Evliyâullah'ın Dereceleri

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Bu hadiste kasdedilen ümmet tebe-i Tabiinden sonra gelenler içindir kardeşim...

Yoksa haşa ki ümmetin içinde sahabeden üstün kimse olsun
Peygamber Efendimiz(s.a.v) kardeşlerim dedikleri kimlerdir?



“Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.”(Müslim, Tahâret 39)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kabristana gelip:

"Ey mümin cemaatin diyârı! Size selâm olsun. İnşaallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim." buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
"Yâ Resulellah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?" dediklerinde:
"Siz benim ashâbımsınız. İhvanımız ise, henüz gelmemiş olanlardır." buyurdu.
"Henüz gelmemiş olan ümmetinizi nasıl tanıyacaksınız yâ Resulellah?" diye sorulduğunda ise şöyle cevap verdi:

"Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi?"
"Elbette bilir yâ Resulellah!"
"Kardeşlerimiz de yüzleri, el ve ayakları abdest nuru ile parlak olarak geleceklerdir. Ben de havzın başında onları bekleyeceğim." (Müslim: 249)





“Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniye’me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır.” (Beyhakî)



Rivayete göre Ashâb-ı kiram’dan Ebu Sâlebetü’l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bu Âyet-i kerime’nin tefsirini sorduğunda şöyle buyurmuştur:

“Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!

Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır.”

Ashâb-ı kiram: “Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani ‘Sizden’ kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)” diye sorduklarında buyurdu ki:

“Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar.” (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
 

Son.Fedai

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2007
Mesajlar
6,367
Tepkime puanı
136
Puanları
63
Yaş
54
Konum
Gaziantep
Web sitesi
www.elibolyazilim.com
Peygamber Efendimiz(s.a.v) kardeşlerim dedikleri kimlerdir?
Amenna kardeşim

Bu hadislerin olması sahabeden üstün insan olduğunu göstermez

Burada kasdedilenler SAHABE, TABİİN, TEBEİ TABİİN den sonrakiler

Bu ilk üç nesil hadisle sabittir.

Ümmetin içinde onlardan hayırlısı yoktur

Çünkü Onlar Hz. Rasulallah SAV yı gördüler, Ona SAV iman ettiler, Onunla SAV birlikte islam için savaştılar, Onun SAV derdine ortak oldular, Dini ve İlmi ilk elden pınarından aldılar, din için, islam için canlarını ortaya koydular

Onlardan üstün kim olabilir?
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Evliyaullah: Allah'ın velileri anlamında.

Yani genel manada iman edenlerin tamamı...

Hadi hadis var, Peygamber'in kavli var, Sahabe'yi, Tabiini ve Ondan sonraki nesli bir kenara bırakalım,

İman edenlerin tamamının Allah katındaki derecelerini "kesinlik" anlamında bilmek mümkün değildir...

Ama Allahü Teala bizlere bir yol gösteriyor, o yol ekseninde de "kesinlik" yok ama, "Şöyle kimseler derece itibariyle daha üstündür" şeklinde düşünebiliriz...

Allah buyurur:

"Allah katında en üstünleriniz "ittika" (takva) üzere olanlarınızdır..."

İman ve amelde kim çok daha takva sahibi üstün olanlar onlardır...

Mesela, "Ahmet Efendi"nin üstün olduğunu söyleyebiliriz. Onun üstün olduğunu düşünebiliriz. Ama, "Ahmet Efendi Allah katında üstündür, derecesi alidir" gibi kesin yargılarla bir tanımlamada bulunamayız.

Bunlar tasavvuf şeyhleri için de geçerlidir.

"Şeyh Falan Fini Efendi'nin derecesi Allah katında üstündür..." şeklinde kesinlik ifade eden bir tanımlamada bulunamayız...

Sadece o şeyhin üstün olduğunu düşünürüz, hepsi budur...

Ama tarikatten el alanlar şeyhlerinin üstünlüklerini kesin bir dille ifade ederler ya da bu manaya gelecek cümleler kurarlar.

Diyelim KURT26'nın Şeyhi Allah'tan sonra gelen 1. adam... O kadar üstün yani (misal olarak...)

KURT26'ya ne..???

İşte yine tarikate el verenler buradan şunu anlar:

Şeyh Allah'tan sonra 2. adamsa... Ne kadar güzel... KURT26'da onun kucağındadır... Şeyhine el verdi ya, şeyh onu sarıp sarmaladı yanına aldı...

Sadece KURT26 değil, o şeyhe ne kadar insan bağlı ise hepsi şeyhin kucağındadır...

Böyle bir yapılanma İslam olabilir mi..? Din olabilir mi..??

Böyle insanların şeyhlerini anında bırakmaları bir psikoloğa kendilerini teslim etmeleri gerekiyor...

KURT26 hemen başlasın...
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
@Yahayy

Yaşın başın kaç bilmiyorum ama belki de yaşın kadar Tasavvufun içinde bulunmuşumdur.

Sorum çok basittir.

Sahte mürşidler,şeyhler var.
Mürşidiniz kimdi şeyhiniz kimdi?

Sizin kalbinizi kim kırdı?Tasavvufu yaşadınız madem hadisleri inkar edecek kadar ne yaşadınız?Nasıl tasavvufa düşman oldunuz.Çok merak ediyorum.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Kardeş

Konuşalım

Allah CC bir kul dua ettiğinde o duaya nasıl icabet eder?

Bir kul Allah CC dan bir şey istediğinde nasıl verir?

Hadi buyur anlat

Peki Allah'ın ayetleri ile gidelim ne güzel.
İnan kimseyi haklı haksız çıkarma garezim yok peşinen bunu belirteyim, bundan bir zerre bir haz almıyorum, bilakis o kimseden daha fazla üzülüyorum
bunu peşinen söyleyeyim inanıp inanmamakta özgürsün.

