Fehmi koru-edelman ilşkisi ...

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
En azından ABD ile bu meselede anlaşmış görünüyor.Net tavır takınmayan gazetecilerden olduğu anlaşılıyor.Yazılanlara cevab ver(e)memesi bu


söylenenleri tekid ediyor.Karagülünde hayır o değil diye net konuşmaması , onu işaret ediyor.Saniyen namuslu gazetecilerden , Hüsnü Mahallide, bir kitabında , Fehmi Korudan, kendisinin ayrılmak zorunda kalması konusunda, samimi davranmadığı mealinde bahsediyor...Her neyse yeni belgeler geldiğinde net anlaşılacak, İslamcı ! bilinen işbirlikçi gazetecilerin kim olduğu..

irtifa kaybeden arkadaş
birinin susması suçu kabullendiği mi yoksa açıkladığında kaybedeceği daha büyük şeyler mi olduğu anlamına gelir.
yeni belgeler kafirlerden geldiğinde
fitnelere aracılığınıza devam edersiniz.
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Fehmi koru konuşmadı henüz bir komuşsun bakalım.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Fehmi koru konuşmadı henüz bir komuşsun bakalım.


Maalesef Koru konuşmayı tercih etmedi.Belkide konuşanların susturulmasını tercih etti.Sonuçta gazete kararını verdi:


Koru, Yeni Şafak'tan silindi

Yeni Şafak, bir haftadır yazmayan Fehmi Koru'yu künyeden sildi. Düne kadar "Genel Yayın Danışmanı" sıfatıyla künyede ismi bulunan Fehmi Koru'nun ismi künyeden çıkartıldı.
241220101329263862456_2.jpg

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yeni Şafak'ın Fehmi Koru ile yollarını ayırmasına neden olan olay ise Koru'nun aynı gazetenin yazarlarından İbrahim Karagül'ün kovulmasını istemesinin ortaya çıkması.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Amerika'nın Ankara Büyükelçisi Edelman'ın Karagül'ün "kelle"sini istediği ve Koru'nun bu isteği gazete yönetimine ileterek gereğinin yapılması yönünde baskılar yaptığı iddia edilmişti.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]KARAGÜL DOĞRULADI[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karagül, bu iddiayı 7 Aralık tarihinde "Edelman benim de kellemi istemişti" başlığıyla kaleme aldığı yazısında üstü kapalı olarak doğrulamış ve "Yeni Şafak yönetimine müthiş baskılar yapılıyordu. Günlerce bu baskılarla mücadele ettik. Kendi gazetemizde aleyhimize yazılar yayınlanıyordu. Edelman'la görüşenler soluğu gazetede alıyor, bizzat bana sert tepkiler gösteriyordu. Biz, gazeteyi iki paralık etmiştik, ABD ile ilişkileri bozmak gibi çok büyük bir günah işlemiştik. Gazete yönetimi ve sahipleri değil yazarları bu baskıyı yapıyordu" demişti.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]GÜNÜ GELİNCE HATIRLAT[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karagül, o günlerde başına gelen olayları "hiç kimseye kızma, kinlenme" stratejisiyle özetleyerek, "Şahsıma karşı acımasız bir itibarsızlaştırma, değersizleştirme, etkisizleştirme, yalnızlaştırma kampanyası yürütüldü. Bu kampanyada kimlerin ne yaptığını hiçbir zaman paylaşmadım. Yaşanan stresi kimseye söylemedim. Sadece şu sözü verdim kendime: Hiç kimseye kızma, kinlenme... Ancak bunu unutma. Sadece günü gelince hatırlat..." diye yazdı.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]4 GÜN SONRA KORU BIRAKTI[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karagül'ün bu yazısının üzerinden 4 gün geçtikten sonra Fehmi Koru Yeni Şafak'ta yazmayı bıraktı. Koru 'Edelman ve kelle skandalı mevzusunda' gazetesinin kendisini aklamasını istemişti.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]VE KÜNYEDEN ÇIKTI[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Koru'nun Yeni Şafak'a çektiği "yazmama" resti ters tepti ve Yeni Şafak, Koru'nun ismini künyeden çıkarttı. [/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ORAY EĞİN YAZMIŞTI[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İbrahim Karagül'ün Yeni Şafak'tan kovulmasını isteyen ismin Fehmi Koru olduğunu Akşam yazarı Oray Eğin dünkü köşösine taşımıştı.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT]
Gidiş şekli hiç iyi olmadı.Tıpkı kendisinin, baykalın gidişinde söylemiş olduğu gibi!
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ahmet Kekeç: "İbrahim Karagül yalan söylüyor!"

hTo1yebb.jpg


Yeni Şafak gazetesinde kendi adı ile birlikte Taha Kıvanç mahlası ile de yazılar yazan Fehmi Koru'nun ayrıldığına ilişkin iddialara aynı gazetede daha önce çalışan Ahmet Kekeç açıklık getirdi. Kekeç olayın kaynağına değindi.

Video BURADA.

Haber7
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Kekeç ,Amerikalıların yayın politikasından rahatsız olduklarını, ama isim söylemediklerini belirtiyor.Peki, Hüsnü Mahalli de o dönemin anti Amerikancı yazılar yazan, dürüst yazarlardandı.Onun Gazeteden ayrılmak zorunda bırakılmasında(kovulmasında) , isim söylendimi, sayın Kekeç?! Sayın Mahallinin ilgili bir yazısını aktaralım.
 Not: Hüsnü Mahalli bir kitabında

   
 
Yeni Şafak gazetesindeki köşe yazılarıma 20 Mart’tan itibaren son verilmiştir. Bu süre içinde konu ile ilgili olarak çeşitli gazete ve internet sitelerinde farklı haber ve yorumlar yayınlanmıştır. Konu ile ilgili olarak beni arayan tüm meslektaşlarıma ‘bu aşamada yorum yapmak istemediğimi’ söyleyerek ‘Yeni Şafak yetkililerinden açıklama istemelerini’’ rica ettim. Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni ve 20 yıllık arkadaşım Selahattin Sadıkoğlu ise kendisini arayanlara ‘benim kendi isteğimle ayrıldığımı’ söylüyordu. Ancak son olarak 3 Mayıs’ta Evrensel gazetesine konuşan Sadıkoğlu ‘Bir Suriyeli olarak Türkiye’nin iç işlerine karışan bir yazdı.Yazıyı kullanmadığımız için gazeteden ayrıldı’ demişti.. Bu arada değişik çevrelerde oldukça ilginç ve bir o kadar yanlış yorumlar ve hatta dedikodular yapılıyordu! Her koşulda doğruları söylemenin gereğine inanan ve bunun mücadelesini veren biri olarak olup bitenlerle ilgili bir açıklama yapmanın zamanı geldiğine inanıyorum. Böylece konu ile ilgili tartışmalar son bulacak ve ben , beni arayan ve mail ile bana ulaşan tüm değerli okuyucularımın üzüntülü sorularını yanıtlamış olacağım .

