dedekorkut1
Doçent
EY YOLCU! YOLCULUK NEREYE
SELİM GÜRBÜZER
Konuk olduğumuz şu fani dünyada kafileler eşliğinde kimi ilim, kimi dost, kimi ticaret, kimi filim, kimi spor gibi değişik sebeplerle yollara düşüldüğü bilinen bir husus. Hangi sebeplerle yollara düşülürse düşülsün neticede insanoğlunun eninde sonunda varacağı en nihai nokta Yüce Allah’ın Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’da; “Hepiniz Allah’tan geldiniz, Allah’a döneceksiniz” vechiyle beyan buyurduğu ilahi huzur olacaktır elbet.
Madem, yolculuk insan hayatının var olan bir gerçeği, o halde burada önemli olan kimin hangi gaye maksatla ve hangi vasıtayla yolculuk yapacağı çok büyük önem arz etmekte. Bikere gayesi Allah’a ulaşmak olanın vasıtası şeriat gemisi olmalıdır. Tâ ki, Nuh’un kurtuluş gemisinde olduğu gibi vuslat limanında demirleyene dek bu gemi üzerinde seyreylemek gerekir. Görünen o ki, gayesi Allah olanın menzili maksuduna ulaştıracak tek kurtuluş bineği ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ donanımlı gemisinden başkası değil elbet. Zaten insanın böylesi üç tuğlu donanımlı gemiyi terk etmesi kendi kendinin tufanı olur.
Hani denilir ya hep, yolcu yolunda gerek diye, aynen öyle de tarik olmak varken tufan olmak niye. Ki, tarik yol demektir. O halde yola koyulurken rotamızı illa ki ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ donanımlı gemisinin kumandası hükmünde olan dümeninin belirlediği istikamet üzere seyreylemek gerekir. Aksi halde azgın deniz dalgalarının arasına karışıp bizim için tufan kaçınılmaz olur. Her kim ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ gemisinin üç tuğlu dümenine tabii olmaksızın ‘ben kendi kendimin rotamı belirlerim’ diyorsa bu tamamen değim yerindeyse gemi azıya almış nefsin azgınlığının ifadesi demek olur. Ki, daha sözün sahibi gemin (atın) dizginlerini elinde tutmasına fırsat kalmadan o çok güvendiği nefsi onu çoktan azgın dalgalara atıverir bile. Düşünsenize bir otomobil için debriyaj, fren ve gaz butonları ne ifade ediyorsa, Hz. Nuh (a.s)’ın misyonunu yüklenmiş bir gemi için ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ butonları da kurtuluşa ermenin ta kendisi bir ifadedir. Malum, şeriat butonu bu geminin zahiri rotasını belirler, tarikat butonu bu geminin özü mesabesinde bâtıni rotasını belirler, hakikat butonu da bu geminin meyvesi hükmünde ki en nihai varacağı limanın rotasını belirler. Hiç kuşku yoktur ki, hakikat meyvesine ulaşmak ancak şeriat ve tarikat butonlarını işler hale getirmekle mümkün. Hele bir insan ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ basamaklarını bir bir aşmaya bir görsün biiznillah Allah’a vuslat bir hayal değil gerçeğin ta kendisi olacaktır. Ki, buna inancımız tamdır. Çünkü şeriat; Yüce Allah'ın (c.c) Resulüne (s.a.v.) indirdiği ahkâmdır. Tarikat Kur’an ve Sünnet-i seniyye üzere amel etmektir. Hakikat ise tüm Salih amellerin semeresi manasına Şeb-i arusca meyvelenmek demektir.