Güzel Allah'ın ayetleri üzerinden gidelim, ben ilk ayeti yazdım Ahkâf 5.
Allah burada bir batıl, dalalete sapmış bir Dûa tasviri yapıyor ve sizi kıyamete kadar duyma imkanı olmayan kişilere
imdat eden, istimdat eden, dûa edenden daha yolunu şaşırmış kim olabilir ki diyor.
Kişilere derken de putlardan demiyor, "men" yani "kimselerden" imdat eden kişi için dalalet ifadesini kullanıyor.
Bu durumda ölmüş bir Allah'ın yanında nasıl bir konumu olup olmadığını bilmediğimiz,
buna dair elimizde bir delilimiz olmayan bir kimsenin ruhaniyetinden imdat dilenmek bu fiile uygun mudur, değil midir, sana göre?
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
@Yahayy



Sorum çok basittir.

Sahte mürşidler,şeyhler var.
Mürşidiniz kimdi şeyhiniz kimdi?

Sizin kalbinizi kim kırdı?Tasavvufu yaşadınız madem hadisleri inkar edecek kadar ne yaşadınız?Nasıl tasavvufa düşman oldunuz.Çok merak ediyorum.

Ya güzel kardeşim ikide birde hadis inkarcısı filan yazıp iftira etme.
Ben mihenk taşı olarak Kur'an alan biriyim, sen bana 1000 yıl anlatsan Kur'an ile açıkca çelişen bir sözü kabul ettiremezsin.
Velev ki hadis diyerek okuduğun bir metnin Kur'ana uygunluk şartı vardır, peygamber başka şey, Kur'an başka şey söyler mi?
Senin mantığına göre o zaman Ahmed Bin Hanbel 600.000 Bin hadisten 40.000 Sahih, Buhari ise 5000 Tane sahih olarak seçmiş ise en büyük hadis inkarcısı Buhari demen lazım, çünkü Hanbelin sahih dediği onbinlerce hadise sahih demiyor, , ama diyebilir misin, tabiki hayır.
Neden çünkü devrelerin yanar bu kadar basit.
Ama ben hadis inkarcısı değilim, Kur'ana uygunluk kriterim var dediğim de ben derim, çünkü Allah'ın verdiği en büyük akıl nimetini kahvaltıda ekmekle tüketmiyorum.

Ayrıca senin anladığın manada şeyh'siz birinin olmadığına inanamıyorsan senin cidden devrelerin yanmış.
Kur'andan Âla rehber, peygamberden Âla mürşid, Allah'tan Âla dost veli aramaya sebeb nedir.
Olsa olsa Kur'anın gıdası ile gıdalanamayıp aç kalmaktır.
Günceler Aç susuz kalmış birine, küflenmiş ekmeği versen gözünü kırpmadan, nefes almadan yer, sizinki o hesap.
Kur'an ile beslenemeyince ne gıda verseler pirzola sanıyorsunuz, ama değil, o gıdanın organiği, Gdo'suzu, sukatılmamışı,
insan eli değmemişi var, el-cevap Kur'an, onunla doymazsan sen, senin karnını başka bir şeyle bir güzel doyururlar.
Şekil A.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Bak güzel kardeşim, sana hayatında kimsenin yapmayacağı, hele hele ağa babalarının hiç yapmayacağı bir iyilik yapıyorum.
Sana kimse Kur'anın hemen hemen tamamında mücadele ettiği Şirk kavramını anlatmamış.
Ben sana bu Gavs-Kutbul Aktap- Ebdal-Evtad vs isimle istimdat-yardım isteme-istikamet olarak duaya katılma makamına koyduğunuz varlıkları
Allah'ın nasıl tanımladığını direk hiç katmadan, yorum yapmadan yazıyorum.

Eğer sen Kur'ana iman etmiş biri isen burada dinlemen gerek tek mercii Allah'ın bizzat kendisi, yani kendi Kelamıdır.


AHKÂF - 5



Ve men edallu mimmen yed’û min dûnillâhi men lâ yestecîbu lehu ilâ yevmil kıyâmeti ve hum an duâihim gâfilûn(gâfilûne).

1.ve men: ve kim
2.edallu: dalâlette olan
3.mimmen (min men): kimseden
4.yed'û: dua eder
5.min dûni allâhi: Allah'tan başka
6.men: kim, kimse, kişi
7.lâ yestecîbu: icabet etmez
8.lehû: ona
9.ilâ yevmi el kıyâmeti: kıyâmet gününe kadar
10.ve hum: ve onlar
11.an duâi-him: onların dualarından, tapmalarından
12.gâfilûne: gâfildirler


Elmalılı Hamdi Yazır:Hem o kimseden daha şaşkın (Edallû- dalalette) kim olabilir ki Allahı bırakır da kendisine Kıyamete kadar cevab veremiyecek kimselere (men - Kimse kişi/akıllı varlık) duâ eder (istimdat-imdat eder) onlar ise onların duâlarından gafildirler
Bu ayette dua edilen kimse çevirisini bir çok meâl, tefsir put diye çeviriyor ama bak Allah nasıl bir puttan bahsediyor, men zamiri akıllı varlıklar için kullanılan bir zamir, yani o kimselere dua eden diyor Allah. Ki Mekkeli müşriklerin yaptığıda Kabeye hizmeti geçmiş,
Allah'a yakın oldukları zannı ile o kimseler için anma makamları inşa etmek, dualarına katmak, aracı kılmaktı.

