Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
Abdulgadir Geylani Hazretleri, Fethur Rabbani’de buyurur ki:

Melekler içinde resim, suret bulunan eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlar bulunan senin kalbine Allah nasıl girer? Allah dışında her şey, bir puttur. Kişi Allah’tan gayrı neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, o onun putudur.

İzzet ve Celâl sahibi Allah şöyle buyurur: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, onları elbette doğru yolumuza eriştiririz,” (Ankebut, 29:69). Ve gene, “Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder,” (Muhammed, 47:7).

Eğer nefsini sabrettirirsen ve o da sabrederse, Aziz ve Celil olan Allah, onunla beraber olur. Zira, şanı yüce olan Allah şöyle buyurur: “Hiç şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir,” (Bakara, 2:153).

Tasavvuf kelimesi, safa’dan türemedir. Bu, halis, safî, temiz demektir.

Bu iş, gündüz oruç tutup gece namaz kılmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte Allah’tan gayrı şeylerin sevgisi var oldukça hiçbir şey olmaz.

Mürid’e behemehal bir kılavuz, bir rehber lâzımdır. Zira o öyle bir çöldedir ki, orada akrepler, yılanlar, âfetler vardır. Susuzluk vardır. Yırtıcı, vahşi hayvanlar vardır. İşte kılavuz, onu bu âfetlerden korur. Su bulunan yerleri gösterir. Meyvalı ağaçların bulunduğu bölgelere götürür. Halbuki tek başına, kılavuzsuz olduğu takdirde, yırtıcı hayvanların, akreplerin, yılanların, âfetlerin bulunduğu bölgelere düşer. Perişan olur, mahvolur.

Allah yolunda bir rehber bulduğun an, ona hemen yapış. Hiç şüphe yok ki, mânâ onun dışında değildir, içindedir. Onun çevrendeki bütün diğer insanlardan daha faziletli ve üstün bil. Her yönüyle mürşidine bağlı ol.

Benden bir kelime öğrenmek için, bin senelik mesafede olsan bile gelmelisin. Kaldı ki aramızda sadece birkaç adımlık bir uzaklık var.




kardesım fethur rabbanide bu dediklerin kaçıncı mecliste yazıyo sölermisin :)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
kardesım fethur rabbanide bu dediklerin kaçıncı mecliste yazıyo sölermisin :)

Net'ten daha önce indirdiğim Elektronik kitaptan yazdım.. Elektronik versiyonu kısa tutulmuş... Kitabın aslı şimdi baktım, 400 kusur sayfa.. Kitabın aslına bir ulaşayım da öyle söyliyeyim, hangi meclisler olduğunu....

E-kitabını buyrun burdan indiriniz:

http://uploaded.to/?id=c0d726
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö

Güle Sevdalı

Paylaşımcı
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
118
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ormandan :)
Şeriat: Allah (cc) koyduğu, inanılması ve yaşanılmasını emir buyurduğu İTİKADİ; İÇTİMAİ; HUKUKİ VE AHLAKİ kanunların bütünüdür. Yani şeriat İslam’dır.(1)
Şeriatımız en güzel hayat nizamıdır. Çünkü o, Âlemlerin Rabbinin nizami ve kanunudur. Zira Allah (cc) Kuran-ı kerimde:

Emir ve yasaklarını uygulaman için’’seni din konusunda ve şeriatın üzerinde görevli kıldık. Artık Ona uy.(şeriatın kanunlarına) Hak şeriatı gerçek muhtevası ile bilmezlerin arzularına öğütlediği düsturlara ve düzenlere uyma. Çünkü Allah(cc)’a ve peygambere muhalefetle (şeriata karşı çıkan yok mu? Onlar dünya ve ahrette en aşağılık olan zümreler içindedirler.’’ Buyuruyor.(2)

Şeriat; Kulluğa sımsıkı sarılmak hakkındaki emirdir.(3)
Şeriat; Beden ve cesetle ilgili olup, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve kelime şahadet getirmek gibi fıkıh kitabında zikredilen farz, vacib, sünnet ve müstehablar ile yasaklanan haram ve günahları terk etmek gibi vucud organlarına mahsus ibadet ve mükellefiyetlerdir. Neticesi ise cehennemin yakıcı ateşinden kurtulup, selamete ermek ve cennetin Firdevs bahçelerine girmektir.(4)

TARİKAT:
Sözünün menşe-i, kelimenin aslına bakıldığında Arapça kökten geldiği açıkça görülür. Buna göre kelimenin Arapçadaki kelime anlamının tam karşılığı’’yol’, gidilen veya tutulan yol anlamındadır.(5)

Tarikat, bütün güzel ahlaklarla donanmak, hertürlü çirkin davranışlardan uzak durmak gibi kalbi mükellefiyetler olup, iyi ve güzel huylarla hemhal olmak, kötü adet ve alışkanlıklardan kalbden kovmak ve kalben Allah’ı(c.c) zikretmek manasında :’’ Kalbi her türlü kötülükten temizleme, Allah’tan (c.c) gayrı her şeyi kalbden çıkarma’’ şeklinde ifade edilir. Bunun neticesi kalbi kötülüklerden ve kötü düşüncelerden temizleme ve Allah(c.c)’ tan gafil bırakan duygu ve düşüncelerden arındırma ve imanda yakın derecesine ermektir.(6)
Mezhep, kelimesi de aynı anlamdadır. O halde mezhep ile tarikatın farkı nedir? Mademki ikisi de aynı ve ikisi de dini birer sitemdirler, neden ayrı ayrı araştırma konusu oluyorlar? Mezhep ve tarikat sözlerinin gerçekte yani pratik tatbikattaki anlamları ise başka başkadır.

