Fethullah Gülen'e Neden Saldırıyorlar?

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-

DİNLER ARASI DİYALOG ---A. BAŞER

Yer yüzündeki tek hak din olan İslâm’ın mensupları olarak böyle bir diyaloga, öncelikle, “Evet” dememiz beklenir; ancak, bu görüşmelerde Müslümanları temsil edecek kişilerin İslâm’ın temel hükümlerini harfiyen yaşamaları, bu dinin güzellikleriyle kalplerini, akıllarını, bütün duygu ve latifelerini kemale erdirmeleri gerekir. Gerçeği arayan, fakat ideal inanç sistemini ve onu sergileyen örnek insanları bulamadığından içine kapanıp kalan ve çareyi sefahatte ve inançsızlıkta bulan günümüz batı toplumu ancak böyle bir diyalog sonunda gerçeklerle tanışabilir ve İslama kavuşabilirler.

Allah Resulüne (asm.) yapılan şu İlâhî hitap, günümüzde de aynen geçerliğini korumaktadır. “De ki, “Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda ortak bir kelimeye gelin: Allah’tan başka bir mâbud tanımayalım. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı Rab edinmesin.”(Âl-i İmran, 64)

Şimdi şöyle bir düşünelim:
Teslis inancı, günümüzde de Hıristiyan aleminde hâlâ hüküm sürmüyor mu? Bu inanç, “Allah’tan başkalarını mabud tanımak, Ona ortak koşmak” manasına gelmiyor mu? Hastalık devam ettiğine göre, Peygamber Efendimize yapılan bu davet emri, günümüz Müslümanlarını da ehl-i kitapla görüşmeler yapmaya çağırmış olmuyor mu?

Bu konuda İslâm tarihinde ibret alacağımız nice örnekler vardır. Bizzat Allah Resulünün (asm.) iki uygulamasını nakletmekle yetinelim:
Birincisi, Hudeybiye barışıdır. Bu barış, müşriklerle gerçekleştirilmiş ve tarihçilerin ifadesine göre bu barıştan sonra Müslüman olanların sayısı öncekilerin iki katı kadar olmuştur.

İkinci örnek, Peygamber Efendimizin Medine’ye teşriflerinden sonra, hem Hıristiyanlarla, hem de Yahudilerle anlaşmalar yapmasıdır. Allah Resulü (asm.) bu anlaşmalara sadık kalmış, barışı bozanlar karşı taraf olmuştur.
Her iki anlaşmanın ortak yanı şudur: Müslümanlar gerek o devirde, gerek ondan sonraki dönemlerde, hak din olan İslâm’ı muhtaçlara tebliğ etmek için daima barıştan yana, diyalogdan, huzurdan, asayişten yana olmuşlar ve bunun meyvesini de almışlardır.

Bu gün dinler arası diyaloga karşı çıkın bazı kesimler, Kur’an-ı Kerimde Nasara ve Yahudilere muhabbetin yasaklandığını ileri sürerler.

Üstad Bediüzzaman, “Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’anda nehiy vardır.…Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?” sorusuna verdiği cevabında şöyle diyor: “Bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir.”

Buna göre Kur’anda yasaklanan muhabbet, Hak din olan İslâm’a kavuştuktan sonra Yahudiliğe yahut Hıristiyanlığa meyletmek ve sevgi beslemektir. Bu yasaktan kaçınmak şartıyla, bir Hıristiyanla iyi komşuluk ilişkileri kurulabilir, ticaret yapılabilir, ortak düşmanlara karşı birlikte hareket edilebilir. Bütün bunlar Hıristiyanlığı sevmek demek değildir.

Konunun devamında bu noktaya şöyle açıklık getiriliyor:“Bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat ve san’atı içindir. Binaenaleyh, Müslüman bir sıfatı veya san’atı istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” (Münâzarât, 40)

Son cümle gerçekten çok harika; konuya son noktayı koyuyor. Ehl-i kitaptan bir kadınla evlenen Müslüman, hanımını elbette sever, ama bu sevgi onun dinini sevmesi manasına gelmez.

Bu ince ölçülerden uzak kalmak bize bazen çok pahalıya mal oluyor.

Konunun devamında, ehl-i kitapla dost olmanın gerekçesi, şu cümlelerle netleştiriliyor: “Onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk kat’iyen nehy-i Kur’ânî de dahil değildir.” (Münâzarât, 41)

Aslında bu cümleler, dinler arası diyalogun iki önemli yönünü nazara veriyor: Birisi, birbirlerinden medeniyet ve terakki dersi almak, bu sahadaki gelişmeleri paylaşmak; diğeri, asayişi yani dünya barışını korumak. Bu ikinci maddenin dünya saadetinin de esası olduğu özellikle vurgulanıyor.

Şimdi şöyle bir düşünelim: Yukarıda bir kısmını sıraladığımız müşterek düşmanlara ve dertlere karşı, farklı dinlere mensup insanların bir araya gelip ortak bir strateji belirlemelerine niçin karşı çıkılsın? Böyle bir işbirliğine Müslümanların değil, ancak sözünü ettiğimiz menfi fikirleri taşıyanların karşı çıkmaları gerekmez mi?.