Şimdi sen ben dûa mı ediyorum diyeceksin, 1000 Yıl önce ölmüş birine Eyyy Gavs-ül Azam, İmdat Ya Gavsül Azam diye çağırıp, imdat ederken
o şahsın yaşadığına, seni duyduğuna inandığın ruhuna istimdat etmiyor musun, ruhuna yalvar mıyor musun?
Vallahi bir milyon kez hayır desen de, eğer bu ölmüş ruhları başın sıkıştığında yardıma çağırıyor ve yardıma hazır olduğuna inanıyorsan
tam olarak yukarıdaki ayette Allah'ın tanımladığı dalalete diz boyu batmış oluyorsun.

Peki sen bu Allah gibi yardıma koyup aracı yaptığın bu şahısların imanla öldüğüne delilin mi var ki, en büyük veli, Allah dostu ilan ediyorsun.
Hani itibar son nefese idi, Allah'ın ismi Azam verdiğini beyan ettiği Bel'am denen alim kişi bile sonradan imansız öldü ise,
sen nereden biliyorsun bu zatların Allah'ın yanındaki değerinden, buna delilin mi var.
Var, önündeki sadece sana bizim tezgaha gel işte tezgahının kitapları diye okuduğun kitaplar, hâlbuki Kur'an tam tersini söylerken...
Bak güzel kardeşim şirk küfürden daha tehlikelidir, küfreden adam küfrünü kabul eder, ama müşrik şirkini asla kabul etmez ve sürekli kılıflar bulmaya çalışır. Ben ona dua etmiyorum, ben ona tapmıyorum, ben onu rab mı biliyorum bir de üstüne estağfirullar çeker.
Halbuki tam olarak müşriklik tanımının içini dolduruyordur, ama bu hali ile kendini Allah'a daha yakın hissettiği aldatmacası ile ruhunu
şirk ile besler haz alır.

İşte Allah'ın sözleri, işte senin önüne koyulan sözler sen hangisine iman ediyorsan o yola git artık, Allah'ın azabı ile uyarıldın.

TASAVVUF’UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

"Rûhâniyet ve Cismâniyet"

Öteden beri işitiliyor ki bazı veliler bir yerde, iki yerde, birkaç yerde aynı anda bulunabiliyor. Bunun içyüzünü size arzedelim:
Geçen gün bir arkadaş geldi. "Dünürüm çok hasta, yanından geliyorum. Bana sizden bahsederek 'Şimdi yanımdaydı, şurada namaz kılıyordu.' dedi. Halbuki siz buradasınız. Bunun hikmeti nedir?" diye sordu.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunu kudsî ruhla destekler. Rûhâniyet O'nun yürütüp kullandığı bir ruhtur. Onu yalnız O bilir ve kullanır. Onun rûhâniyetinden lâtifeler halkeder. O lâtifeler onun mânevî askeridir. O askerleri Allah-u Teâlâ dilediği yerde yürütür, çalıştırır.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır." (Fetih: 4)
Dilediği şekilde işlerini yönetir.
Bu lâtifelerden bazen kişinin haberi olur, bazen haberi bile olmaz. Bir yerde değil, kırk yerde, dilediği yerde bulundurabilir.
O rûhâniyetin askeri olduğu için, kılına varıncaya kadar herşeyi ona benzer. Kesinlikle ayıramazsınız.
Rûhâniyet aynı bir arkadaş gibi, kişinin yanında bulunur, gelenlere mukabele eder. Onu ziyarete melekler gelir, huriler gelir, gayb âleminden Allah-u Teâlâ'nın murad ettiği kimseler gelir. Neler neler, kimler gelir, akıl almaz.
O kişinin keşfi açıksa onları görür, karşılar, uğurlar. Keşfi açık değilse onları rûhâniyeti karşılar, onlarla konuşur ve onları uğurlar. Allah-u Teâlâ kimi kapalı yürütüyorsa, rûhâniyet onlara mukabele eder. Onun vazifesini o yapar.
Allah-u Teâlâ dilediği kadar tecelli eder, o lâtifeleri çalıştırır. Burada şu hususu arzetmek istiyoruz ki, Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır, Mürşid-i kâmil ise bir maske olmuş oluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-Hafâ)
O ölmüş amma, ruhu ve ruhâniyeti ölmemiştir, askerleri de ölmemiştir. On kişi, yirmi kişi, kırk kişi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nın izniyle muradlarına erdirir.
Çünkü ölmediler. "İstimdat et, yardım edecek, cevap verecek sana." buyuruyor. Niçin? Ölmediği için. Elbise öldü, amma ruhâniyet ölmedi.
Kabir ehlinden nasıl istimdat edilir? Ruhu alınmış, kabre konmuş, böyle bir kimseden nasıl yardım istenir? Ruh alınmış amma, diğer insanlarda bulunmayan yalnız onda bulunan iki ruh vardır. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nın takviye ettiği ruhâniyet kaldı. Kudsî ruh bu işi yapıyor. İstimdat edenlere yetişen işte bu ruhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardım isteyenlerin yardımına yetişir.
"O Lâtif'tir, Habir'dir." (En'âm: 103)
Lâtif olan, Habir olan Allah-u Teâlâ; bütün işlerin inceliklerini bilir, her şeyden haberdardır. O ruhâniyeti dilediği şekilde hareket ettirir, O ruhâniyeti her şeyden haberdar eder.
Bütün bunlar senden sana yakın olan Allah-u Teâlâ'nın tecellileridir. O ruhâniyet bütün bu işlere vâkıftır. Kabirde de, mahşerde de böyledir. İstedikleri zaman, istedikleri şekilde böyle yetişirler.
Mürşid-i kâmil'in gerçekten de bir maske olduğu apaçık anlaşılmış oluyor.
Fakir der ki:
"Ben değersiz ve hükümsüz bir mahlûkum. Bütün değer ve hüküm Hazret-i Allah'a âittir."