Mezhep, İtikatta yani inançta, amelde yani ibadette muamelatta yani dünyaya ait dini emirlerde uyulması gereken yol ve emirlerin tümüdür. (7)

Bir başka deyimle, edile i şeriyye( kitap, sünnet, icmai ümmet ve kıyası fukaha)’ya dayanarak dinde bir hükme varabilen kişinin kurduğu esasları içine alan ve bu esaslara göre izlenmesi gereken yoldur, mezheb.(8)
Mezheb; yürüyüp gitmek manasındaki ‘’zehab’’ kökünden gelen ‘mezheb’ lügatta gidecek yer, gidecek yol demektir. İstilahta ise, imam ve müctehid kabul edilen bir zatın anlayış ve görüşlerinden teşekkül eden itikadi veya fıkhı yol(dini ve şerri Tarık) diye tarif edilir.(9)

Tarikatta da dinin usul ve furuu( yani dini inanç ve ameller) bakımından mezheplere benzer sistemler mevcuttur. Şu kadar ki tarikat, mezheplerin pratik hayata daima müdahale edişleri ve yol gösterişleri yanında ‘’ Doğrudan doğruya kişiyi Allah(c.c)’a ulaştıran zevk, neşe, irfan, ilahi aşk ve cezbe yoludur.’’denilebilir.(10) Ki, aslında tarikatın en kısa şekliyle tanımı da budur.

Bu mevzuu biraz daha açıklamamız gerekir. Şöyle ki;
Tarikat yolunu tutan ve ona bağlanan kişi sofilere göre varlığını kayıtsız ve şartsız Allah’a adar. Şimdi kendini her türlü kayıt ve şarttan uzak olarak Allah’a adamış bulunan bu kişi tabii olarak her şeyde onun kudret ve hikmetlerini görür. Tuttuğu yola göre kendini, fani varlığını ve bütün varlıkları gerçek ve ebedi olan Allah’ta yok eder ki bu durumda da en son merhale olan ‘’fenafillâh- Allah’ta fani olma’’ mertebesi denir.(11)
Tarikatın bu temel prensiplerini kısaca gördükten sonra yukarıda verdiğimiz tarifi bir daha özetlemek gerekir ki: mezhep; ilim yoludur, tarikat ise irfan yoludur, sezgi ve ruhi yaşayış ve nefisle mücadele yoludur.(12)
Evet, tarikat, şeriat yoluna süluk etmek yani şeriatın mukteza ile amel etmektir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)efendimizin bütün davranışları tarikatın kendisidir. Çünkü bir hadisi şeriflerinde:
‘’Şeriat sözlerim, tarikat; davranışlarım, hakikat; hallerim, marifet ise her şeyim olan ana sermayemdir.’’ (13)
1- Kurtubi El-camiul Ahkâm il-Kuran, Kahire 1967, cüz 16 s.163
2- Casiye, 18 ve mücadele süresi, 20.
3- Kuşeyri risalesi s.177
4- Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili fetvalar S.76
5- Mecmua ur-Resail C.1, S.68
6- Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili fetvalar S.76
7- Ö.N Bilmen, Muvazzah İbni Kelal S.14–15
8- S. Vicdani Tumar Turuk’u aliye S.100, cüz1.
9- Mütr. Asım, Kamus Terc. Hüseyin Kazım Kadiri, Türk lügatı zehab maddesi.
10- Nefahitül – Üns S. 91 vd.
11- Sofiye istilahaları İ. Hakkı İzmirli S.72 vd.
12- Vahdeti Vucud Risalesi, Yusuf Zade Abdullah
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF YAŞANTISI

***

1328. [2:501, Hadîs No: 2389]

Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.

Kalbler tıpkı demir gibi paslanır. Cilası ise istiğfardır.”

(Ibni Adiyin el-Kâmit'den)

1348. [2:511, Hadîs No: 2419]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Her şeyin bir cilası vardır. Kalblerin cilası da Allah'ı anmaktır. Parçalanıncaya kadar kılınçla düşmana vurman dahil, Allah'ı zikretmekten daha fazla Allah'ın azabından koruyan hiçbir şey yoktur.”

(Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmanından)

Tasavvuf kalbin zikir ve istiğfar ile temizlenmesine özel önem verir.. Çünkü dünya arzuları ve işlenen günahlar kalbe leke düşürüp onu kirletirler.. Bu kirlenmenin ilacı ise zikir ve istiğfara devam eylemektir.. Nitekim hemen her Tarikat günde 75 ya da 100 istiğfar sünnetini adet edip emretmiştir..

1080. [2:295, Hadîs No: 1888]

Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allah, aşırı şefkatinden ve Allah korkusundan mahzun olan her kalbi sever.

"Allah'ı mahzun kalplerde arayınız" emr-i şerifini hatırlıyoruz.. Bu mahzunluk ancak kişinin acziyetini idrakiyle; layıkıyla kulluğunu yapamadığını idrakiyle elde edilebilecek sıfatlardandır.. Nefsini karşısına alamayan bu idraklere ulaşamaz.. Nefsine şeriat kamçısı ile vurmayan bu kelamların sadece sözünde kalır.. Nefsiyle mücadele etmeyen, dünya arzularıyla çarpışmayan bunlar nedir tam kavrayamaz.. İşte Tasavvufun ilk hedeflerinden biri de bütün bu uğraşların ilmini ve usullerini salike öğretmektir.. Elbette bunlar, kitaplardan öğrenilecek şeyler değildir.. Kitaplarda bunların gereği anlatılır ama, nasıl yapılacağı öğretilmez.. Nasıl yapılacağını öğreten, bu eğitimi veren işinin ehli bir Mürşid-i Kamildir.. Her ilmin bir hocası vardır.. Her uğrasın bir ustası vardır.. Her maksudun bir mercii vardır..

Bir de burada "kalb"e özel bir işaret vardır.. Tasavvuf bütünüyle kalb ile meşgul olmaktan ibaret desek yeridir..


***

(Taberâni’nin Keşfi ve Hâkim'in Müstedrek'inden)

1169. [2:354, Hadîs No: 2031]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

"Şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbi üzerine koymuştur. Kişi Allah'ı zikrettiğinde geri çekilir, Allah'ı unuttuğunda ise kalbini yutar"

(Beyhaki'nin Şi'bü'i-îmar’ı ve Ebû Ya'la'nın Müsnedinden)

Hani demiştik.. Allah'ın emr-i şerifidir: "Beni içinizden gizli zikredin.." E, bakınız Şeytan kalbe nasıl musallat oluyor.. E bakınız zikir ona karşı ne güzel bir kalkan..

