Felsefe Ve Vahiy

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
Felsefe Ve Vahiy


Ama sonradan gelen İbni Sina ve benzeri gibi düşünürler felsefe mesleğinde olanların görüşleriyle, nebi ve resulleri n getirdikl eri ilahi hakikatle r arasında bir bağıntı kurmaya çalışmışlar; bu maksatla da, Cehmiyye ve Mutezile'nin temel görüşlerini alıp, başka başka kalıplara dökerek, bundan kendileri için pay çıkarmaya bakmışlardır.

Bu konuda bahsi edilenler in içine düştükleri çelişkileri ve bu sebeple sebep oldukları fesadı bir kaç yerde ifade etmeye çalışmıştık.

Onların içine düştükleri en büyük çelişki; ilahi sırrın zerresiyl e bile ilgisi olmayan Yunan filozofla rına bağlı oldukları halde, Peygamber lerin getirdiği ilahi sırrın zafer kazandığını görünce, bağlı bulundukl arı filozofla rı yüceltebilmek için, onları ilahi sırlara vakıfmış gibi göstermeleridir. Allah, melek, kitap, Resul ve ahiret gününden hiçbir haberi bulunmaya n selefleri filozofla rın söz ve görüşleriyle ilahi kaynaktan gelen gerçekleri birbiriyl e uzlaştırmak ve hatta birleştirmek istemeler i, bunların en büyük yanılgıları ve çelişkileridir.

Bu batıl takibçileri, akıl yobazları, filozof mukalidle ri, “Ukul'ü-Aşere” diye bir densizliği ispata çalışıp, bu duruma “Mücerredat” (Cisim olmayan fakat akılla algılanabilen varlık) ve “Müferekat” (akıl madde değildir anlamına gelen bir deyim) ismini verdiler.

Bu yetmiyorm uş gibi, felekleri n (Gökler, zaman, talih, dünya, her gezegenin gökyüzünde katı) birer nefis olduğunu, tasarruf sahibi olacak irade sahibi bulunduğunu ispata yeltendil er. Bir çoğu, felekleri n araz (asıldan olmayan, sonradan var olan) olduğunu, bir kısmı da cevher (asıl olan, yaradılışla birlikte var olan) olduğunu ileri sürdü ve öyle kabul edilmesin i istedi.

İspata çalıştıkları bu mücerred kavramlar eğer tahkik edilirse, kendileri ne ait olmayıp, taklid ettikleri Yunan filozofla rına ait olarak görülür. Aynı zamanda, zihin faaliyeti nin dışında değil, içinde olduğu da kolayca tespit edilebili r.

İbni Sina ve benzerler i, risalet konusunu, filozofla rın fasit düşünceleri ve iddiaları üzerine bina edip oturtmak istedikle ri zaman, şu iddiaları ileri sürdüler:

Peygamber liğin üç özelliği vardır. Bu özellikler her kimde varsa, ona peygamber denilebil ir:

1 - İlmi kuvvet ve gücün varlığı. Buna kutsal güç denir ki, böyle bir kuvvete sahip olan kişi, hiç bir eğitim ve öğretim görmeden ilme sahip olabilir.

2 - Hayal gücünün varlığı. Bu gücü olan biri, uyuyan bir insanın görüp duymasında olduğu gibi, kendi nefsinde bazı büyük hakikatle ri görebilir veya bazı şeyleri işitebilir. Bu görülen ve duyulan şeylerin zihin ve hayal dışında bir bildiğimiz varlıkları yoktur. Onlar, tahayyül ettikleri, zihinleri nde canlandırdıkları şeylerin, suretleri n birer melek olduğunu ve seslerin de ilahi bir ses, mesaj hüviyetinde bulunduğunu sanarlar.

3 - Aleme tesir edebilece k hareket halindeki bir gücün bulunması. Bu görüşe bağlı olarak onlar, Peygamber lerin mucizeler ini, velinin kerametle rini ve sihirbazl arın sihirleri ni, nefste varolan bir kuvvet olarak görürler. Bu konuda, kendi nefisleri nin kabul ettikleri ni benimser, reddettik lerini de inkar ederler. Mesela, Hz. Musa'nın asasının yılan olduğunu kabul ederler ama, Ay'ın ikiye ayrıldığını kabullenm ez, inkar ederler.

