Fethullah GÜlenİn İslamciliĞi!

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Bu yazı teorik düzlemde kalmak üzere yazıldı ve İslâmcılık konusunda özel isimlere bakarak bir tasnif yapmayı amaçlamıyor. Ne var ki, Fethullah Gülen ismini özel olarak zikretmemin iki nedeni var. Birincisi daha önceki bir yazıda kısmen değinip sonra tartışacağım vaadinde bulunmuş olmam, ikincisi de Gülen hareketinin kendisini İslâmcılıktan uzak görmesidir.
Ortodoks Nurculuktan ciddi bir şekilde farklı olmasına rağmen büyüklük ve kamusallık açısından kendi başına bir ortodoksi haline gelen Fethullah Gülen'i İslâmcılığa ilişkin bir analizde nereye koymak gerekir?
Fethullah Gülen, parti düzeyinde siyasete (din adına) girmekten basarıyla sakınmış ve bunun sonuçlarını da elde etmiştir. Neredeyse tüm partilerin kendisinin desteğini arayacak şekilde onun beklentilerine cevap vermeye çalışmalarından, 28 Şubat sürecinin en yakıcı dönemlerinde bile popülist politikacıların (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in) onu korumaya çalışmalarına kadar pek çok düzeyde basarılı olmuştur. Siyasal parti düzeyinde (din adına) siyasete girmeyen Fethullah Gülen, "devlet" düzeyinde siyasete (din adına) girmiştir. Devlet düzeyinde din adına siyasetin ayaklarından biri olan "din adına" kurumlaşma (yurtdışındaki okullar, finans kurumları vs.) dolayısıyla en basitinden (Zaman Gazetesinde) Rusya Federasyonu'nu (onun yaptığı zulümleri bir gazetenin kamuoyuna duyurma ve eleştirme görevini yapamamaktan) okullar dolayısı ile eleştirememekten tutun 28 Şubat sürecinin kimi zamanlarında kendisine "hizmet" ettiğine inandığı kimi ilkelerini feda etmeye kadar pek çok konuda din adına siyasete girmenin bedelini ödemiştir. Bu çerçevede, RP'yi kötülemekten tutun, devlet nezdinde meşruiyet temini için "dine Ôhizmet' adına" inşa edilmiş kurum ve konumların muhafazası adına verdiği tavizlere kadar pek çok örnek verilebilir. Örneğin, bir 28 Şubat projesi olan "Türkiye Müslümanlığı" projesine müteahhitlik teşebbüsünde bulunması, "Türkler İslâmiyeti Araplardan almadı" türünden 28 Şubat'a vücut verecek muhtemel iradenin beklentilerini okşamak durumunda kalması "iktidar iptilası"nın uzantısı sorunlar olarak ortaya çıktı. Kısacası, Fethullah Gülen örneğinde söz konusu olan durum şudur: Adına "kendini mecbur zannettiğinde, dine rağmen dine hizmet etmek" durumunda kalmak denebilecek bir sorun. Şüphesiz, Fethullah Gülen'in 28 Şubat'ın öncesine uzanan ve hatta 28 Şubattan önce formüle edilen "Türkiye Müslümanlığı" yaklaşımını ve bu bağlamda kamusallaştırılan "milliyetçiliğini" 28 Şubat'ın beklentilerine indirgemek mümkün değildir. Fethullah Gülen, samimi olarak milliyetçidir ve Türkiye'de meşruluğun en korunaklı sahası olan bu ideolojiden sonuna kadar yararlanma yoluna gitmiştir. Fethullah Gülen, Nurculuk kadar, bir zamanlar bütün bir Nurculuğu etkisi altına alan ve sağ-sol kamplaşmasının ürünü olan "milliyetçi-mukaddesatçı" anlayışın da ürünüdür. Ve bu anlayışın, Oryantalizmin yutulmasından başka bir şey olmayan, Osmanlı Devletini bir mukaddes İslam devleti olarak görmesi ve devletin tebaası olan insanlara hizmetin/ulaşmanın yolunun devlete hakim olma fikrinde yattığına inanması Fethullah Gülen'in "hizmet anlayışı"nı büyük ölçüde belirlemiştir. Ve Fethullah Gülen'i İslamcı yapan şey de budur.
Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın Ğşayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan devlete hakim olmak yahut kaybetmek üzere olduğu iktidarını korumak gibi bir gerekçesi yoksa- özel olarak "tedbir" yapmasını yahut yalan söylemesini ya da başörtüsünden "ilkesel" olarak taviz vermesini gerektirecek ne tür bir neden vardır?
Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma" arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur. Dine ve dinin mesajına eşit mesafede olan zengin-fakir, zeki-vasat, Türk-Arap gibi ayrımların Fethullah Gülen cemaatindeki karşılıkları bize bunu gösterebilir. Zengin insanlara ulaşma çabasından Türk milliyetçiliği yapmaya (Arap Müslümanları aşağılamaya), İslâmın mesajına eşit ölçüde ihtiyaç duyan okul çocuklarından "münhasıran" "zeki" olanlarıyla ilgilenmeye yahut ancak bir Leninist aceleciliğin tavsiye edeceği bir hiyerarşik yapıya/tek sesliliğe kadar Leninizm'in pek çok tezahürünü görmek mümkündür. (Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.)
Mücahit Bilici
Karakalem Dergisi
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
İlgİnÇ Bİr Yazi

mutlaka okunması geken güzel bir yazı mücahit beyi kutluyorum.Allah başarılarını arttırsın.böyle yol gösterici insanları çoğaltsın.
 

Tarık

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
avcılar
Fethullah Gülen, parti düzeyinde siyasete (din adına) girmekten basarıyla sakınmış ve bunun sonuçlarını da elde etmiştir. Neredeyse tüm partilerin kendisinin desteğini arayacak şekilde onun beklentilerine cevap vermeye çalışmalarından, 28 Şubat sürecinin en yakıcı dönemlerinde bile popülist politikacıların (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in) onu korumaya çalışmalarına kadar pek çok düzeyde basarılı olmuştur.

Oy' un hakkı verilmiş demek ki...
kimseye angaje olunmamış, particilik yapılmamış
fakat tüm partiler yazarın dediği gibi onları dikkate almadan siyaset yapamaz olmuşlar...

Siyasal parti düzeyinde (din adına) siyasete girmeyen Fethullah Gülen, "devlet" düzeyinde siyasete (din adına) girmiştir. Devlet düzeyinde din adına siyasetin ayaklarından biri olan "din adına" kurumlaşma (yurtdışındaki okullar, finans kurumları vs.) dolayısıyla en basitinden (Zaman Gazetesinde) Rusya Federasyonu'nu (onun yaptığı zulümleri bir gazetenin kamuoyuna duyurma ve eleştirme görevini yapamamaktan) okullar dolayısı ile eleştirememekten tutun 28 Şubat sürecinin kimi zamanlarında kendisine "hizmet" ettiğine inandığı kimi ilkelerini feda etmeye kadar pek çok konuda din adına siyasete girmenin bedelini ödemiştir.

Her doğruyu her yerde söylememe prensibi başarıyla uygulanmış..
Rusya Federasyonuna lanet okumaktansa bataklığı kurutmak üzere onların neslini ıslah etmeyi tercih etmişler...
Taif'te taşlandığı halde lanet okumayıp, Taiflilerin nesline hitap eden Peygamberin tavrıyla hareket edilmiş demek ki...
mesela Özbekistan lideri Kerimov'un Türkiye'deki bir muhalifi nedeniyle okulların faaliyetlerine izin vermemesi bataklığı olduğu gibi bırakmıştı.....

Bu çerçevede, RP'yi kötülemekten tutun,
Ülkeyi darbe ortamına götüren bir vasattaki haklı uyarılara kötüleme demiş yazar...

devlet nezdinde meşruiyet temini için "dine hizmet' adına" inşa edilmiş kurum ve konumların muhafazası adına verdiği tavizlere kadar pek çok örnek verilebilir.
Umumu hedef alan bir belayı savmayı konumunu muhafaza için taviz vermek demek insafsızlık...

Örneğin, bir 28 Şubat projesi olan "Türkiye Müslümanlığı" projesine müteahhitlik teşebbüsünde bulunması, "Türkler İslâmiyeti Araplardan almadı" türünden 28 Şubat'a vücut verecek muhtemel iradenin beklentilerini okşamak durumunda kalması "iktidar iptilası"nın uzantısı sorunlar olarak ortaya çıktı. Kısacası, Fethullah Gülen örneğinde söz konusu olan durum şudur: Adına "kendini mecbur zannettiğinde, dine rağmen dine hizmet etmek" durumunda kalmak denebilecek bir sorun. Şüphesiz, Fethullah Gülen'in 28 Şubat'ın öncesine uzanan ve hatta 28 Şubattan önce formüle edilen "Türkiye Müslümanlığı" yaklaşımını ve bu bağlamda kamusallaştırılan "milliyetçiliğini" 28 Şubat'ın beklentilerine indirgemek mümkün değildir. Fethullah Gülen, samimi olarak milliyetçidir ve Türkiye'de meşruluğun en korunaklı sahası olan bu ideolojiden sonuna kadar yararlanma yoluna gitmiştir. Fethullah Gülen, Nurculuk kadar, bir zamanlar bütün bir Nurculuğu etkisi altına alan ve sağ-sol kamplaşmasının ürünü olan "milliyetçi-mukaddesatçı" anlayışın da ürünüdür. Ve bu anlayışın, Oryantalizmin yutulmasından başka bir şey olmayan, Osmanlı Devletini bir mukaddes İslam devleti olarak görmesi ve devletin tebaası olan insanlara hizmetin/ulaşmanın yolunun devlete hakim olma fikrinde yattığına inanması Fethullah Gülen'in "hizmet anlayışı"nı büyük ölçüde belirlemiştir. Ve Fethullah Gülen'i İslamcı yapan şey de budur.