Ben 25 Şubat 2002 tarihinde , yani Tezkere oylamasından 5 gün önce değerli dostum Selahattin Sadıkoğlu’nun isteği üzerine ve diğer işlerimin çok yoğun olmasına rağmen Yeni Şafak’ta yazmaya başladım. Yazmamın nedeni ise o sırada yaklaşmakta olan Amerikan saldırısı ile ilgili olarak Türk kamuoyuna bir şeyler söylemekti. Gazetede yazdıklarım ise benim yıllardır Türk gazete, radyo ve televziyonlarında söylediklerimden pek farklı değildi. Ancak daha ilk günlerden itibaren Yeni Şafak’taki yazılarım İsrail, Amerika ve onların Türkiye’deki dostlarını rahatsız etmeye başlamıştı. Bu nedenle bu üç çevreden bana karşı sürekli bir kampanya söz konusuydı.. Bu çevrelere yakın bazı köşe yazarı ile birlikte ABD ve İsrail resmi ve gayri resmi medya ve siteleri benim adımı vererek bu kampanyayı uzun süre devam ettirdiler. Amerikan ve İsrail büyükelçileri gazeteye gelerek benim ve benim gibi düşünen ve yazan arkaşların söylemlerinden ne kadar rahatsız olduklarını tekrarlayıp durdular.

Ve ben tüm bu süre içinde bir kaç kez dostum Sadıkoğlu’na ‘Bak Yeni Şafak’ta yazmak için gerçekten zamanım yok.. Eğer zor durumda kalıyorsanız bırakabilirim’ dememe rağmen yazılarıma devam etmem isteniyordu.. Tabi bu arada Sadıkoğlu’nun zaman zaman yazılarımı yumşatmamı istediğini de belirtmem gerekiyor. Bu ise bir genel yayın yönetmeni olarak onun en doğal hakkı olduğunu ve bir çok gazetede bunun yapıldığını biliyorum. Sonuç olarak 20 Mart’ta ben Suriye’den ‘ Herkes Sezer’i bekliyor’ başlıklı bir yazı gönderdiğimde bu yazının yayınlanmadığını gördüm. İstanbul’a dönüp sorduğumda , Sadıkoğlu ‘ bir süre yazmamamı ve istersem dışardan dizi ve röportajlar hazırlayabileceğimi’ söyledi. Kararın gerekçesi ile ilgili olarak Sadıkoğlu’ndan açıklama istediğimde bir genel yayın yönetmeni olarak kendince doğru ve haklı bir açıklama yaptı . Bu açıklamanın içeriği ve detayları ile kararının gerçek nedenleri hakkında ben değil dostum Sadıkoğlu’nun bilgi vermesi gerektiğine inanıyorum.

Özetle ve herkesin bildiği üzere ben ABD , İsrail ve onlara yakın çevre ve güçlerin hedefi haline gelmiştim. Onların yazılarımdan bu denli rahatsız olmaları ve belki de korkması beni sevindirmiştir. Ama ilginç olan benim yazılarıma son verilme kararının zamanlamasıdır.. Karar tam da ABD Dışişleri Bakanlığınının Türkiye ile ilgili İnsan Hakları Raporunun açıklandığı günlere rastlamıştı.. Bu raporda ‘ifade özgürlüğüne saygı göstermediği için Türkiye eleştirilmekteydi’.. Bir kez daha konuya ilgi gösteren , beni arayarak ya da bana ulaşan başta değerli meslektaşlarım ve okuyucularım olmak üzere herkese içtenlikle teşekkür ediyorum. Farklı zemin ve ortamlarda bildiklerimi söyleyeceğimden ve inandıklarımı hiç çekinmeden sonsuza dek savunacağımdan herkes emin olabilir. Karardan dolayı sevinen bazı meslektaşlarımın tavrını anlayabilirim! Ancak konu karşısında ilgisiz kalan basın kuruluş ve örgütlerinin yanı sıra diğer meslektaşlarımın tavrını üzüntüyle karşıladığımı belirtmek isterim. Yoksa onların da mı ‘mesleksel ifade özgürlüğünün sınırlarını’ Amerikalılar belirliyor! Saygılarımla...

Not: Mahalli bir kitabında, gazeteden çıkarılma konusuyla ilgisiz kalanlar arasında Fehmi Korunun ismini anmaktadır.(İttiba)
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Ben de olayı takip ediyorum ama Fehmi Koru da n henüz bir cevap duyadım.Wikileaks da ki Edelaman'ın ondan gazetesinde ki abd yi eleştiren gazeteciyi çıkarması için Fehmi Koruyu kullandığı Koru nun da o gazeteciyi çıkardığı anlaşılıyor.Şimdilik bilinen bu.
Koru yu okurum takip ederim bende çok derin bir sarsıtıya yol açmış değil ama adına üzüldüm
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Fehmi Koru da Konuştu

943420101027084318156.jpg


Wikileaks belgeleri açıklandıktan sonra İbrahim Karagül'ün 'Edelman beni gazeteden attırmak istedi' diye yazması Yeni Şafak'ta deprem yarattı, Fehmi Koru'yla gazetenin yolları ayrıldı. Koru, perde arkasını anlattı: Edelman'ın sağ kolu bana küfür etti!

Yeni Şafak gazetesiyle yolları ayrılan gazeteci-yazar Fehmi Koru, NTV'deki Yazı İşleri programında Ruşen Çakır'a perde arkasını anlattı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere'de öğrenciyken aynı evi paylaştığı isim olan Fehmi Koru, canlı yayında konuştu:

"Herhalde ayrıldım, herhalde dememin sebebi kendim ayrılmak için herhangi bir talepte bulunmadım, istifamı sunmadım. Fiili olarak böyle bir durum var, künyede yayın danışmanı sıfatını taşıyordum, o çıkartıldığına göre herhalde ilişkim bitmiş demektir.

Bugün gazeteye yazı yollasam yarın baskıda çıkar mı bilmiyorum ama herhalde gazetedekiler 'Ne oldu?' diye merak ederler. Eğer istiyorlarsa da basabilirler ancak böyle bir şey olacağını sanmıyorum.

12 yıl Yeni Şafak'ta yazdım. Ne olup bittiğini kendim de anlamaya çalışıyorum. Birdenbire bir iddia ortaya atıldı, 1 Mart 2003 tezkeresinin hemen sonrasında Türkiye'ye Eric Edelman geldi.

Şu günlerde de Wikileaks dolayısıyla Edelman'ın yazdığı raporlar gazetelere yansıdı. Birdenbire oraya sıçradık, gazetede yazan bir arkadaş dedi ki, 'Benim de o dönemde Edelman kellemi istemişti, bunu halen gazetemizde yazan bir gazeteci aracılığıyla yapmıştı.