Bu arzettiğimiz beyanlarla Mürşid-i kâmil'in hükümsüz, değersiz ve bir maskeden ibaret olduğu anlaşıldı.
Diyeceksiniz ki; "Peki Mürşid-i kâmil'in değeri nerededir?"
Allah-u Teâlâ yalnız o maskededir. İşte Mürşid-i hakiki dediğimiz Hazret-i Allah budur.
Bunun içindir ki Âyet-i kerime'sinde:
"Sâdıklarla beraber olunuz." buyuruyor. (Tevbe: 119)
Bu Âyet-i kerime'nin sırrı da bu noktada açılmış oldu. Zavallı insan "Ben, Ben, Ben" der benlik putuna tapınır durur. Özünde nefis, sözünde "Ben!".
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"O Zâhir'dir." (Hadid: 3)
Ota bir şekil vermiş meydana çıkarmış, çiçeğe bir şekil vermiş meydana çıkarmış, insana bir şekil vermiş, meydana çıkarmış, kâinata bir şekil vermiş, meydana çıkarmış. Şimdi her meydana çıkan O'nunla çıkıyor. Varlığını çektiği zaman yok oluyor. Hani sen vardın? Yani sen O'nunla kaimsin. Fakat zavallı insan "Ben!" dedi, putuna tapındı. Ben putuna tapındı gitti. Kâinat da böyledir. Yani bir otla, bir çiçekle, bir insanla, bir kâinat Allah-u Teâlâ'nın yanında değişmez.

Madde ile mânâ arasındaki fark:
Cismâniyet âlem-i halk'tan, rûhâniyet ise âlem-i emir'dendir.
Cismâniyet zulmânidir, rûhâniyet nurânidir.
Cismâniyet hayvânidir, rûhâniyet melekîdir.
Cismâniyet yer, içer, gaflete düşer; rûhâniyet yemez, içmez, gaflete düşmez.
Cismâniyet varlık benlik iledir, rûhâniyet Allah-u Teâlâ'nın emrindedir.
Cismâniyet şeytanın oyununa düşer, rûhâniyet daima uyanıktır.
Cismâniyet halk iledir, rûhâniyet Hakk iledir.
Cismâniyet zevk sefâ iledir, rûhâniyet daima ibadet, taat ve takvâ iledir.

Hakikat ehlinde rûhâniyet ve cismâniyet ayrılmaktadır.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunun ruhâniyetinden lâtifeler halkeder. Ne kadar halkettiğini O bilir ve o latifeleri O çalıştırır, bazen kişinin haberi bile olmaz. Bu gizli bir ilimdir.

Bunlar Allah-u Teâlâ'nın ruhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir." (Mücâdele: 22)
Bu gibi kulların rûhâniyetleri daima uyanıktır.
Cismâniyetin uyuması veya uyanık olması rûhâniyeti etkilemez. O daima uyanık olduğu için Allah-u Teâlâ o rûhâniyetten lâtifeler halkeder ve onları hareket ettirir.
Allah-u Teâlâ'nın lütuf izniyle kendisinden mânen istimdat edenlerin yardımına yetişir, ister yakın ister uzak olsun.
Gerek ziyaretine gelen meleklerle, veyahut gayb âlemindeki insanlarla görüşür ve konuşur. Tıpkı insanın yanında başka bir insan bulunuyormuş gibi, rûhâniyet onlara mukabele eder. O kulun bundan haberi bile olmaz, Allah-u Teâlâ ona isterse bildirir, isterse bildirmez.
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
Hadis-i şerif'inde rûhâniyet ile cismâniyet arasındaki farklılığı gayet güzel olarak öğrenmiş oluyoruz.
Hayatta da olsa, âhirete intikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadına yetişir.
Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.
Rûhâniyet nurlar çeşidinden olduğu için güneş ışığı gibi yakınlık ve ıraklık tesirinden uzaktır.
"Eğer Yemen'de olsan, benim ile isen yanımdasın. Yok bensiz isen, yanımda da olsan, Yemen'de gibisin."
Farsça şiiri dahi bu hakikati izah için âdil bir şâhittir.

Rûhâniyet dünyada seninle olduğu gibi, kabirde de seninle, mahşerde de seninle, cennet-i âlâ'da da seninle arkadaştır.
Bunun delili şu Âyet-i kerime'dir:
"Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse; işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar." (Nisâ: 69)
Ahlâk-ı zemime ile meşgul olanlar, nefis ve şeytana uyanlar, dünyada o kötü arkadaşla oldukları gibi, kabirde de, mahşerde de, cehennemde de onunla arkadaştırlar.

Kaynak:http://www.hakikat.com/dergi/180/tasavvuf180.html
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Ya güzel kardeşim ikide birde hadis inkarcısı filan yazıp iftira etme.
Ben mihenk taşı olarak Kur'an alan biriyim, sen bana 1000 yıl anlatsan Kur'an ile açıkca çelişen bir sözü kabul ettiremezsin.
Velev ki hadis diyerek okuduğun bir metnin Kur'ana uygunluk şartı vardır, peygamber başka şey, Kur'an başka şey söyler mi?
Senin mantığına göre o zaman Ahmed Bin Hanbel 600.000 Bin hadisten 40.000 Sahih, Buhari ise 5000 Tane sahih olarak seçmiş ise en büyük hadis inkarcısı Buhari demen lazım, çünkü Hanbelin sahih dediği onbinlerce hadise sahih demiyor, , ama diyebilir misin, tabiki hayır.
Neden çünkü devrelerin yanar bu kadar basit.
Ama ben hadis inkarcısı değilim, Kur'ana uygunluk kriterim var dediğim de ben derim, çünkü Allah'ın verdiği en büyük akıl nimetini kahvaltıda ekmekle tüketmiyorum.