Üstadın hayatı ictimaiyenin her safhasında bulunma hedefini göze almadan yapılmış bir yorum ve velevki devleti ele geçirme çabası olsun....okurken bu çabanın bile yazarı rahatsız ettiğini hissediyorum...
İlhan selçukta aynı şeyden şikayet ediyor...İlginç

Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın şayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan devlete hakim olmak yahut kaybetmek üzere olduğu iktidarını korumak gibi bir gerekçesi yoksa- özel olarak "tedbir" yapmasını yahut yalan söylemesini ya da başörtüsünden "ilkesel" olarak taviz vermesini gerektirecek ne tür bir neden vardır?
Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma" arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur. Dine ve dinin mesajına eşit mesafede olan zengin-fakir, zeki-vasat, Türk-Arap gibi ayrımların Fethullah Gülen cemaatindeki karşılıkları bize bunu gösterebilir. Zengin insanlara ulaşma çabasından Türk milliyetçiliği yapmaya (Arap Müslümanları aşağılamaya), İslâmın mesajına eşit ölçüde ihtiyaç duyan okul çocuklarından "münhasıran" "zeki" olanlarıyla ilgilenmeye yahut ancak bir Leninist aceleciliğin tavsiye edeceği bir hiyerarşik yapıya/tek sesliliğe kadar Leninizm'in pek çok tezahürünü görmek mümkündür. (Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.)
Mücahit Bilici
Karakalem Dergisi
Yazar İslamın bidayetinde yani dört halife devrindeki hızlı fütühatı(manen-madden) örnek göstereceği yerde
lenin'in hızlandırma arayışıyla açıklamaya çalışması iyi niyetten yoksun duruyor...

Dost bi-vefa......
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Cevaba Bakın!

Üstadın hayatı ictimaiyenin her safhasında bulunma hedefini göze almadan yapılmış bir yorum ve velevki devleti ele geçirme çabası olsun....okurken bu çabanın bile yazarı rahatsız ettiğini hissediyorum...




Dost bi-vefa......

Cevabın cevap niteliği taşımıyor.O yüzden seninle tartışmayacağım.Bediüzzaman'ın hayatı içtimaiyenin her alanında bulunma hedefi olduğuna risale-i Nur'dan örnek verir misin?Devleti ele geçirmek,devlet eliyle toplumu islamlaştırmak için neler yapmış.Bu konuda bir mektubunu yazda görelim.
 

Tarık

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
avcılar
Cevabın cevap niteliği taşımıyor.O yüzden seninle tartışmayacağım.Bediüzzaman'ın hayatı içtimaiyenin her alanında bulunma hedefi olduğuna risale-i Nur'dan örnek verir misin?Devleti ele geçirmek,devlet eliyle toplumu islamlaştırmak için neler yapmış.Bu konuda bir mektubunu yazda görelim.
Ben bediüzzaman'ın hayatı ictimaiyenin her safhasında bulunma hedefini araştıracağım...

Sende bu arada müslümanların devleti ele geçirmesinin seni neden rahasız ettiğini izah et...

Bu konuda neden İlhan Selçuk'la aynı düşündüğünü bir anlat bakalım...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
...... ikincisi de Gülen hareketinin kendisini İslâmcılıktan uzak görmesidir......

....Ortodoks Nurculuktan ciddi bir şekilde farklı olmasına rağmen büyüklük ve kamusallık açısından kendi başına bir ortodoksi haline gelen Fethullah Gülen'i İslâmcılığa ilişkin bir analizde nereye koymak gerekir?.....

.... Devlet düzeyinde din adına siyasetin ayaklarından biri olan "din adına" kurumlaşma (yurtdışındaki okullar, finans kurumları vs.) dolayısıyla en basitinden (Zaman Gazetesinde) Rusya Federasyonu'nu (onun yaptığı zulümleri bir gazetenin kamuoyuna duyurma ve eleştirme görevini yapamamaktan) okullar dolayısı ile eleştirememekten tutun 28 Şubat sürecinin kimi zamanlarında kendisine "hizmet" ettiğine inandığı kimi ilkelerini feda etmeye kadar pek çok konuda din adına siyasete girmenin bedelini ödemiştir....

.....Fethullah Gülen, samimi olarak milliyetçidir ve Türkiye'de meşruluğun en korunaklı sahası olan bu ideolojiden sonuna kadar yararlanma yoluna gitmiştir. Fethullah Gülen, Nurculuk kadar, bir zamanlar bütün bir Nurculuğu etkisi altına alan ve sağ-sol kamplaşmasının ürünü olan "milliyetçi-mukaddesatçı" anlayışın da ürünüdür. Ve bu anlayışın, Oryantalizmin yutulmasından başka bir şey olmayan, Osmanlı Devletini bir mukaddes İslam devleti olarak görmesi ve devletin tebaası olan insanlara hizmetin/ulaşmanın yolunun devlete hakim olma fikrinde yattığına inanması Fethullah Gülen'in "hizmet anlayışı"nı büyük ölçüde belirlemiştir. Ve Fethullah Gülen'i İslamcı yapan şey de budur.....

(Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.) Mücahit Bilici Karakalem Dergisi


...ÜMMET-İ MUHAMMEDİN (SAV) DİKKATİNE...

Hasan kardeşimizden Allah (CC) razı olsun... Mücahit beyin alıntısını buraya yapıştırmış ve kendisi de böyle düşündüğü aşikardır...

Ben mücahit beyi TAM tanımam ama Üstadın (RA) talebelerinden 1983 den beri yaşayanları tanımaya çalıştım ve bizzatihi derslerine katılarak dinlemeye, bilgilerini almaya müşerref oldum...

Bu Abilerimizden Hocaefendinin efkar-i umumiyyeninin tepkilerini de görüp - tartıp bil fiil gözlemledikleri, Üstad (RA) dan aldıkları dersler çerçevesinde ve Onun ÖLÇÜ VE MİKYASLARIYLA kıyaslayarak, olayları ve gelişmeleri yorumlayıp düşüncelerini aktardıkları yazılar vardır.

Benim ilk etapta aklıma gelen bu abilerimizin olaylara bakışı ve yorumlarıdır.. Çünkü bizzatihi işin içindeler ve Üstadın hedeflerini ve müjdelerini bilmektelerdir..

PEKİ bu ABİLERİMİZ yukarıdaki makale dahilinde ve haricinde NASIL DÜŞÜNÜYORLAR acaba deyip yorumlarını alıyorum...kısaca...

..HASAN KARDEŞİM AMACIM ÜMMETİ BİLGİLENDİRMEKTİR...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
1.Mehmed Kırkıncı Hocaefendi;

Aksiyon’da ki röportajında: “Üstadın bir ifadesi var, “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.” Hayali konuşmuyoruz ki, yaptığı ortada. Bizden yüz adım önde gidiyor. Allah payidar etsin. Uzun ömürler versin. Hamiyeti yüksek, hamiyetperver, vatanperver, şefkatli bir insan. Birçok meziyeti Cenabı Hak onda derc etmiş”(1)diyor hocamız hakkında.

Hocaefendiye yazdığı bir mektupta “Bu kudsi hizmetinizi değil ki biz, felekler ve feleklerdeki melekler dahi tebrik ediyor.”(2) diyen Kırkıncı Hoca, Gönül Damlaları adlı eserinde ise Hocaefendi için; “Letafetli bir lebib ve fesahatli bir edip”(3)tâbirini kullanmaktadır. Hocaefendiye gönderdiği ve 1997 Ramazan bayramında Zaman gazetesinde “Her ehl-i hamiyeti ağlatan zulüm” adıyla yayınlanan bir mektuplarında Kırkıncı Hocaefendi şöyle demektedir; “Sizi iki cihanda bahtiyar etmeye vesile olacak kutsi hizmetinizde Cenab-ı Hakkın size yüz binlerce sadık mücahitleri hayrul halef olarak bahşetmesi en büyük tesellimizdir.” Ve şöyle devam eder: “Muhterem efendim, sizin saffet ve masumiyet içerisinde geçirdiğiniz hayatın sayfa ve yaprakları gayet açık ve parlaktır. Katiyyen bu gibi hadiseler mir’at-ı kalbinize toz konduramaz ve hizmetinizi gölgeleyemez. Zira bu gayretinizi bütün Anadolu ve âlem-i İslam, hatta cevv-ü sema ve fezayı âlem alkışlıyor, belki kâinat dahi memnun, mesrur oluyor.”(4) Artı Haber adlı dergide bir soru üzerine şöyle diyor:

“Fethullah Hoca çok muhterem bir zattır. On sene benim yanımda kaldı. Devletin yapması gerekenleri yapıyor. Okullar açtı, çocuklar orada Türkçe öğreniyorlar, Müslüman oluyorlar. Onu baş tacı etmek lazım. Zaten ben onun çocukluğunu bilirim, müşfik, devletine bağlı. Hatta milliyetçilik namına benden biraz daha ileriydi.(5)”


Hocaefendiye Nurlardan ilk bahseden Mehmed Kırkıncı hoca olmuştur. Hocaefendi Rotterdam sohbetinde ondan bahsederken şöyle der: “Bana Risale-i Nur’u tanıtan da o oldu. Abimizdi, hamimizdi. Hâlâ da hâlisane hizmet eder -kendisi nasıl düşünürse düşünsün- ama düşüncesi oydu: Ellerini dizlerine vurur; “Hocaefendi akıbetimden çok endişe ediyorum” derdi.


Kırkıncı hocamız, Aksiyon dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda Hocaefendi ile alakalı şunları söylüyor: "1956'da tanıştık, 1966 yılına kadar beraber iman ve Kur'an'a ait hakikatleri okuduk. Bu süre içinde aramızda tatlı bir uhuvvet ve muhabbet teessüs etmişti. Onunla birlikte geçirdiğimiz zamanları tahattur ettikçe kendimi firdevsi bir saadet içerisinde hissediyorum.


Hocaefendi, gençliğinde ilim ve hikmetin feyyaz bir aşığı idi. Hilkaten dürüst, halim, iffetli bir genç idi. Müşfik ve merhametli idi. Her nutku bir belagat ve fesahat şaheseriydi. Hocaefendi, bizden bin adım ileri attı. Hariçteki hizmetleri ile de milletimizin dışarıdaki itibarını artırdı. Bediüzzaman Hazretleri'nin 'Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kati kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslam’a ve dünyaya karsı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak, mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini mefahir-i tarihiyesini onun ibraziyle gösterecektir' sözüne masadak oldu."


