Faruk Başer ve Kitabı: Fethullah Gülen'in Fıkhını Anlamak...

  • Konbuyu başlatan SaLtan
  • Başlangıç tarihi
S

SaLtan

Guest
Bir kaç hafta önce Faruk Başer'in kitabı çıkmıştı. Fehullah Gülen'in fıkhını anlamak isimli. İlahiyat Profesörü olarak başarılı bir portre çizmişti. Orjinal tespitlerle güzel açıklamalarda bulundu. Açıkçası bu noktada bazı merakı olan arkadaşlara açıklama olur diye düşnüyorum. Bazı meselelerde Hocaefendinin ortaya koyduğu yorumları daha iyi anlayabiliyoruz.

Kitaba ilk eleştiri Hocaefendi'den geldi. Böyle bir kitabın yazılmasının bir yanlışlık olduğunu ifade etti. Bunun akabinde çeşitlieleştiriler geldi.

Ben de hem kitabı sizlere tanıtma hem de yazarı tanıtma amacıyla Zaman Gazetesinde Yayınlanan Röportajı sizlerle paylaşıyorum:



RÖPORTAJ: SÜLEYMAN SARGIN-MÜKREMİN ALBAYRAK
02.04.2006 PAZAR

http://[PROF. DR. FARUK BEŞER] H...değerlendirdim

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ve fıkhını anlamak maksadıyla bir çalışma yaptı. “Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Fıkhını Anlamak” isimli çalışmasında Prof. Dr. Beşer, kendisine çeşitli ortamlarda sorulara sorulara verdiği cevapları ele alarak Hocaefendi’nin fetva ya da hükümlerini ehil bir uzman gözüyle değerlendiriyor. Prof. Dr. Faruk Beşer ile kitabı üzerine konuştuk.