Öyle anlaşılıyor ki, iman-ihlâs-ihsan gemisinin bu üç başlı butonların gösterdiği istikamette rotamızı belirlemeksizin asli vatan cennete giden kapıların açılması pek mümkün gözükmüyor. Örneğin tasavvufi butonu temsil eden gemi kaptanının, yani mürşidi kâmilin rehberliğinde rotamızı belirlediğimizde Yüce Allah’ın emirlerine uymak, nehiylerden kaçmak denen bir yola girilmiş olunur. Şeriat butonunu temsil eden gemi kaptanının, yani şer’i ilimlere vakıf mollanın rahle-i tedrisatından geçmekle de medrese ilmine girilmiş olunur. Besbelli ki her bir buton bağrında bin bir sırrı bağrında taşıdığından kaptansız bu butonlara dokunmanın hiçbir fayda sağlamayacağı muhakkak. İlla ki hak ve hakikat yolunda rehber edinmek şarttır. Çünkü yollar bir bilenin rehberliğinde kat edilebiliyor. Aksi halde atalarımızın dediği üzere maazallah ‘kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurutulmaz” olanların haline düşeriz. Bu duruma düşmemek için yine atalarımızın dediği üzere ‘at binenin (iş bilenin), kılıç kuşananın’ misali iş bilen gemi kaptanların izini iz sürmüş oluruz. Böylece gemi kaptanların rehberliğinde ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ basmaklarının izini iz sürmekle iman, salih amel ve güzel ahlak sahibi mümin olmak şerefine nail oluruz da.
Evet, insanoğlu dünya gemisinde bir seyir halinde turlamakta habire. Ancak dünya gemisiyle turlarken acaba elest meclisinde verilen sözün gereğini yerine getirerek turlayabiliyoruz mu, asıl önemli püf nokta burasıdır. Bu bilinçte turluyorsak ne ala, bu bilinçte turlamıyorsak vay halimize. Unutmayalım ki, insanoğlu diğer canlılar gibi sadece et ve kemikten ibaret yaratıklar değildir, bilakis “Yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım” kutsi hadisin sırrınca donatılmış eşrefi mahlûkat bir varlıktır. Madem eşrefi mahlûkat varlıklarız, o halde bize dünya gemisinde başıboş turlamak değil yaradılış gayemize uygun turlamak düşer. Buna mecburuz da. Ki, yaradılış gayesinin gereğini yapan dolu başakların başı eğik, dolu olmayan başakların ise başı dik olurmuş. Sakın ola ki rotamızdan sapıp da hâşâ dünyayı ben yarattım diyecek kadar zıvanadan çıkmış burnu bir karış havalarda içi boş başaklar gibi avare avare turlayanlardan olmayalım. Bakmayın siz öyle onların, dünya sathında ‘Ye kürküm Ye’ misali kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanan adammış gibi dolanmalarına, kazın ayağı hiçte öyle değil, gerçek anlamda adam olsalar dünya sathında eğilmiş dolu başaklar gibi dolaşmaları gerekirdi. Tevazuu hali hak getire, onların her biri burnu kaf dağında adamlardır. Bakınız Yüce Allah bu hususta ne buyuruyor: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra, 37)
Asıl yiğit adam o dur ki, dünya gemisinde Rabbinin emri doğrultusunda terhis olana dek dolu başak halde turlayabilendir. Rabbimizin emri dışında kendi başına buyruk kesilen asla kurtuluş limanına demir atamaz. Zira hiç kimse şah değil, padişah değil, kaptan değil. Dolayısıyla kaptansız kendine rota belirlemek ahmaklık olur. Malum bizim padişahlarımız, kaptani deryalarımız yedi iklimde hükmetmiş şahsiyetlerdir. Onlar bile ne hakanlığını, ne padişahlığına, ne de kaptanıderyalığına güvenmişlerdir, bilakis onlar kurtuluşu Allah’a sığınmakta bulmuşlardır. Öyle ki padişahlarımız Cuma namazına giderken talebe-i ulûmdan bir gruba ‘Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var!’ diye tempo tutturaraktan kendilerini hizaya çekmişler de.
Şayet bizlerde şu imtihan dünyasında yolculuğumuzu alnımızın hakkıyla tamamlamak istiyorsak, ilk iş bize Allah’ı unutturacak tüm dünyevi adresleri ve randevuları iptal edip Allah’ı hatırlatacak adresler için yola koyulmak olmalıdır. O adrese teslim yolculuklar nedir derseniz, hiç kuşkusuz:
-İlim öğrenmeye yönelik yolculuk,
-Sıla-i rahim yolculuk,
-Dost ziyareti yolculuk,
-Hac yolculuğu,
-Cihad yolculuğu (Allah Resulü; Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır buyurdu.),
-Hizmet yolculuğu,
-Sağlık veya tedavi olmak için çıkılan yolculuk,
-Helal rızk için yapılan ticaret yolculuğu,
-Tefekkür veya ibret için göze alınan yolculuk gibi yolculuklardan başkası değildir elbet.