***

222. [1:259, Hadîs No: 387]

Ebû Zer (r.a,) rivayet ediyor:

Allah bir kulu hakkında hayır dilerse, kalbinin kilitlerini açar ve ona kuvvetli îmanla doğruluk kor. Gittiği yolu kalbine iyice kavratır. Kalbini temiz, dilini doğru, huyunu istikametli kılar.

(Ebu'ş-Şeyh'in Serabından)

Kalbin kilitlerinin açılması; Kalb aleminin sırlarının sahibine aşikar olmasıdır.. Kuvvetli iman ve doğruluk ise Takvadır; güzel ahlaktır.. “Gittiği yolu kalbine iyice kavratır” Burada açıkca “gittiği yoldan” yani “Tarikatten” bahis edilmiş.. Kalbin, dilin ve huyun sıfatları ise Tasavvufun ana konusudur zaten..

 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MÜRŞİDE BAĞLANMA VE NETİCE

Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri buyuruyor:

"Hace Alaeddin Attar’ın hizmetine yüz vurmayınca , Allah Teala’yı bilemedim"


Hace Alaaddin Attar Hz., Şah-ı Nakşibend Hz.lerinin halifesidir.. Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri de devrinin hem neseben hem de ilmen tanınmış büyüklerindendir.. Bu bilginin Reşahat'ten alındığını zannediyorum.. Abdülkadir Dedeoğlu (Osmanlı yayınevi) kitabında yazmış.. Ebu Mahir abim de bu foruma nakletmişti.. Ben de o yazının içinden buraya aldım..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
RABITA

Bugün dünyada meshur olmus artistleri görürler, kalplerine sokarlar; bir güzel kösk görürler, kalplerine sokarlar; bir araba görürler, begenir kalplerine sokarlar; bunlari düsünmek sirk olmuyor da, bir Allah dostunu düsünmek nicin sirk olsun?

Birisi, secde ederken "haliya secde ediyorum" dese müsrik olur. Mihrabin önünde namaz kilarken "mihraba secde ediyorum" veya "Beytullah’a secde ediyorum" dese müsrik olur. Ama "Beytullah’i veya mihrabi vesile ederek Allah’a secde ediyorum" denirse, o sirk degildir.

Nitekim Iman-i Rabbani (kuddise sirruh) söyle buyurur:

"Rabita kendisine dogru secde edilendir (kalben yönelinendir), kendisi icin secde edilen degildir. Mihrablar ve mescitler dahi bu mananin disinda degildirler."

Imam-i Rabbani, Şah-ı Naksibend icin, “Kibletü kulibina” (kalplerimizin kiblesi) buyurur.

Kible; yönelinen yer demektir. Yani Imam-I Rabbani, Naksibend (kuddise sirruh) icin, "kalplerimizin Onunla Mevla’ya döndügü zat", demek istemistir. Rabbimize secde etmek istedigimizde bunu nasil eda ediyoruz? Kabeye yönelerek. Iste kalpler ile Mevla’ya yönelmek istenildiginde bu zatlar vasitasi ile yönelinmis oluyor. Mevla maksuddur, seyh ise o maksudun yoludur.

Imam-i Rabbani bir mektubunda yine buyuruyor:

"(Mevla’ya) Kavusturucu yollar icinde rabitadan daha cabuk kavusturani yoktur. Hangi talihli kimseye bu nimeti ihsan ederler."

Hace Ahrar (kuddise sirruh) Fikarat Risalesi’nde buyuruyor ki:

"Mürşid-i Kamilin görüntüsünü hayal etmek, (başlangıçta bulunan yeni yola girmiş bir salik için) Hakk’in zikrinden daha faziletlidir (tesirlidir)."


(mürid isimli üyemizden alınmıştır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
RABITA

Rabıtayı anlamadığı, bilemediği, delillerini çözemediği için inkar edenler var ya; Asr-ı Saadette yaşasalardı, Ashabın mallarıyla, kanlarıyla, canlarıyla Resulullah Efendimizin çevresinde nasıl pervane olduklarını görselerdi; Ona duydukları aşktan ve sevgiden ciğerlerine kadar yandıklarına kokusundan şahit olsalardı; Onu sohbetlerinde nasıl yana ve yakıla yad edip Ondan nasıl bahsettiklerini dinleselerdi; Allah bilir cümlesini Müşrik ilan eder çeker giderlerdi.. Nasip olmayacak ya..

Resulullah'a olan aşk Allah'a olan aşktır.. Kudsi Hadiste buyruldu:

"Habibim, beni sevmek isteyen seni sevsin, beni görmek isteyen seni görsün, beni bulmak isteyen seni bulsun!"

Ayet-i Kerime de vardır, mealen:

"Allah'a iman edenler, itaat etmek isteyenler sana tabi olsun.."

Sen Hz. Ömer'in Hz. Resulullah'a:

"Ya Resulullah, seni şimdi nefsimden daha fazla sevdim.." dediğini de mi duymadın..

Hem buyurmuştu Ashab.. "Ya Resulullah, senin huzurunda iken gönlümüze zerre dünya gelmiyor.. Ama ayrılınca hepsine yeniden dönüyoruz.. Yoksa Münafıklık mı bizimkisi?"

Sen, Ashabın "Anam, babam, göz bebeğim her şeyim sana feda olsun Ya Resulallah!" diye hitaba başladıklarını da mı öğrenmedin..

Peki Hicretin bitmesini bekleyen Medine Ahalisi, neden gece gündüz bakıp kalmışlardı Peygamber Efendimizin geleceği ufuklara??? Hiç mi hayal etmemişlerdi, ol mübareği Veda Tepelerinin arkasından ay gibi doğarken?

"Ayın On dördü" diyorlardı mübarek Peygamber Efendimize.. Yüzü öyle güzel ve parlak idi de ondan.. Bu gece dolunay var.. Uzat kafanı pencereden de bir dakikalığına olsa dahi bak dolunaya, gözünü ayırmadan, kırpmadan.... Sonra gözünü yum bak bakalım kaç dakika o nurdan suret gözlerinin içinde kalacak? Ki Resulullah Efendimizin yüzünün nuru, güneşi dahi gölgede bırakırdı.. Kaldı ki ayın on dördü olsun..

