girdap
Ordinaryus
- Katılım
- 8 Şub 2007
- Mesajlar
- 2,541
- Tepkime puanı
- 252
- Puanları
- 0
"Fethullah Gülen Fıkhını Anlamak" kitabıyla popülaritesini artıran ilahiyatçı yazar Faruk BEŞER, Türkiye'deki tarikatların çoğunun Ehlisünnet sayılamayacağını iddia etti. Faruk Beşer'in çok tartışılacak yazısı şöyle:
‘Ehlisünnet’ kavramının sulandırılmış kelimelerden birisi olduğunda şüphe yok. Anlamı; sünnet ehli, sünnete bağlı olan, Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının, yani ashabının inanma ve yaşama biçimini benimseyen demek.
Kavram, İslam’ın başından beri kullanılan bir kavram değil. Muhtemelen Şia’ya bir tepki olarak çıkmış. Bilinen o siyasi olaylar sonucunda Hz. Ali’ye tabi olup onu destekleyenler kendilerine ‘Ali’nin taraftarları’ anlamında ‘şiatü Ali’ demişler. Geriye kalan müslümanlar da buna nazire olarak kendilerine Hz. Peygamber’in sünneti üzere yaşayanlar, orta yoldan ve ana cemaatten ayrılmayanlar anlamında ‘Ehlisünnet ve’l-cemaat’ demeyi tercih etmişler. Bu her iki tarafı da haksız görüp ikisine de katılmayanlar da başka bir grup oluşturmuşlar. Kendilerini diğerlerinden hariç gördükleri için onlara da Haricî’ler adı verilmiş.
Önceleri siyasi kavgalar sebebiyle oluşan bu ayrışımlar, sonraları kendi edebiyatlarını geliştirmişler, kendilerinin haklı olduklarını ispat için bazen Kuranı Kerim’i zorlama yorumlara girişmişler, bazen de zayıf ya da uydurma hadislere tutunmuşlar, ya da bunları bizzat oluşturmuşlar. Böylece bir iktidar kavgası, bilahare akide konusunda ciddi farklılıklara sebep olmuş. Derken Ehlisünnet kavramlaştırması, uygulamadan çok akidede, yani neye nasıl inanılacağında söz konusu olan bir durumu anlatır olmuştur. Bu sebeple tarihi süreç içinde Selefiler, Matüridîler ve Eş’arîler Ehlisünnet sayılmış, diğerleri sayılmamıştır.
Oysa Allah şöyle buyurur: ‘(Başkalarına değil de sadece) Allah’a çağıran, doğru işler yapan ve ben müslümanım diyen bir insandan daha güzel söyleyen olabilir mi?’. Yani iman açısından bir müslümanın kimliğini belirlemesi gereken şey İslam’dır, Şiilik ya da Ehlisünnet değildir. Ve dediğimiz gibi, ‘Ehlisünnet’ kavramı tepkisel bir kavramdır. Ama tepkisel olmasını bir yana bırakırsak, bunun anlattığı şey elbette doğrudur. Çünkü Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde: ‘Yahudiler yetmiş şu kadar fırkaya ayrıldılar, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi Cehenneme gidecek sadece biri cennetlik olacaktır. Cennetlik olanlar bugün benim ve ashabımın yaşadığı gibi yaşayanlardır’.
İslam söz konusu olduğunda, elbette Hz. Peygamberin yolunda ve çizgisinde olmaktan başka bir doğru olamaz. Çünkü Hz. Peygamber (sa), Allah’ın, İslam’ı öğretmek ve doğru olarak yaşamakla görevlendirdiği elçisidir.
Günümüz Türkiye’sine gelecek olursak, hemen her cemaatin bir ‘Ehlisünneti’ vardır ve hepsi de kendiler gibi olmayanları Ehlisünnet saymazlar. Oysa inançlarındaki farklılıklara bakıldığında aslında bu cemaatlerin ya da tarikatların çoğunun Ehlisünnet inancının dışında olduğu söylenebilir. Öyle değil mi? Zikirde, rabıtada, Peygamber’in ve velilerin yerlerini ve vasıflarını belirlemede, diğer müslümanlara bakmada ve onlarla olan ilişkilerde. İnsanlara kutsallık atfetmede Hz. Peygamber ve onun ashabı gibi düşünen ve öyle olan kaç cemaat vardır. Ehlisünnet olmanın ölçüsü onlar gibi inanma ve yaşama ise, kendi kabul ve inanışlarınızı Batınî yöntemlerle ve uçuk tevillerle Kuranı Kerim’e söyleterek onlar gibi olduğunuzu iddia edebilir misiniz? Ne yazık ki, bugün bunu yapanlar ve verecek başka cevapları olmadığı için ‘ötekileri’ Ehlisünnet düşmanı olarak yaftalayıp, kendilerine meşruiyet arayanlar çoktur.
Bu sebeple biz diyoruz ki, bugün tarikatlarımızın cemaatlerimizin çoğu Ehlisünnet değildir. Aksine Ehlisünnetin batıl saydığı Batınî düşünce odaklarıdırlar. Buna rağmen kendilerinden başka Ehlisünnet tanımazlar. Hatta bugünkü Selefîler, ilk Selefte, yani Selefi Salihîn’de olmayan aşırılıklarını hesaba katmazsak, Ehlisünnet olmaya bizim tarikatlarımızdan daha yakındırlar. Oysa ne onlar bizi Ehlisünnet sayarlar, ne de biz onları.
Öyleyse bu işte bir yanlış olduğu kesindir. Kimse bize kızmasın, hepimiz gerisin geri dönelim, önce Hz. Peygamber ve ashabının nasıl inandığını yeniden öğrenelim, sonra da tekellüflü Batınî yorumlar yapmadan Ehlisünnet olup olmadığımıza bir bakalım. Tabii, ille de Ehlisünnet adıyla anılmak istiyorsanız.