O yazar benim gazeteden atılmam için kulisler çevirmişti." Ben önce üzerime alınmadım, üzerime alınmam için bir sebep yok. Sonra bir takım programlarda benim ismim gündeme geldi. Dolayısıyla böyle bir ithamın muhatabı haline dönüştüm. Önce üzerime alınmadığım halde sonra ismim anılınca bunu ciddi mesele yaptım.

KUYRUKLU YALANLAR TAKILDI

Bu iddianın gerçeklerle hiçbir ilişkisi yok, ne Edelman ne de herhangi bir ABD büyükelçisi, bana gazetemin herhangi bir yazarıyla ilgili 'Bu adam atılsın' diye bir şey söylemiş değil.

Veya ben gazeteme 'Bu adamı ABD büyükelçisi istemiyor, atın' demedim. Buna benzer, bunu uzaktan da çağrıştırır herhangi bir olay da olmuş değil, önce bunu söyleyeyim.

Bu tamamen yalan. Sonra buna kuyruklu yalanlar da takıldı ve herkesin konuştuğu bir konu haline geldi.

EDELMAN'LA GÖRÜŞTÜ MÜ?

Ben Ankara'da gazetecilik yapan birisiyim ancak Edelman daha Türkiye'ye gelmeden yakın takibim altında olan ABD diplomatlarından biriydi. Türkiye'ye geleceğini duyar duymaz kendisiyle ilgilenmeye başladım.

Geldikten sonra da birkaç vesileyle ancak hep bir vesileyle, ya temsilci konumunda olanlarla ya da yazar konumunda olanlarla ve çok sayıda olmamak üzere -Çünkü Edelman'ın özel görüştüğü yazarlar ve yayın yönetmenleri vardı o dönemde ve ben onlar arasında hiçbir zaman olmadım- bir konferans veya toplantıda gördüm.

Ankara temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda ABD büyükelçiliğine davet edildim, olay bu kadar. Edelman herhalde bunları duysa güler.

EDELMAN'IN SAĞ KOLU BANA KÜFÜR ETTİ

En son bu yılın Temmuz ayında Edelman tekrar gündeme geldi, bir darbe teşebbüsü o zaman gündemin ilk sıralarındaydı. Bir gazetemiz Edelmanla konuşmuştu, Edelman demişti ki, 'O dönemde bana da darbe olacak raporları gelmişti, sahte olduklarını tespit etmiştik.'

Ben de ertesi gün yazdım, 'Edelman yanlış biliyor bu işi, ona gelen rapor şimdi tartıştığımız darbe girişimiyle ilgili değil, başka bir darbe girişimiyle ilgiliydi.'

Bir gün sonra Edelman'ın sağ kolu olan birisi, bir gazeteye bana küfreden bir açıklama yaptı. O dönemde ABD büyükelçiliğinin hislerinin de bana edilen küfürden farklı olmadığını düşünüyorum.

İSPAT ETMEK KOLAY, TANIKLARIM VAR

Olmamış bir şeyin ispatı zordur, belki imkansızdır. Ama bu olayın hem ispatı kolay, hem de tanıkları var. O dönem Ankara temsilcisi olan Mustafa Karaalioğlu şu an Star gazetesinin genel yayın yönetmeni ve genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu şu an CINE5'te önemli bir konumda.

Bu arkadaşlar eğer böyle bir şey olsa benim muhatabım olan insanlar, onların bilmesi gerekiyor, onlar çok rahat tanıklık edebilirler. Kanıtları da var, o dönem bir avuç gazeteciydik Amerikan ve savaş yanlısı dev medya içerisinde.

ABD'yi bir Roma İmparatorluğu olarak tasarlayıp Türkiye'yi de uzak karakolu olarak dizayn edenlerin içimizdeki uzantılarına karşı büyük bir mücadele veriyorduk.

O dönemde benim yazdığım en az 100 yazı var. Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar televizyon programlarına çıktım, bu stüdyoda bile kimbilir kaç kez konuştum.

ABD'nin bu bölgeye ait Neo-Con projelerini boşa çıkartmak ve Türkiye'nin onların yanında yer almasını önlemek ve dünyayı büyük bir beladan kurtarmak için çaba gösterdim.

Ben aslında kampanyacı değilim, böyle işlerden uzak dururum ancak o dönem yüzlerce televizyon programının kayıtları da bunu gösterir.

Aynı zamanda gazetenin iç işleyişindeki konumumla hiç mütenasip olmayan bu iddiaları elbette gazetemin bir biçimde kaldırmasını istedim.

28 ŞUBAT DÖNEMİNDE BİR SIĞINAKTI

Bunu kendi şahsım adına da doğrusu talep etmiş değilim. Bu konuda en çok titizlendiğim şey Yeni Şafak gazetesinin yaralanması. Niçin? Yeni Şafak, 28 Şubat sürecinde pek çok gazetecinin köşeleri ellerinden alındığında onlara kucak açmıştı, rahatça fikirlerini ifade edebilecekleri bir tür sığınak buldular.

Bugün bile pek çok meslektaşım şimdi elimizde olan bu imkan yine alınırsa Yeni Şafak'a döneriz diye düşünmektedir. 28 Şubat'ta böyle bir performansın yansıdığı bir zemin Yeni Şafak.

1 Mart tezkeresi hakeza öyle... 2002 seçimlerinden önce herkes yerin dibine batırmaya çalışırken AK Parti'ye şans tanıyan, onun iktidara taşınmasında önemli roller oynayan bir gazeteydi.

1 Mart tezkeresinin reddedilmesinde çok fonksiyonlar icra etmiştir. Ondan sonra da şimdilerde öğrendiğimiz darbe girişimlerine karşı çıkan bir gazetedir Yeni Şafak, etkili bir gazetedir.

Dolayısıyla bana karşı yapılmış gibi görünen yalan taarruzu -çünkü orada kalmadı ki bu televizyonlarda tartışılmaya başlandı, başka platformlara taşındı- bu noktaya geldi.

BUGÜNE KADAR NİYE SUSTUM?

Ben niye bugüne kadar sustum? Bir şeyler olunca benim zihnim şöyle çalışır, bu işte başka bir iş var mı? Bana karşı görünse de Yeni Şafak'a karşı bir operasyon mu bu?

Ya da ondan daha geniş bir şey mi? Benim görebildiğim kadarıyla saldırılar yeni bir şey değil, daha önceki kişiler tarafından yapılıyor, şahsen müsterihim. Yeni Şafak'taki yazarlık hayatım bitti ama ben hala ayaktayım, o saldırılar beni çok etkilemiyor.

NEO-CON'LAR 1 MART YENİLGİSİNİ UNUTMADI

Ben şöyle bakıyorum, 1 Mart tezkeresinde o bir dediğim gazeteciler arasındaydım ve baktığım zaman şimdilerde şunu görüyorum:

1 Mart tezkeresi ABD'de dünyaya nizamat vermek üzere harekete geçmiş olan, bugün etkilerini yitirmiş olsalar da her an başlarını çıkarmak üzere hazır bekleyen o Neo-Con takımının hiçbir zaman unutmadığı bir yenilgidir.