Diğer muhtelif konularda kaleme aldığımız eserlerde bu konuya çok geniş biçimde yer vermişizdir. Söylemek istediğimiz şey; bu gibilerin söylediği, ileri sürdüğü fikirleri n dini bakımdan hiçbir değeri bulunmadığıdır. Zira, peygamber lerin haberini verdiği melekler diridirle r. Konuşurlar ve yaratıkların en yücesidirler ve de sayıları sayılamayacak kadar çoktur.

Kur'an'da Allah buyurmakt adır:

“Rabbin askerleri nin sayıları sayılamayacak kadar çoktur ve onların sayısını Rabbinden başkası asla bilemez.”

Demek ki, melekleri n sayısı ne on adettir ve ne arazdır. Onlar, ilk var olan şeyin akıl olduğunu sonradan olanların ise hep akıldan doğduğunu, oluştuğunu ileri sürerler. Faal olan onuncu aklın, kendinden altta bulunanla rın Rabbi olduğunu belirtirl er.

Bütün bu iddiaların batıl ve iğrenç olduğunu, peygamber ler aracılığı ile gelen ilahi gerçekler önünde görüp bilmektey iz. Meleklerd en herhangi biri, Allah'ın var olmasını istediğinden başkasını var edemez; Yahut da O'ndan yok edilme emri gelmeyeni de yok edemez.

Onlar, aklı, hadisde geçmekte olan şu akıl olarak kabul etmek isterler, işlerine geldiği için:

“Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır. Allah ona; “Beri gel!” deyince geldi; “Geri git!” deyince de, gitti.. Bunun üzerine Allah; “İzzet ve celalim hakkı için, benim katımda senden daha kerim ve yüce mahluk yaratmadım. Seninle tutacağım, seninle vereceğim. Sevap senin içindir. Ceza da sanadır” buyurdu.”

Buradaki akla kalem adı da verilir. Çünkü,

İmam Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyrulmak tadır:

“Allah en evvel kalemi yaratmıştır.”

Akıl hakkında rivayet edilen hadis, muteber hadisçilere göre tamamen uydurmadır. Ebu Hatim Besti, Dara Kutni ve İbni Cevzi gibi bilginler de bu konudaki hadisleri n uydurma olduğunu söylemişlerdir.

Hadis metnindek i asıl deyim; “Allah ki, aklı yarattığında..” biçimindedir. Asla, “Allah ilk önce aklı yarattı” şeklinde değildir.

Demek ki, Allah aklı yaratmada n önce, bir çok şeyler yaratmıştır.

Onlara göre, ister yüce ve ulvi olsun, ister aşağılık ve süfli, alemin bütün cevherler i akıldan sudur etmiş, ondan doğup ortaya çıkmıştır. Hadis-i şerif ifadesi nerede, bu sakat ve batıl görüş nerededir?

İbni Sina ve benzerler inin bu konuda yanılmalarının sebebi şudur:

Müslümanların lügatlarında geçen akıl kelime Yunan lugatında geçen akıl kelimesiy le aynı anlama alınmıştır. Bu iki ayrı lugattaki akıl kavramı aynı sanılmış ve bir tutulmuştur.

İslam dininde akıl, “Akale, yekulu” fiilinden gelen bir mastardır. Aynen Kur'an'da zikredild iği anlamda.

Halbuki ise, filozofla ra göre akıl, kendi nefsiyle kaim bir cevherdir . Yani, muhtar, özerk, isteğini yapan bir fail...

İşte aklın böyle bir tanımı, Kur'an ve hadisin tanıttığı akla tamamen ters bir tanımdır. Bu tanım ne Kur'an'a ve ne de Hadis'e uymamakta dır.

Yine bu filozofla ra göre, yaratılmış alem, akıl ve nefislerd ir.

Nitekim Gazali, yaratılmış alemden “Cesimler alemi” olarak bahseder ve buna “Alem-i emr” adını verir. Bazan da akla, “alem-i Ceberrüt”, nefislere “alem-i melekut” ve cisimlere ise “Alem-i mülk” denilmekt edir.

Peygamber lerin getirdiği hakikatin dilini bilmeyen, Kitap ve Allah Resulü'nün sünnetinin gerçek hüviyetine sahip olamayan kimseler; kitap ve sünnette geçmekte olan Mülk, Ceberrüt, meleküt gibi kavramları, bu anlayışlarına uygun sanırlar. Halbuki ise, işin gerçeği böyle değildir.