[Star Gazetesi, 23 Mayıs Cuma]
‘Ehlisünnet’ kavramının sulandırılmış kelimelerden birisi olduğunda şüphe yok. Anlamı; sünnet ehli, sünnete bağlı olan, Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının, yani ashabının inanma ve yaşama biçimini benimseyen demek.
Kavram, İslam’ın başından beri kullanılan bir kavram değil. Muhtemelen Şia’ya bir tepki olarak çıkmış. Bilinen o siyasi olaylar sonucunda Hz. Ali’ye tabi olup onu destekleyenler kendilerine ‘Ali’nin taraftarları’ anlamında ‘şiatü Ali’ demişler. Geriye kalan müslümanlar da buna nazire olarak kendilerine Hz. Peygamber’in sünneti üzere yaşayanlar, orta yoldan ve ana cemaatten ayrılmayanlar anlamında ‘Ehlisünnet ve’l-cemaat’ demeyi tercih etmişler. Bu her iki tarafı da haksız görüp ikisine de katılmayanlar da başka bir grup oluşturmuşlar. Kendilerini diğerlerinden hariç gördükleri için onlara da Haricî’ler adı verilmiş.
Önceleri siyasi kavgalar sebebiyle oluşan bu ayrışımlar, sonraları kendi edebiyatlarını geliştirmişler, kendilerinin haklı olduklarını ispat için bazen Kuranı Kerim’i zorlama yorumlara girişmişler, bazen de zayıf ya da uydurma hadislere tutunmuşlar, ya da bunları bizzat oluşturmuşlar. Böylece bir iktidar kavgası, bilahare akide konusunda ciddi farklılıklara sebep olmuş. Derken Ehlisünnet kavramlaştırması, uygulamadan çok akidede, yani neye nasıl inanılacağında söz konusu olan bir durumu anlatır olmuştur. Bu sebeple tarihi süreç içinde Selefiler, Matüridîler ve Eş’arîler Ehlisünnet sayılmış, diğerleri sayılmamıştır.
Oysa Allah şöyle buyurur: ‘(Başkalarına değil de sadece) Allah’a çağıran, doğru işler yapan ve ben müslümanım diyen bir insandan daha güzel söyleyen olabilir mi?’. Yani iman açısından bir müslümanın kimliğini belirlemesi gereken şey İslam’dır, Şiilik ya da Ehlisünnet değildir. Ve dediğimiz gibi, ‘Ehlisünnet’ kavramı tepkisel bir kavramdır. Ama tepkisel olmasını bir yana bırakırsak, bunun anlattığı şey elbette doğrudur. Çünkü Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde: ‘Yahudiler yetmiş şu kadar fırkaya ayrıldılar, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi Cehenneme gidecek sadece biri cennetlik olacaktır. Cennetlik olanlar bugün benim ve ashabımın yaşadığı gibi yaşayanlardır’.
İslam söz konusu olduğunda, elbette Hz. Peygamberin yolunda ve çizgisinde olmaktan başka bir doğru olamaz. Çünkü Hz. Peygamber (sa), Allah’ın, İslam’ı öğretmek ve doğru olarak yaşamakla görevlendirdiği elçisidir.
Günümüz Türkiye’sine gelecek olursak, hemen her cemaatin bir ‘Ehlisünneti’ vardır ve hepsi de kendiler gibi olmayanları Ehlisünnet saymazlar. Oysa inançlarındaki farklılıklara bakıldığında aslında bu cemaatlerin ya da tarikatların çoğunun Ehlisünnet inancının dışında olduğu söylenebilir. Öyle değil mi? Zikirde, rabıtada, Peygamber’in ve velilerin yerlerini ve vasıflarını belirlemede, diğer müslümanlara bakmada ve onlarla olan ilişkilerde. İnsanlara kutsallık atfetmede Hz. Peygamber ve onun ashabı gibi düşünen ve öyle olan kaç cemaat vardır. Ehlisünnet olmanın ölçüsü onlar gibi inanma ve yaşama ise, kendi kabul ve inanışlarınızı Batınî yöntemlerle ve uçuk tevillerle Kuranı Kerim’e söyleterek onlar gibi olduğunuzu iddia edebilir misiniz? Ne yazık ki, bugün bunu yapanlar ve verecek başka cevapları olmadığı için ‘ötekileri’ Ehlisünnet düşmanı olarak yaftalayıp, kendilerine meşruiyet arayanlar çoktur.
Bu sebeple biz diyoruz ki, bugün tarikatlarımızın cemaatlerimizin çoğu Ehlisünnet değildir. Aksine Ehlisünnetin batıl saydığı Batınî düşünce odaklarıdırlar. Buna rağmen kendilerinden başka Ehlisünnet tanımazlar. Hatta bugünkü Selefîler, ilk Selefte, yani Selefi Salihîn’de olmayan aşırılıklarını hesaba katmazsak, Ehlisünnet olmaya bizim tarikatlarımızdan daha yakındırlar. Oysa ne onlar bizi Ehlisünnet sayarlar, ne de biz onları.
Öyleyse bu işte bir yanlış olduğu kesindir. Kimse bize kızmasın, hepimiz gerisin geri dönelim, önce Hz. Peygamber ve ashabının nasıl inandığını yeniden öğrenelim, sonra da tekellüflü Batınî yorumlar yapmadan Ehlisünnet olup olmadığımıza bir bakalım. Tabii, ille de Ehlisünnet adıyla anılmak istiyorsanız.
[Star Gazetesi, 23 Mayıs Cuma]