hasandemir
Asistan
- Katılım
- 7 Eki 2006
- Mesajlar
- 624
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
Bu yazı teorik düzlemde kalmak üzere yazıldı ve İslâmcılık konusunda özel isimlere bakarak bir tasnif yapmayı amaçlamıyor. Ne var ki, Fethullah Gülen ismini özel olarak zikretmemin iki nedeni var. Birincisi daha önceki bir yazıda kısmen değinip sonra tartışacağım vaadinde bulunmuş olmam, ikincisi de Gülen hareketinin kendisini İslâmcılıktan uzak görmesidir.
Ortodoks Nurculuktan ciddi bir şekilde farklı olmasına rağmen büyüklük ve kamusallık açısından kendi başına bir ortodoksi haline gelen Fethullah Gülen'i İslâmcılığa ilişkin bir analizde nereye koymak gerekir?
Fethullah Gülen, parti düzeyinde siyasete (din adına) girmekten basarıyla sakınmış ve bunun sonuçlarını da elde etmiştir. Neredeyse tüm partilerin kendisinin desteğini arayacak şekilde onun beklentilerine cevap vermeye çalışmalarından, 28 Şubat sürecinin en yakıcı dönemlerinde bile popülist politikacıların (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in) onu korumaya çalışmalarına kadar pek çok düzeyde basarılı olmuştur. Siyasal parti düzeyinde (din adına) siyasete girmeyen Fethullah Gülen, "devlet" düzeyinde siyasete (din adına) girmiştir. Devlet düzeyinde din adına siyasetin ayaklarından biri olan "din adına" kurumlaşma (yurtdışındaki okullar, finans kurumları vs.) dolayısıyla en basitinden (Zaman Gazetesinde) Rusya Federasyonu'nu (onun yaptığı zulümleri bir gazetenin kamuoyuna duyurma ve eleştirme görevini yapamamaktan) okullar dolayısı ile eleştirememekten tutun 28 Şubat sürecinin kimi zamanlarında kendisine "hizmet" ettiğine inandığı kimi ilkelerini feda etmeye kadar pek çok konuda din adına siyasete girmenin bedelini ödemiştir. Bu çerçevede, RP'yi kötülemekten tutun, devlet nezdinde meşruiyet temini için "dine Ôhizmet' adına" inşa edilmiş kurum ve konumların muhafazası adına verdiği tavizlere kadar pek çok örnek verilebilir. Örneğin, bir 28 Şubat projesi olan "Türkiye Müslümanlığı" projesine müteahhitlik teşebbüsünde bulunması, "Türkler İslâmiyeti Araplardan almadı" türünden 28 Şubat'a vücut verecek muhtemel iradenin beklentilerini okşamak durumunda kalması "iktidar iptilası"nın uzantısı sorunlar olarak ortaya çıktı. Kısacası, Fethullah Gülen örneğinde söz konusu olan durum şudur: Adına "kendini mecbur zannettiğinde, dine rağmen dine hizmet etmek" durumunda kalmak denebilecek bir sorun. Şüphesiz, Fethullah Gülen'in 28 Şubat'ın öncesine uzanan ve hatta 28 Şubattan önce formüle edilen "Türkiye Müslümanlığı" yaklaşımını ve bu bağlamda kamusallaştırılan "milliyetçiliğini" 28 Şubat'ın beklentilerine indirgemek mümkün değildir. Fethullah Gülen, samimi olarak milliyetçidir ve Türkiye'de meşruluğun en korunaklı sahası olan bu ideolojiden sonuna kadar yararlanma yoluna gitmiştir. Fethullah Gülen, Nurculuk kadar, bir zamanlar bütün bir Nurculuğu etkisi altına alan ve sağ-sol kamplaşmasının ürünü olan "milliyetçi-mukaddesatçı" anlayışın da ürünüdür. Ve bu anlayışın, Oryantalizmin yutulmasından başka bir şey olmayan, Osmanlı Devletini bir mukaddes İslam devleti olarak görmesi ve devletin tebaası olan insanlara hizmetin/ulaşmanın yolunun devlete hakim olma fikrinde yattığına inanması Fethullah Gülen'in "hizmet anlayışı"nı büyük ölçüde belirlemiştir. Ve Fethullah Gülen'i İslamcı yapan şey de budur.
Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın Ğşayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan devlete hakim olmak yahut kaybetmek üzere olduğu iktidarını korumak gibi bir gerekçesi yoksa- özel olarak "tedbir" yapmasını yahut yalan söylemesini ya da başörtüsünden "ilkesel" olarak taviz vermesini gerektirecek ne tür bir neden vardır?
Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma" arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur. Dine ve dinin mesajına eşit mesafede olan zengin-fakir, zeki-vasat, Türk-Arap gibi ayrımların Fethullah Gülen cemaatindeki karşılıkları bize bunu gösterebilir. Zengin insanlara ulaşma çabasından Türk milliyetçiliği yapmaya (Arap Müslümanları aşağılamaya), İslâmın mesajına eşit ölçüde ihtiyaç duyan okul çocuklarından "münhasıran" "zeki" olanlarıyla ilgilenmeye yahut ancak bir Leninist aceleciliğin tavsiye edeceği bir hiyerarşik yapıya/tek sesliliğe kadar Leninizm'in pek çok tezahürünü görmek mümkündür. (Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.)