“Bütün bu filozof mukallidi kişiler, ileri sürdükleri batıl fikirlerl e Müslümanların kafalarını çok feci bir şekilde karıştırmışlardır. Müslümanların gerçeklere ulaşmalarına engel olmuşlardır.”

Feleğin kadim olduğunu iddia ettikleri gibi, sonradan olma olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Bakınız siz çelişkinin büyüklüğüne. Ya biri doğrudur, ya da öbürü. İkisinin aynı yerde bulunmala rı mümkün değildir. Ne Arab'ın lugatında ve ne başka herhangi bir lugatta, ezeli ve kadim olan bir şeye, muhdes denildiği görülmemiştir.

Allah, kendi kadim kitabında, bütün her şeyin yaratıcısı olduğunu söylemiştir bize ve bundan başka türlü bir gerçek yoktur bizim için...

Her mahluk sonradan yaratılmıştır; onlar evvelce hiç yokken var edilmiştir. Onları vazeden ulu kudret, her şeye kadir olduğu gibi, bir şeyi hiç yoktan var etmeye de kadirdir.

Zaman zaman Cehmiye ve Mu'tezile bunlara cevap vermeye çalışmıştır. Fakat verilen bu cevaplar, Allah Resulünün, bu kainatı hiç yoktan var eden Allah'dan getirdiği gerçekler iyice bilinmede n ve akli kaziyeler ile hükmedilmeden yapıldığı için, çok verimsiz ve etkisiz kalmıştır. Düşmanları yenip İslama hizmet verme imkanı bulamamışlardır. Hatta, bazı hallerde, onların batıl iddialarına iştirak etmek zorunda kalmışlardır. Makul ve kabul edilebili r fikirleri ni ise, bilmeden reddetmişlerdir. Bunların akli ve nakli ilimlerde ki eksiklikl eri, ötekilerin kusurlarından bir çoğunu işlemek durumunda bırakmıştır Mu'tezile ve Cehmiyeyi ...

Onların bu konuda düşmüş oldukları yanlışlıkları başka yerlerde iyice açıklamıştık.

İslami hikmetten uzaklaşıp felsefeye kayan ve filozoflaşan bu adamlar sapıklıklarını, Cibril'in, Allah Resulünün hayalinde canlandırdığı ve nefsinde teşekkül eden bir durum olduğunu iddia etme noktasına kadar vardırmışlardır. Hayalin akla tabi olduğunu ileri sürerek, Cibril'in aklın emrinde bir varlık olduğunu kabul ediyorlar .

Onun için, yani, kendileri akıllı oldukları için de, bu felsefeci lere bağlı bu inkarcılar, Allah'ın velisi olduklarını söylemişler ve “Allah'ın velileri, Allah'ın peygamber lerinden daha üstündür… Çünkü, biz bizde var olan bilgileri doğrudan doğruya, hiç vasıtasız olarak Allah'dan alıyoruz” gibi, batıl ve de çok sakat iddiaları ileri sürmüşlerdir.

“Fütuhat” ve “Fusus” adlı kitabın sahibi İbni Arabi, bilgileri ni Resule vahiy getiren meleğin getirdiği kaynaktan aldığını söyler...

Ona göre, vahiy meleğinin getirdiği haberleri n kaynağı, akıldır, Peygamber e vahiy getiren melek olan Cibril de, hayaldir, tasavvurd ur. Hayal ise, akla bağlı olduğundan, daha aşağı bir yerdedir.

Bu zatın insanı şaşırtan fasit zannına göre, peygamber ler, bilgileri ni hayalden alır. Kendisi bilgileri ni asli kaynak olan akıldan aldığı için, kendisini peygamber lerin üstünde görmüştür.

Eğer peygamber ler, onun zannettiği gibi olsaydı, o zaman, peygamber lerle herhangi bir mümin arasında ne fark kalırdı?

İbni Arabi'nin bilgisini aldığını söylediği kaynak, nübüvvetin kaynaklarından değildir. Onun için de, peygamber likle kıyaslanıp, onu üstün kabul etmek mümkün olmaz.

Hem aynı mahiyette olsa bile, nasıl üstün olur? Onların anlattığı şey, müminlerden herhangi bir fert için de mümkünat içindedir. Yani, kendileri nde var olduğunu söyledikleri hassalar, her müminde olan hassalardır ve bir orjinalli kleri de yoktur. Sıradan bir haldir. Övünülecek bir vasıf asla değildir.