Hz. Aişe Annemiz buyurdu:

"Yusuf'un güzelliğini görenler, 'Haşa, bu beşer olamaz, bu melek olmalı' dediler de kendilerinden habersiz bileklerini kestiler.. Halbuki Onlar Hz. Muhammed'i görselerdi, değil bileklerini; kalblerini dahi keserlerdi!"

Hazret-i Resulullah gece gündüz, onların hatırında, hayalinde ve gönlündeydi.. Onun sevgisiyle kalblerine kan damlıyordu.. Ondan bir an dahi ayrılmak bin ayrılıktan çetin geliyordu..

İkinin İkincisi Hz. Ebu Bekir Efendimiz dedi ki:

"Ya Resulallah! Def'i Hacette olsun hayaliniz gözümden ayrılmıyor.. Haya edip utanıyorum.."

Ashabı Pervane.. Resulullah Efendimiz nurdan bir kandil!

Kısa keselim..

Ne ilgisi var buların Rabıtayla değil mi? Ne buyurdu Peygamber Efendimiz:

"Alimler Peygamberlerin varisleridir"

"Efradının yanında bir alim, Ashabının içindeki Peygamber gibidir"

Kudsi Hadiste emredildi:

"Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir"

Yani sevdiklerimi seversen beni sevebilirsin buyurdu..

"Allah için sev, Allah için buğz et"

Ayet-i Kerime'de:

"Allahın veli kullarına korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar!" diye müjde verildi..

Evliyaullah'a olan aşk, Resulullah'a olan aşktır.. Evliyaullah Resulullah Efendimizin nurunu ve emanetini taşır..

Önceleri müridan Hz. Resulullah'a Rabıta yapar imiş.. Fakat sonradan bu çeşidi ağır gelmeye başlayınca Mürşidlere rabıta emredilmiştir.. Peygamber Efendimizin şeklini tarif eden Şemaili şerifler bu nedenle kaydedilmiş, nesilden nesile bu nedenle aktarılmıştır..

Sonuç:

Bugün Rabıta emrini tutanları şirkte zannedenler; Muhabbetullah'a düşmüş müridanı tenkid edenlerAsr-ı Saadette olsalardı Ashabı da şirk içerisinde zannedeceklerdi!


 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
KUR'AN-I KERİM'DE RABITA EMRİ GEÇİYOR MU?

Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki "ver Rabitu" “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir:

1- Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun.

2- Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin.

3- Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun.

4- Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin.


(Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsiru'l Kebir.)

Düşman bir değil ki.. Sadece dışardan gelmez ki.. İnsanın nefsinin ve şeytanın birer şedid düşman olduğunu kabul etmekte zorlanmazsınız inşallah.. Peki bunlara karşı sınırları beklemek nedir? Nasıl olur? Kamil Mükemmil bir Velinin sevgisini gönülde taşımakla.. Hatırasını hatırdan çıkarmamakla.. Rabıtanın özü esası bu.. (İkinci madde işte bu anlamı göstermektedir.. Nefsin ve Şeytanın kötü tesirlerinden korumanın en baş yolu, salih bir insanın hayal ve hatırasını kalbinde taşımaktır..) Sanki de haşa yeni bir ilah yapmak için uğraşıyor Rabıta ehli..

Rabıta, rapt olmak; bağlanmaktır.. Kalbi, Allah'ın sevdiklerine bağlamaktır.. Rabıta'da Rab isminin tecellisi vardır..

Bunu anlamayacak bir şey yok.. Kimi çok seversen onu hep hatırlarsın.. Sevdiğinin ve hatırında tuttuğunun sıfatı da sana geçer..

Dene istersen.. İyi ve kötü bildiğin birer şahsı ayrı ayrı 3-5 gün hatırından çıkarma.. Bak bakalım ne oluyor.. 3-5 gün bile farketmiyor mu?

Kamil Mükemmil bir Veli'yi sevip hatırında tutanlar bir zaman sonra Onun üstün sıfat ve ahlaklarını elde etmeye başlarlar.. Onun gibi takva ve havf sahibi olurlar.. Onun gibi Allah'ı sevip itaat ederler..

Makbul bir Kul olmak istiyorsan, kul olanı sevecek, örneğine bakacak, onu izleyeceksin..

Cenab-ı Hak "Sadık olun" dememiş.. Bakın.. "Ve kunu ma sadıkin" yani "sadıklarla beraber olun" buyurmuş.. Ayet-i Kerimedir..

Çünkü insanın örneği olmadan, elinden tutulmadan, destekleyip öğretilmeden sadık olamayacağını bildirmiş Cenab-ı Allah.. Sadık olmak istiyorsan.. Sadık olanı bulup onu kendine örnek, delil kılacaksın.. Allah'ın emri budur.. Sadık olan cismiyle şeriatten, kalbi ruhuyla Allah'tan hiç ayrılmayan, Allah'ı hiç unutmayan, O'ndan fazla başka hiç bir şeyi sevmeyen demektir..

Kendi başımıza sadık olabilseydik, Allahu Zül-Celal sadık olun diye emrederdi..


 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA


Müceddid-i Elf-i Sani İmam Rabbani Hazretleri Mektubat 187. Mektup:

(Bu mektup, Hâce Muhammed Eşref-i Kâbilîye yazılmışdır: )

Sevdiklerinize yazdığınız mektubu okuduk. İçinde bildirilen hâlleriniz anlaşıldı.

Kendini zorlamadan, uğraşmadan, Mürşid Rabıtasının kendiliğinden hâsıl olması, Mürşid ile talebesi arasında tam bir yakınlık olduğunu açıkça gösterir.

Bu yakınlık, fayda vermeye ve istifâde etmeye yarar.

Kavuşturucu yollar içinde Rabıtadan daha çabuk kavuşturanı yoktur.

Hangi talihli kimseye bu nimeti ihsân ederler?