Geliniz tahminleri bir yana bırakıp realiteye bir göz atalım:
İşsizliğin büyük boyutlara ulaştığı, geri kalmışlığın alabildiğine hüküm sürdüğü dönemlerde ülkemizden Avrupa’ya, özellikle de Almanya’ya çok sayıda işçi göç etti. Bunlardan acaba kaçı İslam’ı terk edip Hıristiyan oldu? Birkaç aşk macerası dışında, bir Müslümanın din değiştirmesi vakasına istatistiklerde rastlanmıyor. Avrupa’ya ilk gelen bir kısım gurbetçilerimiz, batı kültürüne kapılmış, o aşırı serbesti ortamında içkiye, sefahate düşmüştür; ama bunlar yine de imanlarını korumayı başarmışlardır. O dönemde gurbetçilerimizi batının dini değil, hayat düzeni etkilemiş; kiliseleri değil, meyhaneleri kendine çekmişti. O gün olduğu gibi bugünde batı dünyasında Hıristiyanlıktan çok sefahat hâkimdir.

Nur Külliyatından diyalog çalışmalarına ışık tutacak iki önemli mesajı aktarmak istiyorum:
Birisi bizzat Peygamber Efendimizin bir haberini bize ulaştıran şu ifadeler: “Hadis-i sahihle, âhir zamanda Îsevîlerin hakiki dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi….” ( Lem’alar, 151)

Bir ittifaktan söz ediliyor; Îsevîlerin hakiki dindarları ile Müslümanlar arasında gerçekleşecek bir işbirliği haber veriliyor.
İkinci mesaj:
“Nasraniyet, ya intifa ya ıstıfa bulacak. İslam’a karşı teslim olup terk-i silah edecek.” ( Sözler, 703)
Hıristiyanlığın ya tamamen söneceği, yahut teslis ve benzeri yanlışlıklardan temizlenerek İslam’a teslim olacağı haber veriliyor. Bunun gerçekleşmesi için de diyalog şart değil mi?

Son söz:
Müslüman, içine kapalı bir insan değildir. Kur’an-ı Kerim’de “en hayırlı ümmet” olduğumuz haber verilirken, bunun gerekçesi de “doğruyu ve güzeli başkalarına anlatmamız ve onları yanlışlardan ve yasaklardan men etmemiz” şeklinde ortaya konulmuştur. Bütün peygamberlerin ortak yolu, Allah’ın kullarını irşat etmek, onları küfürden, şirkten ve isyandan kurtarmağa çalışmaktır.

Şimdi iç alemimize dönelim ve kendimizle şöyle bir hesaplaşalım:
“Acaba ben İslâm’ın nurundan mahrum kalan insanlara acıyıp onları kurtarmaya mı çalışıyorum; yoksa onları, hayatlarına son vererek, cehenneme göndermeğe fırsat mı kolluyorum? Eğer nefsim bu ikinciden yana ise, demek ki ben “Peygamberlerin ortak çizgisinden sapma durumundayım.” Kendime gelmeli ve görevimi iyi şekilde belirleyip ona göre çalışmalıyım.

Bir doktorun hastaya değil hastalığa düşman olması gibi, Peygamberimiz de şirke düşmandı, ama müşriklere acıyor ve onları kurtarmaya çalışıyordu. Acaba, ben, sevgili peygamberimin bu sünnetine hangi ölçüde uyum gösteriyorum?

Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ümidimiz odur ki, böyle bir iç muhasebe ve diyalog, bizi gündemdeki diyalog konusunda da en isabetli karara götürecektir.

 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
** DİYALOG konusunda Prof.Dr. İbrahim CANAN beyin kitabını alıp okuyun..IGMG avrupa milli gençlikçilerin dergisi PERPEKTİFDE perspektif_2007-11 bu konu işlenmiştir, okuyup inceleyin sonra eleştirilerinizi yazın kardeşim **

Avrupada yaşayan MİLLİ GENÇLİK derneklerinin yayını perpektifde bu ayın konusu İ.Cananın Peygamberimizin (SAV) ehl-i kitapla diyaloğu kitabı incelenmiştir, perspektif_2007-11 diye aratıp dergiyi bulursanız syf 23-24 lere okumanızı tavsiye ederim

BURADA Prof. Canan,

Peygamberimizin sadece ehl-i kitap ile değil, müşriklerle, Mecusilerle, kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla ve daha niceleri ile “çok zengin diyalog tarzları, tebliğ metotları takip” ettiğine dikkat çekiyor okuyup istifade edin...

Diyalog. Diyalog. Diyalog... Bu kelime, günümüzün en sihirli kelimeleri arasında yer alırken, kelimenin sihri, kendisinin ifade ettiği manadan öte, bu kelime ile bir mesaj vermek isteyenlerin misyonunda yatıyor. Bu sihirli manalar arasında, özellikle Türkiye’de keskin taraftarı ve keskin muhalifi olan “Dinlerarası Diyolog” ifadesi, daha da öne çıkıyor. Prof. Dr. İbrahim Canan’ın “Peygamberimizin Ehl-i Kitap ‹le Diyaloğu” isimli kitabı ile de, anlaşılıyor ki bu kelimeden hareketle, yeni sihirli anlamlar üretmeye devam edecek.