Peygamber lik mesleği ve hali ise, bunun ötesinde, çok üstünde bir mertebedi r ve özelliği bakımından orjinaldi r, şahsa mahsusdur .

İbni Arabi ve onun yolunda olanlar, kendileri ni ne kadar sufilerde n gösterirlerse göstersinler, felsefeci mülhid olmaktan kendileri ni kurtarama zlar. Bırakın İslam sufilerin den olmayı, onlar, ilim ehlinin sufilerin den bile değildirler. Nerede kaldı, onlar kitab ve sünnetin beyan ettiği büyüklerden olsunlar…

Kitab ve sünnet ehlinin büyükleri ayan beyan ortadadır ve onları hiç kimse inkar edemez. Onlardan bir kısmı şunlardır:

Fudayi bin İyad, İbrahim bin Ethem, Ebu Süleyman el Daranı, Ma'ruf-u Kerhi, Ceneyd bin Muhammed Bağdadi, Sehl bin Abdullah el Tusteri ve benzeri büyükler.

Yüce Allah bunların hepsinden razı olsun ve de razıdır...

Hata ve bütün eksiklikl erden uzak olan şanı Yüce Allah, Kur'an-ı Kerimin de, melekleri onların dedikleri ne zıt sıfatlarla vasıflandırmıştır.

Ayeti celilenin şu mealine benzer şekilde:

“Onlar; “Rahman çocuk edindi” dediler. Allah çocuk sahibi olmaktan münezzehdir. Melekler O'nun şerefli kullarıdır. O'nun sözünden önce ve başka söz söylemezler; yalnız O'nun emrini yerine getirirle r. Allah onların yaptıklarını ve yapacakla rını bilir; onlar Allah'ın hoşnud olduğu kimselerd en başkalarına şefaat etmezler ve O'nun korkusund an tir tir titrerler . Bunlardan her kim, “Ben Allah 'dan ayrı bir İlah’ım” derse, işte biz böylesini cehenneml e cezalandırırız. Zalimleri n cezasını işte böyle veririz.” (Enbiya: 26-29)

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesin de mealen şöyle buyurmuştur:

“Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaati, ancak Allah'ın dilediği ve hoşnud olduğu kimselere izin vermesind en sonra fayda verir.” (Necm: 26)

Başka bir ayeti celilede ise:

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun nezdinde ve emrinde olan melekler, O'na itaatla ibadet etmekle kibirleni p tereddüd etmezler ve bunu yapmaktan da asla usanmazla r.” (Enbiya: 19)

Yüce Allah, kitabında, melekleri n, İbrahim Aleyhisse lama beşer şeklinde geldiğini; Hz. Meryem'e gelen meleğin de tam bir insan suretinde olduğunu apaçık bir şekilde beyan buyurmakt adır:

“İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi sana geldi mi? Bir zaman onun yanına girmişler ve -selam” demişlerdi. O da onlara “selam” diye karşılık vermişti. Sonra da “siz tanınmamış bir topluluks unuz” diyerek devam etmişti sözlerine. Konuklarına yemek hazırlamasını söylemek için, gizlice hanımının yanına gitti. Semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine koyarak “yemez misiniz?” dedi. Onların yemedikle rini görünce, içine onlardan bir korku düştü. Onlar-. “Bizden korkma” dediler ve ona bilgin bir çocuğun haberini verdiler. Bunu duyan karısı Sara çığlık kopardı. Hayretind en elini yüzüne vurarak: “Ben kısırlaşmış bir kocakarıyım benden nasıl çocuk olur” dedi. Dediler: “Rabbin böyle buyurdu. O, yegane hikmet sahibidir ve her şeyi bilendir. İbrahim; “Sizin asıl işiniz nedir ey elçiler?” dediler: “Biz suçlu bir kavme gönderildik. Ki, onların üzerlerine çamurdan taşlar salalım. Rabbin katında, hadlerini aşanlar için işaretlenmiş taşlar!” (Zariyat: 24-34)

“Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuz Cebrail'i ona gönderdik. O, ona düzgün bir insan şeklinde göründü.” (Meryem: 17)

Cebrail aleyhisse lam, Allah'ın Resulüne, ashabdan Dihyetü'l-Kelbi suretinde ve bir Arabi şeklinde gelir. Ve ashab da onu bu biçimde görürlerdi.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde, Cibril Aleyhis-selam’ı;

“Kuvvetli arşın sahibi yanında değerli, sözü dinlenen ve vahiy hususunda kendisine güvenilen” (Tekvir: 20, 21) bir elçi olarak vasıflandırmakta ve Allah Resulü onu “Apaçık bir ufukta gördüğünü” beyan buyurmakt adır.