"Bazen cumaları müftü efendiden izin alarak herhangi bir camide vaaz ederdi Hocaefendi. Sabahtan öğleye kadar risaleden bazı yerleri ezberler, kürsüye çıkar, kekelemeden konuşurdu. Bak ben kekeliyorum ama onda kekeleme yok. İşte onları ezberleye ezberleye kendine bir hal geldi. Öyle bir hafızası var ki, 1966'ya kadar beraber bulunduğumuz her şey hafızasında. Onun vaaz ve nasihatleri en duygusuz insanı bile heyecana getirip ağlatır.


Dünya zevkleri onu hiçbir zaman aldatmadı. İbadetine düşkündü, geceleri teheccüd namazını kılar ve secdeye kapanarak bu millet için dua ederdi. Dalalet ve sefahat girdabına düşen, dini ve milli seciyelerini kaybeden gençlerimiz için ağlar ve necatları için halisane niyaz ederdi. İslamiyet’in neşir ve tebliğini farz telakki eder ve bunu ifaya çalışırdı. Bu çalışmasında da muvaffak oldu.


Onun en bariz meziyetlerinden birisi de vatan ve milletini çok sevmesi idi. Kendisi için değil milleti için yaşar ve düşünürdü. O nedenle, onun hizmetlerini çekemeyenler, ona karşı olanlar memleketin, milletin dostu değil. Kendisine yapılan saldırılara rağmen azim ve sebatla, sabır ve tahammülle taviz vermeden davasını takip etti. Bir gün adaletin zulme, hakkın batıla galebe edeceğine inanıyordu. Fikir ve irfanla ve neşriyatla insaniyete hizmet etmeyi gaye edinmişti. Hoşgörü sahibi idi. Muhaliflerine bile kat’iyyen düşman nazarı ile bakmazdı. Hakikate muhalif hiçbir menfi harekette bulunmamıştır. Yüzlerce ve binlerce gencin fazilet ve irfanına vesile olmuştur. Bu ağır vazife, genç yaşta saçlarının ağarmasına sebep olmuştur."(6)


Kırkıncı Hoca, “Hayatım- Hatıralarım” adlı anı eserinde risalelerin Hocaefendi üzerindeki etkisine şöyle değiniyor; “Feyz kaynağı olan Risale-i Nurları tahkik ve tetkik ettikten sonra Hocaefendi yepyeni bir hususiyet kazanmış oldu. Risale-i Nur’daki cevherler onun ruhunu alevlendiren bir mürşid-i azam oldu. Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinde istidatlarını yoğurdu. Onun düsturlarını kendisine meslek ittihaz etti. Hocaefendi o cevherleri aşk mayası ile yoğurarak gençlerimize verme bahtiyarlığına erişti. Şimdi ise hizmeti bütün dünyanın gözlerini kamaştıracak bir hal aldı. Çağımızda iman ve İslam aksiyonunun müstesna temsilcilerinden biri oldu.”(7)


Kırkıncı Hocaefendi şunları da ifade etmekte: Yıllar sonra annesinin vefatı üzerine Osman Hoca ve Ahmet Şahin’le birlikte taziye için gittik. Üç-dört saat yanında kaldık. Çok güzel sohbetler oldu. Birkaç gün önce bir rüya görmüştüm. Rüyada geniş bir bina, ucu bucağı görünmüyor, zemini de halı gibi döşenmiş. Hoca efendi birden yanımda durdu ve binayı bana anlatmaya başladı.


Dedim: “Buraya gelmeden önce böyle bir rüya gördüm. Tabiri nedir?”


Dedi: “Estağfurullah, siz daha iyi bilirsiniz.”


Ben de “Sizin hizmetinizden çok gelişeceğine işarettir” dedim.


Hocaefendi: “Bu sizin hizmetiniz , sizin , sizin...”diye ağlamaya başladı.


İzmir’de hapisteyken Nazım Gökçek, Necmettin Bey ziyaretine gideceğiz. Gitmeden öncede bir rüya gördüm. Rüyada Cebrail, elinde bir masa saati. Bana “Al bunu Fethullah Hocaya ver.” Ziyaretine gittiğimizde bu rüyayı anlattım. “Hocam, bunu işittikten sonra 10 sene hapiste kalsam hiç aldırmam” dedi.Yüz yetmiş ülkede okul yapmak ne demek?Cebrail’in rüyadaki saati bu işte...


Ben, “Cenabı-ı Hak, Bediüzzaman’ı kendisini anlatmak için yaratmış, Fethullah Hocayı da hizmet için yaratmış.” diyorum. Benim inancım bu...(8)


Kırkıncı Hocanın hizmetlere dair gördüğü iki rüyasını Hocaefendi bir sohbetinde şöyle anlatıyor: “Benim öteden beri hep kendisine saygı duyduğum bir zat. 5–10 yaş benden ilerde olmasının yanı başında aynı zamanda 5–10 sene evvel de Hazret-i Bediüzzaman’ın dünyasına erken uyanmış olması itibarıyla benim saygı hisleri, saygı duygularıma bir o kadar daha saygı ilave ettiren bir insandır. İki sene evveldi, bu müesseselere gelmişti. Bana iki enfes şey anlattı. Bunlardan bir tanesi şuydu: Gözyaşlarıyla, 60 yaşındaki insan hıçkıra hıçkıra anlattı. Az belki ayrı gibi görülebilirdi. Ben görmem de, o da görmez, başkaları görebilirdi. Şafii-Hanefi ayrılığı, Şafii-Maliki ayrılığı içinde biraz da metotta, usulde değişik yollarla aynı hedefe varma ayrılığı gibi bir şey. “Etturuku ilallah bi adedi enfasi halaik” Allah’a giden yollar mahlûkatın solukları sayısınca. İşte bundan nasiplilik içinde mini bir farklılık, bir ayrılık. Tabii bunu neye söylüyorsun. Çünkü “Sizin hizmetiniz” deyip de, başarıları ifade ederken böyle bir insanın o başarıları gözyaşlarıyla ifade etmesi çok manidardır. Dedi ki; “Bu müesseseleri gördüm. Her birisi dünyayı idare edecek büyük saraylar gibi geldi. O saraylarda beni gezdirdiler. Bir yere gelince o saraylarla alakalı insanları, görünce, anladım ki meğer dünyayı idare eden o saraylar bu hizmet ve bu hizmetin arkasındaki insanlarmış” dedi. Ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Ve sonra arkasından ayrı bir şey anlattı: “Gördüm ki yine” dedi. “Anadolu seller içinde, seylâplar içinde. O seller binaları önüne katıp bir kütük gibi sürükleyip götürüyor. Ve herkes endişe telaş içinde. O esnada ümitlerin ayakta kalması düşünülemez. Herkes sarsık, belki her vicdanda yeis yaşanıyor. Fakat o esnada nereden çıktığı belli olmadan birden Bediüzzaman belirdi. O selin içinde, sizin yurtlarınızı, pansiyonlarınızı, evlerinizi, kaya gibi kucaklıyor, selin önüne koyuyor ve bir baraj yapıyor. GAP barajı gibi bir baraj yapıyor. Derken sular çekildi. Zararlı olma durumu inkitaa uğradı. Ve faydalı bir baraj haline geldi. Anadolu da seylâpların erozyonundan kurtuldu.” Bunlar iki sene evvel derin duygularla, coşkun heyecanlarla anlatıldı.”


2. M. Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Bayram Yüksel ağabeylerin imzası bulunan bir yazıdan;

“Evrensel bir ufuk turuna doğru gelişen bu hizmet-i külliyede muhterem Hocaefendi kardeşimizin de ilahi lütuf ve mevhibenin bir tecellisi olarak büyük hisse ve nasibi varolduğu açıkça ortada ve herkesçe müsellemdir. Hatta şu hususu ehemmiyetle tebarüz ettirmek isteriz ki; Kendisi, Hizmet-i Kur’aniye ve İslamiye noktasında bu kadar geniş imkâna -maddeten ve manen- sahip olmasına rağmen sırf ahenk-i umumiyi muhafaza ve şirket-i maneviye hukukuna riayeti şiar edindiğinden bizatihi Risalelerin neşrine girmemiş, hakikatte bir vücud-u maneviyenin azaları kabul ettiği Nur kardeşlerinin neşir hizmetlerini kendi hizmeti telakki edip, kamyonlarla Nur Risalelerinin sevkiyle, nurların her tarafta neşriyle, dolayısıyla genç nesillerin imdadına koşmuş ve hazret-i Üstad zamanından beri devam ede gelen hizmetlerin devamını teyit ve takviyede bulunmuştur. Ve ayrıca geniş dairelere müteveccih Türkiye’de ve hariç memleketlerde ihyasına vesile olduğu maarif hizmetleri, neşriyat sahaları ise, bütün ehl-i iman tarafından kemal-i takdirle karşılanmaktadır.”(9)


2-Zübeyir Gündüzalp:

Cemal Uşşak bey anlattı; “Hocaefendinin 1995’te Moral FM ve Nesil matbaalarını ziyaretinde M. Emin Birinci ağabey: “Ne kadar biz uyduk o ayrı konu. Zübeyir ağabey; “Hizmetle alakalı meselelerde Fethullah Hocaefendi kardaşımla istişare edin. Onun fikirleri musibtir.’ demişti deyince, Hocaefendi: “Estağfirullah! Zübeyir ağabey iltifat etmiş” dedi.


Hocaefendi Edirne’de vazifeli iken İstanbul’da Zübeyr ağabeyi ziyarete gelirmiş. Şöyle anlatıyor: “Zübeyr abi çok ciddi, sevgisini dışarıya vurmazdı. Yanına gider gelirdim. Bir iki defa da bana nasihat etmişti. Ben çok müstağniyim, param yok, gider cami penceresinde yatarım. Param varsa, gider otelde yatarım. Sonra üstü kapalı bana “kardeşim” dedi “Üstad, Hastalar Risalesinde “gençlik ve sıhhat önemli iki gaflet unsurudur” diyor. Dersane çok önemlidir.” Sonra öğreniyorum ki, Kırkıncı Hocaya da diyor: “Geldiğinde dershanede kalsın.”


Mehmed Kırkıncı Hocaefendi 22. 10. 2003 tarihinde Erzurum’da Kümbet medresesinde bu konuda bize şunları söylemişti: “Zübeyir abi bana dedi ki “Hocaefendiye söyle, İstanbul’a gelip geçerken bana misafir olsun.” Hocayı o kadar sevmişti ki… Onun da (Hocaefendinin) ağabeylere saygısı öyle ki… Bambaşka bir şey canım.”