Prof. Dr. İbrahim Canan kısaca “Diyaloğcu” ithamına muhatap olan bir kesimin takdir ettiği bir
yazar olmasına rağmen, bu zamana kadar verdiği eserlerle bu ithamı n haksız olduğunu göstermiş
bir bilim adamı. Zaten kendisi de kitabına verdiği bu isimden hareketle, çeşitli ithamlar altında kalabileceğ ini tahmin etmiş olsa gerek, hem diyalogdan ne anladığını anlatma gayretine giriyor, hem
de, “önce yazdıklarımı okuyun, sonra ‘diyalog’dan ne anladığımı anlarsınız” dercesine Kur’an ve Sünnet’ten delilleri ortaya koyuyor. Açıkcası, bu kitabı Türkiye’deki diyalog tartışmalarının da etkisi
ile, dimağımda yer edinmiş ön yargılarımla okudum. Sonra, bu ön yargılarım olmasaydı kitabı
nasıl okurdum ve nasıl anlardım diye de sormadı değilim. Prof. Canan’ın kitaplarının önemli bir
bölümünü okumuş birisi olarak, bu kitabı ön yargıyla okumak, akabinde de, bu yargılardan kurtulma
çabasıyla yeniden okumaya ve hatta tekraren okumaya çalışmak kolay olmadı. Aynı müellifin,
daha önce ön yargısız okuduğum “Peygamberimizin Tebliğ Metotları” isimli kitabının günümüz tartışmalarına bir uyarlaması gibi gelen bu kitabın -ki, yazar kendisi de buna dikkat çekiyor- ana fikri,
yerleşik ve silmeye çalıştığım ön yargılarım sonrasında şöyle özetlenebilir:

Diyalog tartışmalarında yer alırken, inandığımı tebliğ eder, anlatırım; karşımdakini de tanımaya
ve anlamaya çalışırım. Peygamber de öyle yapmıştı, son dönemin ‘kendine en çok güvenen’ alimlerinden Bediüzzaman Said-i Nursî de. Fakat, Prof. Dr. ‹brahim Canan, kitaba isim olan “Peygamberimizin Ehl-i Kitap ile Diyaloğu” ifadesinden hareketle, Peygamberimizin
(s.a.v.) peygamber olarak bir misyon ile görevli olduğunun da hatırda tutulmasını istiyor:
“Diyalog kelimesi; bugünün polemik havasından çıkıp Allah elçisi Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam’ı n seviye, zaman ve muhit şartlarında ele alınınca çok daha farklı bir mahiyet kazanmakta...”

Prof. Canan devamla: “ Mesela diyalog; Resulullah’a has şartlarda, O’nun getirdiği dinin, tanıtılma ve
tebliğ edilme ameliyesine dönüşmektedir. O’nun peygamber olması haysiyetiyle, üzerine düşen vazife
sadece tebliğ kelimesiyle ifade edilebilir.” dedikten sonra, Peygamberimizin sadece ehl-i kitap ile
değil, müşriklerle, Mecusilerle, kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla ve daha niceleri ile “çok zengin diyalog tarzları, tebliğ metodları takip” ettiğine dikkat çekiyor.

Diyaloğun bir teslimiyet olmadığına da vurgu yapan Prof. Canan, bu anlamda İslam ile Ehl-i
Kitab’ın çeşitli konulardaki farklı ve hatta kabul edilemeyecek inançlara sahip olduğunu, Müslümanların bu konuda Resulullah ve Kur’an’a uymak ve bu inançları tebliğ etmek durumunda bulunduğunu söylüyor. Kitabın kapağında ise Ehl-i Kitab’ı tevhide davet eden Âl-i İmrân Sûresi’nin
64. ayetinin yanı sıra, Peygamber efendimizin Hz. İsa’nın (a.s.) yer yüzüne tekrar ineceğini, ancak,
haçı kırıp domuzu öldüreceğini (yasaklayacağını) haber veren hadisi yer alırken, ayrıca Bediüzzaman’ın Hristiyanların hakiki dindarları ile Müslümanların saldırgan dinsizlere karşı ortak müdacele ittifakına ihtiyaç duyduğunu ifade eden sözleri yer alıyor.