Çünkü gerçekten Türkiye'nin o plan içerisinde yer almaması bugün o ABD projesini ortadan kaldırdı.

SİZE DE TETİKTE OLMANIZI ÖNERİRİM

Bakın o dönemin tek tek aktörlerine bakalım, Meclis tezkeresiydi bu ve dolayısıyla Meclis'te reddedildi. Bunu ne sağladı? Bir, Deniz Baykal'ın CHP grubunun tümüne hakim olarak bir fire vermeden tezkerenin reddine oy kullanması. İki, o dönemde Başbakan Abdullah Gül...

ABD'lilerin gözünden bakarsak, AK Parti o kadar da sıkı denetim altında tutulmadığı için, medyada da benim de aralarında bulunduğum bir takım yazarlar onların projesini bombardıman edip AK Parti grubunu etki altında bulundurduğu için AK Parti'den 100 civarında hayır oyu kullandı.

Üç, bir de medya ayağı var. Medyada o dönemde her gün bize hakaretler yağdıranlar, ABD düşmanlığıyla itham edenler, efendim Türkiye'nin çıkarlarının zedeneleneceğini söyleyenler onlar bugün de aynı şeyi söylüyorlar.

Ben baktığım zaman bunlar arasında bir irtibat görüyorum, Yeni Şafak gazetesine şu anda yapılanları o dönemde üstlendiği misyon dolayısıyla anlamlı buluyorum. (Ruşen Çakır'a dönerek) Size de tetikte olmanızı öneririm.

KİMİNİ KASETLERLE, KİMİNİ YALANLARLA

Birileri belli ki harekete geçti, kimini kasetlerle, kimini yalanlarla... Şu yanlış anlaşılmamalı, kaset olayı veya yalan olayındaki insanların bu planın parçası olması gerekmiyor yani.

Öyle bir şey oluyor ki, birileri bir sebepten bu olaya imza atıyor ancak olayın ondan sonraki safhalarına bir eller karışıyor.

Bir şeyi yaparsınız siz ancak o yaptığınız şeyden sonra artık hakim olamazsınız. Deniz Baykal olayında da ben o zaman böyle bir kuşkuya kapılmıştım doğrusu, şimdi de hala kuşkum devam ediyor.

HANGİ GAZETEDE YAZACAK?

Ben böyle bir olayı daha önceden tasarlamış değilim, benim dışımda gelişen bir olay. Şunu görüyorum, gazetelerle yazarların ilişkisi bir tür karı-koca ilişkisi gibidir.

Bir süre iyi götürülüyor ancak ondan sonra sorunlar çıkmaya başlıyor, ya arkadaş olacaksınız, sonuna kadar beraber yürüyeceksiniz. Ya da sorunlar çıkıyor...

Bu benim için galiba 10-12 sene. Sıradanlaşınca ilişki kopma noktasına geliyor. Dolayısıyla benim planlamadığım bir şeydi yaşananlar, emri vakiyle karşı karşıyayım.

Kafamda herhangi bir plan proje yoktu, şu anda da yok. Son 10 günde kendi içime kapandım, muhasebemi yaptım. Zaten iki televizyona çıkıyorum, haftada bir TRT'de programım var, hafta içi her gün Kanal 7'de yorum yapıyorum.

Fikirlerimi açıklama imkanına sahibim. Ancak yazı yazmam söz konusu ise sizin aracılığınızla söyleyeyim yazı yazmayı bırakmış değilim."

ntvmsnbc
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Karaalioğlu da Karagül'ü yalanladı...

Ali Değermenci’nin hazırladığı ve Seda Selek’in sunumu ile ekrana gelen Günün Manşeti programının bugünkü konuğu Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu konuk oldu. YeniŞafak Yazarı Fehmi Koru’nun gazeteyle ilişkisinin kesilmesi gündemdeki yerini korurken Karaalioğlu bir dönem yazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı YeniŞafak Gazetesi ve Fehmi Koru arasında yaşanları 24’te Günün Manşeti programında yorumladı. Seda Selek’in sorularını yanıtlayan ve Mustafa Karaalioğlu şunları söyledi;

Seda Selek: Fehmi Koru’nun Yeni Şafak gazetesinden ayrılması ile ilgili süreç ve yine Yeni Şafak Gazetesi Yazarı İbrahim Karagül’ün yazdığı yazı ile ilgili konuşalım biraz…

Söz konusu yazısında İbrahim Karagül, kendisinden Eric Edelman’ın çok rahatsız olduğunu ve gazeteden atılmasını istediğini, bunun için de Fehmi Koru’yu aracı olarak kullandığını ve Koru’nun da bunun gerçekleşmesi için gazetede kulis yaptığını iddia etmişti.

O dönemde Edelman’ın Yeni Şafak gazetesine ve ya başka gazete ve gazetecilere gerçekten düşmanca bir tavrı olduğunu söyleyebilir miyiz ya da gerçekten Karagül’ün tabiriyle kellesini istediği adamlar var mıydı o dönemde?

Mustafa Karaalioğlu: Ben bu mesele ortaya çıktıktan sonra Fehmi Koru’yla da, İbrahim Karagül’le de görüştüm. En son da İbrahim Karagül’le görüştüm. Çok üzgünler, böyle bir sonucu yol açılmasından dolayı gerçekten rahatsız olduklarına tanık oldum. En son İbrahim’le görüştüm. Gerçekten üzgündü. Böyle bir sonuç ön görmemiş belli ki.

Fehmi Koru çok değerli çok özel bir sınıfa ait gazetecidir. Çok değerli bir kalemdir. Ben o dönemde Yeni Şafak’ta yazardım sadece. Bu olay sürerken Ankara temsilcisi oldum. Sonrasında genel yayın yönetmeni oldum. O sırada Selahattin Sadıkoğlu genel yayın yönetmeniydi. Sadıkoğlu zaten böyle bir vaka olmadığını açıkladı. Benim de tanıklığım böyle bir şey olmadığı yönündedir. Yani Fehmi Koru, hiç kimsenin gazeteden atılmasının, hiç kimsenin gazeteden gönderilmesini istemedi. Yani bunu çok iyi biliyorum. Hem o dönemden biliyorum. Hem de yıllardır beraberiz bu insanlarla, zaman zaman bu konular farklı şekillerde konuşulur. Hiçbir dönemde böyle bir tanıklığım olmadı. Kaldı ki, ama şu olmuştur; Edelman döneminde, Edelman ve elçilikteki bazı isimler hem yeni şafaktan hem İbrahim Karagül’den, İbrahim karagül’ün yazılarından, hem de Fehmi koru’dan, genel olarak başka yazarlardan rahatsızlıklarını iletirlerdi. Konuşurlardı, bu kulağımıza gelirdi. Bunlardan benim temsilci olduğum dönemde yine bir elçilik görevlisi gazetenin tavrından, İbrahim karagül’ün o günlerdeki belki başka bir yazısından bana rahatsızlığını iletmişti. Bunlar o günler içerisinde doğal bir şeyler. Fakat bunlardan o günlerde İbrahim’in o dönemde bunlardan gerildiğini, kendisinde bir sıkıntı hissettiğini biliyorum.