Cemal Uşşak Bey anlatıyor: “Bir gün Bekir ağabeyin Kığılı Pasajındaki yazıhanesindeydik. Arka odada Zübeyir ağabey de, diğer ağabeyler de vardı. Birisi İzmir’den bir haber getirmiş; “Fethullah hoca Kestanepazarından ayrıldı” demişti. Zübeyir ağabey bunu duyunca dizleri üzerinde doğruldu ve şöyle dedi: “Fethullah Hocaefendi kardeşim fevkalade isabet etmiştir. İnşallah bundan sonra Nur’un izzetine münasip bir tarzda hizmetine devam edecek.” (10)


3-Sungur ağabey:

Rahmi Erdem beyin hazırladığı “Beyaz Gölgeler” adlı eserde Sungur ağabey Hocaefendi hakkında şöyle demekte: “Rahmi bey kardeş, bu zaman da hakikat-i Kur’aniye’de saf tutan kardeşlerimizin manevi hüviyetini bendeniz ihatadan acizim. Bilhassa Fethullah Efendi hakkında fikir ve kanaatimi rica ettiniz. Daha önce de “o zatlarla arkadaş olmak, kardeş ve beraber olmak hepimiz için birer mazhariyettir. Bir lütf-u ilahidir. Böyle masum ve yıldız misal zatlarla daima iftihar ederiz. Onlar bizim şeref tacımız” demiştim. Fethullah Hocaefendi, deruhte ettiği hizmet-i Kur’aniye ve İmaniyesi, bir ve beraberlik içinde bulundukları kardeşleri ve arkadaşlarıyla âlemşümul bir hizmeti kucaklayan, gençliğin ve nesillerin imdadına maarifi ilahi ile koşan âli himmet ve kerimüssıfat bir mübarek zattır. Hz.Üstadımız, Kastamonu Lahikasında bir mübarek talebesi için “kalemi gibi kalbi de harikadır.” dediği bu manaya, Hocaefendi ve mübarek kardeşleri de mazhar ve masadak olduğunu gösteriyorlar. Onlar ahirzamanda âlemi ışıklandıracak bu nur-u Kur’anın mübarek, halis hameleleri olarak takdir ve tebrike sezadırlar. Hepimiz ve hep beraber bu nur-u Kur’an ağacının etrafında Rahmet-i ilahiye ile bulunmak nimetine mazhar olmuşuz. Malumunuz böyle hayatlarını İslamiyet’e, milletin saadet ve selametine halisane ve fedakarane bir surette adayanlar o hulus ve vüsat içinde çalışanlar; nihayette Hakkın keremi ile bir millet olarak ebediyet ve beka bulacaklardır inşallah. Belki onlar bunu da gaye yapmadan yalnız rıza-i ilahinin hudutsuz fezasında yol almak emelindedirler. Bu öyle bir nimet ve lütuftur ki Allah onu dilediğine verir.” (11)


Cemal Uşak beyefendi 1996 Eylül ayında bir trafik kazası geçiren Sungur ağabeyi hastanede ziyaretinde, Sungur ağabeyin: “Şimdilerde Hocaefendi ve hizmetine birçokları müspet bakıyorlar. Keşke 20 sene önce de böyle bakabilselerdi, ne iyi olurdu.” dediğini nakletmişti. Yine Cemal beyin nakline göre; “1972’li yıllarda Hocaefendiye izafeten; “Hocaefendiye Hazret-i İsa (AS) diyorlar” diye bazı kimseler serişte ederek Hocaefendiyi suçluyorlar, itham ediyorlar ve camiadan dışlamaya çalışıyorlardı. O yıllarda Sungur ağabey de Mehmed Feyzi ağabeye gidip; “Hocaefendi hakkında bazıları böyle söylüyor. Ne diyorsunuz?”diye soruyor. Mehmed Feyzi ağabey de tebessüm ederek: “Kardeşim olur böyle haller. Bana da söylüyorlar. Etrafımdakiler beni de öyle gördüklerini söylüyorlar. Bunun bir fitne yönü, fesat yönü veya zararlı bir yönü yoktur. Velayet makamlarında tıpkı makam-ı Hızır gibi her bir peygamberin makamı vardır. Makam-ı İsa da vardır. Bir takım zatlar ya İsa meşrep olurlar. Veya makam-ı İsa’ya çıkarlar. O zatları sevenler de, kendi kalp ayinelerinde o zatı ayn-ı İsa gibi görür. Bu, o zatın ya makam-ı İsa’da olduğuna delalet eder. Veya o zatın İsa meşrep olduğuna delalet eder.” diyor.


Mehmet Hasırcılar anlatıyor: “Hocaefendinin ağabeylere olan hürmeti başkaydı. Mesela yetmişli yıllarda Sungur ağabey İzmir’e gelmişti. Biz de Osman Demirci hocayla gitmiştik. Hocaefendinin de bulunduğu toplulukta gençler bir sual sordular. Sungur ağabeyin yanında edebinden konuşmadı ve soruya cevap vermedi. Sungur ağabey birkaç cümle ile cevapladı.” (Kulluğuyla Bir Sultan-İhsan Atasoy- Nesil Yayınları- İst–2006


Kıymetli yazar Cüneyd Suavi Bey 2–11–2001 tarihinde Adapazarı’nda görüştüğümüzde Sungur ağabeyin bir mecliste Hocaefendi için: “Kardeşim, büyük evliyadır” dediğini nakletmişti.


Tempo Dergisine 2006 tarihinde gönderdiği bir mektupta da şöyle demekte: "Öyle bir İslam hadimine ben ne diyebilirim ki. Dünya çapında hizmeti meydanda. Fethullah Gülen Bediüzzaman'ın hizmetini bir nevi devam ettiriyor demektir. Fethullah Hoca'nın bize karşı hiçbir tavrı olmadı ve olmaz da. Ezelden kaynaşan ervaha ayrılık olur mu? Biz İslam ümmetiyiz. Peygamber (A.S.M)'ın manevi evlatlarıyız. Biz birbirimizle iftihar ediyoruz. Birbirimize dua ediyoruz.”


(http://www.gencadam.net//content/view/625/32/)


4-Tahiri Mutlu:

Cüneyd Suavi bey, merhum Tahiri ağabeyle Hocaefendi arasındaki münasebeti şöyle anlatmıştı: “Tahiri ağabey vefatında Hizmet vakfı mütevellisindeki yerine Hocaefendiyi vekil bırakmıştı. Hocam, Tahiri ağabey tarafından müthiş seviliyordu.


Hocaefendi bir sohbetinde Tahiri ağabeyin kendisine verdiği bir hediyeden bahsediyor: “Yazdığı şeylerden Mesnevi-i Nuriye de vardı, bana hatıra vermişti. 80 ihtilalinde birisi benim evimden almış, onları çatıya koymuş, yağmurda çürüdüler, tamir edilir mi diye çok uğraştım, hatıra kendi el yazısı, fakat maalesef.”


Mehmed Hasırcılar bey anlatıyor: "Fethullah Hocaeefendi bir defasında İstanbul'a gelmişti. Kendisini Tahiri ağabeyin ziyaretine götürmüştüm. Karşılaşmaları gözümün önünden hiç gitmez. Hocaefendinin ona olan o eşsiz hürmetini ve onun Hocaefendiye karşı olan sevgi ve şefkatle yoğrulmuş tavrını görmek lazımdı.Öyle bir sahne oldu kiancak Kabe huzurunda öyle bir çekim alanı hissedilebilirdi. Aslında pek bir şey de konuşamadılar. Konuştuklarının hepsini toplasan yirmi kelimeyi geçmez.Ama kalp diliyle, karşılıklı öyle bir alışverişleri oldu ki, o an hiç bitmesin hep devam etsin istedim. Sonra Hocaefendi hürmetle izin aldı ve ayrıldık."


Yine Mehmet Hasırcılar anlatıyor: “Tahiri ağabey zaman zaman beni çağırır, arabamla İstanbul’un çeşitli yerlerinde kendisini gezdirirdim. Yanımda Hocaefendinin sohbet kasetleri olduğunu bildiğinden rica ederek, bir tane kaset dinletmemi istedi. Ben teybi açtım. Gezdiğimiz süre zarfında, baştan sona huşu içinde dinledi. Nihayet kalacağı yere dönmüştük. Bana son derece nazik bir ses tonuyla “nolur rica ederim, varsa bir kaset daha dinletir misin?” dedi. “Hay hay ağabey, ne demek” dedim. Hocaefendinin başka bir kasetini koydum. Onu da sonuna kadar dinledi. Sonra teşekkür etti, kendisini kaldığı yere çıkardım.”(Kulluğuyla Bir Sultan-İhsan Atasoy- Nesil Yayınları- İst–2006)


Bahaeddin Sağlam Bey anlatıyor:

“Onun Fethullah Hocaya ayrı bir yakınlığı vardı. Çünkü Fethullah Hoca o dönemde ilmi esas alıyordu. Tahiri Mutlu ağabey de, üstadın “ihya, ilan, icra” sırrının bildiği için onun umudu Fethullah Hocada idi. Konuşmuyor, siyaset yapmıyordu ama her şeyin farkındaydı. Onun için Fethullah Hocayı kendi yerine tayin etti. Hocayı ayda bir veya iki ayda bir ziyaret ediyordu, Fethullah Hoca da zaman zaman geliyordu.” (Kulluğuyla Bir Sultan-İhsan Atasoy- Nesil Yayınları- İst–2006)


5-Hulusi Yahyagil:

Üstadın talebelerinden Salih Özcan beyin nakline göre Hulusi ağabey merhum Hocaefendi için:"Bu gence dikkat edin, ilerde istikbal vaat ediyor” demiş. Hocaefendi 1983’de Elazığ’da Hulusi Yahyagil ağabeyi ziyaret ettiğinde Hulusi ağabey Üstadın İktisat risalesinde bahsettiği kerametli baldan bir kaşık teberrüken hocamıza vermiş. Hocaefendi bunu şöyle anlatıyor: “Albay Hulusi Bey'e uğradım 83’de. Yani Üstad vefat ettikten tam 23 sene sonra. Hulusi Abi merhum yine bana bir yemek kaşığı bal verdi, o baldan. Bitmemiş daha


Hocaefendi bir sohbetinde Hulusi ağabeyle alakalı bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Hulusi abinin oğlu vefat etmişti. Biz taziye için orda bulunuyorduk. Bize güzel şeyler anlattı. Ve "Bütün menba-ı varidat benim için bir yönüyle o işin prizması olan Hz. Bediüzzaman’dır. Yani Kur'an nur ışıkları içinde akar gelir ona. Ve bizde ondan aldık onu. Sünnet akar gelir biz ondan aldık." Böyle anlattı.”