Yüce Allah Cibril-i emini, Kur'an-ı Kerimin bir başka ayetinde şöylece vasıflandırmaktadır:

“Elçimiz Muhammed'e, çetin kuvvetler e sahip ve çok güçlü olan Cebrail öğretmiştir; sonra Cebrail Resulümüze yaklaşmış ve inmiştir. Araları iki yay aralığı kadar, belki de daha da yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Peygamber in gözünün gördüğünü gönlü yalanlama dı. Ey inkarcılar! Onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışır mısınız? Andolsun ki, Muhammed, Cebrail'i Sidre-i Münteha yanında başka bir inişinde de görmüştür. Varılacak olan cennet onun (Sidre-i Münteha'nın) yanındadır. Sidre'yi neler kaplamıştı neler!:. Resulümüzün gözü oradan ne kaydı, ne de sağa sola döndü. Andolsun ki, o, Rabbinin en büyük ayetlerin e şahid oldu!” (Necm: 5-18)

Buhari ve Müslimde kaydedild iğine göre:

Hz. Aişe, Allah'ın Resulünden, onun, Cebrail'i, yaratıldığı; şekilde ve surette (biri en yüksek arşda, diğeri ise Sidre-i Münteha) bir başka inişinde olmak üzere iki kereden başka görmediğini ifade etmektedi r.

Yüce Allah, Cibril emini, Kur'an-ı Keriminde “Ruhü'l-emin, Ruhü'l-Kuds” gibi, sıfatlarla vasıflandırmıştır.

Yüce Allah'ın bütün bu sıfatları, Cebrail'in, diri ve akıl sahibi varlıkların en üstünü ve yücesi olduğunu; onun, Allah Resulünün hayalinde tasavvur ettiği bir varlık olmadığını, apaçık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bir tek gerçek varsa bu konuda, o da budur. Kendisini Allah'ın velisi ilan eden felsefeci lerin; söyledikleri gibi asla değildir.

Böyle söyleyenlerin gerçek amacı; Allah'a, kitablarına; melekleri ne, ahiret gününe inanmak gibi, iman esaslarını inkar etmektir.

Açıkça söylemek gerekirse, bizzat Allah'ı inkar etmektir çeşitli biçimlerde. Zira, onlar, yaratıcının vücudunu, yaratılanın vücuduyla birliyorl ar. Yaratılanın varlığını, yaratanın vücudu olarak kabul ediyorlar . “Vücud birdir” diyorlar.
 

dayi

Profesör
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
1,918
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
69
Mutlak varlık Allahtır..VARLIĞIN ta kendisidir..yaratmamış varlığından var etmiştir..''O''nda var olanlar zahire çıkıp durmaktadır..sen ben çevrende gördüğün her kes ''O''nun varlığından var ettiğidir..var etmekte olduklarıdır..''KUN'' ...OL emri mucibince olup durmaktadır her şey..OL emri öyle bir yerden geldiki..OLan biten bişey olsaydı cevap zorunluydu..oldu yarabbi diye..fakat verilen bu emirin cevabı henüz verilmedi..yani her şey ''O''nun dilemesiyle olup dururken birde bizler kendimize VARLIK vehmettikmi..işte buna derler ŞİRK..

Evet..''O''ndan başka VÜCUD varsa..yada gördüğünüze bir ayrı varlıkmış gibi isim verebiliyorsanız yazında bizde öğrenelim..Muhteremler:shake2[1]:

Şehadet alemi bu gördüğünüz alemdir..her şeye burada şahid olacaksınız..Resulüekrem gibi..ve gördüğünüzüde kalbiniz yalanlamayacak..burada göreceksiniz...çünki...nas uykudadır..ölünce uyanırlar..yani burada bu gezegende uyuyanlar iş bittimi,son nefes verildimi uyanacaklar..fakat iş bitmiş olacak..çünki orada artık fiil yok sıfat yok..her gördüğün ZAT olacak..burada göremediysen,bulamadıysan oradada gözlerin ama olacak..derler kamil abiler..biraz felsefecidirler..:)
HU..
 
Üst