Kitabı yukarıda ifade etmeye çalıştığım şekilde okuduğumda hakikaten iki farklı anlam çıkarmadım da değil. Birincisi “Peygamberimizin Ehl-i Kitap ile Diyaloğu” başlıklı bu kitabın “Dinlerarası
Diyolog” taraftarı veya muhalifi olarak okunması halinde zorlamalarla dolu olduğunu hissediyorsunuz.
Çünkü, Türkiye’de tartışıldığı şekliyle bu anlama taraf iseniz, “Peygamberin yaptığı bir
şey bizim için, zaman zaman farz, zaman zaman da sünnettir. Dolayısıyla O dahi, böyle bir şey yaptığına göre doğru yoldayız” önermesine bol bol delil bulabiliyorsunuz. Ya da, bu tartışmaya muhalif ve bu anlamda bir diyaloğu reddeden karşı safta yer alıyorsanız o zaman da en hafif bir ifade ile “zorlama yorumlarla karşılaştık” diyebilirsiniz. Ve fakat kitabı, her iki ön yargıdan arınmış olarak (-arınıp arınabileceğinizi bilemiyorum-) “Peygamberimizin Tebliğ Metotları”nı okuyormuşcasına
okursanız, kitabın bu yeni şekline uyarlanmış bölümlerini de ilave bir bilgi olarak, zihin cimnastiği
şeklinde yorumlayabilirsiniz. Her halde, kitabın daha çok bu yönüyle okunması, hem yazarın maksadına uygun olacak, hem de anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Bununla birlikte, özellikle Vatikan’ın
dinlerarası diyalog çalışmaları öncesinde bile Bediüzzaman’ın böyle bir girişimi olduğunun söylenmesi, dolayısıyla böyle bir hareketin çoktaaan caiz ve gerekli olduğuna vurgu yapılması, peygamberî bir uslubun anlatıldığı kitapta biraz zaid gibi görünüyor.

Gerçi, yazarın Said-i Nursî’nin sevenlerinden olmasının bunda bir katkısı olduğu söylenebilse
de, konunun anlatımı için Said-i Nursî’nin yorumlarının gündeme getirilmesi, bu konudaki öncülüğün ona mal edilmesi gibi bir anlamı da ortaya koyabiliyor. Böyle bir anlama, kitabın sonuna eklenen
“Türkiye’de Diyaloğu Başlatan Zat: Bediüzzaman” başlıklı bölümün üst başlığı olarak “Gerekli bir
ilave”, eklemesi ile vurgu yapılıyor. Ancak gerek Said-i Nursî ve gerekse Prof. Canan bu anlamda,
İslamî temel inanış ve ilkeleri savunarak tebliği, bir diyalog; diyaloğu da, bir tebliğ olarak sunuyorlar.
Bununla birlikte Said-i Nursî, ehl-i kitap ile işbirliği yapılmasında, ilhad, yaratıcıyı inkar ve ateizme karşı işbirliğini de umuyor. Prof. Canan, peygamberî diyalog dediği meseleyi, peygamberî
tebliğ olarak tanımlamayı da tercih ediyor. Kitabın sonlarına doğru verdiği doğrudan örneklerle,
bu diyaloğun/tebliğin “toprağı altın yapan simya” olduğunu göstermeye çalışıyor.

Umarım, bu yazdıklarım, kitap hakkında bir ön şartlandırmaya vesile olmaz. Müellifin daha geniş
eserler vermesi niyazıyla

Prof. Canan, Peygamberimizin sadece ehl-i kitap ile değil, müşriklerle, Mecusilerle, kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla ve daha niceleri ile “çok zengin diyalog tarzları, tebliğ
metodları takip” ettiğine dikkat çekiyor.

perspektif_2007-11

http://www.igmg.de/fileadmin/pdf/perspektif/perspektif_2007-11.pdf
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bendeniz de bir zamanlar Davud Aydüz Efendiyebir REDDİYE yuazmıştım ama, cebvap olarak herhangi bir ses çıkmadığı gibi sanki bir şey olmamış gibi davranmayı yeg tuttular ! Aynı şekilde "sorualrla islâmiyet" sitesindeki hataalrı üğszelte-düzelte gönderdiğimiz mesajlardan bize gına geldi. Siz kalkmışsınız burada bunalrı kaynak olarak zikrediyorsunuz ! Yani, bozacının arkadaşı ve destekçisi şıracı misali !..
Milleti kandırmak ve uyutmak için ne yapacağınızı bile şaşırmış durumdasınız !
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Ehl-i Kitap'la Diyalog ------ Yazar M.Fethullah Gülen

SORU: Ehl-i Kitab'la olan diyaloğun keyfiyetini Kur'an ve Sünnet ışığında açıklar mısınız?
İnanan insanlar, imanlarına göre tavırlarını çok iyi belirler ve mesajlarını verilmesi gerektiği şekilde verirlerse, ülkemizde ve hattâ dünya üzerinde çok iyi bir diyalog ortamının meydana geleceğine inanıyorum. Bu sebepledir ki her mesele gibi bu konuda da Kur'ân ve Allah Resûlü'nün üslûbu esas alınarak, yapılacak şeyler ona göre yapılmalıdır.

Bakara sûre-i celilesinin başında Allahü Teâlâ şöyle buyurur: Kur'ân hidayete ulaştırır.' Daha sonra da bu müttakilerin kim olduğunu açıklar: 'Gaybe iman eden, namazı dosdoğru kılan ve rızık olarak verdiklerimizden infakta bulunanlar. Ve aynı zamanda sana ve senden önceki (Peygamberlere) indirilenlere iman edenler. Ve onlar Âhiret'e de kesin bir yakin içindedirler.' Kur'ân bu âyetleriyle bizi, çok yumuşak ve biraz da kapalı bir üslûp kullanarak, geçmiş peygamberleri ve onlara indirileni kabule çağırır. Daha Kur'ân'ın başında, ondan istifade için böyle bir şartın getirilmesi, bana Ehl-i Kitap ile diyalog adına çok önemli geliyor.