6- Bayram Yüksel:

1997’de dar-ı bekaya irtihal eden Bayram ağabeyin teveccühü hakkında Hocaefendi şöyle diyor: “Bayram abi enfes şeyler anlattı bana. “Tamamen bu neşri size devredelim” dedi. Bunlar hep Allah'ın lütfu…”


7- Bekir Berk:

İslam Davasının meşhur avukatı merhum Bekir Berk bey ile Hocaefendinin karşılıklı büyük sevgi ve saygıları vardı. Burada buna kısa bir hatıra ile değinelim. Muhammed Nur Sungur beyefendi anlatıyor:1986’da Fethullah Hoca hacca gelmişti. O zaman evimiz vardı,ticaretle uğraşıyorduk. Hac dönüşü Cidde’de hocayı misafir ettik. Tabii o sırada hergün Bekir Berk ağabey gelip gitti.Aralarında karşılıklı olarak müthiş bir muhabbet ve hürmet vardı. Sohbetleri oluyor, eski hatıralarını yâd ediyorlardı. Bir gün Bekir Ağabey ayrılırken Hocaefendinin onun ardından; “Hey kafesteki koca aslan” dediğini hiç unutamam.(12)


8-Ahmed Feyzi Kul:

Merhum Cahid Erdoğan anlatıyor: Rahmetli Ahmet Feyzi Kul abi, pek vaiz beğenmezdi. Kendisine ne Tahir Hoca’yı ne de Yaşar Hoca’yı dinletmem mümkün olmadı. Zaten kendisi de alim bir zattı. Hocaefendi’nin İzmir'e gelişinin tahminen üçüncü haftasıydı. Ben vaaza giderken yolda Ahmet Feyzi abi ile karşılaştım. Nereye gittiğimi sorunca vaaza gittiğimi söyledim. “Beraber gidelim” dedim, kabul etmedi. Israr ettim. Beni çok sevindirdi. Çok fazla ısrar edince teklifimi kabul edip geldi. Vaaz bitti, Cuma namazı kılındı, cemaat boşalmaya başladı. Ben de malzemeleri toparlıyorum. Baktım, Hocaefendi oturuyor, Ahmet Feyzi abi de birkaç saf arkada oturuyor. Hocaefendi yerinden doğrulunca o da ayağa fırladı ve koşup Hocaefendi’yle musafaha ettiler. Aralarında neler konuştular bilmiyorum; fakat bildiğim bir şey varsa Ahmet Feyzi abinin bu vaaza gelişinden gayet memnun olmasıydı. Çünkü biraz sonra yanıma gelip, "Sen haklıymışsın, bu diğerlerine benzemiyor" demişti. Bu cümleyi vaaza gelmeden evvel ben ona söylemiştim ve şimdi o da aynı kanaati benimle paylaşmış oluyordu..(13)


8-Abdülkadir Badıllı:

“Bu makamda hak adına ve bitarafane bir muvazene ile şöyle diyebilirim ki; Fethullah hocanın vasıtasıyla iman ve hidayete ermiş, İslamiyet nuruyla ahlâklarını düzeltmiş binlerle insan vardır. Bunun yanında hocanın şahsî kemalatı, tevazu’u, edep ve ubudiyeti de çok yüksek mertebelerdedir. Bu hakikat muvacehesinde Fethullah Hoca, en az bin Muşlu Molla kadar İslâma hizmet etmiş, eserleri de meydandadır, her ne ise..”(14)


9-Abdullah Yeğin Ağabey:

Abdullah Yeğin, Fethullah Gülen Hocaefendi ile eskiden tanışmaktadır: “Üstad’ın talebeleri Hizmet Vakfı’nın mütevelli heyetine aza oldular. Tahiri Ağabey vefatına yakın bir zamanda ‘ben mütevelli heyetini bırakıyorum. Fethullah Hoca var, ben yerime onu tayin edeceğim.’ dedi. Vakfın tüzüğüne göre üç kişi tayin edilir, mütevelli heyeti de onlardan birini seçerdi. Tahiri Ağabey istifa edince Fethullah Hoca seçildi. Eskiden de tanırdım ben Fethullah Hoca’yı. Hatta ziyaretine gittik Edirne’de, İzmir’de… Ben Adana’da iken yanımıza gelmişliği vardı. Epey bir zamandır görüşmedik fakat onun da gayesi İslamiyet’tir, başka bir şey değil.”(15)


KAYNAKLAR


1-Aksiyon Sayı–37


2-Gönül Damlaları:231-Mehmed Kırkıncı-Timaş Yayınları


3-Gönül Damlaları-sf:201


4-Gönül Damlaları:231–232


5-Artı Haber – sayı 1, sf.19


6- Aksiyon-Sayı:412


7-Hayatım- Hatıralarım-sf:96- Zafer Yayınları- İst-2004


8- Nur’un Büyük Kumandanı-İhsan Atasoy-s:118-119-Nesil Yayınları-İst-2006


9-Özel dosyamızda mevcuttur.


10- Nur’un Büyük Kumandanı-İhsan Atasoy-s:379-380-Nesil Yayınları-İst-2006


11-Beyaz Gölgeler-sf:204–205-Timaş Yayınları


12-Hayatını Davasına Adayan Adam- İhsan Atasoy-s:227-228-Nesil Yayınları-İst-2006


13-http://tr.fgulen.com/a.page/basindan/dosyalar/a14934.html


14-http://www.ittihad.com.tr/ifhamname.htm


15- Aksiyon-Sayı:588


16- Hocaefendinin muhtelif sohbetleri


17-Kulluğuyla Bir Sultan Tahiri Mutlu- İhsan Atasoy- Nesil Yayınları-İst-2006


Mehmed Semih Yıldız
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-

Bediüzzaman Haz. talebelerinin, Hocaefendi hakkındaki düşünceleri..(1) http://www.gencadam.net//index2.php?option=com_content&task=emailform&id=188&itemid=57 [FONT=times new roman,times]Zaman zaman, Bediüzzaman Hazretlerinin değerli talebeleri (Ağabeyler) ile muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi arasında sanki bir diyalog kopukluğu veya uhuvvetsizlik varmış gibi yaklaşımlara şahit olmaktayız. Halbuki, her birisi asrımızın birer yıldızı hükmünde olan değerli ağabeylerin, her vakit en azından birbirlerine dualarda bir ittihad kurdukları vakıadır:
resim37.jpeg



1-) Zübeyir Gündüzalp Ağabey ve M.Emin Birinci Ağabey :

zubey3.jpg
meminbirinci2.jpg

Hocaefendinin 1995’te Moral FM ve Nesil matbaalarını ziyaretinde M. Emin Birinci abi: “Ne kadar biz uyduk o ayrı konu. Zübeyir Ağabey; “Hizmetle alakalı meselelerde Fethullah Hocaefendi kardaşımla istişare edin. Onun fikirleri musibtir.” demişti deyince, Hocaefendi: “Estağfurullah! Zübeyir ağabey iltifat etmiş” dedi. (1)


2-) Mustafa Sungur Abi:

sungurabi008.jpg


'Nasılki her peygamber ve Alim Zat Allah'ın bir ismine mazhar ise, aynen onun gibi Fethullah Gülen Hocaefendi de:' Mesih'in sahip olduğu nefese sahiptir' Mustafa Sungur Abiye göre, her Alim Allah'ın bazı isimlerinin ve bazı peygamberlerin sahip olduğu özellikleri, mizaclarında tecellileriyle daha fazla nümayiş ettirir. Mesela Üstad Hazretleri, Allah'ın 'Rahman', 'Rahim', 'Sabr' isimleriyle müsemmaydı. Peygamberimizin kopyasıydı. Alimler peygamberimizin varisidir derler ya, tam bir varisti. Hocaefendi ise, peygamberler içinde diriltici ruh üfleyen, dertlere derman olan sıfatlarıyla en fazla Hz. İsa'ya, Mesih'e benziyordu. (2)

(Bahse konu 'Mesih'e benzeme, sıfat itibari ile kast edilmiştir. Dünya'nın dört bir yanında açılan Eğitim Müesseselerinin hızlı inkişaf etmesi, Hz.İsa (AS) mın ölüleri diriltmesi gibi manevi bir Dirilişe vurgu yapılmıştır.)


3-) Mehmet Kırkıncı Hocaefendi:

resim37.jpeg


Hilkaten dürüst, halim, iffetli bir genç idi. Müşfik ve merhametli idi. Her nutku bir belagat ve fesahat şaheseriydi. Hocaefendi, bizden bin adım ileri attı. Hariçteki hizmetleri ile de milletimizin dışarıdaki itibarını artırdı. Bediüzzaman Hazretleri'nin 'Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kat'i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, alem-i İslam'a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak, mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini mefahir-i tarihiyesini onun ibraziyle gösterecektir' sözüne masadak oldu.......Yüzlerce ve binlerce gencin fazilet ve irfanına vesile olmuştur. Bu ağır vazife, genç yaşta saçlarının ağarmasına sebep olmuştur.' (3)


4-) Abdullah Yeğin Abi:

abdullah_yegin.jpg


'Hocaefendi mektep açmış, dersane açmış, kolej açmış. Orada da mümkün mertebe kendi anlayışları, kabiliyetleri ve güçlerinin yettiği kadar Risale-i Nur’u, birşeyleri öğretmeye çalışıyorlar. Herkesin gayesi neticede imana hizmet olduğu için hepsinin gayesi birdir. Ben hepsi dinsizliğin karşısında bir yumruktur diyorum'(4)


5-) Cahit Erdoğan Ağabey:

'Rahmetli Cahid Erdoğan bey Bediüzzaman’ın sağlığında sesini kaydetmek için teybini de ziyarette yanında götürmüş, fakat Üstad izin vermemiş ve Cahid ağabeye: “Bu teyb ilerde büyük hizmet edecek” buyurmuş. Daha sonraları bu teyb Fethullah Gülen hocaefendinin vaaz ve sohbetlerini ilk kaydeden ve bizlere intikalini sağlayan Cahid Ağabeyin vesilesi ile aynı teyp olmuş, Üstadın ihbarını da tasdik etmiş.' (5)




