Fethin Manevî Dinamikleri

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Gizli kahramanlar

R1133302.jpg


Her büyük ve önemli olayda olduğu gibi İstanbul’un Fethi’nin ardında da manevî/gaybi bir yön vardır. Bu olayda en önemli roller, maneviyat erlerinin ve bunların tavsiyelerine göre hareket eden lider ve âlimlerdedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren; Osman Gazi-Şeyh Edebali, Yıldırım Bayezid-Emir Sultan, Fatih Sultan Mehmed-Akşemseddin, Kanunî Süleyman-Ebusuud Efendi isimleri olayların gidişatını şekillendirmiş, her alanda başarılı çalışmalar ortaya çıkmıştır.

Bu ilişkilerde aktif rolün, takva sahibi âlimlere ait olduğu ve âlimlerin Padişahı yönlendirici bir yaptırım gücüne sahip oldukları da bilinmektedir. İstanbul’un Fethi’nin ardındaki manevî dinamikleri keşfedebilmek için de manevî tablonun başoyuncusu Akşemseddin Hazretlerine dikkat çekmek gerekiyor.

Fatih, pek çok derviş ve evliya ile İstanbul kuşatmasını yapmıştır. Fakat bunların içerisinde Akşemseddin Hazretlerinin mümtaz bir yeri bulunmaktadır. Kuşatmanın biraz uzaması üzerine sabırsızlanan Sultan Mehmed, Mevlâna Veliyyüddin oğlu Ahmet Paşa'yı Akşemseddin'e göndererek "Hisarın fethi mukadder midir?" diye sordurdu, haber istedi.

Zaman ve zemin dairesinin kutbu Akşemseddin (ks): "Begüm bu kalenin fatihi sen olasun deyü âlem-i şehzadelikte sana tebşir ettik" der ve bu kadar çok Müslüman askerinin, gazi ve kahramanlarının kuşattığı bir kalenin mutlaka alınacağını, fethin müyesser olacağını söyler. (Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, İstanbul, 1978, s. 137; Molla Cami, a.g.e., s. 837)

Bu haber padişaha ulaşınca kanaat getirmeyip adı geçen elçiyi tekrar gönderip kesin cevap ister. "Fethe zaman var mıdır? Lütfedip gününü tayin buyursun, zamanını istiyorum" der.

Şeyh Hazretleri murakabe deryasında gezindikten sonra, çehresi inci tanelerinden terlerle dopdolu olduğu bir halde, başını kaldırarak şunları söyler: "Yarın subh-ı sadıkta, sıdk-ı himmetle filan yerden kaleye yürüyüş olacak, Allah'ın izniyle zafer kapısı açılacak, ezan sesleriyle surun içi dolacak, gün doğmadan zafer sabahının müjdeleriyle ortaya çıkıp gaziler sabah namazını kale içinde kılacaklar. Cihad kılıcının suyu ile gaza yeşilliği suya kanmış olacak ve kötü gidişatlı kâfirler ateş içinde yanacaklar. Sen de o zaman padişahla birlikte bulunacaksın." (Molla Cami, a.g.e., s. 837-838)

Gerçektende Akşeyh'in (ks) söylediği ve teveccühte bulunduğu her şey olduğu gibi çıkmış, Akşemseddin Hazretlerinin muhabbeti ile Fatih’in kalbi dolmuştur.

Akşemseddin Hazretlerinin evlatlarından birisi şöyle anlatır: "Fethin zamanı biraz gecikince gayet muzdarip oldum, haymelerine yaklaştım, içeri girmek istedim fakat nöbetçi bana engel oldu. Ben de çadırın bir köşesinden gizlice içeri baktım. Gördüm ki Şeyh Hazretleri başını açıp secdeye varmış, mübarek yüzlerini toprağa sürüp ağlayarak her şeye çare olan Allah'ın dergâhına arzı niyaz eylemekteler. Nihayet başlarını secdeden kaldırıp, mübarek ellerini yüzlerine sürdüğünü gördüm. 'Elhamdülillah fetih müyesser oldu' dediler. Ben başımı kaldırıp baktığımda Şeyhin söylediği yerden fethin yapıldığını gördüm." (Mehmed Hemdemi, Solakzade Tarihi, çev. Vahid Çabuk, Ankara, 1989, s. 260)

Fatih Sultan Mehmed, Akşeyh Hazretlerinin boyunlarına sarılır ve mübarek ellerinden öper. Kendisinden huzurunda halvete kalmasını ve irşadlarından faydalanmasını rica eder. Fakat Akşeyh Hazretleri teklifi reddeder. Buna üzülen II. Mehmed "Ne acayip haldir. İstidadı bilinmeyen olur olmaz Türkleri irşada kabul buyurup bizi terbiyeden çekinirsiniz" diye üzüntüsünü bildirir.

Şeyh Hazretleri padişaha; bu halvetin lezzetini aldığı takdirde, saltanat işlerinden kesin olarak el çekmek lazım gelir, memleketin işleri bozulur. O takdirde hem siz, hem biz vebale gireriz. Oysa sultanlara lazım olan adalet ve doğruluk, şer'i şerife uymaktır; şeklinde nasihatte bulunmuştur. (Mehmed Hemdemi, a.g.e., s. 272; Turan, a.g.e., s. 375)

Yani dünya işlerine memur olan padişahın gayb âleminin sırlarına daldığı takdirde vazifesini ihmal edeceği bundan dolayı da din ve devletin zarar göreceği düşüncesiyle her ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını güzel bir lisanla izah etmiştir.