Allahü Teâlâ bir başka âyette şöyle buyurur: 'Ehl-i Kitap'la tartışırken en güzel bir şekil ve uslûbda tartışın.' Kur'ân, bu âyetiyle de bize, üslûbda takınacağımız tavrı ve sergilememiz gereken edebi salıklıyor. İslâm'da münazara şekil ve üslûbu konusunda Bediüzzaman'ın söyledikleri son derece dikkat çekicidir: O, 'Münazarada karşıdakinin mağlubiyetiyle memnun olan insan, insafsızdır.' der ve bunun sebebini de şöyle açıklar: 'Onun mağlûp olmasıyla siz bir şey kazanmazsınız; siz mağlûp olup da, o kazanmış olsaydı, o takdirde bir yanlışınızı düzeltmiş olacaktınız.' Evet, münazarayı, nefsi adına değil de, gerçeğin ortaya çıkması adına yapan insanın tavrı bu olmalıdır. Buna karşılık, siyaset meydanlarında, sadece hasmı mağlûp etme düşüncesiyle yapılan münakaşalara baktığımızda, o tartışmalardan olumlu hiçbir netice çıkmadığı da açıktır. Öyleyse, müsâdeme-i efkârdan, yani fikirlerin çarpışmasından hakikatin ortaya çıkması için, karşılıklı anlayış, saygı, hakperestlik gibi düsturlar kat'iyen kulakardı edilmemelidir. Bu da Kur'ânî bir düstur olarak ancak, iyi bir diyalog ortamında gerçekleşebilir.

Yukarıda geçen ve Ehl-i Kitap'la en iyi ve en güzel şekilde münazarayı emreden âyetin devamında 'ancak zulmedenler hariç' kaydı vardır. Zulüm, En'âm suresinde yer alan 'İmanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar (var ya), işte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır' âyetine Allah Resûlü'nün getirdiği yoruma göre şirk ve kâinatı tahkir u tezyif mânâsında küfürle eş anlamda kabul edilmiştir. İnsanın, kendi vicdanında Allah'ı ifade eden bütün dilleri susturması zulümlerin en büyüğüdür. Aynı zamanda zulüm, başkalarına haksızlık yapma, insanlar üzerinde baskı kurma ve dayatmalarda bulunma mânâlarına da gelir. O açıdan zulüm, bir yönüyle şirki ve küfrü de içine alan, dolayısıyla da şirk ve küfürden daha büyük bir günahtır. Çünkü, her müşrik veya kâfir, başkalarına haksızlık yapma, insanlar üzerinde baskı kurma ve dayatmalarda bulunma anlamında zalim olmayabilir. Halk arasında meşhur mânâsıyla zulmedenlere, şekavet adına silâhlananlara, hem insan hak ve hukukunu, hem de Allah hakkını çiğneyenlere karşı kanunlar çerçevesinde mukabele de bulunmak bir esastır.

Ehl-i Kitab'ın zalim olmayan kesimiyle münasebetlerimizde, şiddetli davranma ve onların iflahını kesme düşüncesi İslâmî bir düşünce ve davranış değildir. Böyle bir düşünce ve davranış İslâmî olmaktan öte, İslâmî kaide ve prensiplere aykırı bir çarpıklık demektir.

Bir başka yerde, Mümtehine sûresinde, 'Allah sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı, adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.' buyurulmaktadır. Bu âyetin inmesiyle alâkalı olarak, Hz. Esma validemizin müşrike olan analığının, Mekke'den Medine'ye gelip validemizle görüşmek istemesi nakledilir. Hz. Esma, Allah Resûlü'ne gelir ve müşrik analığıyla görüşüp görüşemeyeceğini sorar. Bunun üzerine bu âyet nazil olur ve görüşmenin de ötesinde, ona iyilikte bile bulunmasının herhangi bir mahzuru olmadığı ifade edilir. Bahse konu olan bu kadın bir müşriktir. Allah'a, Ahiret Günü'ne ve peygamberliğe inananlar için belirlenecek tavrı da anlayışlarınıza havale ediyorum.

Kur'ân-ı Kerim'de bu şekilde içtimaî diyalog ve hoşgörü açısından üzerinde durulabilecek yüzlerce âyet bulmak mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, müsamaha ve hoşgörüde dengenin yakalanabilmesidir. Kobraya merhamet etmek, onun ısırdığı insanların hukukunu yemek demektir. Hümanizmanın o kadarı, rahmet-i İlâhiyeden fazla merhamet etme iddiası demektir ki, böyle bir tavır ise merhametin kendisine saygısızlık ve başkalarının hukukuna da tecavüzdür. Dolayısıyla, hoşgörü ve diyalog arayışı, hiçbir şekilde Allah'ın anlatılıp tanıtılmasından geri durmayı gerektirmez. Evet, Kur'ân'ın ve Sünnet-i sahiha'nın ruhu sıkıldığında bazı hususî haller müstesnâ, orada hep müsamahayı görürüz. Bu müsamahanın atkıları Ehl-i Kitaba, hatta bir mânâda kim olursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır.