6-) Bayram Yüksel Ağabey,

TN_02.JPG


'Cenaze namazının bizzat Hocaefendi tarafından kıldırılmasını vasiyet etmiştir ' (6)



Kaynaklar:

1 http://www.cevaplar.org/index.php? khide=visible&sec=5&sec1=37&yazi_id=3635&menu=1

2 http://www.sonsaniye.net/yazioku.aspx? id=558

3 http://tr.fgulen.com/a.page/hayati/onu.taniyanlardan/a4577.html

4 http://www.yeniasya.com.tr/2005/03/23/roportaj/h5.htm

5 http://www.cevaplar.org/index.php? khide=visible&sec=5&sec1=37&yazi_id=3634&menu=1

6 fgulen.com

Bediüzzaman Haz. talebelerinin, Hocaefendi hakkındaki düşünceleri... (2)
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Bediüzzaman Haz. ve Talebeleri hakkındaki görüşleri
[/FONT]




"ÜSTADIN SESİNİ HATIRLATTI"

Bediüzzaman hazretlerinin çok sevdiği talebesi Tahiri Mutlu ağabey ile alakalı Hocaefendinin son kitabı Ümit Burcu’nda şöyle bir hatıra gördüm (s:147): “Tahir Abi'yi gördüm; bir kardeşinizin (Hocaefendinin) arkasında namaz kıldığında hıçkıra hıçkıra ağladığına ve “Bana Üstad'ın sesini hatırlattı” deyip iç çektiğine şahit oldum. Onun sesine aşık olmuş adam, parmaklarının hareketine âşık olmuş..”
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Devlet hedef değil,sonuçtur!

Ben bediüzzaman'ın hayatı ictimaiyenin her safhasında bulunma hedefini araştıracağım...

Sende bu arada müslümanların devleti ele geçirmesinin seni neden rahasız ettiğini izah et...

Bu konuda neden İlhan Selçuk'la aynı düşündüğünü bir anlat bakalım...

İlhan Selçuk'u okumuyorum.Kendinizden farklı düşünen herkesi ulusalcılara benzetmek sık yaptığınız bir faul.Bu tür fauller bana sökmez.Cevap bile vermem.
Bediüzzaman'a göre İman bir gönül meselesidir.Her hangi bir makamın gücüne dayanılarak zorla,propaganda ile aşılanabilecek bir şey değildir.İslamda devlet bir sonuçtur.Müslümanca yaşayan bir toplum,kendine layık devleti meydana getirir.Müslümanca yaşamayan bir toplumu devlet gücünü kullanarak müslümanlaştırmaya çalışmak,zorbalıktır.Dini topluma hakim kılmak öncelikli hedefidir,risale- nurun.O yüzden Bediüzzaman,şark umumi vaizliğini reddetmiştir.
Sizlerin mantığına göre Şark Umumi vaizliğinin üzerine balıklama atlaması gerekirdi.Daha detaylı bilgi meşhur dört yazıda var.Ama okuyan ve yorumlayan yok.Gerekirse bu konuyu açarız.
 

seyyah_1

Asistan
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
714
Tepkime puanı
3
Puanları
0
hasan demir .....acaba sormak gerekır sana F.gulen sana bırsey mı yaptı kı o na karsı bu kadar kin ve nefret beslıyorsun....o iş yapıyor ve herkes onu konusuyor sende bi iş yap senı konusalım...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
öncelikle olayı başka boyuta çekme durumunda olabilicek kardeşlerime..

Bizler Ümmet-i Muhammeddeniz (SAV)... hamden kesiran...,

ehl-i sünnet vel cemaatiz...yüzbinlerce şükür olsun..

binlerce tarik ve yol içinde Risale-i nurdan nasiplenen insanlarız.......binlerce elhamdulillah..

risale-i nur otoyolunda ilerlemeye çalışan, yolun bir kenarında ilerleyen bir grubuz...


HİÇ BİR TARİK VEYA GRUP VEYA CEMAAT VEYA MESLEK VE MEŞREBE SÖZ SÖYLEMEK, HELE ELEŞTİRMEK GİBİ BİR NİYETİMİZ YOKTUR...

SADECE KENDİ HAS DAİREMİZDE ANLAŞILAMAYA NKONULARI MÜTALAA EDİP GÖRÜŞÜYORUZ...

YANİ KİMSENİN TAVUĞUNU KIŞŞTTT...KIŞŞŞTTT DEMEDİĞİMİZ GİBİ KENDİ TAVUĞUMUZLA İLGİLENİYOR VE AMERİKANIN TAVUKLARINI NASIL OLDUĞUNU DA ARAŞTIRMIYORUZ..

YANLIŞ İFADELER KULLANARAK KARDEŞLERİMİ ÜZDÜYSEM KUSURA BAKILMASIN...

KENDİ KENDİMİZE HASBİHAL EDERKEN DİĞER KARDEŞLERİM LÜTFEN ALINGANLIK GÖSTERİP GIPTA DAMARLARI NEŞVÜ NÜMA BULMASIN...

EĞER KADERE İNANAN İNSANLARSA BUNLAR KUŞKUSUZ RABBİMİZİN (CC) İHSANI İLAHİYESİDİR..BİZLER KESP VE İRADELERLİMİZLE ELDE ETMEDİĞİM GİBİ ACİZLİĞİMİZE VE FAKİRLİĞİMİZE BİNAEN OMUZLARIMIZA KONULMUŞTUR... BU YÜKÜ GELİN BERABERCE KALDIRALIM..



--
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Birşeyler yazacağım derken yemek bile yemedim, saat 14-30 da dersim var

tekrar on line olursam kaldığımız yerden devam ederek yardımcı


olabilirim...sağlıcakla kalınız.... görüşemezsek KURBAN BAYRAMINIZI kutlar

sağlık ve mutluluklar içinde geçirmenizi RABBİMDEN (CC) niyaz ederim..


RABBİMDEN (CC) DİLER VE DİLENİRİM Kİ BİZLERİN İRLİK VE DİRLİĞİNİ

BOZMASIN.. BOZMAK İSTEYENLERİ FIRSAT VERMESİN....amin..


RABBİM (CC) YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN....İKİ CİHANDA MESUT VE

BAHTİYAR ETSİN...


RABBİM (CC) MADDİ VE MANEVİ NİMETLERİNDE BEREKETİNİ ARTIRSIN..

BİZLERİ KORUSUN KOLLASIN..SAHİL-İ SELAMETE ÇIKAN KUULARINDAN

EYLESİN...amin...

es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve barekatuhu ebeden

daimen sururen ..... dualarınızı muhtaç kardeşiniz..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Nefretİmİ İspatla!

hasan demir .....acaba sormak gerekır sana F.gulen sana bırsey mı yaptı kı o na karsı bu kadar kin ve nefret beslıyorsun....o iş yapıyor ve herkes onu konusuyor sende bi iş yap senı konusalım...

Fethullah gülen'den nefret ettiğimi gösterecek üç tane cümlemi göster.Bir daha onun hakkında yazmayacağım.Senin gibiler için bir yazı alıntılayacağım.İyi oku ve ibret al:

BİR FİLMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ​
GEÇENLERDE HASBELKADER SEYRETTİĞİM bir film dile getirmek istediğim bir meseleyi anlatmamda tercümanım olabilecek gibi geldi bana. Başrolde Jack Lemmon’ın oynadığı, Mass Reveal adlı film...

Film, bir Amerikan şehrinde yaşlı bir papaz ile onun bağlı bulunduğu bir papaz okulu öğrencilerinden biri arasındaki etkileşim üzerinde dönüyor.

Kilisesinde etliye sütlüye karışıp kendisini zor durumda bırakmadan, insanların istediği şekilde hizmet sunan yaşlı papaz, bir vaazı sırasında kendisini zor durumda bırakabilecek açıklamalar yapmak zorunda kalacağı birtakım sorularla karşılaşır. Soru, bir delikanlıdan gelmektedir. Papaz gencin sorularını kendince ustalıklı bir biçimde safdışı bırakır. Yaşlı papaz ilerleyen günlerden birinde aynı zamanda bölgedeki papaz okulunda öğretmen olan diğer papazlarla biraraya gelmek üzere bu okula gittiğinde vaazı sırasında kendisini zor durumda bırakan gencin orada öğrenci olduğunu görür. Öğrenir ki, kendisinin vaazı esnasında yaşadığı sıkıştırmayı diğer papazların okulda sürekli yaşamaktadır. Öğretmenlerin başı bu öğrenci ile tam anlamıyla derttedir. Hatta onu artık okuldan atmak niyetindedirler.

Okuldaki papazlar, belki değişmesini sağlar ümidiyle, onu sözkonusu papazın yanına verirler. Papaz onu bir vaaz vermesi noktasında teşvik eder. Fakat insanlara karşı yumuşak, onların hatalarını yüzlerine vurmayan, dünyevîliklerine asla dokunmayan bir üslup içinde konuşması gereğini de vurgular.

Yaşlı papazdan aldığı talimata uygun şekilde vaazına başlayan genç böyle devam edemez, kendi tarzı ağır basar ve insanların genel hataları ile yüzleşmelerini sağlayacak bir konuşma yapar. Özellikle de dibine kadar dünyaya batmış halde iken haftada bir hoşlarına gidecek sözler duymak üzere kiliseye gelmek suretiyle bu dünyada varoluş amaçlarını gerçekleştirmiş olmayacaklarını söyler. Sonuçta cemaat hoşnutsuz bir biçimde kiliseden ayrılır.

Bunu diğer papazlara ve okul yönetimine de ifade ederler.

Gencin okul öncesindeki kiliseye aykırı birtakım hareketleri bahane edilerek okuldan atılmasına karar verilir.