Ayrıca senin anladığın manada şeyh'siz birinin olmadığına inanamıyorsan senin cidden devrelerin yanmış.
Kur'andan Âla rehber, peygamberden Âla mürşid, Allah'tan Âla dost veli aramaya sebeb nedir.
Olsa olsa Kur'anın gıdası ile gıdalanamayıp aç kalmaktır.
Günceler Aç susuz kalmış birine, küflenmiş ekmeği versen gözünü kırpmadan, nefes almadan yer, sizinki o hesap.
Kur'an ile beslenemeyince ne gıda verseler pirzola sanıyorsunuz, ama değil, o gıdanın organiği, Gdo'suzu, sukatılmamışı,
insan eli değmemişi var, el-cevap Kur'an, onunla doymazsan sen, senin karnını başka bir şeyle bir güzel doyururlar.
Şekil A.

Yaşın başın kaç bilmiyorum ama belki de yaşın kadar Tasavvufun içinde bulunmuşumdur.
Bu cümleyi siz kurmadınız mı?Peki tasavvufun içinde bulundum demekle neyi kasteddiniz?

Ama ben hadis inkarcısı değilim, Kur'ana uygunluk kriterim var

Peki bu güne kadar hangi hadisi kabul ettiniz?
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul

TASAVVUF’UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

"Rûhâniyet ve Cismâniyet"

Öteden beri işitiliyor ki bazı veliler bir yerde, iki yerde, birkaç yerde aynı anda bulunabiliyor. Bunun içyüzünü size arzedelim:
Geçen gün bir arkadaş geldi. "Dünürüm çok hasta, yanından geliyorum. Bana sizden bahsederek 'Şimdi yanımdaydı, şurada namaz kılıyordu.' dedi. Halbuki siz buradasınız. Bunun hikmeti nedir?" diye sordu.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunu kudsî ruhla destekler. Rûhâniyet O'nun yürütüp kullandığı bir ruhtur. Onu yalnız O bilir ve kullanır. Onun rûhâniyetinden lâtifeler halkeder. O lâtifeler onun mânevî askeridir. O askerleri Allah-u Teâlâ dilediği yerde yürütür, çalıştırır.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır." (Fetih: 4)
Dilediği şekilde işlerini yönetir.
Bu lâtifelerden bazen kişinin haberi olur, bazen haberi bile olmaz. Bir yerde değil, kırk yerde, dilediği yerde bulundurabilir.
O rûhâniyetin askeri olduğu için, kılına varıncaya kadar herşeyi ona benzer. Kesinlikle ayıramazsınız.
Rûhâniyet aynı bir arkadaş gibi, kişinin yanında bulunur, gelenlere mukabele eder. Onu ziyarete melekler gelir, huriler gelir, gayb âleminden Allah-u Teâlâ'nın murad ettiği kimseler gelir. Neler neler, kimler gelir, akıl almaz.
O kişinin keşfi açıksa onları görür, karşılar, uğurlar. Keşfi açık değilse onları rûhâniyeti karşılar, onlarla konuşur ve onları uğurlar. Allah-u Teâlâ kimi kapalı yürütüyorsa, rûhâniyet onlara mukabele eder. Onun vazifesini o yapar.
Allah-u Teâlâ dilediği kadar tecelli eder, o lâtifeleri çalıştırır. Burada şu hususu arzetmek istiyoruz ki, Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır, Mürşid-i kâmil ise bir maske olmuş oluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-Hafâ)
O ölmüş amma, ruhu ve ruhâniyeti ölmemiştir, askerleri de ölmemiştir. On kişi, yirmi kişi, kırk kişi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nın izniyle muradlarına erdirir.
Çünkü ölmediler. "İstimdat et, yardım edecek, cevap verecek sana." buyuruyor. Niçin? Ölmediği için. Elbise öldü, amma ruhâniyet ölmedi.
Kabir ehlinden nasıl istimdat edilir? Ruhu alınmış, kabre konmuş, böyle bir kimseden nasıl yardım istenir? Ruh alınmış amma, diğer insanlarda bulunmayan yalnız onda bulunan iki ruh vardır. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nın takviye ettiği ruhâniyet kaldı. Kudsî ruh bu işi yapıyor. İstimdat edenlere yetişen işte bu ruhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardım isteyenlerin yardımına yetişir.
"O Lâtif'tir, Habir'dir." (En'âm: 103)
Lâtif olan, Habir olan Allah-u Teâlâ; bütün işlerin inceliklerini bilir, her şeyden haberdardır. O ruhâniyeti dilediği şekilde hareket ettirir, O ruhâniyeti her şeyden haberdar eder.
Bütün bunlar senden sana yakın olan Allah-u Teâlâ'nın tecellileridir. O ruhâniyet bütün bu işlere vâkıftır. Kabirde de, mahşerde de böyledir. İstedikleri zaman, istedikleri şekilde böyle yetişirler.
Mürşid-i kâmil'in gerçekten de bir maske olduğu apaçık anlaşılmış oluyor.
Fakir der ki:
"Ben değersiz ve hükümsüz bir mahlûkum. Bütün değer ve hüküm Hazret-i Allah'a âittir."