...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
RABITA

Kur'an-ı Kerim Allah'ın seçtiği kulların isim ve özelliklerini çok çok defa saymıştır ki bunlar ulvi yaratılışlı, yüksek ahlaklı, takva sahibi, çok özel lutf u ihsanlara mazhar olmuş, dünyada ve ahirette kendilerine yakın olunmak istenen kimselerdir.

Bunlar, Peygamberlerdir, Onlara tabi olan ashabıdır (Hz. İsa'nın havarileri, Peygamber Efendimizin Ashab-ı Kiramı gibi), Peygamber mi veli mi olduğunda tereddüt olanlardır (Zülkarneyn as gibi) ve velilerdir (Hz. Meryem, Ashab-ı Kiram, Belkıs'ın tahtını getiren zat gibi).

Seçilmişlik hak olmasaydı bunları zikretmezdi Mevla'mız. Mürşid-i Kamiller de seçilmiş kimselerdir.

Örnek almak hak olmasaydı, Hz. Allah, Peygamberleri, Mübarek Peygamber Efendimizi, seçilmiş diğer insanları bizlere örnek göstermezdi. O yüzden bu misaller Kur'an'da yer almıştır..

Çünkü "aletsiz kemalat" olamaz. Bir insan kendi başına bir örneği olmadan basit mekanizmalı bir aleti dahi yapamaz. Mutlaka benzeyen de olsa bir şeyin örneğini görmek zorundadır. (Çok misale ihtiyaç yok, uçan varlıklar olmasaydı; uçma fikri de olmazdı) Kamil insan olmak isteyenler, Kemalatın örneği olmadan nasıl Kamil olabilirler ki? Mürşid-i Kamiller kamil insanlar olarak örnek kimselerdir.

Dahası, Cenab-ı Hakkın emridir ki seçilmişlerle birlikte olun, onları sevin ve arkadaş edinin ki onlar gibi olabilesiniz.

Dahası eğer Onları sevmek, onlara aşık olmak hak olmasaydı Yakup as, Yusuf as'a aşık olmazdı. Derdinden gözlerini kaybetmez, gömleğiyle gözü açılmazdı.

Dahası Onlara hizmet, onların hizmetine girmek hak olmasaydı, Musa as., Şuayb as. hizmetine girmez, koyunlarına çobanlık yapmazdı.

Dahası Onların yüz güzelliği hak olmasaydı, yüzlerine bakmak hak olmasaydı, Yusuf as.'ın güzelliği karşısında Mısırlı kadınlar bileklerini kesecek kadar kendilerinden geçmezlerdi.

Dahası Onların yeryüzünde ve semada Allah'ın izni ve yetkisiyle bir takım görevleri hak olmasaydı, Süleyman as.'ın emrine kuşlardan, cinlerden ordular verilmezdi. O bunlar aracılığıyla bir takım işler yapmazdı. Mühr-ü Süleyman diye bir kavram da olmazdı.

Dahası Onlara can-ı gönülden bağlanma hak olmasaydı Meleklere Hz. Adem as.'a secde edin emri verilmezdi. Çünkü o yeryüzünde halife olacaktı. Secde'nin bir anlamı da bir şeye gönlünü vermek onun üstünlüğünü ve hikmetini kabul etmek demektir.

Dahası onlara hürmet hak olmasaydı, Cenab-ı Hak taştan ve duvardan bir ev olan Kabe'ye doğru yönelmemizi, onun etrafında hürmetle dönmemizi emir buyurmazdı. İşaretimiz yanlış anlaşılmasın, taşa duvara hürmet şirk değil de Allah'ın binası olan Kamil İnsana hürmet mi şirktir?

Kabe gibi, Allah'ın sevdikleri ve dostları da elbette hürmete layıktır ve Müslümanlar bunlara hürmet beslemekle bahtiyar olurlar.. Tıpkı Kabe'ye hürmet etmekle bahtiyar olacakları gibi..

Bunların ne alakası var diyecekler için peki bunlar Kur'an-ı Kerim'de niçin zikredilmişlerdir diyeceğim.

Rabıta, önceleri Peygamber Efendimize yapılır imiş.

Kendisinin ve sözlerinin Kur'an ile karışmaması için çok çok titiz davranan ol mübarek Peygamber Efendimizin, Asr-ı Saadette şemail-i şerifleri yazılmış, nesilden nesile bunlar aktarılmıştır, günümüze kadar da bu Şemailler gelmiştir. Dikkat edin; Peygamberimiz, Hz. İsa'nın ümmeti ile Hz. Üzeyir'in ümmeti gibi olmamazı sıkça emir ve tavsiye buyurmasıyla birlikte yani... Ashab O'ndan şemailler (Peygamber Efendimizin kaşını, gözünü, görünüşünü, yüzünü, tarif eden metinler), hatıra eşya ve parçalar da saklamıştır. Neden ola ki? Çünkü uzun zaman Peygamber Efendimizi göremeyenler tarafından hayali rabıta için o şemailler ve hatıralar kullanılmıştır. Orda tarif edilen şekile göre Peygamberimize Rabıta edilmiş..

Sonraları insanlar ilk devrin kuvvetini yitirmeye başlayıp bu rabıtaya dayanamaz hale gelmişler, Müceddidlerin tecdid etmesiyle rabıta eğitimi Kamil insanlara aktarılmıştır. Çünkü onlar Peygamberlerin varisidir.

Kişi Kamil Mükemmil insanlara rabıta eder gelişmeye başlar, dayanacak hale gelince de Peygamber Efendimize rabıta etmeye geçer, Orada da yetişince sonra Allah'ın Zatına ulaşır ve namazda duvara değil didara durur, secde eder, vechullah'a doğrudan secde eder!

Put, Allah'ın hürmet gösterip hadlerini korumamızı emir buyurdukları insanlar, nesneler ya da fiiller değildir. Put Allah'tan gayri heva ve heveslerini kalblerinde yaşatıp arzuları peşinde gezenlerin gönlündedir. İlacı da ancak ve ancak zikrullahtır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
RABITA

Rabıta’nın, pırıl pırıl ışıldayan, nurani bir ciheti de bulunan “Mürşid-i Kamil’in yüzü” hayal edilerek yapılan bir çeşidi elbette vardır..

