzenlediklerine ve bütün bu eğitim çalışmalarıyla Arap düşmanlığını esas alan ırkçı fikirlerini yaymaya çalıştıklarına dikkat çekiliyordu.
1969'da Mescidi Aksa'yı kundaklayan kişi Denis Ruhan adlı bir yahudi yerleşimciydi. Polis bu kişiyi tutukladıktan bir süre sonra deli diye serbest bıraktı
Yahudi yerleşimcilerin el-Halil katliamında yaralanan bir çocuk
İşgal yönetiminin sağladığı serbestlikten ve rahatlıktan yararlanan yerleşimciler Filistinlilere yönelik saldırılarında daha çok cesaret kazanıyorlar. Bu ise daha çok can ve mal kaybına yol açıyor. İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma adlı örgütün hazırladığı bir rapora göre yahudi yerleşimciler intifadanın başladığı Aralık 1987'den Temmuz 1995 sonuna kadar Batı Yaka ve Gazze'de 111 Filistinli Müslümanı şehid ettiler. Rapora göre bu öldürme olayları FKÖ ile İsrail arasında "İlkeler Anlaşması"nın ilan edilmesinden sonra daha da arttı. Söz konusu anlaşmanın ilan edildiği Ekim 1993'ten Temmuz 1995 sonuna kadar yahudi yerleşimcilerin eliyle şehid edilen Filistinlilerin sayısı 67'yi buldu. Yerleşimci teröristler bunlardan 56'sını kurşunlayarak, 11'ini de dövmek, arabayla çarpmak vs. gibi değişik yollarla şehid ettiler.
Yerleşimciler kadınlarıyla çocuklarıyla hepsi saldırgan. İsrail'in sivil teröristlerinin üniformalı teröristlerinden hiçbir farkı yok. Hatta sivil teröristler dünya kamuoyu nezdinde işgal ve gasp olaylarının dışında dolayısıyla "masum" gibi gösterildiklerinden saldırılarında kendilerini daha rahat hissediyorlar. Filistin halkı ise hem bu sivil teröristlere, hem de üniformalı teröristlere karşı varlık mücadelesi vermek zorunda. Ne var ki, uluslararası siyonizm tarafından yönlendirilen basın yayın organları bu varlık mücadelesini bir "terör", siyonist işgal yönetiminin bazen sivil bazen üniformalı adamlarını kullanarak gerçekleştirdiği zulüm uygulamalarını ise devlet olmanın verdiği haklara dayalı resmi uygulamalar yani meşru uygulamalar olarak gösteriyor.

Basın - yayın organlarında "sivil İsrailliler" terimiyle zaman zaman karşılaşırız. İsrail işgal yönetiminin "sivil İsrailliler" diye nitelediği ve dünya kamuoyunun da bu adla tanıdığı insanların ne kadar sivil olduklarını aslında Ağustos ayı başlarında yaşanan gelişmeler bütün açıklığıyla ortaya çıkardı. Biz de bu yazı dizimizde işgal yönetiminin dünyanın değişik yörelerinden toplayıp Filistin topraklarına doldurduğu yahudilerin ne kadar sivil olduklarını anlatmaya çalışacağız. Ancak bundan önce şunu hatırlatalım ki biz Filistin topraklarını bir bütün olarak görüyor ve İslâm toprağı olduğuna inanıyoruz. "İsrailli" teriminin de bizim bu anlayışımızla uyuşmadığını ifade etmekte yarar görüyoruz. Uluslararası kurumların raporlarında ve basın - yayın organlarında 1948'de işgal edilmiş olan Filistin toprakları "İsrail" olarak gösterilmekte dolayısıyla buralarda oturan yahudiler "İsrailli", 1967'de işgal edilmiş olan topraklarda (Batı Yaka ve Gazze'de) oturanlar ise "yahudi yerleşimci" olarak adlandırılmaktadır. Bize göre bunların hepsi yerleşimcidir. Çünkü Filistin topraklarına sonradan yerleştirilmişler ve Filistinlilerin ellerinden zorla alınan arazilere iskân edilmişlerdir.
Yerleşimciler İsrail'in Sivil Askerleri

"Sivil asker mi olur?" demeyin. Sivil polis oluyor da sivil asker neden olmasın? Özellikle 1967 Haziran savaşında işgal edilmiş olan Batı Yaka ve Gazze'de kurulmuş olan yahudi yerleşim merkezlerinde oturanların tamamına yakını silahlıdır ve askeri eğitim almışlardır. Bunların askeri eğitimleri genellikle İsrail rejimi tarafından değil de yahudi terör örgütleri tarafından organize ediliyor. Fakat İsrail rejimi de bu terör örgütlerine fırsat ve imkân vermekle söz konusu yerleşimcilerin askeri eğitimlerini dolaylı yoldan üstlenmiş olmaktadır.
Ne Kadar Yerleşimci Var?