http://www.gencadam.net/content/view/745/1/




 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Bendeniz de bir zamanlar Davud Aydüz Efendiyebir REDDİYE yuazmıştım ama, cebvap olarak herhangi bir ses çıkmadığı gibi sanki bir şey olmamış gibi davranmayı yeg tuttular ! Aynı şekilde "sorualrla islâmiyet" sitesindeki hataalrı üğszelte-düzelte gönderdiğimiz mesajlardan bize gına geldi. Siz kalkmışsınız burada bunalrı kaynak olarak zikrediyorsunuz ! Yani, bozacının arkadaşı ve destekçisi şıracı misali !..
Milleti kandırmak ve uyutmak için ne yapacağınızı bile şaşırmış durumdasınız !

siz zaten şakın ve çamur atma konusunda hünerlisiniz..

var mıdır elle tutulan bir yapılan ve ifa edilen milletin hayrına bir şey...

belki vardır ama dişe dokunmuyor demek ki..

işiniz gücünüz olmayanları oldu gösterip içinde bulunduğunuz bataklıktan çamur atmak..

bir camia ve imamı olan Hocaefendiyi bu kadar hedef durumunu getirmeniz sizlerin düşünce yapısına göre uygun olabilir ... sizin yaptığınız hareketlerin alasını fazlasıyla yaparız ama terbiyemiz müsaade etmiyor... edepsizlere uymak adetimiz değil işte...

ama bu durum forum ve site yönetiminin de gözünde kaçmakta herhalde...

ya o başlığı ve maddeleri forumdan kaldıralım herkez tam manasıyla dümdüz gitsin..

yada varsa o kurallar uygulansın lütfen...
 

bakış

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2009
Mesajlar
4,717
Tepkime puanı
251
Puanları
0
Konum
İstanbul-Pendik
Orhancan kardeşim yaptıklarınız devede kulak bile değildir.tamam dünyadaki çeştirli ülkedeki çocuklara türkçe öğretip bir anlamda türkiyeyi tanıtıyor olabilirisniz.
Bunu büyük bir proje diye tanıttırmanızın anlamı ne onu anlayamadık.Bu şaşaa bu endam,bu medyada yer edinmeler,bunların hepsi riya kokuyor.Kaldıki bu okullarda yetişen çocuklar para ile oraya gidiyorlar.yani bu tamamen ticari bir faaliyet
Niyetiniz gündemde kalarak bedava reklam ise bunu açıkça söyleyiniz.
10 iyi hasletinizden sonra 11.olarak bunu yaparsanız eyvallah deriz.Ama milleti oyalamayı bırakın.Abd güneyimize yerleştive bu ateş bizede dokunacak birazda bu işlere el atın.

Bizim anadlu gençlik derneğimiz tüm illerde kuran ziyafetleri yaptı.Stadyumlar doldu taştı.Dünyaca ünlü hafızlar türkiyedeki tüm illeri ve ilçeleri gezdiler,kuran okudular.Al sana kuranı kerim olimpiyatları işte.Ama biz bunu Allah rızası için yaptığımız için gündemde kalmadı.

orhancan cemaati,uykuya değil,kafirlerin plan ve desiselerine karşı devamlı uyandırın.Onlara kafirlerin 20 sefer haçlı seferi yaptığını 21.defa yapmayacağını kimse garanti edemez deyin.
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Orhancan kardeşim yaptıklarınız devede kulak bile değildir.tamam dünyadaki çeştirli ülkedeki çocuklara türkçe öğretip bir anlamda türkiyeyi tanıtıyor olabilirisniz.
Bunu büyük bir proje diye tanıttırmanızın anlamı ne onu anlayamadık.Bu şaşaa bu endam,bu medyada yer edinmeler,bunların hepsi riya kokuyor.Kaldıki bu okullarda yetişen çocuklar para ile oraya gidiyorlar.yani bu tamamen ticari bir faaliyet
Niyetiniz gündemde kalarak bedava reklam ise bunu açıkça söyleyiniz.
10 iyi hasletinizden sonra 11.olarak bunu yaparsanız eyvallah deriz.Ama milleti oyalamayı bırakın.Abd güneyimize yerleştive bu ateş bizede dokunacak birazda bu işlere el atın.

Bizim anadlu gençlik derneğimiz tüm illerde kuran ziyafetleri yaptı.Stadyumlar doldu taştı.Dünyaca ünlü hafızlar türkiyedeki tüm illeri ve ilçeleri gezdiler,kuran okudular.Al sana kuranı kerim olimpiyatları işte.Ama biz bunu Allah rızası için yaptığımız için gündemde kalmadı.

orhancan cemaati,uykuya değil,kafirlerin plan ve desiselerine karşı devamlı uyandırın.Onlara kafirlerin 20 sefer haçlı seferi yaptığını 21.defa yapmayacağını kimse garanti edemez deyin.

deveyi dünya nufusu ve kulağıda yapılanları anlatmak istiyorsanız tamamdır.. ama sadece ülke dışı değil ülke içini de bakınız lütfen...

Bu müesseselerde görev alanlar kadar öğrencileri ve velilerini de hesaplarsanzı çok büyük rakamlara ulaşırsınız..