Amenna tasavvufta bu usül kullanılmaktadır. Rabıta’nın başlangıcı böyledir. Rabıtanın ilerleyen safhasında yüze hayal bırakılır, Rabıtanın ahlak ve sıfatlarıyla mücehhez olunan başka bir aşamaya geçilir. “Hayalden Nakşe” derler ki ehline malum. Uzatmaya gerek yok.

Yani anlayacağımız “yüze hayal” geçici bir eğitim yöntemidir. Amaç değil araçtır. Evliyaullah Hak aynasıdır. Bu konu tıpkı güneşe bakmaya benzer. Güneşe doğrudan bakamazsın gözlerini kör eder; ama güneşten ışığını alan dolunay’a zarar görmeden gönlün açılarak bakabilirsin.

25- FURKÂN 61. “Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.” (aya edilen nitelemeye dikkat ediniz)

İnsan doğrudan Allah’ın güzelliğine,”vechinin” nuruna bakamaz. Maneviyatı paramparça olur. Musa A.S. Hz. Allah’ı görmek istedi de Allah Tur dağına tecelli etti, dağ paramparça oldu..

07 A’RÂF 143. “Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”

Öyleyse insana lazım olan Güneşin ışığını yansıtacak ve kendine zarar vermeyecek bir dolunaydır. Ashab, Hz. Resulullah’a olan aşkından Ol mübareği “Ayın On Dördü” olarak nitelemedi mi! “Taleal Bedru”… Çünkü onlar da Hz. Resulullah’ın yüzüne rabıta ederek Allah’ın nur ve feyizleri ile besleniyorlardı. Ol mübarek bu nitelemeyi yasaklamamıştır. “Bana ‘bedr’ demeyiniz” dememiştir.

Alimlerin yüzüne bakmak sevaptır”, “Allah’ın veli kullarının yüzüne bakınca Allah’ı hatırlatır” “Allah dostlarının hatırlandığı yere rahmet yağar” “Kişi sevdiğiyle beraberdir” gibi Hadis-i Şerifler var… Dikkat ediniz hepsi Rabıta'ya açıkça işaret ediyor..

03- ÂL-İ İMRAN 106. “Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı …” 107. “Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın Rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır.

10- YÛNUS 26. “… Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar Cennet Ehlidirler. …”

10- YÛNUS 27. … Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da Cehennem Ehlidir.

47- MUHAMMED 30. “Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. …”

75- KIYÂME 22. Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. 23. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).”

76- İNSÂN 11. “İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.

80- ABESE 38. “O gün bir takım yüzler parıl parıl

Gördüğünüz gibi Cenab-ı Hak bu ve benzeri ayetlerde yüzlere vurgu yapmış, insan yüzünün herkesçe fark edilemeyen hikmetlerini ifade etmiştir. Özellikle dikkatini çekeceğim ki Allah’ın razı olduğu kimselerin yüz güzelliği, yüz aydınlığı, yüzünün ışıldaması vurgulanmıştır. Bakın bir de şu var:

48- FETİH 29. “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar … Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. …”

Yüzlerindeki secde izi” Peygamber Efendimizin, Onun şanlı Ashabının ve ümmetinin vasıflarıdır.

Yüze bakmak, Yüze bakarak onları tanımak, Yüzlerdeki parlaklığı ve “secde izini” (yani Allah’a olan yakınlıktır secde izi; Çünkü kulun Allah’a en çok yakın olduğu yer secdedir) görmek zararlı olsa idi, zannedildiği gibi Allah’ın rızasına aykırı olsa idi, küfür ya da şirk olsa idi Hz. Allah bunlara işaret etmeyeceği gibi çok açık bir biçimde yüze bakmayı ya da yüze hayal kurmayı mutlaka yasaklardı.

Haşa haddimize değil de Derdi ki “Resulümün ve ümmet-i Muhammed’in yüzünü Allah’ın rızasına değişmeyin, Onları hayal etmekten Onların yüzüne bakmaktan sakının” Haşa… Ne haddimize ki Allah’ın yerine söz uyduralım, bunları bir şeye işaret etmek için söylüyorum, Hz. Allah beni affetsin…

Yani Kur’an-ı Kerim’de “Allah güzellerinin” yüzlerinden ve hayallerinden (kısaca rabıta diyelim) sakındıran bir yasak yoktur.

İnsanların nurundan, feyzinden istifade etmek de haktır. Nitekim:

57- HADÎD 13. Münafık erkeklerle münafık kadınların, Mü’minlere: “Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde..”

Ayrıca yüze bakmak, yüzüne dönmek, yüz döndürmek… Bunların işaret ettiği bir anlam da kalb ile yönelmektir. Kalbi bir şeye, bir yere bağlamaktır, Yani Allah’a:

06- EN’ÂM 79. "Ben Hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim."

Tabi ki buradaki yüz çevirmek gönül vermek anlamındadır. Yoksa insan yüzünü Allah’a nasıl dönebilir ki?

Ehl-i Tasavvuf da yüzlerini Evliyaullah’a çevirmiştir, kalbini Allah’a bağlamak için.. Ama maksatları haşa Kamil İnsan’a tapmak değildir. Evliyaullah bir vasıtadır. Evliyaullah bir antremandır. Burası anlaşılamıyor işte. Kişi gerçekten yüzünü Allah’a çevirebilir hale gelinceye kadar bu işte uzmanlaşmış bir insandan yardım ve eğitim almış olmaktadır. Bu işi öğrendikten sonra, yeterli olguluk ve kabiliyete ulaştıktan sonra, Evliyaullah yüzünü nereye döndermişse o da oraya döndürmeye başlayacaktır!!! Belli bir aşamadan sonra kişinin Evliyaullah’a dönmesini de şiddetle yasaklamışlar, gayenin bu olmadığını ısrarla vurgulamışlardır. Anlamak isteyenler onlarca tasavvuf kitabı var baksınlar, incelesinler. Dediğimizden farklı ne göreceklerdir?