R1133301.jpg


Eyüp Sultan Hazretlerinin mezarının bulunması

İstanbul’un manevî dinamiklerinin en başında, hiç şüphesiz, burada kabri şerifi bulunan şanlı sahabe Hz. Halid Eyyub el-Ensari radıyallahu anhu gelmektedir.

İstanbul, tarih boyunca birçok kez kuşatılmıştır. Bu kuşatmalardan birisini de Emeviler yapmıştır. Hz. Muaviye döneminde yapılan kuşatmada, ordu içersinde Hz. Peygamberi (sav) hicretten sonra misafir eden Ebu Eyyub el-Ensari olarak tanınan Hz. Halid b. Zeyd de vardı. Bu büyük sahabi, sahabeden birisinin şehid olup oraya defnolunacağını Hz. Peygamberden (sav) işitmiş ve bu şerefe erişmek için sefere katılmıştır.

İslâm’ın dinamizmini muhafaza edebilmek için çöller, vadiler, dağlar, uçsuz bucaksız ovalar aşarak, İstanbul surlarının önüne gelen Hz. Halid b. Zeyd, muhasara esnasında hastalanmış, ishal veya astım hastalığına yakalanarak yatağa düşmüştür.

Vasiyetinin olup olmadığını soran başkumandan (Hz. Muaviye’nin oğlu) Yezid’e cevaben: “Sizler için ehemmiyet arz eden hususların artık benim için hiçbir değeri yoktur; şu kadar var k, Resul-ü Ekrem’den, İstanbul surlarının yakınına salih bir kimsenin defn olunacağını işitmiştim; umarım ki, o salih kimse ben olayım, bu sebeple öldükten sonra beni gaslediniz nâşımı da İslâm ordusunun ilerleyebileceği en ileri noktaya götürüp defnediniz.”

Gerçekten o emsalsiz mücahit, ideali ve imanı uğruna savaşmak üzere geldiği Bizans surlarının yakınında düçar olduğu hastalıktan kurtulamayarak Hakk’a yürümüştür. Vasiyeti aynen yerine getirilmiş, gasledildikten sonra nâşı, bugün kendi adı ile yâd edilen türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Bir rivayete göre yine vasiyeti icabı, mezarının üzerinde süvari atları dolaştırılmak suretiyle kabri, gizlenmiştir.

Buhari şarihlerinden Aynî, eserinde, yaşadığı devirde Hz. Halid bin Zeyd’e ait kabrin Bizanslılarca muhafaza edilmekte olduğunu haber vermektedir. Diğer taraftan yine tarihi kaynakların verdiği malûmata nazaran, Hazreti Halid bin Zeyd’e ait mezar ve türbe yüzyıllarca Bizanslılar tarafından korunmuş, ziyaret mahalli olarak kullanılmış, hâlen türbede bulunan ve kısmet kuyusu olarak anılan kuyunun suyu, akıl ve astım hastalıklarına şifa niyeti ile dağıtılmıştır.

Lâtinlerin İstanbul’u istilâ edip tahrip edişlerine kadar Halid bin Zeyd’in türbe ve mezarı Bizanslılarca korunmuş, ziyaret edilmiş, kıtlık ve darlık zamanlarında kutsal bir mahal olmuştur. Ancak Lâtinler, İstanbul’u istilâ edince, Hıristiyanlara ait birçok kilise ve benzeri kutsal yerleri yıktıkları gibi Hazreti Halid bin Zeyd’in (ra) mezarını ve türbesini de tahrip etmişler, ortadan kaldırmışlar.

İşte, aradan yedi asır geçmiştir. Fethin hemen akabinde, Fatih Sultan Mehmed’in hocası, Akşemseddin Hazretleri naaşın bulunduğu yeri manevî keşifle belirlemiştir. Bunun üzerine bu yer kazılmış ve üzerinde “Haza kabr-i Eba Eyyub” ibaresi yazılı bir taş bulunmuştur.

Rivayete göre Akşeyh Hazretleri mezara yaklaşınca, Ebu Eyyub El Ensari Hazretleri ile aralarında bir görüşme ve mülâkat olmuştur. Ebu Eyyub El Ensari Hazretleri bu mülâkatta, fetihten dolayı Şeyh Hazretlerini tebrik etmiş, mezarının Müslümanların eline geçtiğinden dolayı da Allah'a şükretmiştir. (Dursun Bey, Tarih-i Ebu'l-Feth, çev. Ahmet Tezbaşar, Tarihsiz, s. 49.; Turan, a.g.e., s. 375)

İstanbul'un fethinden sonra Fatih, Akşeyh Hazretlerine 2.000 altın göndermiş fakat Akşeyh Hz. bunu kabul etmemiştir.

Fatih, Şeyh Hazretlerinin Eyüp'te oturmasını rica etmişse de o İstanbul'da kalmamış, Göynük'e dönmek istediğini belirtmiştir. Bir müddet sonra da Göynük'e dönmüşlerdir. (Turan, a.g.e., s. 375) Mübarek kabirleri de Göynük'tedir.

Kaynak: Resul Kesenceli’nin “Somuncu Baba’nın (Şeyh Hamid-i Veli) Osmanlı Devletine Etkileri ve Yetiştirdiği Talebelerinden Akşemseddin” adlı çalışmasından faydalanılmıştır.


Süleyman Karakaş - Gülistan Dergisi
 
Üst