şahsım olarak 18 sene önce 5 000 öğrencisi olan bir kurumda idareciydim... inanın her aileye ulaşıp bir akşam çayı içmeye dönem boyunca uğraştık... yatılı olanlar hariç hepsinin de aileleri ile tanışıldı.. bu kişiler bilerek ve istiyerek geldiler.. zorlama olmadı zaten..

işin ticari boyutu olmadığı gibi bazı müesseseler yurt dışında başka bir okulu da destekler mali olarak.. yani artan miktarlar boşa gitmez dışardaki okul ve kolej ve üniversitelerin ihtiyaçlarını da bir miktar gider..

Yapılan hizmetlerinizden dolayı Allah cc razı olsun.. hepsi de Hakk cc kapısında görülecektir.. ama bizimki böyle sizinki şöyle demek de hatalı değil midir... hayırda yarışalım derken celme takmak ve çamur atmak neyin nesidir..??

İnşaallah müslüman kardeşlerimiz ve camia eğitim sayesinde dünya çapında yapılan oyunlardan haberdardır.... uyuyor gibi görseniz de görmeseniz de şuurlanan bir gençlik dünya çapında gelecek ve inşaallah cennet asa ikinci bir asrı saadet hayatı yaşanacaktır..
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Fillerin üstündeki pirelere filin kılları Amazon Ormanları gibi gelir ! :O
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
senin onca gayretin bile yokken.
fakiri
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
İLAVE OLARAK..

a.aymaz ağabeyle son görüşmemizde geçen haftalarda bu konu gündeme geldi..

Bediüzzaman hz. lerinin risale-i nurların orjinal halinden türkçeye çevrilmesini istemesi.. ve ahir ömrüne kadar bu amaçla uğraşmasının bir amacı vardı elbette..

1940 larda insanların bir gün aya çıkacağını.. aya giden uzay gemisinin yumurtaya benzeyeceğini ve yedi basamakla ay yüzeyini ineceklerini anlatmıştı.. ve cifir hesabına göre de 1969 yılı yapıyordu.. (ve buna benzer onlarca hadise vardır)...

Üstad hz. lerinin bu yazısını okuyan o zamanın bazı ileri gelenleri çok eleştirmiş ve olamayacağını ileri sürmüşlerdi.. ama aynen yaşanmıştır...

risale-i nurları türkçe - latin harflerle yazılması ve şimdiki bu 5000 müessese ile hizmet bu amacın devamiyeti gibidir... aynen Hz. Mevlananın ((RA) mesnevisinin farsca olması.. İmamı Gazali Hz. lerinin (RA) eserinin bir kısmının arapça ve farsca olması gibi... ahirzamanda imansızlık hastalığı için Bediüüzamanın eserleri de türkçe olmuş ve kendisi biz-zatihi emek vermiştir...

Risale-i nur eserlerinin tüm insanlığa ve özellikle türkçeye bilenlerin okuması düşüncesi ve hedefine karşılık.. tüm türkçe öğretme hizmetleri de bu mana anlaşılmalıdr.. Ayrıca Hocaefendinin eserlerinin de risele-i nur baz alınarak yazılmış olması.. arapça ve farsca bilmeyen fakat türkçe bilen insanlara ulaşmak için bir vesiledir...

Dolayısıyla Bediüzzamanın bilinen tüm talebelerini bu hizmetlere onaylaması... hiç bir şekilde karşı olmaması (bazı küçük meseleler hariç).. bu hizmet metodu ve gayesinin hedefinin ne olduğunu göstermekte.. geniş daire hizmetinin ne olduğunu tüm kardeşlerimiz de bilmektedir...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
alınt:
kusura kalmayın ama o pireler siz mi oluyorsunuz ...??



Valla, bu sizin algılamanıza bağlı... Bendeniz eylemlerimden ve icraatlarımdan hiç bahsetmedim.
Fillerin üzerindeki seyahatiniz uğurlu olsun !
:)

 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
alınt:
kusura kalmayın ama o pireler siz mi oluyorsunuz ...??



Valla, bu sizin algılamanıza bağlı... Bendeniz eylemlerimden ve icraatlarımdan hiç bahsetmedim.
Fillerin üzerindeki seyahatiniz uğurlu olsun !
:)


yapılan hizmetleri bu şekilde algılamışsınız ya maşaallah..

sanki aynaya bakan amcaların yazdığı gibi...
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0


iki kelime türkçe öğrenmeleri yanında onlarca satır naatı ezberden.. ismi azam olan tesbihatı her ağızdan söylediler muhterem..

Bu kadar görmemek için kendinizi zorlamayın lütfen...

şahsi düşünceleriniz size kalsın.. ümmet adına siz söz hakkı mı düştü de hüküm veriyorsunuz.. kendi nefsi ve evladını çeki düzen veremeyenlerden ancak bu şekilde bir yorum beklenir... çevresine hizmet edemeyenlerin tüm dünyaya sulh adacıkları haline getirmek amacıyla yola çıkanlara anlamaması normaldir...