1948'de işgal edilmiş olan Filistin topraklarında oturanların yaklaşık % 80'i yahudidir. Fakat asıl terör eğitimi alanlar ve Filistinli Müslümanları sık sık rahatsız edenler Batı Yaka ve Gazze'de oturan yerleşimcilerdir. Bir milyona yakın Filistinlinin yaşadığı Batı Yaka bölgesinde 100 binin üzerinde yahudi yerleşimcinin ikamet ettiği sanılıyor. Bu bölgede 200'e yakın yahudi yerleşim merkezi mevcuttur. 950 bin civarında bir nüfusa sahip olan Gazze bölgesinde oturan yerleşimcilerin sayısının ise 5 bini bulduğu sanılıyor. Bunlar yukarıda da ifade edildiği üzere yahudi yerleşim merkezleri adı verilen yerlerde yaşamaktadırlar. Bu merkezler İsrail işgal kuvvetleri tarafından korunmaktadır. Gazze ve Eriha'da kurdurulan özerk yönetim bu yerleşim merkezlerine hiçbir şekilde müdahale etme yetkisine sahip değildir. Batı Yaka'da özerk yönetimin sorumluluğuna verilecek bölgelerin genişletilmesi durumunda da aynı uygulama söz konusu olacak. Dolayısıyla bu yönetimin sorumluluğuna verilecek yeni bölgelerde bulunan yahudi yerleşim merkezleri de tamamen işgal kuvvetlerinin gözetimi altında olacak ve özerk yönetim buralara da herhangi bir şekilde müdahale edemeyecek.
Filistin Topraklarına Yerleştirilmiş Bombalar: Yahudi Yerleşim Merkezleri

Filistin topraklarının değişik bölgelerine kurulmuş olan yahudi yerleşim merkezlerinin birer bomba niteliği taşıdığı ve çevredeki Müslümanları sürekli tehdit ettiği çeşitli vesilelerle ortaya çıkmıştır. Örneğin 25 Şubat 1994 (15 Ramazan 1414) tarihinde el-Halil'deki Hz. İbrahim camisinde gerçekleştirilen büyük katliamın sorumluları Kiryat Arba yerleşim merkezinde oturan yahudilerdi. Bu katliamın baş faili terörist Barush Goldstien, Kiryat Arba yahudilerinden ve ünlü terör örgütü Kach'ın mensuplarındandı. Gerek bu olay ve gerekse aşağıda örneklerini sıralayacağımız daha başka olaylar söz konusu yerleşim merkezlerinin ne derece tehdit unsuru olduğunu ortaya koymuştur. Son haftalarda yaşanan olaylarla buraların birer sivil yerleşim merkezi değil birer askeri karargâh niteliği taşıdığı buralarda oturanların da milis güçler sayılabileceği bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Yerleşimciler Suları Kirletiyorlar

Geçtiğimiz Temmuz ayının ortalarında Batı Yaka'da yaşayan Filistinliler arasında ortaya çıkan veba tehlikesinin birinci derecede suların kirliliğinden ileri geldiği ve suların kirlenmesine de genellikle işgalci askerlerle yahudi yerleşimcilerin sebep olduğu bildirildi. Batı Yaka'daki gönüllü kuruluşlardan Toprak ve Sular Kurumu'nun konuyla ilgili açıklamasında, suların ve çevrenin kirlenmesine bölgedeki İsrail askeri karargâhlarının ve yahudi yerleşim merkezlerinin sebep olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada askeri birliklerin ve yahudi yerleşimcilerin çöplerini genellikle Filistinli halka ait arazilere bıraktıkları ve buralarda biriken çöplerin, Filistinlilerin çoğunun içme suyu olarak kullandığı yeraltı sularının kirlenmesine ve mikroplanmasına yol açtığı ifade edildi.
Yerleşimciler Kadınlara Saldırıyorlar

İsrail'in sivilleri zaman zaman Müslüman kadınlara da saldırıyorlar. Örneğin 25 Haziran 1995 tarihinde Batı Yaka'nın el-Halil şehrinde bazı yahudi yerleşimciler İzdihar el-Bâyid adında 30 yaşında bir Filistinli kadına saldırdılar. Verilen bilgilere göre yerleşimciler adı geçen kadının evinin önünde bir yere saklandı ve kadın evinden çıktığı sırada yüzüne bayıltıcı sprey sıktılar. Kadın bayıldıktan sonra da kaçtılar. Daha sonra bölge hastanesine kaldırılan kadın beş saat süreyle kendine gelemedi. Saldırıdan dolayı kadının gözleri de ciddi şekilde zarar görmüştü.
Yerleşimciler Çocuk Kaçırıyor

