Fettullah Gülen'den Avcı'ya Cevap : BEN KİMSEYE ZARAR VEREMEMKİ

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Fethullah Gülen, Hanefi Avcı'ya "Ben kimseye zarar vermem, veremem ki" sözleriyle cevap verdi ve odasına giren arı hikayesini anlattı.

Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Pennsylvania'da Fethullah Gülen ile görüştü. İzlenimlerini Pennsylvania'dan bakınca... başlıklı köşesinde kaleme aldı.

YİRMİ SEÇİME BEDEL

Gülen'i namaz kıldıracak kadar sağlıklı bulduğunu yazan, Gülerce, referandum sonucuna Hocaefendi'nin nasıl sevindiğini anlattı:

"(...)Sevincini şöyle ifade etmiş: "Bana deseler ki, son iki yüzyılda milletimizin geleceği adına yaptığı iyi bir şey söyleyin; ben bu referandumdaki "evet"i söylerim. Demokratikleşme adına bu referandum yirmi seçime bedeldir..."

ARI HİKAYESİ

Gülen Hanefi Avcı olayı için ne dedi? Yargıya ve emniyete sızma iddialarına karşı neler söyledi? Gülen doğrudan Avcı'ya cevap vermedi ama arı hikayesi ile üstü kapalı cevap verdi. Gülerce, Gülen'in çarpıcı mesajlarını aktardı:

"(...)Hanefi Avcı olayını açmak istemedim. Muhterem Fethullah Gülen'in şahıslarla işinin olmadığını biliyorum. Üstü örtülü, "Yine bir jurnalleme dönemi başlatmak istiyorlar." diye sitem etti. "Ben kimseye zarar vermem, veremem ki." dedi. Hüzünlü bir sesle odasına giren arıyı anlattı.

"Uçamıyordu, felç geçirmiş gibi bir hali vardı. Belki açlıktandır deyip bir kaşık balın içine bıraktım olmadı. Yanına su koydum iyileşmedi. Ne yapsam düzelmiyordu. Aldım, bahçeye bıraktım. Sonra oturdum yarım saat ağladım. Ben kimseye tokat vuramam..."

Yargıya sızma, emniyete sızma konusu, kendisini en çok rahatsız eden konuların başında geliyor. "Bu yalanların mumu yatsıya kadar da yanmaz." diyor. "Asıl sızmayı değişik yerlerde ağını kuranlar yapıyor." diyor.

Uzaklardan bakınca Hanefi Avcı konusu, 1999 haziran fırtınasını hatırlatıyor. O gün bir kasetle düğmeye basanlar, bugün başka aktörleri kullanarak bir kitapla sahne alıyorlar. Dün millete komplo kurmaya kalkanlar başarılı olamadılar. Bugün de başaramayacaklar.":flw:flw
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
O gün bir kasetle düğmeye basanlar, bugün başka aktörleri kullanarak bir kitapla sahne alıyorlar.

Dün millete komplo kurmaya kalkanlar başarılı olamadılar. Bugün de başaramayacaklar.

güneş balçıkla sıvanamayacak inşaallah..

 

Duha

Profesör
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
794
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Web sitesi
www.risaletalim.com
Madem ben öyle biliyorum. Ve madem ben fâniyim, gideceğim. Elbette bâki olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir. Elbette, semâ-yı Kur'ân'ın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazâta ve tenkidâta medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direkle bağlanmamalı. 28. Mektub

Eğer ki, eserlerini F. Gülen'e bağladı iseniz bilinki o bir insandır ve kusurdan hali değildir. Cahil ve saf zihnilerde çürütülebilir. O zaman Cemaat'te çürür gider.

Siz onun çürütülmesinden korkmayın. Eserlerini ona bağlamaktan korkun.
Doğru yol budur.

ve eğer doğru yolda olursanız yoldan çıkmış olanlar size zarar veremez.

Bediüzzaman'a atılan iftiralar ile F. Gülen'e atılan iftiralar kıyaslanamaz. Ama eserleri hergeçen gün intişar ediyor.

Muhabbetle
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Fethullah Gülen Hocaefendi, "Sızma" iddiasına cevap verdi.

İnsanların, "Şucu Bucu" diye ayrılmasının yanlış olduğunu söyledi. Hocaefendi, kendisine saygı gösteren, sempati duyan insanlar olabileceğini bunun da çok normal olduğunu vurguluyor.

Hocaefendi, milletin, kendi vergileriyle ayakta duran kurumlara girmeye hakkı olduğunu vurguluyor. Hocaefendi, sızma iddiasına yönelik olarak çok önemli bir değerlendirme yapıyor.