Bunun misali namazdan da anlaşılır: Çocuk baka baka, bilmeden, eğile kalka, taklid ede ede namaza başlar; ama belli bir yaşa geldi mi kendi namazını kendisi kılar! Çocuğa “yavrucum, bu amcaları (ya da teyzeleri) taklid etme, onlara bakma, onlar gibi yapma şirke düşersin!” denir mi hiç yahu!!! İnsaf eyleyiniz….

Allah’a yaklaşma, yaklaştırma konusunda Putlar ile Mürşid-i Kamiller birbirine karıştırılmasın. Putlara tapanların maksadı ile Mürşid-i Kamilin terbiyesi altına girenlerinki aynı değildir. Putta Allah’ın nuru yoktur, ama Kamil İnsan da vardır. Put’a tapanın Puttan beklentisi ile Hak aşığının Allah’a kavuşma isteği de aynı değildir. Put kendine bağlanmışa hiçbir yol ve yöntem öğretemez, ama Mürşid-i Kamiller bu iş için yetişmiş, özel eğitim almış kimselerdir. Onlar Allah yolunu elbette cansız nesnelerden iyi bilirler!

Zahirde Peygamber Efendimize Cebrail A.S kılavuzluk etmiş, yol göstermiş, ona destek ve yardımcı olmuştur. Maksat Allah’ın dinini tebliğ etmek. Ama kimse Hz. Peygamberi yüz bin haşa puta tapmakla şirkle küfürle suçlamamıştır. Çünkü, Cebrail bir vasıta, bir kılavuz, bir öğretmen… Evliyaullah da öyle..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - YİNE DELİLLER

Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” buyruluyor. (Tevbe: 119)

Bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:

İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın.” (Mâide: 2)

Kişi için her ne kadar maddî yardım gerekli ise de, mühim olan mânevî yardımlaşmadır. Zirâ birincisi fânî, ikincisi ise bâkîdir, devamlıdır. Râbıta, manevi bir yardımlaşmadır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i Şerif’lerinde:

Allah’ın öyle velî kulları vardır ki, onların gönülleri ilâhî râhmet deryâlarıdır.” buyurmuştur.

İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldüklerinde Allah zikrolunur.” (Câmiüs-sağîr: 2466)


(Başka Bir forumdan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - İNKARCILAR

seyyid sibgatullah arvasi hazretleri minah eserinde der ki:

"arifler baginin cesmesi munkirlerdir, sadatlar munkirlerden aldigi makam ve mertebeyi muridlerinden almazlar. cunku munkirlere sabir ederler, allah icin onlara dua ederler; onlarin gonullerinde zerre kadar kin adina hased adina yani kisacasi nefsin cirkin sifatlari bulunmaz...."

molla abdurrahmani cami hazretlerinin de beyanina gore mahfuzdurlar (korunmuslardir)

yine minah eserinde seyyid sibgatullah hazretleri der ki:

"bu zamanda mursid-i kamilere, sadatlara (şeyh efendilere) karsi munkirlik edenler, asr-i saadette yasamis olsalardi, peygamber efendimize karsi da allah muhafaza itiraz ederlerdi"

nasil diyeceksiniz; aciklamasi kolay, gercek rabbani alimler, peygamber efendimizin varislerdir


(buharaA isimli üyemizden alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
RABITA

sevgili nasil namaz kiliyorsa oyle namaz kilmaktir rabita...

sevgili, nasil ticaret ediyorsa oyle ticaret yapmak,

sevgili, nasil muaseret (insanlarla ilişki, bir arada bulunma ahlakı) ediyorsa oyle muaseret etmektir.

rabita:

sevgili, carsida yururken nasil yuruyorsa oyle yurumek,

nasil yemek yiyorsa oyle yemek, nasil oturuyorsa oyle oturmak, nasil kalkiyorsa oyle kalkmaktir...

rabita, kalbi Kabe'ye baglilara kalbi baglamaktir.

dinde rabita yok diyenler ne cok yaniliyorlar...

selametle

(Hak-dilaram'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
CENAB-I HAK, KULUN HALİNİ BAŞKA BİR KULUNA BİLDİRİR Mİ?

Allah bildirirse niye olmasın, aziz kardeşim..

Hatta, Allah, bu sözüme inanmayana da bildirirse o da bilir, haberdar olur, benim halimden, durumumdan..

Delil olarak, Buhari'de yer alan:

"Kulum bana nafile ibadetle yaklaşır; yaklaşınca onu sever dost edinirim.. O Veli kulumun gören gözü benim gözüm olur, işiten kulağı benim kulağım olur, uzanan eli benim elim olur.. Benimle görür, benimle işitir, benimle uzanır.."

Kudsi Hadisi yetmeli..

Bak, bu mübarek kelamda gören gözü, işiten kulağı ben olurum buyrulmuş.. O Veli kulum benimle görür, benimle işitir; yani Allah gösterdi mi kulu da görür.. Allah işittirdi mi kulu da işitir.. Değil kullarını, değil dünyayı bilmediğimiz nice bin alemi dahi gösterir, işittirir..

Peygamber Efendimiz Mir'ac'dan dönünce gördüklerinden, işittiklerinden haber verdi.. Kim görmüştü, kim bilmişti ki içinde bulunduğu topluluktan bu olanları? Ama Allah, Peygamber Efendimize gösterdi, işittirdi, bildirdi.. Hatta niyaz ediyor; "Ya Rabbi, bu mir'acımdan kullarına haber vereyim mi?" "Haber ver, onlara anlat ya Habibim" "Bütün bu olanlara, bana kim inanır ya Rabbi?" "Kimse inanmazsa Yar-ı garin Ebu Bekir sana inanır, seni tasdik eder.." Nitekim öyle olmuştur.. İtirazlar yükseliyor.. Bu kadarı da olur mu deniyor.. Sözler Ebu Bekir Sıddık Efendimize varınca soruyor: "Bunları kimden işittiniz?" "Resulullah kendisi diyor.." "O buyuruyorsa, amenna ve saddakna doğrudur!"