Bu arzettiğimiz beyanlarla Mürşid-i kâmil'in hükümsüz, değersiz ve bir maskeden ibaret olduğu anlaşıldı.
Diyeceksiniz ki; "Peki Mürşid-i kâmil'in değeri nerededir?"
Allah-u Teâlâ yalnız o maskededir. İşte Mürşid-i hakiki dediğimiz Hazret-i Allah budur.
Bunun içindir ki Âyet-i kerime'sinde:
"Sâdıklarla beraber olunuz." buyuruyor. (Tevbe: 119)
Bu Âyet-i kerime'nin sırrı da bu noktada açılmış oldu. Zavallı insan "Ben, Ben, Ben" der benlik putuna tapınır durur. Özünde nefis, sözünde "Ben!".
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"O Zâhir'dir." (Hadid: 3)
Ota bir şekil vermiş meydana çıkarmış, çiçeğe bir şekil vermiş meydana çıkarmış, insana bir şekil vermiş, meydana çıkarmış, kâinata bir şekil vermiş, meydana çıkarmış. Şimdi her meydana çıkan O'nunla çıkıyor. Varlığını çektiği zaman yok oluyor. Hani sen vardın? Yani sen O'nunla kaimsin. Fakat zavallı insan "Ben!" dedi, putuna tapındı. Ben putuna tapındı gitti. Kâinat da böyledir. Yani bir otla, bir çiçekle, bir insanla, bir kâinat Allah-u Teâlâ'nın yanında değişmez.

Madde ile mânâ arasındaki fark:
Cismâniyet âlem-i halk'tan, rûhâniyet ise âlem-i emir'dendir.
Cismâniyet zulmânidir, rûhâniyet nurânidir.
Cismâniyet hayvânidir, rûhâniyet melekîdir.
Cismâniyet yer, içer, gaflete düşer; rûhâniyet yemez, içmez, gaflete düşmez.
Cismâniyet varlık benlik iledir, rûhâniyet Allah-u Teâlâ'nın emrindedir.
Cismâniyet şeytanın oyununa düşer, rûhâniyet daima uyanıktır.
Cismâniyet halk iledir, rûhâniyet Hakk iledir.
Cismâniyet zevk sefâ iledir, rûhâniyet daima ibadet, taat ve takvâ iledir.

Hakikat ehlinde rûhâniyet ve cismâniyet ayrılmaktadır.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunun ruhâniyetinden lâtifeler halkeder. Ne kadar halkettiğini O bilir ve o latifeleri O çalıştırır, bazen kişinin haberi bile olmaz. Bu gizli bir ilimdir.

Bunlar Allah-u Teâlâ'nın ruhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir." (Mücâdele: 22)
Bu gibi kulların rûhâniyetleri daima uyanıktır.
Cismâniyetin uyuması veya uyanık olması rûhâniyeti etkilemez. O daima uyanık olduğu için Allah-u Teâlâ o rûhâniyetten lâtifeler halkeder ve onları hareket ettirir.
Allah-u Teâlâ'nın lütuf izniyle kendisinden mânen istimdat edenlerin yardımına yetişir, ister yakın ister uzak olsun.
Gerek ziyaretine gelen meleklerle, veyahut gayb âlemindeki insanlarla görüşür ve konuşur. Tıpkı insanın yanında başka bir insan bulunuyormuş gibi, rûhâniyet onlara mukabele eder. O kulun bundan haberi bile olmaz, Allah-u Teâlâ ona isterse bildirir, isterse bildirmez.
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
Hadis-i şerif'inde rûhâniyet ile cismâniyet arasındaki farklılığı gayet güzel olarak öğrenmiş oluyoruz.
Hayatta da olsa, âhirete intikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadına yetişir.
Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.
Rûhâniyet nurlar çeşidinden olduğu için güneş ışığı gibi yakınlık ve ıraklık tesirinden uzaktır.
"Eğer Yemen'de olsan, benim ile isen yanımdasın. Yok bensiz isen, yanımda da olsan, Yemen'de gibisin."
Farsça şiiri dahi bu hakikati izah için âdil bir şâhittir.

Rûhâniyet dünyada seninle olduğu gibi, kabirde de seninle, mahşerde de seninle, cennet-i âlâ'da da seninle arkadaştır.
Bunun delili şu Âyet-i kerime'dir:
"Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse; işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar." (Nisâ: 69)
Ahlâk-ı zemime ile meşgul olanlar, nefis ve şeytana uyanlar, dünyada o kötü arkadaşla oldukları gibi, kabirde de, mahşerde de, cehennemde de onunla arkadaştırlar.

Kaynak:http://www.hakikat.com/dergi/180/tasavvuf180.html

Ben ne yazıyorum, sen gidip bana 1 sayfa kopyala yapıştır yapıyorsun, benim mesajımda ayet metninin haricinde copy/paste var mı.
Hepsi benim ifadelerim, sen neden kendi cümlelerini kuramıyorsun da, Allah'a nispet eder gibi ayetlerine dergi makale yapıştırıp getiriyorsun.
Ayete ayet ile cevap ver varsa benim yazdığım ayete Allah'tab bir delilin getir, ama lütfen kendi ifadelerini yaz getir, böyle yapıştır kaç, ne anlamı var ki,
yazma daha iyi.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Bu cümleyi siz kurmadınız mı?Peki tasavvufun içinde bulundum demekle neyi kasteddiniz?

Peki bu güne kadar hangi hadisi kabul ettiniz?

İçinde bulundum demekle o ortamlarda bulundum, sağım solumda hala dolu demek istedim.
Sen bana kabul etmediğim hadis getir nedeni ile konuşuruz, ben hadis inkar etmem, ama sen çok rahat edersin.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Evliyaullah: Allah'ın velileri anlamında.

Yani genel manada iman edenlerin tamamı...

Hadi hadis var, Peygamber'in kavli var, Sahabe'yi, Tabiini ve Ondan sonraki nesli bir kenara bırakalım,

İman edenlerin tamamının Allah katındaki derecelerini "kesinlik" anlamında bilmek mümkün değildir...