Daha önce de zaman zaman dillendirildiği üzere, son günlerde “Fethullahçı örgütlenme” haberleri çoğaldı.

Aslında diyalog, herkese saygı ve sevginin temsilcisi olmuş ve dünyanın yüz yirmi ülkesinde eşsiz fedakârlıklar ortaya koymuş insanlar, -onca güzel hizmetleri perdelenerek- karanlık işler çeviren ve her taşın altından çıkan kimselermiş gibi gösteriliyor.

Bu mevzuyla alâkalı değerlendirmelerinizi lutfeder misiniz?

-“Fethullahçı” yakıştırmalarından çok rahatsız oluyorum.


Şayet milletimizin bu harekete sahip çıkması illa bir şekilde tarif edilecekse, “Muhammedî ruhun toplumun sinesinde yeniden canlanması” denilebilir.

Ya da yapılan hizmetler, sonraki dönemler itibariyle, Ahmed Yesevî, Hazreti Mevlana, Yunus Emre veya Hasan Şazilî, Abdulkadir Geylânî, Şah-ı Nakşibendî ve Ahmed Rifâî hazeratı gibi büyüklerle temsil edilen sevgi ve şefkat ruhunun bu asra uygun bir makamla yeniden seslendirilmesi ve evrensel insanî ruhun çağa göre tercümanlığı olarak görülebilir.

-Öteden beri herkes bilir ki, heyecanlarımın dorukta olduğu dönemde bile ben “-cı”ya, “-cu”ya karşı savaş ilan ettim.


Elimden gelse o “cı”, “cu”yu alfabeden çıkararak gömer, üzerine kayalar yerleştirir ve bir daha dirilmemeleri için elimden gelen her şeyi yaparım. Hatta biraz büyük de söylemiş olabilirim; fakat, bu “cı” ve “cu” benim başımın tacı, başımı kaldırım taşı misillü ayağının altına koymaya âmâde bulunduğum Abdülkadir Geylanî ya da Muhammed Bahauddin Nakşibendî hazretleri gibi büyüklerin icadı bile olsa ben yine onu gömerim.

Belli bir dönemde konjonktürel olarak bazıları o ifadeleri kullanmış olabilir; fakat, bunu onların kendi zamanlarının gereği olarak gördüklerine inanıyorum. Dolayısıyla, “Fethullahçı” gibi yakıştırmalar yapılmasını ve o türlü mülahazalara sapılmasını lanetliyorum. Eğer öyle bir meseleye sahip çıkıyorsak, Allah bizi yerin dibine batırsın; yoksa, -benim şefkat, mülayemet ve merhametim, bizi öyle bir isnad altında bırakanlar hakkında “Allah onları yerin dibine batırsın” dememe cevaz vermiyor- onları Allah'a havale ediyorum.

-Bu harekete gönül veren insanlar, şucu bucu oldukları için değil, gördükleri Kuranî mantığa ve yapılan işlerin makuliyetine inandıklarından dolayı her türlü fedakarlığa katlanarak vatana, millete ve insanlığa hizmet ediyorlar. Bu hareketin sırrı, -cami cemaatinin namaz için biraraya gelmesindeki tabiilik gibi- işin mantıkîliğinde ve makuliyetinde aranmalıdır.


Kalbi aynı his ve heyecanlarla çarpan ve insanlığın imdadına koşmaya amade bulunan insanların, cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi hastalıklarla mücadele konusunda yapılan çağrılara topyekün icabet etmesinde aranmalıdır.

-Bugün 120 küsur ülkeden
Türkçe Olimpiyatları'na iştirak ediliyor; fakat, en azından bir ya da birkaç kültür lokali ve lisan kursuyla hizmet edilen yerler de sayılacak olursa, belki 180 ülkede adanmış ruhlar ülkemizi temsil ediyorlar.

Merhum Bülent Ecevit, “Devlet-i Aliyye çok güçlü olduğu dönemde bile bu ölçüde açılmaya muvaffak olamadı” demişti. Dahası dünyanın dört bir yanında açılan o müesseseler ve yapılan onca hizmetler, Anadolu insanının çok sınırlı imkanlarıyla gerçekleştirildi. Şayet bu insanlar, işin makuliyetine inanmasalar ve bu makuliyet etrafında toplanmasalardı, büyük devletlerin bile üstesinden gelemeyecekleri bu işlerin altına girerler miydi? Bu açıdan, makuliyette benimsenmiş bir iş, falana filana nisbet edilemez.

-Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin “falan yerde kadrolaşma” gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin, sukut ettirmesin. Hiç kimse için öyle bir akıbeti dilemem.