Bak Hacca gidenler var.. Gidemeyenler var.. İbrahim AS. Kabe'yi yeniden inşa ettikten sonra Cenab-ı Hak emrediyor:

"Ya İbrahim! Seslen de Kıyamete kadar yer yüzünde yaşayacak insanlar burayı, evimi ziyarete gelsinler"

"Ya Rabbi seslensem sesim ancak şu kadar mesafeye gider! Uzaklara nasıl sesleneceğim? Benden sonrakilere sesimi nasıl duyuracağım?"

"Ya İbrahim! Sen çağır, duyurması bendendir!"

O yüzden denilir ki Kabe nasip olanların ruhu İbrahim AS'ın çağrısını duymuştur..

Hz. Ömer Efendimizin kilometrelerce uzaktaki Sariye'ye "Dağa ya Sariye!" diye seslendiği vakidir.. Hutbe esnasında bütün Ashab buna şahit oluyor.. Peki O nasıl haberdar oldu ki Sariye'den? Sariye Hazretleri de Hz. Ömer Eefndimizin sesini duyarak emrine göre hareket ediyor.. Sesini nasıl duyurabildi ki?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA

Esad Coşan Hazretleri buyuruyor ki:

SORU- Rabıtada Peygamber Efendimiz'i düşünsek, daha iyi olmaz mı?..

CEVAP- Zâten oraya getirecek. Yâni, Peygamber Efendimiz'i düşünmeye müridin ilk başta kabiliyeti yetmez ve o tecellîye kendisi tahammül edemez. Hocasını düşünmekten başlar. O eğitime alıştıktan sonra, Rasûlüllah'a gelir zâten...

Merdivenin altındaki iki basamağa ne lüzum var?.. Bunlar olmasa üst kata çıkamaz mıyız?.. Çıkamazsın; çünkü, buraya basacaksın, oraya öyle çıkacaksın! Alt merdiven olmadan üst merdivene çıkılmıyor.


SORU- Rabıtaya delil olarak Peygamber SAS'in zamanından bir örnek verir misiniz?

CEVAP- Peygamber SAS Efendimiz, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'in gözünden hiç gitmezmiş. Evde yalnız olduğu zamanda bile... Hattâ onun hayalinin gözünün önünde devamlı olmasından dolayı, ayağını uzatmaya utanırmış, helâya gitmeye utanırmış. Bu bağlılığın bir misâlidir, fenâ fir rasul olmanın alâmetidir. Rabıta da zâten, o olsun diye yapılan bir çalışmadır.

SORU- Rabıta-i mürşid yaparken mürşid Allah ile kulu arasına girmiyor mu?

CEVAP- İnsan namaza duracağı zaman, "Allahu ekber" derken Kâbe'yi karşısında hayal edecek. Kâbe'ye doğru dönüyor ya... Tasavvur edecek: Mültezem şurada, Hacer-i Esved şurada, Hatîm şurasında, Makàm-ı İbrâhim şurada... Bu Allah'la kulun arasına Kâbe'nin girmesi midir?.. Değil...

...

Allah mekândan münezzehtir. Öyle aradan, aralıktan filân da münezzehtir. Araya girmek diye bir şey bahis konusu değildir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ALLAH İLE OLMAK

Hadid Suresi Ayet 4:

"Her nerede olursanız Mevla sizinle beraberdir."

Onun bizimle oluşu fayda vermez. Bizim onunla oluşumuz fayda verir. O bizimle beraber bizden ayrılımıyor ama biz de ayrılmayalım. Buradasın Yemen'desin,Yemen'desin buradasın. İnsan, ruhu ile nerede ise orada muteberdir. Biz de ruhumuzla Allah'tan ayrılmayalım.

"ALLAH ile beraber olunuz. Eğer ona gücünüz yetmezse ALLAH ile beraber olanla olunuz."

Onlarla olursak Mevla ile beraber oluruz. Eğer onlarla beraber olmazsak hangi vadide helak olacağımız belli olmaz.

İbrahim Erzurumî Hz. buyuruyor ki;

"Kimin kalbinde ALLAH varsa onun her iki dünyada yardımcısı ALLAH’tır. Kimin kalbinde de ALLAH’tan gayrısı varsa onun da her iki dünyada hasmı ALLAH’tır.

Yani, "neden sen beni unutun. Neden beytullah olan kalbe başka şey doldurdun."


(Risale-i kudsiyye Hasan Efendi sohbeti alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALLAH EHLİYLE BERABER İSTEMEK VE İBADET ETMEK

Salihleri vesile yapıp Allahu Tealâ’dan bir şey istemeyi tenkid edenler, bunun her namazda Fatiha suresinde okunan:

Allahım! Ancak sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz” mealindeki ayetlere ters düştüğünü söylüyorlar.

Halbuki bu ayetlerde, Allah’tan bir şey isterken içimizdeki Salihlerin zikredilmesine red değil, açıkça bir işaret vardır.

Çünkü, ayette “sadece senden isterim” denmiyor, “isteriz” deniyor.

Ayeti okuyan kimse yalnız da olsa, “ben” değil “biz” ifadesini kullanıyor.

Bununla kul, kendini aciz görüp tevazuya bürünür ve şöyle demek ister:

Allahım! Bizler topluca sana yöneldik; ancak sana kulluk ediyor; sadece senden yardım istiyoruz. Ben senin huzurunda tek başıma bir şey taleb etmeye ehil ve layık değilim. İçimizde gerçek kulluk yapan ve duasında samimi olan Salihlerle birlikte senden istiyorum. Benim isteğimi onların duasına kat, kabul eyle”...

iktibas: Hak Dilaram, o da mumeha'dan

(Aynı mananın; Ayet-i Kerimedeki "yanlız sana ibadet ederiz" kısmı için de geçerli olduğunu düşününüz... Salih Amel, en güzel Salih kimselerden öğrenilip tatbik edilebilir.. Çünkü onlar Salih Ameli en güzel biçimde işledikleri için kendilerine "Salih" denilmiştir.. Öğrenen de, öğreten ile birlikte ibadet eylemiş olur.. Her ikisi de amelde birleşmişlerdir..)
 
Üst