Ama Allahü Teala bizlere bir yol gösteriyor, o yol ekseninde de "kesinlik" yok ama, "Şöyle kimseler derece itibariyle daha üstündür" şeklinde düşünebiliriz...

Allah buyurur:

"Allah katında en üstünleriniz "ittika" (takva) üzere olanlarınızdır..."

İman ve amelde kim çok daha takva sahibi üstün olanlar onlardır...

Mesela, "Ahmet Efendi"nin üstün olduğunu söyleyebiliriz. Onun üstün olduğunu düşünebiliriz. Ama, "Ahmet Efendi Allah katında üstündür, derecesi alidir" gibi kesin yargılarla bir tanımlamada bulunamayız.

Bunlar tasavvuf şeyhleri için de geçerlidir.

"Şeyh Falan Fini Efendi'nin derecesi Allah katında üstündür..." şeklinde kesinlik ifade eden bir tanımlamada bulunamayız...

Sadece o şeyhin üstün olduğunu düşünürüz, hepsi budur...

Ama tarikatten el alanlar şeyhlerinin üstünlüklerini kesin bir dille ifade ederler ya da bu manaya gelecek cümleler kurarlar.

Diyelim KURT26'nın Şeyhi Allah'tan sonra gelen 1. adam... O kadar üstün yani (misal olarak...)

KURT26'ya ne..???

İşte yine tarikate el verenler buradan şunu anlar:

Şeyh Allah'tan sonra 2. adamsa... Ne kadar güzel... KURT26'da onun kucağındadır... Şeyhine el verdi ya, şeyh onu sarıp sarmaladı yanına aldı...

Sadece KURT26 değil, o şeyhe ne kadar insan bağlı ise hepsi şeyhin kucağındadır...

Böyle bir yapılanma İslam olabilir mi..? Din olabilir mi..??

Böyle insanların şeyhlerini anında bırakmaları bir psikoloğa kendilerini teslim etmeleri gerekiyor...

KURT26 hemen başlasın...
Günden güne sapıyor gibisin böyle cümleler kurulur mu?
Biz kuran ve sünnete uyarız.Peygamber Efendimiz(s.a.v) yolundan gitmiyorsa ona şeyh veya mürşid diyemezsin.Sahte şeyh ve mürşiddir o.

“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.”

– Onlar kimlerdir ya Resulellah!
“Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh "Hatemi Veli" konusu 38 ciltlik eserinde kuran ve sünnet dışı zannettikleri tek konudur.Oysa okuyana konu gayet açık.40-50 evliya eserlerinde Hatemi Veliden bahsetmiştir.
Birde yanlış fetva veren bölücü,ahir zaman alimlerinin iç yüzlerini ortaya dökmüştür.Bunuda ayet ve hadislerle onların kuran ve sünnet dışına çıktıkları konuları açıklamıştır.Hiçbirisi reddiye yazamamışlardır.Açtıkları mahkemelerdede hiçbirisini kazanamamışlardır.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Yani tasavvufu yaşamadınız.Cevap için teşekkürler.

Güzel kardeşim mesel cambazlık olsa âlası yapılır da mesele bu değil.
Sen hele cevap ver bakalım.

Âhkaf 5-

"Hem o kimseden daha şaşkın kim olabilir ki Allahı bırakır da kendisine Kıyamete kadar cevab veremiyecek kimselere duâ eder onlar ise onların duâlarından gafildirler"

Elmalılı gayet güzel Meâl vermiş put filan dememiş, sen ölü veya diri Allahtan başka yardıma-imdada hazır ve nazır kimseler olduğu kabul ediyor musun,
meselâ başına bir hâl gelse, Gavsına, zamanın Hatmül Velisine münacaat edermisin, imdat eder misin?

Kendi kelimelerinle anlat, düşündüklerini yazıya dökebilecek kadar becerin vardır muhakkak, bırak başkalarının makalelerini sen kendin cevap ver, varmıdır böyle kimseler, ruhlar?
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Günden güne sapıyor gibisin böyle cümleler kurulur mu?
Biz kuran ve sünnete uyarız.Peygamber Efendimiz(s.a.v) yolundan gitmiyorsa ona şeyh veya mürşid diyemezsin.Sahte şeyh ve mürşiddir o.

“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.”

– Onlar kimlerdir ya Resulellah!
“Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh "Hatemi Veli" konusu 38 ciltlik eserinde kuran ve sünnet dışı zannettikleri tek konudur.Oysa okuyana konu gayet açık.40-50 evliya eserlerinde Hatemi Veliden bahsetmiştir.
Birde yanlış fetva veren bölücü,ahir zaman alimlerinin iç yüzlerini ortaya dökmüştür.Bunuda ayet ve hadislerle onların kuran ve sünnet dışına çıktıkları konuları açıklamıştır.Hiçbirisi reddiye yazamamışlardır.Açtıkları mahkemelerdede hiçbirisini kazanamamışlardır.