Hocam, bu teklif size geldiği zaman ilk tepkiniz ne oldu? “Neden ben?” diye düşündünüz mü?
Elbette. Bunu zaten kitabın başında söylüyorum. ‘Neden ben?’ diye düşündüm, çünkü Türkiye’de ne fıkhı en iyi bilen insan benim ne de Fethullah Gülen Hocaefendi’yi. Öyleyse neden ben? Bu sorunun cevabı muhtemelen şu olabilir diye geldi aklıma: Önce, Hocaefendi’yi en iyi tanıyan insan ben olmasam da hiç tanımıyor da değilim. Çünkü bir insanı ya sürekli yanında bulunur ve böylece şahsen tanırsınız ya da ortaya koyduğu hizmetleri ve fikirleri aralıksız izler ve bu yolla tanırsınız. Bendeniz de bu ikinci yolla Hocaefendi’yi iyi tanıdığımı sanıyorum. İkinci olarak ben cemaatten olmasam dahi cemaate yabancı da değilim. Yani cemaate karşı önyargılı değilim, söyleyeceklerim cemaatte olan birisinin söyleyeceklerinden de, önyargılı birisinin söyleyeceklerinden de daha objektif olur diye düşünülmüştür dedim.
Çalışmayı neden yaptığınızı anlatırken, kendiniz için “İlmini aldığı kaynakların başında Hocaefendi gelir” denmesinin doğru olacağını söylüyorsunuz. Hocaefendi’nin sizin duygu ve düşünce dünyanızdaki yeri nedir?
Buna birileri şaşırsalar dahi işin doğrusu bu. Bilgi kirlenmesi ile malul bir devirde yaşıyoruz. Her gün her taraftan bilgiler alıyorsunuz ve lakin bu bilgileri kafanızın fakültelerinde koyacağınız yeri bilemiyor, bunları doğru tasnif edemiyor ve bunalıyorsunuz. Birbiriyle uyuşmayan, örtüşmeyen, çelişkili bilgiler. Bunlar sizin kafanızda bir kaos oluşturuyor ve bu kaosu gidermek için de, tabiri caiz ise durmadan çöplük karıştırıyorsunuz. Sonunda kirlenme duygularınıza sirayet edebiliyor ve algı bozukluğu yaşayabiliyorsunuz. İşte bu durumda sutûr (satırlar) size kâfi gelmez, sudûr’a (kalbe), özümsenmiş, yerine oturmuş (rasih) bilgiye ihtiyaç duyarsınız. Şahsen ben bilgilerimi çoğu zaman Hocaefendi’nin söyledikleriyle de test etme ihtiyacı duymuşumdur. Bu açıdan söylediğim benim için doğrudur ve benim bilgi kaynaklarımdan birisi Hocaefendi’nin konuşmalarıdır. Burada bir noktaya daha dikkat çekmem gerekir: İslam düşünce tarihini bir bütün olarak ele aldığımız zaman orada akla hayale gelmedik düşüncelerle karşılaşırız. Bunların pek çoğu reddedilen fikirler ve düşünceler olmakla beraber, her birerlerinin toprağında İslam pınarından sızıntılar vardır. Bu sızıntıların farklı kültür zeminlerinde, değişik zeka ve anlayış seviyelerinde nasıl ürünler bitirdiğini görebilmek, bunları ayıklayabilmek çok önemlidir. Bunları oldum olası reddetmek akıl kârı olamaz. Günümüzde böyle kategorik düşünen pek çok ilim adamımız vardır. Biz mesela bir vahdeti vücut anlayışını fıkıh penceresinden değerlendirdiğimizde bir ölçüde İslam’dan uzaklaşma olarak görüyoruz. Ama bu düşüncenin hamurunda tasavvufi anlayış adına müthiş bir yorum/tevil çabası vardır ve siz bu düşünceyi bir celsede idama mahkum etmeniz halinde bütün bu zihinsel ve sezgisel ürünleri reddetmiş oluyorsunuz. İşte Hocaefendi’nin bu kabil düşünceleri bütünüyle atma yerine, çok hassas bir elemeye tabi tutup, güzelliklerini ayıklama becerisi benim için şahsen nefis bir örnektir.
Fıkhın, statik ve durağan bir bilgi değil, sürekli yenilenen, dinamik bir bilgi olduğunu belirtiyorsunuz. Hocaefendi’nin fıkhında bu yenilenmeyi ve dinamizmi görebildiniz mi?
Tamamıyla evet. Fıkıh da zaten budur ve bu konuda bugünlerde Dubai’deki bir üniversitede bir konferans vermeye hazırlanıyorum. Bunu dualarınızı almak için zikrettim. Hocaefendi geleneği iyi bilen ve iyi bildiği için de ona gereken değeri veren, ama basarıyla/gözüyle günümüze bakan, basiretiyle de yarını hesaba katan bir fakihtir. Bazı arkadaşlarımız bu kanaatimi gözden geçirmemi salık vermiş olsalar da bunda benim şüphem yoktur. Bunu böyle kabul etmeyenler de en az benim kadar bu kanaatlerini gözden geçirmek durumundadırlar.
“Milli duygulara vurgu” meselesi Hocaefendi’nin fıkhında, hayatında ve aksiyonunda ne anlam ifade ediyor? Bu konuyu biraz açmanızı istirham ediyoruz.