Batı Yaka'nın güneyinde ve Kudüs yakınında bulunan el-Halil'de 28 Mayıs 1995 günü bir yahudi yerleşimci bir Müslüman kız çocuğunu kaçırmaya teşebbüs etti. Ancak durumun farkına varan Müslüman gençler derhal müdahalede bulunarak yerleşimcinin amacını gerçekleştirmesini engellediler. Olaya şahit olanların anlattıklarına göre el-Halil'deki Beyti Hedâsâ Yahudi Yerleşim Merkezi'nden geldiği anlaşılan kırk yaşlarında bir yahudi yerleşimci, 28 Mayıs Pazar günü sabah saat 07.45 sıralarında, Fatıma Mahmud el-Bâyıd adındaki 9 yaşında bir kız çocuğu zorla arabasına bindirmek istedi. Fakat çevredeki Müslümanların müdahale etmeleri üzerine arabasına binerek kaçtı.
Yerleşimci Teröristler Mallara da Zarar Veriyorlar

İsrail'in sivilleri sadece insanlara yönelik saldırılar düzenlemekle kalmıyor, zaman zaman Filistinlilerin mal varlıklarına da zarar veriyorlar. Bu amaçla yaptıkları işlerin başta gelenleri de Filistinlilere ait tarım alanlarını tahrip etmek, Filistinlilerin hayat kaynakları arasında yer alan zeytinler başta olmak üzere ağaçları kesmek, ulaşım araçlarına zarar vermek ve evleri tahrip etmek. Uluslararası Hukuk Konseyi'ne üye olan el-Hak adlı insan hakları örgütü Ekim 1994'te hazırladığı bir raporda yerleşimcilerin Filistinlilerin ekonomik durumlarını kötüleştirmek amacıyla onların mal varlıklarına zarar vermeyi amaçlayan eylemlerini artırdıklarına dikkat çekmişti. Raporda yerleşimcilerin 1994 zeytin devşirme mevsiminde Batı Yaka'daki Nablus şehrinin Sâlim kasabasında 100 zeytin ağacını yaktıklarına dikkat çekiliyor ve bu işi yapanların genelinin Kudüs'teki bir yahudi okulunun öğrencisi oldukları ifade ediliyordu. Yine Nablus yakınındaki Kefer Kadum köyü sakinleri yahudi yerleşimcilerin saldırılarından iyice muzdarip olduklarını bildirdi ve en çok da yerleşimcilerin tarım arazilerine ve ağaçlara saldırmalarından şikâyetçi oldular. Adı geçen köyde oturan Müslümanlar, yerleşimcilerin sık sık arazilerine zarar verdiklerini ve meyve ağaçlarını kestiklerini ifade ettiler. Nisan 1995 başlarında da Batı Yaka'nın Beytilaham şehrine bağlı Reşâdiye ve Keysân köylerinin arazileri üzerine kurulmuş olan Maaliye Amus Yahudi Yerleşim Merkezi'nde oturan yahudiler, köylülerden Ali Avde adlı bir şahsa ait bin kadar zeytin ağacını kesmeye teşebbüs ettiler. Yerleşimcilerin Ali Avde'ye ait yüz dönümlük arazide bulunan zeytin ağaçlarını kesmeye daha önce de teşebbüs ettikleri bildirildi.
 

mavera_agd

Doçent
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
734
Tepkime puanı
55
Puanları
0
Konum
MEKKE OLSAYDI..
Yerleşimci Terörünün Bilançosu