Bu esnada, yaşlı papaz gencin kilise cemaatini aslında ailesi olarak gördüğünü ve onları yanlışlarından kurtarmak niyetiyle sert bir vaaz verdiğini anlar. Delikanlı herhangi bir çıkar veya mevki hesabı olmaksızın, sırf onlara olan sevgisinden dolayı bu sert üslup ile konuşmuştur. Sevgisinin şiddeti, onu kendine dair hesaplar yapmaktan alıkoymaktadır. Oysa yaşlı papaz zahirî sevecenliğinin ardında ‘sevilme’ hesabı yapmaktadır. Yaşlı papaz, cemaatini bu papaz adayı kadar sevmemesinin, kendisini makam, iltifat, maddî imkân vs. hesaplarından uzaklaştırmayan esas neden olduğunu keşfeder. Gerçekten bu insanları sevmediği için onları dünyevîlikleri ile açıkça yüzleştirmekten kaçındığını anlar. Papaz adayı insanları, yaşlı papaz ise kendisini daha çok sevmektedir.

Kendi içerisinde yaşadığı bir muhasebeden sonra, genç papaza “Yapılması gerekeni sana öğretecekken, ben senden öğrendim” der yaşlı papaz. Ve, gerçek anlamda bir din adamı olacağına inandığı bu genç için kilisedeki kendi görevini tehlikeye atacak da olsa bir konuşma yapmaya ve cemaati genç hakkında verilen okulda atma kararının geri alınması için teşebbüste bulunmaya çağıran bir konuşma yapar. Takip eden hafta içinde yirmi küsur yıldır vaaz verdiği bu kiliseden atılmış olmayı da göze alarak yaptığı duygu yüklü bir konuşma...

Film burada biter. Gerisini tamamlamak izleyiciye kalmıştır.

Bu film, aslında bizlerin, hepimizin dünyasında yaşanan sıkıntıları bir kilise etrafında anlatıyor. Filmin anlattıkları bizim dünyamızda da geçerli, sadece mekân değişiyor. İnsan aynı insan, bizler; sorun aynı sorun, hesapsız olabilmek. Filmin hesapsız olabilmenin ancak hakikî anlamda bir sevgi ile mümkün olabileceğini dillendirmesi oldukça ilgimi çekti.

Gerçekten de öyle, değil mi? İnsan en çok sevdiklerine karşı açık konuşur; ve diğer taraftan, dost acı söyler. Ancak insanları seven kişi, onlarda gördüğü ama zararlarına olacağını düşündüklerini dile getirir. Çünkü onların zarar göreceği herhangi bir durum aslında kendisinin de onlara olan sevgisinden dolayı acı çekmesi demektir. Bu acı nice dünyevî menfaatin yanında sönük kaldığı bir ızdırap olacaktır. Hiçbir makam, hiçbir servet, hiçbir maddî rahatlık, bu ızdırabın vereceği rahatsızlığı hafifletemez. O yüzden, gerçekten seven kişi, sevdiklerinin göreceği bir zararı göze alamaz. Bu yüzden onların yanlışlarına, hatalarına karşı daha duyarlıdır. İşte tam da bu yüzden, onların yanlışlarından dolayı daha fazla eleştirir, hatalarını daha az gözardı eder.

Velhasıl, acı konuşana bakın, ihtimal ki sizin dostunuzdur ve sizi çok sevdiği için öyle söylüyordur. Sizi göklere çıkarana da bakın; ihtimal ki sizden edineceği maddî-manevî menfaati sevdiği için size öyle davranıyordur.
İNCİ ŞİRVAN
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
Ne kadar doğru bir söz

Velhasıl, acı konuşana bakın, ihtimal ki sizin dostunuzdur ve sizi çok sevdiği için öyle söylüyordur. Sizi göklere çıkarana da bakın; ihtimal ki sizden edineceği maddî-manevî menfaati sevdiği için size öyle davranıyordur.
İNCİ ŞİRVAN
İnci hanımı kutluyorum.İlla yağlanmak isteyenlere güzel bir mesaj vermiş.
 

Tarık

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
avcılar
İlhan Selçuk'u okumuyorum.Kendinizden farklı düşünen herkesi ulusalcılara benzetmek sık yaptığınız bir faul.Bu tür fauller bana sökmez.Cevap bile vermem.

Daha önce F.Gülen hizmetini tüccarlara,kapitalistlere benzeterek fauller yaptığını unuttun galiba...

Ayrıca üstteki savunduğun yazıdaki yazar F.Gülen hizmetini Lenin'in yaptıklarına
benzetmiş:

Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın şayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan...

Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma"
arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur.

Lenin'i müslüman mı zannediyorsunuz ?...

Cevap bekliyorum:
benim seni ulusalcılardan İlhan Selçuk'a benzetmem faulse,
senin "kapitalist" demen ve savunduğun Mücahit Bilici'nin yazısındaki Lenin'e benzetmeler faul değil de nedir?...

Bediüzzaman'a göre İman bir gönül meselesidir.Her hangi bir makamın gücüne dayanılarak zorla,propaganda ile aşılanabilecek bir şey değildir.

Hayat-ı ictimaiyenin her safhasında yer almayı hedefleyen bir hizmetin tepeden inmecilikle ne alakası var?...
Tepeden inmeciliği hedefleyenler eğitim,gazete,tv,radyo,finans..vs gibi toplumun her kesimine hitap ve hizmet eden faaliyetlere girişmezler...
Sayıları milyonlara ulaşan destekler ve sempati duyanlar bulamazlar...

İslamda devlet bir sonuçtur.Müslümanca yaşayan bir toplum,kendine layık devleti meydana getirir.Müslümanca yaşamayan bir toplumu devlet gücünü kullanarak müslümanlaştırmaya çalışmak,zorbalıktır.

Aksini savunan mı var ?..
Devlet'te vazife alanlara hizmet yapılmayacak mı?..

Dini topluma hakim kılmak öncelikli hedefidir,risale- nurun.

Bende hayat-ı ictimaiyenin her safhasında yer alma hedefi olarak belirtmiştim bunu..
ispat istemiştin ama kendin benim dediğimi ikrar ettin....

..Üstadımız diyor ki: Evet bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ı içtimai ve şeriat
için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes
ve en büyüğüdür.
Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü
derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, îmanî
hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında
zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve
siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i
nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar....
http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/index.php?tid=209

Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en a'zam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen
akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin (Kastamonu Lahikası, 62)

O yüzden Bediüzzaman,şark umumi vaizliğini reddetmiştir.Sizlerin mantığına göre Şark Umumi vaizliğinin üzerine balıklama atlaması gerekirdi.Daha detaylı bilgi meşhur dört yazıda var.Ama okuyan ve yorumlayan yok.Gerekirse bu konuyu açarız.

Ne yani üstad konumu itibariyle bu teklifi reddetti diye devlete,devlet görevindeki vazifelere karşı bir tavrı mı oldu?..

Öyle bir şey olsa çeşitli devlet dairelerinde yer alan tüm talebelerinden görevlerini bırakıp istifa etmelerini isterdi. Ve nurcuların devlette görev almalarını yasaklardı...
Varmı böyle bir durum ?..

Ayrıca devlet dairelerinde görevli bulunanlara yönelik dini hizmet vermek sadece F.Gülen cemaatinde mi var?..
Böyle sakat bir mantık olablir mi?...
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Tarihi hızlandırmayın,kaza yaparsınız!

Daha önce F.Gülen hizmetini tüccarlara,kapitalistlere benzeterek fauller yaptığını unuttun galiba...

Ayrıca üstteki savunduğun yazıdaki yazar F.Gülen hizmetini Lenin'in yaptıklarına
benzetmiş:

Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın şayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan...

Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma"
arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur.

Lenin'i müslüman mı zannediyorsunuz ?...

Cevap bekliyorum:
benim seni ulusalcılardan İlhan Selçuk'a benzetmem faulse,
senin "kapitalist" demen ve savunduğun Mücahit Bilici'nin yazısındaki Lenin'e benzetmeler faul değil de nedir?...



Hayat-ı ictimaiyenin her safhasında yer almayı hedefleyen bir hizmetin tepeden inmecilikle ne alakası var?...
Tepeden inmeciliği hedefleyenler eğitim,gazete,tv,radyo,finans..vs gibi toplumun her kesimine hitap ve hizmet eden faaliyetlere girişmezler...
Sayıları milyonlara ulaşan destekler ve sempati duyanlar bulamazlar...



Aksini savunan mı var ?..
Devlet'te vazife alanlara hizmet yapılmayacak mı?..



Bende hayat-ı ictimaiyenin her safhasında yer alma hedefi olarak belirtmiştim bunu..
ispat istemiştin ama kendin benim dediğimi ikrar ettin....

..Üstadımız diyor ki: Evet bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ı içtimai ve şeriat
için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes
ve en büyüğüdür.
Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü
derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, îmanî
hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında
zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve
siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i
nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar....
http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/index.php?tid=209

Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en a'zam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen
akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin (Kastamonu Lahikası, 62)



Ne yani üstad konumu itibariyle bu teklifi reddetti diye devlete,devlet görevindeki vazifelere karşı bir tavrı mı oldu?..

Öyle bir şey olsa çeşitli devlet dairelerinde yer alan tüm talebelerinden görevlerini bırakıp istifa etmelerini isterdi. Ve nurcuların devlette görev almalarını yasaklardı...
Varmı böyle bir durum ?..

Ayrıca devlet dairelerinde görevli bulunanlara yönelik dini hizmet vermek sadece F.Gülen cemaatinde mi var?..
Böyle sakat bir mantık olablir mi?...

Kapitalist Tüccarlar ne yaparlar?Karlarını en yükseğe çıkarmanın yolunu ararlar.Daha fazla para olursa daha iyi hizmet ederiz derken kapitalizmin borsa ve bankaya kadar her türlü kar aracına bulaşan kim?

Lenin'le kurulan ilişkiyi anlayamamışsın.Tarihi hızlandırmanın dinsiz olmak anlamına geldiğini sanan biriyle ne konuşulabilir ki.Niye zeki insanları kazanmaya çalışıyorsunuz,öncelikle.Çünkü devleti alelacele makam sahibi insanlar eliyle İslamlaştırmak istiyorsunuz.Öncelik insandır bediüzzamanda devlet değil.
Bediüzzaman ile ilgili sözlerin ise sadece bir demagoji.Ama benim demagojiye karnım tok.Bediüzzaman'ın devlet işinde çalışan talebeleri vardı.Ama onları hiç bir zaman devleti ele geçirmek amacı ile kullanmadı.Talebelerini devleti ele geçirmek amacıyle bürokraside görev almaya yönlendirmedi.
Aksi olsaydı,gene söylüyorum Şark umumi vaizliğini reddetmezdi.Vaiz sıfatıyla insanları çevresine toplamaya çalışırdı.
Bilmem anlatabiliyor muyum.
 