Seda Selek: Karagül’le konuştum dediniz. İbrahim Karagül’ün çok üzgün olduğunu söylediniz. Ama yani yazdıklarının da arkasında, bu iddiaların…

Mustafa Karaalioğlu: Fehmi Koru ismini söylemedi İbrahim Karagül, hiçbir zaman ismini söylemedi. Bu da bir pozisyondur. Fakat o bir yana, sonuçta olayın tanıkları var. Olayın içinde bulunan insanlar var. Fehmi koru böyle bir şeyde asla bulunmamıştır. Kaldı ki Amerikalılar da bunu ne Fehmi Koru’ya, ne bir gazete yöneticisine ne de bana söyleme cüretine asla sahip olamadılar, olamazlarda… “İşte sizin yazarınız var. Bu adam bizim canımızı sıkan yazılar yazıyor. Bunu gönderin.” Böyle bir cürette bulunmaları düşünülemez. Böyle bir şey de olmamıştır. Dolayısıyla ikisini ayırmak lazım.

Kaldı ki Fehmi koru o günlerde İbrahim Karagül’den çok daha fazla Amerikalıların sevmediği, hazzetmediği, teskere konusundaki tavrı itibariyle düşman gördükleri bir isimdi. Teskerenin geçmemesinde açık rol alan bir isimdi.

Olayın bir mantığı olması gerekir. Fehmi Koru’nun İbrahim Karagül’ü istememesi için İbrahim Karagül teskereye karşı, Fehmi Koru’nun taraftar olması lazım. Bir kere mantık olarak ikisi aynı cephede bulunuyordu.

O günlerde herkes baskı altındaydı. İbrahim Karagül’ün adı geçti. Sonra ben İbrahim’e de anlattım bunları; “adamlar senin yazıların için böyle diyorlar” diye… Biz bunlara gülüp geçiyorduk.

İbrahim’in neden bu sonuca vardığını ya da bu sonuca tam olarak varıp varmadığını bilmiyorum.

Şunu da söylemek lazım; gazete içersinde bir gazete temsilcisi, gazete hakkında sağda solda ne duyuyorsa bunu yayın yönetmenine söylemek zorunda. Bir işleyiş var sonuçta. Fehmi Koru bir takım şeyleri paylaşmış mı, paylaşmamış mı, ben gazete temsilcisi olarak yayın yönetmeni ile bir takım şeyleri paylaşıyorum. Bizim gazetemiz hakkında adamlar şöyle söylemişler. Bunlar tabi ki yayın yönetmeli ile paylaşılır. Bu işin tabiatı gereğidir. Ama bu hiçbir şekilde bir yazarımızın hakkında “aman şundan kurtulalım, bu gitsin, bu kalsın” şeklinde olmamıştır. Olamaz zaten çünkü Yeni Şafak o zaman tamamıyla teskere karşıtıydı. Bunun bir mantığı olması gerekir. Tam tersi, belki hani deseniz ki; teskereyi destekleyen biri için bunun bir yer tutan tarafı olabilir. Ama zaten gazete bütünüyle teskere karşıtı olarak kendisini adamıştı.

Bu meselenin şöyle kanıta bağlanmasında fayda var; kimse böyle bir tanıklıkta bulunmuyor. İkincisi benim İbrahim’le yaptığım konuşmalardaki gibi İbrahim’de apaçık üzgün, böyle bir sonuç öngörmediği için… Yoksa böyle bir sonuç öngörmüş olsa bu işe gireceğini de zannetmiyorum İbrahim’in…

Bunun böyle bilinmesinde fayda vardır. Bir takım olayları değerlendirirken bir mantık süzgecinden geçirmemizde de fayda vardır. Yani istedi mi istemedi mi?

Fehmi Koru zaten Amerikalıların en sevmediği adam tiplerinden bir tanesi, İbrahim’in de Amerikalıların bir arzusunu yerine getirmesi için parmağını bile kıpırdatması beklenemez.

24TV
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Karagül-Koru olayının PERDE ARKASI

25172.jpg

Yeni Şafak'ta görev yapan Kışlakçı'nın konu ile ilgili yorumu








Türkiye medyası birkaç haftadır İbrahim Karagül ve Fehmi Koru olayını konuşuyor. Mevzuyu bilen bilmeyen maalesef herkes işe maydanoz, -sorry- daha doğrusu müdahil olmaya çalışıyor.



TİMETURK Genel Yayın Yönetmeni Turan Kışlakçı, yabancısı olmadığı Yenişafak Gazetesinde olup bitenle ilgili bir yazı kaleme aldı. Koru'nun Yenişafak Gazetesi'nden gidişi ile sonuçlanan İbrahim Karagül-Fehmi Koru olayının arkasında ne yatıyordu? Kim haklı kim haksız? Konuya ilişkin yorum yapan isimler gerçekten bildiği için mi yoksa senaryo üretmek için mi bu tutumu sergiliyor?

İşte o dönemedi Yenişafak Gazetesi'nde görev yapan Kışlakçı'nın konu ile ilgili yorumu:
Dış politikayı Türkiye'ye sevdiren adam: İbrahim Karagül Turan Kışlakçı - Timeturk.com

Türkiye medyası birkaç haftadır İbrahim Karagül ve Fehmi Koru olayını konuşuyor. Mevzuyu bilen bilmeyen maalesef herkes işe maydanoz, -sorry- daha doğrusu müdahil olmaya çalışıyor.

Karagül, Türkiye siyasetinin ıvır zıvır dedikoduları ve teşhirciliği arasında boğulan halkımızın sohbetleri arasına, son 12 yıldır dış politika gündemini sokanlardan biri. Değişen dünya dengelerinin nasıl okunması gerektiğini ve buna geniş perspektiften nasıl bakılması gerektiğini yazılarında aktarıp durdu.

Çok kısa sürede birçok ünlü (!) dış politika yazarımızı çatlatırcasına Türkiye’nin tanınmış yazarları arasına oturdu. Genç bir kalemdi ve yılların çıkarcı, kibirli, çokbilmiş oturan boğalarının yorumlarını alt üst ederek herkesin ilgi odağı olacak yazılar yazdı.

Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan bildiği tüm gerçekleri ifşa etti. En zor zamanlarda yazılması gerekenleri hayatı pahasına korkusuzca kaleme aldı. Irak ve Afganistan’da yaşanan devlet terörü, işkence, tecavüz, suikast, sabotaj ve katliamları hem Yeni Şafak gazetesinde şefliğini yaptığı dış politika sahifesinde bir bir neşretti hem de yazılarında avazı çıkıncaya kadar dünyada yaşanan sessizlik karşısında tarihi ve insani görevini yerine getirdi.