Evet, Hocaefendi milli duygulara sıkça vurgu yapar. Oysa İslam kavimler üstüdür, evrenseldir. Ancak Hocaefendi’nin metodu içerisinde bunun da bir mahmili vardır. Ben şahsen Hocaefendi’nin insan psikolojisini ve içinde bulunduğu şartları iyi bildiği için böyle bir retorik kullandığını sanıyorum. Unutmamamız gerekir ki, kimliği oluşturan değerler bir tane değildir ve bunlar her seviyede değişirler. Mesela bir insan gurbette hemşerileriyle ve başka şehirlerden gelen arkadaşlarla beraberken, aralarında çıkacak ihtilafta kişinin yerini belirleyecek en önemli özellik filan şehirli olmasıdır. Bu durumda siz onu ancak hemşerilik duygusunu uyararak harekete geçirebilirsiniz. Bir üst kimlik belirleyicinin burada rolü olmaz. Mesela; ‘Bir Rizeli olarak buna susamayız arkadaş! Bunun hesabını sormalıyız!’ dersiniz. Bu açıdan baktığımızda ‘Türk milleti’ vurgusunu böyle anlayabiliriz. Çünkü bir şeyler anlatılmak istenen muhatap kitle, bu dini mübini yüzyıllarca bayraklaştıran millet olarak Türk milletidir. Ve Türk milleti derken, vurgu bir ırka değil bir milletedir, Anadolu insanınadır. Buna Kürt’ü de Çerkez’i de dahildir.
Son olarak, kitabınız size tenkitler yöneltilmesine sebep oldu mu? Olduysa siz bunları nasıl karşılıyorsunuz? Ya da kitabınızda keşke yazmasaydım dediğiniz hususlar var mı?
Sorunuzun cevabına sonundan başlayayım; evet, maalesef keşke yazmasaydım dediğim şeyler var. Mesela, Hocaefendi’nin, sanıyorum bu kitabı kastederek temas ettiği noktaları şahsen ben hiç düşünememiştim. Siz hüsnü niyetinizi kağıda dökersiniz; ama konuşmak için fırsat gözleyenlerin bunu mesnet alacaklarını hesaba katmalısınız. İşte bunu hiç düşünmedik. Bu benim için çok önemli ve bu sebeple de epeyce ıstırap yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bazı tanıdıklarımız telefon açıp, ‘Yahu Hocaefendi gerçekten de müçtehit mi? Müceddit mi? Siz bunu nasıl söylersiniz?’ gibi eleştiriler yönelttiler. Doğrusu ben Hocaefendi’nin müçtehit olduğunu söyledim, bunda da hiç kuşkum yok, ama kastedilen anlamıyla mutlak bir müceddit olduğunu söylemedim. Tecdidin anlamı üzerinde durdum ve biri ya da birileri, dine arız olan yanlış anlamaları düzeltiyorlarsa bir nevi tecdit yapıyorlar demektir, bu durum böyle olan herkes için geçerlidir gibi şeyler söyledim. Şu anda hayatta olan bir zatın bu anlamda müceddit olduğunu ya da olmadığını söylemek bize düşmez. Bunu onun muasırları zaten bilemez, varsa bu, zamanla ve tecdid adına diğer yapılanlara kıyasla belli olur. Dolayısıyla, tekrar ediyorum, benim birisini müceddit ilan etmem ne mümkündür ne de hakkımdır. Ama, yine tekrar ediyorum, Hocaefendi’nin alim olduğunu söyledim, müçtehit olduğunu söyledim ve bunda yanıldığım kanaatinde de değilim. Ancak bunun sonucunu hesap etmediğimden dolayı da üzgünüm. Yani bunların doğru olması bunları dile getirmenin de doğru olduğu anlamına gelmiyor. Doğrusu Hocaefendi’nin tevazuu gereği bunları kabullenmemesini de yadırgamıyorum. Aksi olsaydı yadırgardım. Çünkü biz tarihte müçtehitliğini bizzat ilan eden Süyutî’den başka birisini de tanımıyoruz. Yani Hocaefendi’nin çıkıp bizzat, “Evet doğru söylüyor, ağzına sağlık!” demesini zaten beklemiyordum, ama bunun kendilerini haklı olarak rahatsız edeceğini de doğrusu hesaba katmamıştım. Bu itibarla kendilerinin üzülmesine sebep olmuş olabileceğim için de ayrıca üzgünüm ve bundan ötürü özürlerimi beyan ediyorum. Bir şey daha var, müçtehit sadece Hocaefendi de değildir. Ben kendilerini çok müstesna bir yerde görmekle beraber, mesela bir Hayrettin Karaman Bey’i de müçtehit olarak görmenin de yadırganmaması gerektiğini düşünüyorum. Haliyle, kâliyle, ilmiyle halka yön veren insanların müçtehit olarak görülmesi, faraza hata olsa dahi, bu hata böyle insanlara hiç değer vermeme hatasından çok daha küçük bir hatadır
 

USA_M

Üye
Katılım
21 Şub 2007
Mesajlar
28
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Fıkıh kişilere göre değişir mi ?
Yoksa kişileri aklama çabası mı ?
 
Üst