Halbuki kıskanacaklarına, kendileride para toplayıp okul açsalar, bir şeyle meşgul olslar çok iyi olur.
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Halbuki kıskanacaklarına, kendileride para toplayıp okul açsalar, bir şeyle meşgul olslar çok iyi olur.


bildiğim kadarıyla A. TAŞGETİREN hocamız çevresinde böyle bir teşebbüste bulunmuş..

akademisyen kimliği ile birlikte bir toplantıda 100 kadar iş adamı ve sevenlerini toplamış..

olayı anlattıktan sonra eller cebe dendiğinde çevrede kimseler kalmamış..

Hocaefendiyi sevdiği kadar da yapılan bu hizmetleri de destekcisi olan biridir..
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
İLAVE OLARAK..

a.aymaz ağabeyle son görüşmemizde geçen haftalarda bu konu gündeme geldi..

Bediüzzaman hz. lerinin risale-i nurların orjinal halinden türkçeye çevrilmesini istemesi.. ve ahir ömrüne kadar bu amaçla uğraşmasının bir amacı vardı elbette..

1940 larda insanların bir gün aya çıkacağını.. aya giden uzay gemisinin yumurtaya benzeyeceğini ve yedi basamakla ay yüzeyini ineceklerini anlatmıştı.. ve cifir hesabına göre de 1969 yılı yapıyordu.. (ve buna benzer onlarca hadise vardır)...

Üstad hz. lerinin bu yazısını okuyan o zamanın bazı ileri gelenleri çok eleştirmiş ve olamayacağını ileri sürmüşlerdi.. ama aynen yaşanmıştır...

risale-i nurları türkçe - latin harflerle yazılması ve şimdiki bu 5000 müessese ile hizmet bu amacın devamiyeti gibidir... aynen Hz. Mevlananın ((RA) mesnevisinin farsca olması.. İmamı Gazali Hz. lerinin (RA) eserinin bir kısmının arapça ve farsca olması gibi... ahirzamanda imansızlık hastalığı için Bediüüzamanın eserleri de türkçe olmuş ve kendisi biz-zatihi emek vermiştir...

Risale-i nur eserlerinin tüm insanlığa ve özellikle türkçeye bilenlerin okuması düşüncesi ve hedefine karşılık.. tüm türkçe öğretme hizmetleri de bu mana anlaşılmalıdr.. Ayrıca Hocaefendinin eserlerinin de risele-i nur baz alınarak yazılmış olması.. arapça ve farsca bilmeyen fakat türkçe bilen insanlara ulaşmak için bir vesiledir...

Dolayısıyla Bediüzzamanın bilinen tüm talebelerini bu hizmetlere onaylaması... hiç bir şekilde karşı olmaması (bazı küçük meseleler hariç).. bu hizmet metodu ve gayesinin hedefinin ne olduğunu göstermekte.. geniş daire hizmetinin ne olduğunu tüm kardeşlerimiz de bilmektedir...


“Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. "Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kur'âniyedir." deyip, Nur'a ait hizmeti, zamanın en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 463)



“Lillahilhamd Risalet-in Nur, bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş.” (Kastamonu Lahikası sh: 6)



“Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 161)



“Evet dinin, şeriatın ve Kur'an'ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hall ve keşfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Mi'rac ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 47)



Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur'an-ı Azîmüşşan'ın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki; tahkikî iman dersleriyle, iman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin.” (Sözler sh: 766)



“Şimdi bir nida-yı nuranî ile hitab ederek: Artık ihtilaf yok, ittihad var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir. Canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz, dinleyiniz! Şimdi Nur devridir ve Nur hâkimdir. Zulmette boğulan şu asrı ve gelecek asırları, Kur'andan aldığım nurumla reyyan edeceğim diyor.” (Konferans sh: 8)



“Bediüzzamanın azami ihlas, azami sadakat ve azami fedakarlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret eden mesleğini nazara vermek lazım gelmektedir. Tâ ki, hizmet-i Nuriyede bulunacak Kur’an şakirdleri kıyamete kadar bu düstular muvacahesinde hareket etsinler.” (Hizmet Rehberi baş kısmı)



“Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler.” (Şualar sh: 377)

 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
iki kelıme turkce öğretip şarkı söyletip göbek attırarak islama hizmet mi etmiş oluyor

gülen ve hareketine karşı çıkmak kuran ve sünnete teslım olmuş her muslümanın görevidir

gülen ve hareketi kuran ve sünnete dayanmıyor.kuranın MUHKEM ayetlerını eleştirebilecek kadar yoldan cıkmış bir akımın lidridir

asıl utanması gereken birirleri varsa bu rezıl yazınn evvele muellefi sonra sonra bu yolun yolcularıdır

biz islamdan taviz vermeyiz varsın batı razı olduğu islam bozguncularını alkışlasın onlardan razı olsun.rabbın rızası muslumana yeterledir


Allaha şukür bu haşhaşilere tarihlerinin hiç bir zamanında ınanmadık guvenmedık
 

Yetim

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
2,702
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Yaş
45
Allaha şukür bu haşhaşilere tarihlerinin hiç bir zamanında ınanmadık guvenmedık

Müslümanlar için ve savunmasız bebekler ve kadınlar insanlar için "İsrail töreristleri bomladı" diyenlere Müslüman veya insan denilirmi ? İnsanlıktan çıkmış bunlar
 
Üst