Karagül’ün bu sıkıntılara dûçar olduğu dönemlerde dış haberler servisinde onunla çalışan editörlerden biriydim. Tüm arkadaşlar gibi biz de olayın birebir tanıklarından biriyiz. Afganistan ve Irak’ta yaşanan olayların birçoğunu dünya medyasından önce bizler verdik. O ülkelerden birçok gazeteci, politikacı ve olayın tanıkları ile birebir görüşerek haberler yaptık. Irak işgali döneminde Felluce, Samarra ve diğer bölgelerden bize haber gönderen Prof. Dr. Isam Ravi gibi birçok kaynağımız şehit edildi. -Bu vesileyle de o şehitlerimizi yad ediyorum- Haber kaynaklarımız istendi. Vermedik. Baskılara maruz kaldık. O da fayda vermeyince suçlamalara maruz kaldık. Herkes bilsin ki, biz tarihe varlığımız ile tanıklık yaptık.

Elbette ki bunun bir bedeli olmalıydı. Birileri bugün onu örtbas etmeye çalışsa da 11 Eylül olayları sonrası vuku bulan Afganistan ve Irak işgallerinin tüm çıplaklığıyla halka ulaştırılması için sarf edilen çabanın neticesi olarak yaşanan sıkıntıların bir değil onlarca tanığından biriyim. 2001 ve 2006 yılları arasında Yeni Şafak gazetesinde çalışan herkes onun bunun değil bizzat İbrahim Karagül’ün ne sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını bilir.

Görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız Karagül bildiği hakikatleri çekinmeden ortaya koyan ender yazarlarımızdan biridir. O dönemde kaleme aldığı yazılar ve dış politika sahifesinden neşrettiği haberlerden dolayı sık sık tehdit ve baskılara maruz kalıyordu.

Yeni Şafak’ta bir değil, birkaç yazar Karagül’e psikolojik baskı uyguluyordu. Yazılarıyla göndermelerde bulunarak onu eleştirenler oldu. Hatta bunlardan bazıları Karagül’e selam bile vermiyordu. Bu iç baskı ve tazyik yetmiyormuş gibi bazı medya organları da eski ABD Büyükelçisi ve Neo-conların öncülerinden Eric Edelman’dan kaptıkları fiskosları “Cinnah Fısıltıları” adı altında sızdırarak sözüm ona “Hey ABD’yi eleştirme cüreti gösteren adam bak takiptesin” mesajı vermeye çalışıyorlardı.

Karagül, yazmış olduğu yazısında isim belirtmedi biz de belirtmeyeceğiz. Ancak şu bilinmeli ki Karagül’ün aktardıkları yaşadıklarının yüzde 30’unu bile oluşturmuyor. Mevzunun derinlerine inildiğinde dal budak salacağını bildiğinden Karagül, medyaya sakın ola yazarlarınıza hakikati yazdıkları zaman baskı uygulamayın mesajı vererek sadece yaşadıklarını aktardı.

Star gazetesine Yeni Şafak’tan geçen bir yazar İbrahim Karagül’ü yalancılıkla suçladı. Diğer bazı yöneticiler de Karagül’ü üstü kapalı eleştirdi. Karagül’ü yalancılıkla suçlayan yazarı kınıyorum ve onu eleştirenlere de çağrım; şu çirkin dünyada bari bir sevabınız olsun istiyorsanız hakikat erlerine sahip çıkın. Paraya, güce ve makama tapmayın. Herkes hata yapabilir. Ama lütfen hakikati haykıran erleri susturmayın. Kaybeden sizler olursunuz.

Yeni Şafak o dönemlerde birkaç kez ziyaret eden Edelman, ona buna da kızmış olabilir. Ancak asıl hedefindeki adam İbrahim Karagül’dü. Hafıza-i beşer nisyan ile malûl olduğu için bu hakikati unutmuş olanlara, o tarihlerdeki yazıları ve haberleri tetkik etmelerini öneririm.

Fehmi Koru meselesine gelince. Karagül yazısında isim belirtmedi. Sadece bir hatırlatmada bulundu ve bahsettiğim üzere o dönemde yaşadıklarının çok az bir kısmını zikretti. Medyanın olayı sağa sola sürüklemesi ise ayrı bir konu. Ancak bazı yöneticilerimizin Fehmi Koru’yu korumak adına -ki gücün yanında yer almak muhafazakâr denen güruhun karakteristik özelliğidir- Karagül’e haksızlıkta bulunmalarını hazmedemedim. Öte yandan, birileri işi uzatırsa biz de uzatmaya hazırız onu bildireyim…

Son olarak İbrahim Karagül’ün 2006 yılında kaleme aldığı Edelman olsa da bu haberi yalanlasa!” adlı makalesinden bir alıntı yaparak yazıma son veriyorum:
[SIZE=+0]“ABD Büyükelçiliği'nin bu olayla ilgili 23 Ekim 2003 tarihli açıklaması şu an önümde. Türk-Amerikan ilişkilerini bozmakla, porno sitelerinden haber yapmakla suçlandık. Kendi gazetemizde bu habere yönelik eleştirileri yeterli bulmayan Edelman'ın linç girişimi, çirkin bir boyut aldı. Hürriyet gazetesine ardı ardına sipariş haberler yayınlattı. Ancak bu haberden sonra Irak'ta aslında neler yaşandığı ortaya çıktı. Bütün kirli işler, işkence merkezleri, kayıplar, tecavüz dosyaları birer birer ortaya çıktı ve dünyayı sarstı. [/SIZE]

[SIZE=+0]Hâlâ devam ediyor. Devlet terörü, işkence, tecavüz, suikast, sabotaj, katliam, 'ABD-İngiliz-İsrail Cephesi’nin en etkili savaş yöntemi. Devam edecek de. O zaman, ABD adaletini, tecavüzcü askerin vicdanını bir tarafa bırakıp, insan ırkını hedef alan bu uğursuz dalgaya karşı hep birlikte mücadele edelim.”[/SIZE]
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
O dönemin patronu Selahattin Sadıkoğlu konuştu:
Karagül'le konuştum, Mahalli'yi kovdum!

Nursel Tozkoporan'ın röportajı

YENİ ŞAFAK ABD DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLÜYOR İDDİASI

1 Mart tezkeresinin konuşulduğu döneme geri dönmek istiyorum. O dönemin tek tanığı sizsiniz. Eski Amerika Büyükelçisi Eric Edelman’dan baskı gördünüz mü?