Elli senedir aleyhimde yazı yazan birisi için bile Cehhennemle cezalandırılması aklımdan geçince odama girip ağlamış ve “Hayır ya Rabbi, öyle yapma; hidayet et, Cennet'e gitsin” demişimdir. Kimse hakkında olumsuz konuşmam.

Nalına mıhına gitmiş insan, aslında kendi değerine mıh çakıyor, kendi kıymetine bir nal vuruyor demektir. O mum uzun sürmez; yalancı demiyorum, terbiyem müsaade etmez; fakat, o mum uzun sürmez, sürse bile yatsıya kadar sürer ve söner.

-Hürriyet Gazetesini okuyan insanlar oradaki köşe yazarlarına saygı duyabilirler; Milliyet'i okuyanlar da oradaki köşe yazarlarına saygı duyabilirler. İşin arkasındaki patrona saygı duyabilirler. Onların “evet deyin” ya da “hayır deyin” şeklindeki yönlendirmelerine gelebilirler.


Şimdi ogazetepatronlarının ya da yazarlarının duygu ve düşüncelerini paylaşan, onların ortaya attıkları nazariyeleri, felsefi ve dünyevi görüşleri benimseyen insanlara a'cı, b'ci, c'ci mi diyeceğiz. Ben sadece belli insanlara ve gizli kapaklı değil, herkese ve herkesin duyacağı şekilde, “Elinizdeki imkanları sonuna kadar kullanın ve dünyanın dört bir yanına açılın, okullar açın; dört okulun olduğu yerde dört tane daha açın, hendesî genişleyin.

Ruhunuzun ilhamlarını muhtaç gönüllere boşaltın.” diyorum. Bu çağrıyı makul bulan kimseler, ellerindeki imkanlarla insanlığa faydalı olmaya çalışıyorlar. Sözlerime değer verenler, emniyet teşkilatı içinde de, mülkiyede de olabilir. Ben bilemem ki onları. Ben burada (Pensilvanya'da) yaşıyorum ve söylediğim şeyleri de herkesin duyup bileceği şekilde söylüyorum.

Gazeteye ilan mı vermeliyim; “Bana sempati duyanlar, zinhar sempati duymasınlar; yoksa iki elim Allah'ın huzurunda onların yakasında olsun” mu demeliyim?!. Bu açıdan, meselenin -cı, -cu ile hiç alâkası yok. Bazı kimseler size sempati duyabilirler; bu emniyette de olabilir, mülkiyede de olabilir, adliyede de olabilir, dünyanın başka yerlerinde de olabilir. İnsanlar işin makuliyetine gönül veriyorlarsa, meseleyi başka yerde aramamak, cı'ya cu'ya bağlamamak lazım.

-Ben öz be öz Anadolu çocuğuyum. Bir insanın, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denmez. Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait. Kastedilen manadaki sızmayı belli bir dönemde bu milletten olmayanlar yaptılar.


Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de. Unutulmamalıdır ki, kadrolaşma, sızma, çoğalma türünden iddiaları ortaya atanlar ve bunlarla vazifeperver insanları sindirmeye çalışanlar, hemen her devirde bu iftiralarının arkasına saklanarak ve hedef şaşırtarak kendi felsefeleri adına belli yerlere sızmış, kadrolaşmış ve çoğalmış kimselerdir.





 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Ahmet Turan Alkan, Cemaat'i yazdı

Onları yaklaşık yirmi seneden beri tanıyorum. Sofralarına oturdum, sohbetlerinde bulundum.

Samimi bir saygı ve sevgi haricinde bir nâkıselerini görmedim. Haşim'in dediği gibi "Yarıyoldan ziyade yerden uzak / yarıyoldan ziyade mâha yakın" bir yerden görüp hissettiklerimi yazacağım.

Benzerini Türkiye çok gördü, ama onun kadar başarılı olanına rastlamadı.

Fethullah Gülen'i seven, ona güvenen, onun yönlendirmesiyle hayır ve eğitim faaliyetlerine koşulan insanlar, artık Türkiye'de fiilî bir realite haline geldi.

Bu realitenin kurum adı ve adresi yok; gönüllü, sivil bir karakter taşıyor ve o yüzden "cemaat" kelimesi, ihtiva ettiği derinliği gizleyen, hatta muğlaklaştıran, şüpheli bir kavram gibi muamele görüyor.

İşin garip tarafı, "cemaat" çerçevesi içinde nitelendirilmesi gereken insanlar bu kaypak ve flu kavramı sahiplenmiyorlar fakat, "hizmet" dışında 'cemaat'in yerine ikame olunacak tek kelimelik bir alternatif de gösteremiyorlar.