İşgal yönetiminin sağladığı bu serbestlikten ve rahatlıktan yararlanan yerleşimciler Filistinlilere yönelik saldırılarında daha çok cesaret kazanıyorlar. Bu ise daha çok can ve mal kaybına yol açıyor. İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma adlı örgütün hazırladığı bir rapora göre yahudi yerleşimciler intifadanın başladığı Aralık 1987'den Temmuz 1995 sonuna kadar Batı Yaka ve Gazze'de 111 Filistinli Müslümanı şehid ettiler. Rapora göre bu öldürme olayları FKÖ ile İsrail arasında "İlkeler Anlaşması"nın ilan edilmesinden sonra daha da arttı. Söz konusu anlaşmanın ilan edildiği Ekim 1993'ten Temmuz 1995 sonuna kadar yahudi yerleşimcilerin eliyle şehid edilen Filistinlilerin sayısı 67'yi buldu. Yerleşimci teröristler bunlardan 56'sını kurşunlayarak, 11'ini de dövmek, arabayla çarpmak vs. gibi değişik yollarla şehid ettiler. Rapora göre yahudi yerleşimciler tarafından işlenen cinayetlerde Batı Yaka'daki el-Halil şehri birinci sırada geliyor. Nitekim yukarıda sözü edilen rapora göre "İlkeler Anlaşması"nın imzalandığı tarihten sonra yerleşimci terörüne kurban giden 67 Filistinlinin 54'ü bu şehirde şehid edildi. Bu şehirde işlenen en büyük cinayet ise Barush Goldstien adındaki teröristin 25 Şubat 1995'te gerçekleştirdiği Hz. İbrahim Camisi katliamı oldu.
Yerleşimciler Şimdi de Gerilla Oluyorlar

Batı Yaka'da FKÖ'nün sorumluluğuna verilen bölgenin genişletilmesi kararının alınması üzerine bölgedeki yerleşimciler kendi aralarında milis güçler yani gerilla grupları oluşturma çabası içine girdiler. Batı Yaka'nın el-Halil şehrindeki Kiryat Arba Yahudi Yerleşim Merkezi'nde oturan yerleşimciler bu konuda İsrail'in eski savunma bakanlarından ve sağcı Likud partisinin hızlılarından olan Ariel Şaron'dan destek istediler. Ariel Şaron da, Kiryat Arba yahudilerinin tekliflerini kabul ettiğini ve yerleşimcilerin silahlı milis güçler oluşturma çabalarına destek vereceğini bildirdi. Hz. İbrahim Camisi katliamını gerçekleştiren Barush Goldstien adlı teröristin de Kirya Arba yahudilerinden olduğunu hatırlatalım.
Yerleşimcilerin Gayesi Filistinlileri Yurtlarından Çıkarmak

Yahudi yerleşimcilerin sık sık Filistinlilere yönelik saldırılar düzenlemekte ve onları rencide etmekteki amaçları bu insanları yurtlarını terk etmeye zorlamaktır. İsrail işgal yönetimi de aynı amacı taşıdığından bu konuda yerleşimci teröristlerin saldırılarını önleme yolunda herhangi bir çaba sarf etmiyor ve işledikleri cinayetleri cezasız bırakıyor. Hatta HAMAS Siyasi Bürosu tarafından yapılan bir açıklamada İsrail başbakanı İzak Rabin'n yerleşimcileri, Filistinlilere saldırmaları için teşvik ettiğine dikkat çekilmişti. Yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırılarında çok rahat hareket etmeleri ve işgal kuvvetlerinin onlara fırsat tanımaları bunun doğruluğunu gösteren delillerden biri.
Sonuç

Bütün bu bilgiler gösteriyor ki İsrail'in sivil teröristlerinin üniformalı teröristlerinden hiçbir farkı yok. Hatta sivil teröristler dünya kamuoyu nezdinde işgal ve gasp olaylarının dışında dolayısıyla "masum" gibi gösterildiklerinden saldırılarında kendilerini daha rahat hissediyorlar. Filistin halkı ise hem bu sivil teröristlere, hem de üniformalı teröristlere karşı varlık mücadelesi vermek zorunda. Ne var ki, uluslararası siyonizm tarafından yönlendirilen basın yayın organları bu varlık mücadelesini bir "terör", siyonist işgal yönetiminin bazen sivil bazen üniformalı adamlarını kullanarak gerçekleştirdiği zulüm uygulamalarını ise devlet olmanın verdiği haklara dayalı resmi uygulamalar yani meşru uygulamalar olarak gösteriyor. Bu derece yüzsüz bir medyayı arkasına almış olan siyonist işgalciler de, bu medya tarafından dünya kamuoyu nezdinde temize çıkarılacaklarını bildiklerinden daha yeni yürümeye başlamış çocukların kol ve bacak kemiklerini kırmaktan, insanların evlerini üzerlerine yıkmaya kadar dünyada benzeri nadir görülebilecek türden vahşet uygulamalarına başvurabiliyorlar. Ancak akıl ve erdem sahiplerinin gerçekleri olduğu gibi göreceklerini ve yalancı medyanın etkisinde kalmayacaklarını umuyoruz.
 
K

Kaçak

Guest
Burası , şurası , orası tıkıtlacı çalışmıyor hocam ...
 
Üst