Gördük tabii. Görmedik dersek yalan söylemiş oluruz. Ziyaretime geldi iki saat odamda görüştük. Daha önce danışmanları geliyordu, sık sık onlarla görüşüyorduk. Başkonsolos iki defa beni ofisine ve iftara davet etmişti. Bir gazete yöneticisi olarak çağırıyorlardı. O iftarlarda başka gazete yöneticileri de vardı. Ama o zaman çok kritik bir dönemdi. 1 Mart tezkeresiyle başlayan bir süreçtir. O süreci çok iyi irdelemek lazım. O süreci Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Atalay ve diğer arkadaşlarla birebir yaşadık. Bunlarla biz kader biriliği yapmıştık. İbrahim Karagül ve bütün yazarlar vardı. Sanırım 1 Mart tezkeresinin ikinci günüydü. Ekranlarda bir tartışma oldu ve Yeni Şafak Gazetesi’nin yazarlarının baskılarıyla tezkerenin çıkmadığı söylendi. Bunu bana Edelman da söyledi. “Sizin yazarlarınız çok etkinler ve onların etkisiyle 1 Mart tezkeresi çıkmadı” diye bir ima da bulundu. Yeni Şafak iktidarın sözcüsü, orada çıkan her haber çok önemli, çizgisi Türk – Amerikan ilişkilerini çok etkiliyor, Yeni Şafak’ın yayınları Türkiye’deki Amerika düşmanlığını körüklüyor gibi iddialar vardı. Bunu bana zaten hep söylüyorlardı.

Edelman ile görüşmenizde neler konuştunuz?

Daha çok ben konuştum. Ortadoğu’yu anlatıp örnekler verdim. “Siz Irak’ı işgal ettiniz” dedim. O bölgede uzun yıllar muhabirlik yaptığımı söyledim ve deneyimlerimi anlattım. O ara bizim yayınlarımızdan duydukları memnuniyetsizliği ifade etti.

Sadece ikiniz mi vardınız bu görüşmede?

Ben, Edelman, danışmanı ve bir de tercüman vardı. Daha önce diplomatlar geldiği zaman ben bizim arkadaşları da çağırırdım. Sağdan, soldan, iş dünyasından çok baskı görüyordum. “Aman Amerika ile iyi geçinin!” diye sık sık mesajlar geliyordu. O dönemde siyasi kadrolardan da mesajlar alıyordum. Edelman benimle tek başına daha rahat konuşacağını düşündüm. Tek başıma odamda oturduk. Sadece onun yanında danışmanı ve tercümanı vardı.

HABERLERİMİZİN ARKASINDAYIZ

“Memnuniyetsizliklerini ifade ettiler” dediniz. Sizin cevabınız ne oldu?

Haberlerimizin yanlış olduğunu söylediler. Kaynakların ne olduğunu sordular. Kaynakların yalan olduğunu anlattılar. Ben de kaynaklarımızın doğru olduğunu söyledim. “Haberlerimizin arkasındayız. Bu konuda hiçbir endişem, tereddüdüm yoktur. Eğer bir endişem olsaydı yayınlamazdım “ dedim. Arap dünyasında, Ortadoğu ve Irak’ta birçok dostlarımızın, tanıdıklarımızın olduğunu söyledim. “Bu haberleri bize e-mail atıyorlar” dedim. O sırada posta yoluyla bana bir kaç tane fotoğraf gelmişti. Zarfın içinde 3 tane fotoğraf vardı. Onlara gösterdim ve işte “Bu bir kaynaktır” dedim.

Fotoğraflarda ne vardı?

Amerikan askerlerinin yaptığı işkenceler vardı. Bir kadının kafasına silah dayamışlardı. Kendisine; “işte bu işkence değil mi?” diye sordum.

Edelman fotoğrafları görünce tepkisi ne oldu?

Fotomontaj olduğunu söyledi. Kabullenmedi ve öyle kaldı.

Edelman ile görüşmenizde gazetenizin yazarlarından herhangi birinin ismini zikretti mi?

O konuşmada hiç bir yazarımızın adı geçmedi. “Genel olarak yazarlarınız ve gazeteniz” dedi. Görüşmede daha çok ben konuştum. En sonunda ayağa kalktı ve “Dersimi aldım gidiyorum” dedi. Son sözü bu oldu. Ben de kapıya kadar gidip onu yolcu ettim. Sonra tesadüfen Ankara’da karşılaştık. Edelman ile bir görüşmem daha oldu. Yanında çok iyi Türkçe bilen ve ticari bir ateşe olduğunu söyleyen bir Amerikalı vardı. Amerikalı bana; “Sayın Edelman sizden çok şikâyetçi” dedi. Ben görüştüğümü ve şikâyetinin olmadığı söyledim. O da hala devam ettiğini ve şikâyetçi olduklarını ifade etti. Neticede siz bir yöneticisiniz ve bir sorumluluğunuz var. Gelen de Amerika’yı temsil ediyor, devleti temsilen geliyor. Burada gayet nazik ve kibar olmak zorundasınız. Hem o hem de ben üslubumuza çok dikkat ettik. Ama biraz küstah bir tavırla gelip oturdu, ayaklarını uzattı falan. Bana bir üstünlük sağlamaya kalktı. Ben de aynı şekilde ayaklarımı uzattım. Öyle oturup sohbet ettik.

İş dünyasından da mesaj aldığınızı söylediniz... Peki, hükümetten uyarı aldınız mı?

Özellikle Amerikalılarla iş yapan iş dünyasından çok mesajlar aldım. Evet, siyasi kadrolardan da aldım. Daha dikkatli olmamız konusunda uyardılar. Yalan söyleyecek durumda değilim.

Hangi düzeydeki siyasi kadrolardı peki?

Onu söylemeyeyim. Dışişlerinden de geldi, üst düzey kadrolardan da geldi. Sonuçta hepsi yakın dostlarım o yüzden isim vermek istemem.

FEHMİ KORU, TAHA KIVANÇ’I UYARDIM

Aldığınız uyarılardan sonra yayın politikanızı yumuşattınız mı?

Biraz yumuşatmaya çalıştım. En son Başbakan Erdoğan’ın Amerika seyahati gündeme gelmişti. O dönemde politikayı biraz daha yumuşatmak için çabaladım. İbrahim Karagül’ü defalarca uyardım. Fehmi Koru, Taha Kıvanç’ı uyardım. O da çok sert yazılar yazıyordu. “Aman ağabey biraz daha dikkat etmekte fayda var” dedim. Hüsnü Mahalli’nin, Mustafa İslamoğlu’nun yazılarına müdahale ettim. Evet, sansür uyguladım. Hüsnü Mahalli’nin ayrılmasına ben sebep oldum.

HÜSNÜ MAHALLİ'YE YAZI YAZDIRAN DA BENİM GÖNDEREN DE BENİM

Yeni Şafak Gazetesi patronları buna nasıl izin verdi?

Hüsnü Mahalli’ye yazı yazdıran de benim, gönderen de benim. Kimseye bu konuda hesap vermek zorunda değilim. Kimse de bana hesap sorma hakkına sahip değil. Hüsnü Bey’i; “Gel bizde yaz” diye ben çağırdım. Onu köşe yazarı yaptım. Sonra da; “Kardeşim kusura bakma güle güle” dedim.