Neden öyle cümleler kurulmaz onu anlamadım. Onları ben bir misal veriyorum.
Yani ben bir şeyhe bağlandığım da o aynı zamanda benim kurtarıcımdır. O beni her daim yanına alacaktır yanına isteyecektir yani ona bağlananları. Burada kucak derken yanına alacağı ve isteyeceği anlamında. Onun istemesi şefaattir, o evliyaullahtır, o insan-ı kamildir onun şefaati haktır, Allah'tan o izni almıştır. vs...
Tasavvufun ilkeleri ve disiplini buna müsaade ediyor zaten. Şeyh bu hususlarda bağlılarına yardımcı olacaktır.
Mesela şeyhimizin Allah katında derecesi ne ise, şeyhimiz ister ki, biz ondan el alanlar olarak,
Benim müritlerim, benim bağlılarım ve benden el alanlar benim yanımda olsunlar, o bizim durumumuzu Allah'a ulaştıracak çünkü o bizim ile Allah arasında manevi aracıdır, Allah da kabul edecek ve şeyhimiz bizleri kendi makamına alacaktır...
Bu dediklerimde "tarikat değerleri" ekseninde neden sapıklık olsun ki...
Tarikat budur zaten...
Sen KURT26 olarak bu dediklerime "İslam Şeriati" ekseninde bakarsan bir "sapıklık" gözüküyor onda haklısın ama o taşı bana ne atıyorsun, onu ben anlamadım,
Bendeniz tarikat içersinde bulundum, el alanlarla uzun dönem beraber oldum lakin Şeyhlerin sohbetleriyle kifayet ettim ve bazı incelikleri de biliyorum hepsi budur ama,
Usul ve füru cihetiyle kardeş olduğumuz, kan bağı ile birbirimize yakın olduklarımızdan rabıtalı olanlar da vardı...
Hadise budur...
Bu dediklerimi tarikat de doğrular tasavvufta...
Sana ölüm anında yardım edemeyen şeyhi,
Sana kabirde yardım edemeyen şeyhi,
Seni şefaatle yanına alamayan şeyhi,
Duasının kabulünde zerre kadarcık şüphe olan şeyhi,
Aynı anda birçok yerde olamayan ve bulunamayan şeyhi,
Bağlılar ne yapsın, tasavvuf ne yapsın tarikat ne yapsın...
Öyle değil mi..???
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Bin sene sonra gelen Evliyanın yükseklikleri, Eshab-ı kiramın yüksekliklerine benzemektedir. Her ne kadar, Peygamberlerden sonra, en üstün insanlar Eshab-ı kiram ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılamaz gibi olmuştur. Belki de bunun içindir ki, Resulullah efendimiz, (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? Bilinemez) buyurdu. Yoksa (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi, bilmem) buyurmadı, çünkü hangilerinin daha üstün olduğunu elbette biliyordu. Bunun için, (En üstün olanlar, benim zamanımda bulunan Müslümanlardır) buyurmuştu, fakat çok benzedikleri için, şüphe hâsıl olduğundan (Bilinemez) buyurdu.

Resulullah, Eshab-ı kiramın zamanından sonra, Tabiinin zamanının yüksek olduğunu bildirdi. Bundan sonra da Tebe-i tabiinin zamanının üstün olduğunu bildirdi. Bunların da, bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. Sonra gelenlerin, Eshab-ı kirama çok benzemesi nasıl olur denilirse, şöyle cevap veririz ki, o iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda Evliya sayısının çok ve bid’at sahiplerinin az olduğu için olabilir. Bunun için, sonra gelenler arasında birkaç Evliyanın, o iki asırda bulunan Evliyadan daha yüksek olduğunu söylemek, yanlış olmaz. Mesela, hazret-i Mehdi böyledir, fakat Eshab-ı kiramın zamanı, her bakımdan, daha yüksektir. Bunun üzerinde konuşmak bile lüzumsuzdur. Önce gelenler, onlardır. Naim Cennetinde yakîn olanlar onlardır. Başkalarının dağ kadar altın sadaka vermesi, onların bir avuç arpa vermesinin sevabına kavuşturamaz. Allahü teâlâ, dilediğini rahmetine kavuşturur.
Mektubatı Rabbani (1/209)
 

çağatay

Kısıtlı Erişim
Katılım
11 Ocak 2015
Mesajlar
95
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ne sahabe üstünülüğü kabul edilir .nede tabiin ,tebe-i tabiin üstünlüğü .Sahabe içindede çok samimi inanan olduğu gibi günahkarda vardı.böyle hadisler tamamen muhemmedist din faşistlerinin uydurmalarıdır. siz bu zamanda amelinizi yapın mücadelenizi yapın sahabeyi bile aşarsınız. dağlar kadar altını sadaka vereceğimde sahabenin bir avuç buğday sadakası ecrine erişemeyeceğim!!! hiç olacak işmi bu?Allah azimmuşşan'ın adaletine sığarmı bu ?Bu ne saçmalık terbiyesizlik!.. Evliya belirlemek,evliyaya mertebe belirlemek şirkdir.her mümin allah dostudur.Beşeri belirlenmiş velilere inanamak kabul etmek şirkdir Allaha ifitiradır. Burada suçlu olan veli olarak belirlenenler değil.onları veli olarak özerk bir konum verenler ve buna inananlardır.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Çağatay'a...

Elbet derecelerimizin ne olduğunu bilen Allah'tır... Amanne... Bu bağlamda burada kusurla ve hatalı şeyler yazılmışsa,

Muhatap Allah Rasülü'nün arkadaşları olduğunda,

Lisanın, dilin, kavlin ve cümlelerin naif, nazik ve de kibar olsun...

Ölçüyü kaçırmayalım...

Sahabe hakkında konuşurken dikkatli olalım...

İsterse hiç hadis olmasın onlarla alakalı... Hep uydurma olsun diyelim...

Sen de var olan iman ve yaşam olan islam onlara karşı sana, "edeb"i, "ahlak"ı, "haya"yı emredecektir...

Lütfen...
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Bir de bu İhlasçılar çıktı şimdi. Bunların başlıca gelir kaynağı ve din olguları Sadaatın menkıbe kasetleri ve kitapları olduğu için masa başında bunların pazarlama stratejilerini geliştirmeleri de doğal.
Ne hale gelmiş İslam bunların elinde, oyuncak etmişler ya hu, menkıbe dinlemeseler İslamdan vazgeçecekler neredeyse
 
Üst