Adı cemaat veya hizmet olsun durum değişmiyor: Bu hareket çok güçlü iç dinamiklere sahiptir ve ismi etrafında oluşturulmaya çalışılan onca tereddüde rağmen "açık", esrarengizlik mânâsında ürpertici derinlik taşımayan net ve kolay anlaşılır bir mâhiyete sahiptir.

İç dinamikleri güçlü çünkü, Fethullah Gülen, ismi ve şahsiyeti ile büyük bir güven üssü teşkil ediyor.

Küçük, mütevazı ama samimi destekler iyi ve doğru yönlendirildiğinde şaşırtıcı başarılara yol açılıyor.

Eğitim ve hayır işlerini omuzlayan insanlar, yaptıkları şeyi bir "iş" olmaktan ziyade bir "hizmet", hatta vecd ile yerine getirilen bir hayır faaliyeti olarak kabullenip büyük feragat gösteriyorlar.

Başarı böyle geliyor, başarı kazanıldıkça özgüven yükseliyor, verilen hizmetten duyulan mânevi haz yükseliyor. Fethullah Gülen etrafında yürütülen "hizmet" faaliyetlerinin dışarıdan kolay anlaşılmayan, bulanık görünen en mühim kısmı zannımca budur.

Ayda 200-300 dolar civarında bir ücrete rıza göstererek salgın hastalıkların, iç savaşların, terörist faaliyetlerin, yoksulluğun ve belki hepsinden daha belirleyici olmak üzere gurbet hissinin karmaşıklaştırdığı ağır şartların üstesinden gelerek yurtdışında, haritada yerini bile bilmedikleri ülkelerde çalışan gençlerin duyguları, sıradan ve sûrî mantığın anlayamayacağı bir feragat derecesidir.

Bu basit gerçekliği çoğumuz anlayamıyor ve anlamadığımız için şüpheyle bakıyoruz. Tedirgin ediyor, korkutuyor dışarıdan görenleri. Yeri gelmişken söyleyelim: Bir teröristin niçin genç yaşında böyle bir yolu tercih ettiği dışarıdan daha kolay anlaşılabilir bir tutumdur ama bir insanın neredeyse karın tokluğuna bir hayır ve hizmet kurumunda görev üstlenmiş olması ve göze aldığı fedakârlık insanları geriyor, ürkütüyor.

Şu yakınmayı çok duymuşumdur: "Niçin hep güleryüzlüler, niçin hiç tartışmıyor, seslerini yükseltmiyor, sert tepki göstermiyor, kötü söz söylemiyorlar? Acaba bu sathi nezaket perdesinin ardında gizledikleri başka bir yüzleri, daha gizli ve kirli bir niyetleri mi var?"

Böyle düşünenlere, "Hayır, ne görüyorsanız odur; bu çocuklar böyle oldukları için öyle davranıyorlar; onlara hizmet kapsamında kendilerini aşmak, insanlara hüsn-i misal teşkil etmek tâlim ediliyor" cevabı verilir fakat o tedirginliği izale edemezsiniz kolay kolay.

Terbiyeli insanlardır, samimi ve safderun insanlardır.
Gözlerine bakınca gönüllerini, yüreklerini görürsünüz; tabii görmek isterseniz, tabii önyargıların zihnî engellerini bertaraf edebilirseniz...

Kanunları ihlâl etmezler, kanunun suç saydığı eylemlerden uzak durmakta şaşırtıcı bir dikkat içindedirler. Sabırlılardır fakat o bile "uzaktan", ustalıkla gizlenmiş 'cin fikirlilik' şeklinde algılanabilmektedir.

Yoo, gökten zembille inmediler; bir başka ülkeden gelmiş muhacir de değiller. Hepimiz kadar bu memleketin insanları, evlâtları, genç kızları, delikanlıları, esnaf, memur, işadamı, ev kadını. Onlar da herkes gibi iyi eğitim görmek, meslek edinmek, yuva kurmak, işlerinde başarılı olmak istiyor.
Büyüklüklerine nispetle her kurumda yer almaları dünyanın en tabii şeyi iken, devlet teşkilatının muhtelif kademelerinde görünür hale gelmeleri, herkesin dikkatini çekiyor.

Yine gizli bir niyet peşinde oldukları, sessizce örgütlendikleri, kendilerini güçlü hissedip işareti alınca devleti ele geçirecekleri yazılıyor, söyleniyor.

Oysa ki herkes gibi kendi sivil toplum kuruluşlarını, işletmelerini, ticari şirketlerini, yayın organlarını kurup toplumsal hayatta görünür hale gelmek zorundalar. Belli hacim eşiğini aşarak görünür hale gelebilme üslubunun sıkıntıları yaşanıyor.
 
Üst