Sizi bu kadar öfkelendiren ne oldu? Hüsnü Mahalli’nin hangi yazısından dolayı bu kararı aldınız?

Hüsnü Mahalli bir kaç defa sıkıntılar olduğunu söyledi. “Yazı yazmamayım” dedi. Ben de yazmasını söyledim. Sonra da; “Madem ayrılmak istiyor o zaman ben keseyim “dedim. Hüsnü Mahalli’ye; “Yazılarını kesiyoruz ama sen bizde kalmaya devam et. Dizi yazılar hazırla. Git Ortadoğu’da dolaş, röportajlar yap” dedik. O da; “Siz yazlarımı kestiniz ben artık burada kalmam” dedi.

ALBAYRAKLARIN ZOR GÜNLERDE DİK DURDUKLARINI ÇOK İYİ BİLİRİM

Daha sonra siz de Yeni Şafak’tan ayrıldınız? Siz neden ayrıldınız?

Ben kendi isteğimle ayrıldım. Patronlarla bir sorunum yoktu. Ben sorun çıkaran değil sorunları çözen bir adam oldum. Ayrılmam gerekiyordu o yüzden ayrıldım. Kimseye kırgın değilim. Hala patronlarla görüşüyorum. Albayrakların zor günlerde dik durduklarını ben çok iyi biliyorum.

BU KRİZ İYİ YÖNETİLMEDİ

Neden Fehmi Koru noktasında dik durmadılar?

Onu ben bilemem tabii. Sadece iki kelime söylemek istiyorum. Kurumlar marka ile markalaşırlar. Yeni Şafak öyle kolay kolay markalaşmadı. Büyük sıkıntılar, ızdıraplar yaşanmış, patronları işkenceler görmüşlerdir. Evleri, işyerleri basılmış, çoluk çocukları rehin alınmış bir aile. Böyle bir ailenin Fehmi Bey’in arkasında neden dik durmadığını doğrusu çözmekte çok zorlanıyorum. Ama galiba bu kriz iyi yönetilmedi.

“YENİ ŞAFAĞI SUSTURUN” DİYE YAZILAR YAZDIRILDI

Tekrar o döneme geri dönmek istiyorum. Yeni Şafak Gazetesi, Amerika için korku mu ifade ediyordu?

Amerika gazetelerinde; “Yeni Şafak’ı susturun” diye yazılar yazdırıldı. Bir akşam beni bir zat aradı telefonla; “Ya Selahattin siz bu Edelman hakkında istenmeyen adam kampanyası başlatıyormuşsunuz” dedi. Öyle bir şey olmadığını söyledim. “Amerika’dan bana öyle bir duyum geldi” dedi.

Bu zat bir siyasi miydi?

Evet. Şok oldum. Ben de; “Allah Allah büyük bir iftira, bize ne Edelman’dan, ben sizi zor duruma düşürecek bir şey yapmam. ” dedim. Ahmet Albayarak’a gidip bir zatın beni aradığını ve söylediklerini anlattım. Ahmet Bey; “O nereden çıktı?” dedi. Amerika’dan duyum aldıklarını söyledim. Bu belgeler ortaya çıktığında öğrendik ki o tarihte Edelman Amerika’ya bir bilgi notu geçmiş olacak sanırım. “Bu Yeni Şafak denilen gazete beni burada istenmeyen adam ilan edecek” diye bir mesaj geçti ki oradan bizimkileri arıyorlar. “Aman Amerika Dışişleri harekete geçiyor, siz ne yapıyorsunuz?” falan... Hiç aklımızdan bile geçmeyen bir olay. Bizim Edelman ile ne işimiz var? Niye kampanya başlatacağız? Niye istenmeyen adam ilan edeceğiz? Ben hala bunu anlamış değilim. Bizim Edelman ile kişisel bir problemimiz yok. Bizim Amerikalıların Irak’ta yaptıkları işkencelerle işimiz var. Orayı takip ediyoruz.

İbrahim Karagül, Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışı ile ilgili daha sonra hiç konuşmadı. Siz kendisi ile konuştunuz mu?

Yazıyı yazdığı gün aradım. “İbrahim çok acele etmişsin keşke biraz bekleseydin. Belki daha ciddi belgeler ortaya çıkardı” dedim. “İşte ben yazdım. Oturup konuşalım” dedi. “Her şeyi ben yaşadım keşke yazmadan önce bir sorsaydın” dedim. O zaman bir yere gidip sohbet etmek istedi.

OLGUN DAVA ADAMLARI BİRBİRLERİNİ EN İYİ ANLAYANLARDIR

Umur Talu “ Gülü seven dikenine katlanır” diye bir başlık attı. Dolayısıyla Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışını Gül ve Erdoğan çatışmasına bağladı. Böyle bir çatışma var mı sizce?

Abdullah Bey’i iyi tanıyorum. Fehmi Koru ile de 1970’lerden beri beraberdik. Benim en iyi tanıdığım iki kişiden biri Abdullah Bey biri de Fehmi Koru. Tayyip Erdoğan’ı ben daha sonra tanıdım. Arardım, görüşürdüm. 1991 seçimlerinde gidip yanında yer aldım. Gittim kahveleri dolaştım. İyi tanıdığım iki isim arasında sürtüşme olduğuna inanmıyorum. Olabileceğine de ihtimal vermiyorum. İnançlı insanlar bunlar. Olgun dava adamları birbirlerini en iyi anlayanlardır.

Yani Fehmi Koru, Gül’ü sevdiği için dikenine katlanmıyor…

Fehmi Bey Abdullah Gül’ün arkadaşı. Milli Türk Talebe Biriliğinde ve İngiltere’ye beraber gittiler daha sonra aynı yerde beraber kaldılar. Yıllardan beri birilerini tanırlar, ailece evlerine giderler. Hala da öyleler. İstediği zaman Fehmi Bey Abdullah Bey’i arar ve eşini alıp gider. Çankaya’da oturup sohbet ederler. Ama bunun bu noktaya gelmesini ben anlamıyorum doğrusu. Benim tanıdığım Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan böyle bir şeye girmezler. Şimdi Fehmi Koru bunlar için kurban oldu demelerinde biraz art niyet görüyorum.

Bundan sonra Fehmi Koru’nun ne yapacağına dair bir fikriniz var mı? Yazı yazacak mı?

Fehmi Koru kısa sürede bir yerde yazar. Adresini bilmiyorum ama bir yerde yazar. Onu boş bırakmazlar. Fehmi Koru bir marka. Marka olmak öyle kolay değil.

Merkez medyada yani Doğan Grubu’nda olabilir mi?

Sanmıyorum. Bilmiyorum tabii ama öyle bir ihtimal vermiyorum.

Röportajın hepsi burada
 
Üst