Mücahit Bilici
Karakalem Dergisi
Ortodoks Nurculuktan ciddi bir şekilde farklı olmasına rağmen büyüklük ve kamusallık açısından kendi başına bir ortodoksi haline gelen Fethullah Gülen'i İslâmcılığa ilişkin bir analizde nereye koymak gerekir?
Fethullah Gülen, parti düzeyinde siyasete (din adına) girmekten basarıyla sakınmış ve bunun sonuçlarını da elde etmiştir. Neredeyse tüm partilerin kendisinin desteğini arayacak şekilde onun beklentilerine cevap vermeye çalışmalarından, 28 Şubat sürecinin en yakıcı dönemlerinde bile popülist politikacıların (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in) onu korumaya çalışmalarına kadar pek çok düzeyde basarılı olmuştur. Siyasal parti düzeyinde (din adına) siyasete girmeyen Fethullah Gülen, "devlet" düzeyinde siyasete (din adına) girmiştir. Devlet düzeyinde din adına siyasetin ayaklarından biri olan "din adına" kurumlaşma (yurtdışındaki okullar, finans kurumları vs.) dolayısıyla en basitinden (Zaman Gazetesinde) Rusya Federasyonu'nu (onun yaptığı zulümleri bir gazetenin kamuoyuna duyurma ve eleştirme görevini yapamamaktan) okullar dolayısı ile eleştirememekten tutun 28 Şubat sürecinin kimi zamanlarında kendisine "hizmet" ettiğine inandığı kimi ilkelerini feda etmeye kadar pek çok konuda din adına siyasete girmenin bedelini ödemiştir. Bu çerçevede, RP'yi kötülemekten tutun, devlet nezdinde meşruiyet temini için "dine Ôhizmet' adına" inşa edilmiş kurum ve konumların muhafazası adına verdiği tavizlere kadar pek çok örnek verilebilir. Örneğin, bir 28 Şubat projesi olan "Türkiye Müslümanlığı" projesine müteahhitlik teşebbüsünde bulunması, "Türkler İslâmiyeti Araplardan almadı" türünden 28 Şubat'a vücut verecek muhtemel iradenin beklentilerini okşamak durumunda kalması "iktidar iptilası"nın uzantısı sorunlar olarak ortaya çıktı. Kısacası, Fethullah Gülen örneğinde söz konusu olan durum şudur: Adına "kendini mecbur zannettiğinde, dine rağmen dine hizmet etmek" durumunda kalmak denebilecek bir sorun. Şüphesiz, Fethullah Gülen'in 28 Şubat'ın öncesine uzanan ve hatta 28 Şubattan önce formüle edilen "Türkiye Müslümanlığı" yaklaşımını ve bu bağlamda kamusallaştırılan "milliyetçiliğini" 28 Şubat'ın beklentilerine indirgemek mümkün değildir. Fethullah Gülen, samimi olarak milliyetçidir ve Türkiye'de meşruluğun en korunaklı sahası olan bu ideolojiden sonuna kadar yararlanma yoluna gitmiştir. Fethullah Gülen, Nurculuk kadar, bir zamanlar bütün bir Nurculuğu etkisi altına alan ve sağ-sol kamplaşmasının ürünü olan "milliyetçi-mukaddesatçı" anlayışın da ürünüdür. Ve bu anlayışın, Oryantalizmin yutulmasından başka bir şey olmayan, Osmanlı Devletini bir mukaddes İslam devleti olarak görmesi ve devletin tebaası olan insanlara hizmetin/ulaşmanın yolunun devlete hakim olma fikrinde yattığına inanması Fethullah Gülen'in "hizmet anlayışı"nı büyük ölçüde belirlemiştir. Ve Fethullah Gülen'i İslamcı yapan şey de budur.
Hikmetli hareket etmeye memur olan bir Müslüman'ın Ğşayet Leninvâri bir acelecilik ve tarihi hızlandırma anlayışından kaynaklanan devlete hakim olmak yahut kaybetmek üzere olduğu iktidarını korumak gibi bir gerekçesi yoksa- özel olarak "tedbir" yapmasını yahut yalan söylemesini ya da başörtüsünden "ilkesel" olarak taviz vermesini gerektirecek ne tür bir neden vardır?
Fethullah Gülen'in çokça bilinen elitizminin de arkasında böylesi bir "tarihi hızlandırma" arayışı vardır. Lenin'in "öncü parti" anlayışına paralel bir "elit devşirimi" anlayışı söz konusudur. Dine ve dinin mesajına eşit mesafede olan zengin-fakir, zeki-vasat, Türk-Arap gibi ayrımların Fethullah Gülen cemaatindeki karşılıkları bize bunu gösterebilir. Zengin insanlara ulaşma çabasından Türk milliyetçiliği yapmaya (Arap Müslümanları aşağılamaya), İslâmın mesajına eşit ölçüde ihtiyaç duyan okul çocuklarından "münhasıran" "zeki" olanlarıyla ilgilenmeye yahut ancak bir Leninist aceleciliğin tavsiye edeceği bir hiyerarşik yapıya/tek sesliliğe kadar Leninizm'in pek çok tezahürünü görmek mümkündür. (Fethullah Gülen konusundaki tartışmamı, daha etraflı bir şekilde yapmak üzere halen üzerinde çalıştığım kitap çalışmasına havale ederek burada kısa kesiyorum.)
Mücahit Bilici
Karakalem Dergisi