SELİM GÜRBÜZER
Konuk olduğumuz şu fani dünyada kafileler eşliğinde kimi ilim, kimi dost, kimi ticaret, kimi filim, kimi spor gibi değişik sebeplerle yollara düşüldüğü bilinen bir husus. Hangi sebeplerle yollara düşülürse düşülsün neticede insanoğlunun eninde sonunda varacağı en nihai nokta Yüce Allah’ın Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’da; “Hepiniz Allah’tan geldiniz, Allah’a döneceksiniz” vechiyle beyan buyurduğu ilahi huzur olacaktır elbet.
Madem, yolculuk insan hayatının var olan bir gerçeği, o halde burada önemli olan kimin hangi gaye maksatla ve hangi vasıtayla yolculuk yapacağı çok büyük önem arz etmekte. Bikere gayesi Allah’a ulaşmak olanın vasıtası şeriat gemisi olmalıdır. Tâ ki, Nuh’un kurtuluş gemisinde olduğu gibi vuslat limanında demirleyene dek bu gemi üzerinde seyreylemek gerekir. Görünen o ki, gayesi Allah olanın menzili maksuduna ulaştıracak tek kurtuluş bineği ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ donanımlı gemisinden başkası değil elbet. Zaten insanın böylesi üç tuğlu donanımlı gemiyi terk etmesi kendi kendinin tufanı olur.
Hani denilir ya hep, yolcu yolunda gerek diye, aynen öyle de tarik olmak varken tufan olmak niye. Ki, tarik yol demektir. O halde yola koyulurken rotamızı illa ki ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ donanımlı gemisinin kumandası hükmünde olan dümeninin belirlediği istikamet üzere seyreylemek gerekir. Aksi halde azgın deniz dalgalarının arasına karışıp bizim için tufan kaçınılmaz olur. Her kim ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ gemisinin üç tuğlu dümenine tabii olmaksızın ‘ben kendi kendimin rotamı belirlerim’ diyorsa bu tamamen değim yerindeyse gemi azıya almış nefsin azgınlığının ifadesi demek olur. Ki, daha sözün sahibi gemin (atın) dizginlerini elinde tutmasına fırsat kalmadan o çok güvendiği nefsi onu çoktan azgın dalgalara atıverir bile. Düşünsenize bir otomobil için debriyaj, fren ve gaz butonları ne ifade ediyorsa, Hz. Nuh (a.s)’ın misyonunu yüklenmiş bir gemi için ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ butonları da kurtuluşa ermenin ta kendisi bir ifadedir. Malum, şeriat butonu bu geminin zahiri rotasını belirler, tarikat butonu bu geminin özü mesabesinde bâtıni rotasını belirler, hakikat butonu da bu geminin meyvesi hükmünde ki en nihai varacağı limanın rotasını belirler. Hiç kuşku yoktur ki, hakikat meyvesine ulaşmak ancak şeriat ve tarikat butonlarını işler hale getirmekle mümkün. Hele bir insan ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ basamaklarını bir bir aşmaya bir görsün biiznillah Allah’a vuslat bir hayal değil gerçeğin ta kendisi olacaktır. Ki, buna inancımız tamdır. Çünkü şeriat; Yüce Allah'ın (c.c) Resulüne (s.a.v.) indirdiği ahkâmdır. Tarikat Kur’an ve Sünnet-i seniyye üzere amel etmektir. Hakikat ise tüm Salih amellerin semeresi manasına Şeb-i arusca meyvelenmek demektir.
Öyle anlaşılıyor ki, iman-ihlâs-ihsan gemisinin bu üç başlı butonların gösterdiği istikamette rotamızı belirlemeksizin asli vatan cennete giden kapıların açılması pek mümkün gözükmüyor. Örneğin tasavvufi butonu temsil eden gemi kaptanının, yani mürşidi kâmilin rehberliğinde rotamızı belirlediğimizde Yüce Allah’ın emirlerine uymak, nehiylerden kaçmak denen bir yola girilmiş olunur. Şeriat butonunu temsil eden gemi kaptanının, yani şer’i ilimlere vakıf mollanın rahle-i tedrisatından geçmekle de medrese ilmine girilmiş olunur. Besbelli ki her bir buton bağrında bin bir sırrı bağrında taşıdığından kaptansız bu butonlara dokunmanın hiçbir fayda sağlamayacağı muhakkak. İlla ki hak ve hakikat yolunda rehber edinmek şarttır. Çünkü yollar bir bilenin rehberliğinde kat edilebiliyor. Aksi halde atalarımızın dediği üzere maazallah ‘kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurutulmaz” olanların haline düşeriz. Bu duruma düşmemek için yine atalarımızın dediği üzere ‘at binenin (iş bilenin), kılıç kuşananın’ misali iş bilen gemi kaptanların izini iz sürmüş oluruz. Böylece gemi kaptanların rehberliğinde ‘şeriat, tarikat ve hakikat’ basmaklarının izini iz sürmekle iman, salih amel ve güzel ahlak sahibi mümin olmak şerefine nail oluruz da.
Evet, insanoğlu dünya gemisinde bir seyir halinde turlamakta habire. Ancak dünya gemisiyle turlarken acaba elest meclisinde verilen sözün gereğini yerine getirerek turlayabiliyoruz mu, asıl önemli püf nokta burasıdır. Bu bilinçte turluyorsak ne ala, bu bilinçte turlamıyorsak vay halimize. Unutmayalım ki, insanoğlu diğer canlılar gibi sadece et ve kemikten ibaret yaratıklar değildir, bilakis “Yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım” kutsi hadisin sırrınca donatılmış eşrefi mahlûkat bir varlıktır. Madem eşrefi mahlûkat varlıklarız, o halde bize dünya gemisinde başıboş turlamak değil yaradılış gayemize uygun turlamak düşer. Buna mecburuz da. Ki, yaradılış gayesinin gereğini yapan dolu başakların başı eğik, dolu olmayan başakların ise başı dik olurmuş. Sakın ola ki rotamızdan sapıp da hâşâ dünyayı ben yarattım diyecek kadar zıvanadan çıkmış burnu bir karış havalarda içi boş başaklar gibi avare avare turlayanlardan olmayalım. Bakmayın siz öyle onların, dünya sathında ‘Ye kürküm Ye’ misali kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanan adammış gibi dolanmalarına, kazın ayağı hiçte öyle değil, gerçek anlamda adam olsalar dünya sathında eğilmiş dolu başaklar gibi dolaşmaları gerekirdi. Tevazuu hali hak getire, onların her biri burnu kaf dağında adamlardır. Bakınız Yüce Allah bu hususta ne buyuruyor: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra, 37)
Asıl yiğit adam o dur ki, dünya gemisinde Rabbinin emri doğrultusunda terhis olana dek dolu başak halde turlayabilendir. Rabbimizin emri dışında kendi başına buyruk kesilen asla kurtuluş limanına demir atamaz. Zira hiç kimse şah değil, padişah değil, kaptan değil. Dolayısıyla kaptansız kendine rota belirlemek ahmaklık olur. Malum bizim padişahlarımız, kaptani deryalarımız yedi iklimde hükmetmiş şahsiyetlerdir. Onlar bile ne hakanlığını, ne padişahlığına, ne de kaptanıderyalığına güvenmişlerdir, bilakis onlar kurtuluşu Allah’a sığınmakta bulmuşlardır. Öyle ki padişahlarımız Cuma namazına giderken talebe-i ulûmdan bir gruba ‘Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var!’ diye tempo tutturaraktan kendilerini hizaya çekmişler de.
Şayet bizlerde şu imtihan dünyasında yolculuğumuzu alnımızın hakkıyla tamamlamak istiyorsak, ilk iş bize Allah’ı unutturacak tüm dünyevi adresleri ve randevuları iptal edip Allah’ı hatırlatacak adresler için yola koyulmak olmalıdır. O adrese teslim yolculuklar nedir derseniz, hiç kuşkusuz:
-İlim öğrenmeye yönelik yolculuk,
-Sıla-i rahim yolculuk,
-Dost ziyareti yolculuk,
-Hac yolculuğu,
-Cihad yolculuğu (Allah Resulü; Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır buyurdu.),
-Hizmet yolculuğu,
-Sağlık veya tedavi olmak için çıkılan yolculuk,
-Helal rızk için yapılan ticaret yolculuğu,
-Tefekkür veya ibret için göze alınan yolculuk gibi yolculuklardan başkası değildir elbet.