Dergaz
Profesör
Bilim dünyası şokta.
Tarihte görülmüş hiçbir canlı türüne benzemeyen, hiçbir atası olmayan, nev’i şahsına münhasır bir grup yaratık yaratılışın kanıtı olarak dimdik karşımızda duruyor. Eli ayağı var insan değil, kılı tüyü var hayvan değil, sulamışlar uzamış bitki değil. Evrimcilerin bu üçüncü cinsin nereden türediğini açıklamaları zor olacak.
Ülkem haber programlarının ve Digitürk kanallarının insanlığımıza hediyesi “her türlü vahşete aşina” ruh halimle televizyon karşısında yeni bir cinayet çözmeye hazırlanırken, bir kanaldaki haber spikerinin sesi evde yankılandı sanki; “küçük kızın nefesini çaldılar!” Günün 20 saatini uyuyarak geçiren köpeğim bile kulaklarını dikti ve “yok artık” bakışı ile boynunu büküp kırk yılda bir köpekçe bir hareket sergiledi. Eve giren hırsızlar, küçücük, yatağa mahkum, hasta bir kızın nefes almasını sağlayan makinayı çalmışlardı. Daha doğrusu ağzından çekip, alıp gitmişlerdi. Tam yüksek sesle “hayv...” derken ufaklıkla göz göze geldik. Durdum. “Hayvanlar” diye söylenmek çok yanlış olurdu gerçekten.
Spiker devam etti: “Üç aylık bebeğin boğazını kesip, çöp kutusuna attılar, bir diğer çocuğun başı kesik cesedi sahile vurdu, baş tanınmasın diye ezilmişti. Birazdan. Bizden ayrılmayın.” Spikerin çabasını takdir ettim ama değil kanaldan, dünyadan ayrılasım geldi.
Eminim bilim adamları da benim kadar şaşkındır. Bunlar bir hayvan türü olamazlar. İki çalı arası nazlı nazlı gezinen sevimli ceylana atlarken aslan kral belli ki gümüş şamdanlı bir sofra kurmuyor, görüntülerde ete batırılan sıcaklık ölçer şişler, son model turbo fırınlar yok ama ortada canilik de yok. Hayvan açsa kendine sunulmuşun peşine düşüyor, karnını doyurduğu anda köşesine çekiliyor. İnsan deseniz vicdan verilmiş. Yeteneklerini kullanabileceği, duygularını yönlendirebileceği akıl sunulmuş. Az ya da çok.
Bunlar belli ki insan değil. İki ayak üzerinde yürümeleri pek birşey ifade etmiyor. Demek ki kafatasının içinde bir parça beyin, ellerin ucunda on parmak, gözlerin üstünde kaş insan olmaya yetmiyor işte. Ne hayvani ne insani hiçbir kavrama giremeyecek davranışlar gösteren bu yaratıklar belli ki özgün bir tür. Derseniz ki uzaydan geldiler bence uzaylılara da ayıp ederiz.
Gereksiz ötesi, barbarca bulduğum hayvanat bahçelerine yeni bir anlam kazandırma vakti gelmiş bence. Oralara tıktığımız zavallı, çoğu bir deri bir kemik hayvancığı artık doğaya bıraksak da bu üçüncü türü sergilemeye başlasak... Fındık fıstık atan olursa beslenirler, en kötü birbirlerini yerler. Bunlar yerler de.
Diyeceksiniz sen alışmadın mı bu haberlere? Gözüm alışsa da ruhum alışmadı, alışamadı. Dünyadaki tüm olumsuzluklara çok çabuk alışıyoruz. Tepkisiz kalıyoruz. Kötülük normalleşmeye, kanıksanmaya başlıyor. Vahşet vahşete çağırıyor. Lütfen alışmayalım. Bu manzaralara alıştığımız gün insanlığımızın bittiği gün olur.
kaynak
Tarihte görülmüş hiçbir canlı türüne benzemeyen, hiçbir atası olmayan, nev’i şahsına münhasır bir grup yaratık yaratılışın kanıtı olarak dimdik karşımızda duruyor. Eli ayağı var insan değil, kılı tüyü var hayvan değil, sulamışlar uzamış bitki değil. Evrimcilerin bu üçüncü cinsin nereden türediğini açıklamaları zor olacak.
Ülkem haber programlarının ve Digitürk kanallarının insanlığımıza hediyesi “her türlü vahşete aşina” ruh halimle televizyon karşısında yeni bir cinayet çözmeye hazırlanırken, bir kanaldaki haber spikerinin sesi evde yankılandı sanki; “küçük kızın nefesini çaldılar!” Günün 20 saatini uyuyarak geçiren köpeğim bile kulaklarını dikti ve “yok artık” bakışı ile boynunu büküp kırk yılda bir köpekçe bir hareket sergiledi. Eve giren hırsızlar, küçücük, yatağa mahkum, hasta bir kızın nefes almasını sağlayan makinayı çalmışlardı. Daha doğrusu ağzından çekip, alıp gitmişlerdi. Tam yüksek sesle “hayv...” derken ufaklıkla göz göze geldik. Durdum. “Hayvanlar” diye söylenmek çok yanlış olurdu gerçekten.
Spiker devam etti: “Üç aylık bebeğin boğazını kesip, çöp kutusuna attılar, bir diğer çocuğun başı kesik cesedi sahile vurdu, baş tanınmasın diye ezilmişti. Birazdan. Bizden ayrılmayın.” Spikerin çabasını takdir ettim ama değil kanaldan, dünyadan ayrılasım geldi.
Eminim bilim adamları da benim kadar şaşkındır. Bunlar bir hayvan türü olamazlar. İki çalı arası nazlı nazlı gezinen sevimli ceylana atlarken aslan kral belli ki gümüş şamdanlı bir sofra kurmuyor, görüntülerde ete batırılan sıcaklık ölçer şişler, son model turbo fırınlar yok ama ortada canilik de yok. Hayvan açsa kendine sunulmuşun peşine düşüyor, karnını doyurduğu anda köşesine çekiliyor. İnsan deseniz vicdan verilmiş. Yeteneklerini kullanabileceği, duygularını yönlendirebileceği akıl sunulmuş. Az ya da çok.
Bunlar belli ki insan değil. İki ayak üzerinde yürümeleri pek birşey ifade etmiyor. Demek ki kafatasının içinde bir parça beyin, ellerin ucunda on parmak, gözlerin üstünde kaş insan olmaya yetmiyor işte. Ne hayvani ne insani hiçbir kavrama giremeyecek davranışlar gösteren bu yaratıklar belli ki özgün bir tür. Derseniz ki uzaydan geldiler bence uzaylılara da ayıp ederiz.
Gereksiz ötesi, barbarca bulduğum hayvanat bahçelerine yeni bir anlam kazandırma vakti gelmiş bence. Oralara tıktığımız zavallı, çoğu bir deri bir kemik hayvancığı artık doğaya bıraksak da bu üçüncü türü sergilemeye başlasak... Fındık fıstık atan olursa beslenirler, en kötü birbirlerini yerler. Bunlar yerler de.
Diyeceksiniz sen alışmadın mı bu haberlere? Gözüm alışsa da ruhum alışmadı, alışamadı. Dünyadaki tüm olumsuzluklara çok çabuk alışıyoruz. Tepkisiz kalıyoruz. Kötülük normalleşmeye, kanıksanmaya başlıyor. Vahşet vahşete çağırıyor. Lütfen alışmayalım. Bu manzaralara alıştığımız gün insanlığımızın bittiği gün olur.
kaynak