MEHMET EFE

Doçent
Katılım
2 Eyl 2006
Mesajlar
1,498
Tepkime puanı
16
Puanları
0
Konum
...............
Web sitesi
www.serzenisler.com


HASANDEMİR sanal Şov yapmaya devam ediyor.. Kendisini reel olarak buluşmaya davet ettim.. Kabul etmedi.. Gerekçeside ''lan'' kelimesini kullanmammış... Benim gibileriyle muhatap olmuyormuş...

Ama yine kendisi bugun seçim olursa kime oy verirsiniz anketine AKP demiş.. Hani o çiftçiye ''Artislik yapma Lan'' diyen kişinin lideri olduğu partiye veririm demiş yani...
İşte büyük tezat.. Demek ki ''LAN'' kelimesi yeri geldiğinde kullanılıyormuş.. Bunuda başbakandan öğrendik.. Kaldıki insan muhhattap almadığı birisine oy vermez.. eee.. sen başbakanı muhattap al, mehmet efe'yi alma... gülerler adama....

Ben çağrımı tekrarlıyorum.. Sayın Hasandemir... Bu başlıkta yazdığın konuyla ilgili cevap verecek olan kişilerde bizimle buluşur.. İstanbul'da nerede olursa olsun seninle görüşmeye varım..?? Hani yol almak istiyorsun ya sen.. Öyle diyorsun ya.. Sanaldan pek yol alınmaz... Hadi gel.. Seni reel ortama davet ediyorum.. Çıkan sonucuda bu sitede dostlarımızla paylaşırız...

Cevap bekliyorum...
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
Güzel bir tespit

Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın Ğşayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan devlete hakim olmak yahut kaybetmek üzere olduğu iktidarını korumak gibi bir gerekçesi yoksa- özel olarak "tedbir" yapmasını yahut yalan söylemesini ya da başörtüsünden "ilkesel" olarak taviz vermesini gerektirecek ne tür bir neden vardır?
Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma" arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur. Dine ve dinin mesajına eşit mesafede olan zengin-fakir, zeki-vasat, Türk-Arap gibi ayrımların Fethullah Gülen cemaatindeki karşılıkları bize bunu gösterebilir. Zengin insanlara ulaşma çabasından Türk milliyetçiliği yapmaya (Arap Müslümanları aşağılamaya), İslâmın mesajına eşit ölçüde ihtiyaç duyan okul çocuklarından "münhasıran" "zeki" olanlarıyla ilgilenmeye yahut ancak bir Leninist aceleciliğin tavsiye edeceği bir hiyerarşik yapıya/tek sesliliğe kadar Leninizm'in pek çok tezahürünü görmek mümkündür. (Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.)
Mücahit Bilici
Karakalem Dergisi

Mücahit Bey, güzel bir tespit yapmış kendisini kutluyorum.Allah başarılarını daim eylesin.
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Hangi genç dinsiz olmuş!

ŞEFKATİ AŞKTAN DAHA keskin, daha güçlü, daha ince ve daha derin gören insandan; aşk berzahına girmeden şefkat tarîkiyle ehl-i aşkın çıkamadığı zirvelerde seyr ü seyahat eden o müstesna güzelden, ism-i Hakîm ve Rahîm’e beraberce mazhar asrın şefkat sultanından ders almış bir isimdi o...

Ders almakla kalmamış; hayatını, o şefkat sultanına hizmetkârlığa adamıştı...

Öyle bir şefkat sultanından ders almış, hayatını onun hizmetine adamış bir isimden başka nasıl bir söz sâdır olabilirdi ki?

İmanın aydınlığına, küfrün karanlığına; iman-küfür, hidayet-dalâlet mukayeselerine dair onca dersin akabinde, başka türlüsünü söyleyebilir miydi?

Zübeyr Gündüzalp, “Teessür ve ızdırap karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince paramparça olması lâzım gelir” dedi.

Ondan beklenen de buydu.

Sadece ondan değil, aynı şefkat pınarından aynı dersi almış herkesten beklenen de...

Nitekim, o sözün ilk kez söylendiği 1948’den bugüne, bu söz nice kalbi dağlıyor, nice vicdanı ihtizaza getiriyor, nice istidadı gayrete sevkediyor.

“Bir genç dinsiz olmuş” haberini duymamak, atom zerrâtı adedince paramparça olmamak için, bu ülkede ve dünyanın dört bir yerinde, yüzbinlerce, belki milyonlarca mü’min gayret gösteriyor.

Gelin görün ki, benim rikkatli kalbim, hangi meşrepten olursa olsun, ehl-i hizmetin, hele ki Risale-i Nur ekseninde imana hizmet çabası içinde mü’minlerin bunca gayreti arasında, bir ilgi ve algı zaafını da gözardı edemiyor.

Bunca gayreti bir parça bulandıran bir ilgi ve algı zaafını...

Uzun yıllar önce, kendisinden çok şey öğrendiğim bir büyüğüme, onda da gördüğüm için, açıkça söylediğim bir zaafı...

‘İman hizmeti’ne ihtiyacı olan gençler, zihinleri şüphelerden arınmaya, imanın hakikatleriyle tanışmaya muhtaç olan gençler, yalnızca ‘Cadde’de mi oturuyor demiştim ona?

Koleje gitmeyen, aristokrat ya da zengin bir aileye mensup olmayan, Boğaziçi’nde okumayan gençlerin; benim gibi taşrada doğup büyüyen, taşranın da kenar mahallesinde doğup büyüyen gençlerin iman hizmetine ihtiyacı yok mu?

Neden ‘genç’ deyince ‘kolejliler,’ marka giyinmiş zengin çocukları geliyor aklımıza?

Yıllar geçti; bu sorularımın en azından belli mahfillerde ‘işe yaradığı’nı düşündüren değişimleri Rabbim bana gösterdi.

Ama benim rikkatli kalbim, ilgi ve algı zaafının büsbütün silinip gittiğine ikna olamadı.

Bu kez, “‘Genç’ deyince ve ‘iman hizmeti’ deyince, neden sadece ‘zeki’ gençler geliyor aklımıza?” diye sormam, bu sebeptendi.

Galatasaray’da, İstanbul Erkek’te, Robert Kolej’de okuyan, orada okumasa bile, giriş sınavlarında istese orada rahatça okuyacak kadar yüksek notlar alan gençlerin, yalnızca onların mı ‘iman hizmeti’ne ihtiyacı var diye sormuştu bu kez kalbim.

‘Sıradan’ bir lisenin, üniversite sınavını kazanması imkânsız gözüken bir öğrencisini de ‘iman hizmeti’ne lâyık görüp görmediğimizi; “Bir genç dinsiz olmuş” haberi karşısında ‘atom zerratı adedince parçalanması lâzım gelen’ kalbimizin kapsama alanına bu gençle ilgili böyle bir haberin de girip girmeyeceğini sormuştu.

Ve geçen hafta, bu soruyu bir kez daha gündeme taşıma düşüncesi arefesinde, bir ‘girizgâh’ı denedim.

‘Gençlik’ deyince, gençliğin ancak küçük bir oranını temsil eden kısmını aklımıza getirdiğimizi; onun ötesinde, çok daha geniş bir ‘öteki gençlik’ vâkıasının varolduğunu, ‘öteki gençlik’in tek bir kesitinden, ‘kapıcı çocuğu’ diye hakir görülerek büyümeye mahkum, sayısı muhtemelen milyonları bulan bir kesiti irdeledim.

‘Öteki gençlik’i yazarken, biliyordum ‘sessiz çoğunluk’un rikkatine değerken, ‘sesli çoğunluk’un ilgisini çekmeyeceğini...

Değil mi ya, ‘öteki gençlik’ dediğin nedir ki?

Öyleleri sırtımızda bir kanbul en fazla; içinden zekileri zaten kendini belli eder, bir şekilde ilgiyi çeker kendileri...

Zengin çocuğu değilse, fakir çocuğu olup bir de zeki değilse, bir genç ne derece kapsama alanımıza giriyor acaba?

“Bir genç dinsiz olmuş” haberi karşısında ‘atom zerratı adedince parçalanması lâzım gelen’ kalblerimiz, ‘öteki gençlik’in gerçekten farkında mı; anlıyor mu onların ızdırabını; anlıyor mu onların protein zengini çocuklardan çok daha farklı ama sonu ya inkâra, ya isyana, ya tuğyana, ya gaflete yahut boşvermişliğe varıp dayanan sorularını, sorgulamalarını...

Türkiye, nüfusu genç bir ülke...

Türkiye, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderek büyüdüğü, en zengin ile en fakir arasındaki makasın giderek açıldığı bir ülke...

Türkiye, kapitalizmin kurtlar sofrasında yeni tüketim lokması muamelesine mazhar bir ülke...

Böyle bir ülkede, genç zihinler giderek daha fazla tüketime, markaya, üstündeki elbise, altındaki araba yahut cebindeki saat üzerinden ‘kendini tarif’e yöneltilirken; çift taraflı bir savrulma bekliyor bizi...

Bir kapıcı ailesinin aylık gelirinden fazlasını tek bir gecede bir gece kulubünde harcayan gençlerden; bir asgarî ücretli işçinin aldığı maaştan fazlasını ‘harçlık’ olarak alan delikanlılardan fazlası yaşıyor bu ülkede...

Gençliğin, her zaman aktüel kalabilmiş sorularının yanıbaşında, bunca adaletsizliğin getirdiği sorular, sorgulamalar, duygusal tepkiler ve isyanlar bekliyor ‘öteki gençlik’i...

‘Zeki’ olanları, bir ümit, geleceğe odaklanabildikleri için ‘şimdilik’ paçayı kurtarabiliyorlar da belki, niceleri ya isyanın, ya boşvermişliğin kollarını bırakıyor kendisini...

“Bir genç dinsiz olmuş” haberi sarsmalı yüreğimizi...

Ama sınıf, gelir, semt, statü, okul, şehir ayrımına gitmeksizin...

‘Öteki gençlik’ de hizmet bekliyor...

Sözüm şuna-buna değil.

Sitemim hepimize...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst