Evet etten ve kemikteniz

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
Evet,
Etten ve Kemikteniz!


Kendisinin ürettiği veya
Başına örülen sorunların altında ezilen,
Ezilirken umudu tükenen,
Kendisine terlik kayışı kadar yakın cenneti uzak gören
Yaşadığı çağı en kötü çağ olarak algılayan sıkıntılı Müslümanlara Peygamberleri çağlar öncesinden dedi ki:


عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ
إِنَّ الدِّينَ يُسْرٌ وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَدٌ إِلَّا غَلَبَهُ فَسَدِّدُوا وَقَارِبُوا وَأَبْشِرُوا وَاسْتَعِينُوا بِالْغَدْوَةِ وَالرَّوْحَةِ وَشَيْءٍ مِنَ الدُّلْجَةِ

Ebu Hureyre RA’ın rivayet ettiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:​

“Din kolaydır. Dinde kim zorluk çıkarırsa altında kalır. Dengeli olun, yaklaştırın ve ümitvar olun. Sabahı akşamı ve bir miktar geceyi değerlendirin.”

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِي اللَّهم عَنْهم قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
لَنْ يُنَجِّيَ أَحَدًا مِنْكُمْ عَمَلُهُ قَالُوا وَلَا أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ وَلَا أَنَا إِلَّا أَنْ يَتَغَمَّدَنِي اللَّهُ بِرَحْمَةٍ سَدِّدُوا وَقَارِبُوا وَاغْدُوا وَرُوحُوا وَشَيْءٌ مِنَ الدُّلْجَةِ وَالْقَصْدَ الْقَصْدَ تَبْلُغُوا *

Ebu Hureyre RA’ın rivayet ettiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:​
“Sizden birinizi ameli kurtaramaz!”
“Seni de mi ya Resulellah?” diye sordular. Buyurdu ki:
“Beni de. Ancak Allah beni rahmeti ile kuşatırsa…
Dengeli olun. Yaklaştırın. Sabahı akşamı ve bir miktar geceyi değerlendirin. Dengeli olun. Dengeli olun. Ulaşırsınız.”

عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ
سَدِّدُوا وَقَارِبُوا وَاعْلَمُوا أَنْ لَنْ يُدْخِلَ أَحَدَكُمْ عَمَلُهُ الْجَنَّةَ وَأَنَّ أَحَبَّ الْأَعْمَالِ إِلَى اللَّهِ أَدْوَمُهَا وَإِنْ قَلَّ




Aişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:​

“Dengeli olun. Yaklaştırın. Bilin ki, sizden birinizi ameli cennete koymaz. Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa sürekli olanıdır.”


عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ لَمَّا نَزَلَتْ ( مَنْ يَعْمَلْ سُوءًا يُجْزَ بِهِ ) بَلَغَتْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ مَبْلَغًا شَدِيدًا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَارِبُوا وَسَدِّدُوا فَفِي كُلِّ مَا يُصَابُ بِهِ الْمُسْلِمُ كَفَّارَةٌ حَتَّى النَّكْبَةِ يُنْكَبُهَا أَوِ الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا



Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki:
“Kim bir kötülük yaparsa karşılığını görür.” ayeti indiğinde müslümanlar çok endişelendiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

“Dengeli olun. Yaklaştırın. Müslümanın başına gelen her şey bir keffarettir. Katlandığı bir eziyet, ona batan bir diken dahi.”


عن شُعَيْب بْن زُرَيْقٍ الطَّائِفِيُ قَالَ جَلَسْتُ إِلَى رَجُلٍ لَهُ صُحْبَةٌ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُقَالُ لَهُ الْحَكَمُ بْنُ حَزْنٍ الْكُلَفِيُّ فَأَنْشَأَ يُحَدِّثُنَا قَالَ وَفَدْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَابِعَ سَبْعَةٍ أَوْ تَاسِعَ تِسْعَةٍ فَدَخَلْنَا عَلَيْهِ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ زُرْنَاكَ فَادْعُ اللَّهَ لَنَا بِخَيْرٍ فَأَمَرَ بِنَا أَوْ أَمَرَ لَنَا بِشَيْءٍ مِنَ التَّمْرِ وَالشَّأْنُ إِذْ ذَاكَ دُونٌ فَأَقَمْنَا بِهَا أَيَّامًا شَهِدْنَا فِيهَا الْجُمُعَةَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَامَ مُتَوَكِّئًا عَلَى عَصًا أَوْ قَوْسٍ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ كَلِمَاتٍ خَفِيفَاتٍ طَيِّبَاتٍ مُبَارَكَاتٍ ثُمَّ قَالَ
أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّكُمْ لَنْ تُطِيقُوا أَوْ لَنْ تَفْعَلُوا كُلَّ مَا أُمِرْتُمْ بِهِ وَلَكِنْ سَدِّدُوا وَأَبْشِرُوا


Şuayb b. Zurayk et-Taifi anlatıyor:

Sahabeden Hakem b. Hazn el-Kufi diye bilinen birisinin yanında bulundum. Bize şöyle anlatmıştı:
Yedinin yedincisi veya dokuzun dokuzuncusu olarak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ziyaretine gittim. Yanına girdik ve “Ey Allah’ın Nebisi! Seni ziyaret ettik. Bizim için Allah’a hayır dua et.” dedik. Bize bir miktar hurma verilmesini emretti. O zaman kıtlık vardı. Orada günlerce kaldık. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında cuma namazı kıldık. Bir değnek veya yaya yaslanarak ayağa kalktı. Kısa, latif ve mübarek sözlerle Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Ey insanlar!
Siz emredildiğiniz her şeye güç yetiremezsiniz veya yapamazsınız. Ama dengeli olun! Sevinin!”


عن ثَوْبَانَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
سَدِّدُوا وَقَارِبُوا وَاعْمَلُوا وَخَيِّرُوا وَاعْلَمُوا أَنَّ خَيْرَ أَعْمَالِكُمُ الصَّلَاةُ وَلَا يُحَافِظُ عَلَى الْوُضُوءِ إِلَّا مُؤْمِنٌ


Sevban radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Dengeli olun.
Yaklaştırın.
Çalışın.
Araştırın.
Bilin ki,
Amellerinizin en hayırlısı namazdır.
Abdeste müminden başkası düşkün olmaz.”



Neden bıkıp usanıyoruz?



Biz Allah’tan geldik yine O’na gideceğiz.” diye inandığımız halde, ihlâsı öne çıkarmıyoruz. Dünyalık ölçüler neredeyse ibadetlerimizi bile etkiledi. Birbirimize görünme uğruna meleklerin bizi nasıl gördüğünü unutur olduk. Ahiret için iman ettik, dünyalılar gibi yaşadık. Dünyanın da akıbeti budur zaten!
Şöyle biraz ucundan tuttuğumuzu, dilediğimizde salıverebileceğimizi sandığımız dünya, elimizde avucumuzda kaldı, gözümüzü doldurdu. Araç iken hedef oldu. Ahiret neredeyse sadece cenazelerde konuşulur oldu.
İlim ve âlim” değer kaybetti. Bir ders halkasında bulunmak, bu konuda Allah ne diyor, Peygamberi ne yapmış şeklinde bir merak cazibesini yitirdi. Şeytanı, dünyanın hilelerini ve nefsi bize tanıtan Kur’an’ımız, Allah dostlarının sözleri gündemimizden uzak kalınca, şeytanı bile karikatürize edip tanımaya çalıştık.
“Aile ve Ev” kurmanın bir imtihan olduğunu, kimi peygamberlerin bile başını ağrıtan büyük bir fitne olduğunu unuttuk. Kur’an’ımızın, bu konudaki apaçık ayetlerini kulak ardı ettik. Fitneye hazırlıksız yakalanınca, huzur kaynağı yerine sıkıntı kaynağı olan bir ailemiz, çoluk çocuğumuz oluverdi.
Rabbimiz “Sadıklarla beraber bulunun.” dediği halde biz, günah içinde boğulan insanlarla haşir neşir olduk, ortaklık ettik. Günahları göre göre gözlerimiz günahı küçümser oldu. Haramlar lezzetlendi. Haram veya şüpheli şeyler yenildi içildi. Harama bakmanın sakıncalı olduğunu ne bilen kaldı ne bilip de uygulayan.
Baş durumunda olanlar ve onları temsil edenler, zayıf iradeli ve mini yürekli kimseler oldu. İradesine güvenilmez ve yüreği dayanmazların peşinden gidilince de başımıza bunlar geldi.
Allah ve O’nun rızası, cenneti” en büyük arzumuz olduğu halde, heyecanlı bir konuşma yapan bir hatibin dahi ‘Şimdi ne anlatmak istedin bu konuşmanda?’ dendiğinde net bir cevap veremeyeceği kadar hedefsiz ya da küçük hedefli bir alanda koşturduk. Evlat yetiştirmek dedik; ama bu yetiştirmenin ebedi bir hayat için mi yoksa üç günlük dediğimiz dünya için mi olduğunu netleştiremedik.
Gerçekçilikte yetersizliğimiz oldu. Olaylardan etkilenip, ani kararlar verdik. Bu kararlarımız da ya aşırı oldu ya da korkakça. Dengesizliğimizin bedelini hem biz ödedik hem dinimiz. Doktoru âlimin yerine âlimi de doktorun yerine oturttuk. Kendimiz için uygun gördüğümüz hedefi beceremeyince çocuğumuzu –ehil olup olmadığına bakmadan- o hedefe getirmek istedik. Bu sefer çocuğumuzla kötü olduk. Yeme içme ve uyumada bile bu dengesizliğimiz gün yüzüne çıktı.
Dikensiz gül, engelsiz yol olmaz diye bildiğimiz halde insani ve dini hayatımızda önümüze çıkacak engelleri hesap etmedik.. Küfrü uyur zannettik. Aldandık. Ansızın yakalandık
Ev ve büro eşyamızı yeniledik ama çalışma ve yaşama üslubumuzu yenilemeye razı olmadık. Kişisel düşüncelerimizi ayet hadis gibi tuttuk. Böyle olunca olayların önünde tıkandık kaldık.
Eğitimin hayat boyu sürmesi gerektiğini anlayamadık. Bir iki semineri, konferansı yeterli bulduk.
Hayatımızı din ve dünya ile tanzim ederken önemli ve öncelikli ayrımına dikkat etmedik. İstişareyi ya önemsemedik ya da sonucuna katlanamadık.


Çaresiz miyiz?

Hayır.
Çaresiz değiliz.
Evet, etten kemikteniz ama Rabbimiz, hem katlanamayacağımızı bize yüklemedi hem de nasıl başaracağımızı gösterdi. Bizden öncekilerin başına gelenleri, batanların ve kurtulanların akıbetlerini bildirdi.
İşte çaremiz:
İmanımızı koruma altına almalı ve sürekli güçlendirmeliyiz. Bu da ibadeti çoğaltmak, özellikle sünnetlere özen göstermek, nafile orucu tutmak, gizli sadaka vermek, sıla-ı rahim, miskinler ve yetimlerle ilgilenmek, umre, hac, itikâf ve camilere koşmakla mümkündür. İhsan düzeyine gelinceye kadar Allah’ı zikir, Kur’an kıraati ve elif’inden ya’sına kadar Kur’an-Hadis öğrenmekle mümkündür.
Vücudumuzun mikrop kapıp hastalanması gibi kalplerimiz de mikroplanır ve hasta kalp haline gelebilir. İhlas ve takvadan uzaklaşabiliriz. Kardeşlik bağlarımızı koruyup güçlendirmek ve iyilerimizin kadrini bilip onların arasında ve etkilerinde olmak, âlimlerimizin gönüllerinde ve meclislerinde bulunmaya gayret etmek zorundayız.
Cemaatte fiilen bulunmak, vaktimizi heba etmemek, dua kapısını hiç kapatmamak, helal kazanıp helal harcamayı bir ibadet bilmek, kısır döngüyü aşamamış insanların düzeyinde ve meclisinde kalmamak zorundayız.
Kitabımız Kur’an’ın defalarca vurguladığı eski ümmetlere ve bizim ümmetimize ait olayları kavramaya çalışmak, muhakkak bir sosyal faaliyette görev almak zorundayız.
Olaylardan ve komplolardan büyük olmak zorundayız.
Kendimize mini bir çevre kurmaya çalışmak, kurulunca da korumak zorundayız.
Dinlenmesini bilmek hatta dinlenmeyi bile ibadete dönüştürmek zorundayız.
“Dinime ne verebildim?” sorusunu sık sık kendimize yöneltip cevabını vermek zorundayız.
Evet.
Etten ve kemikten de olsak yılmamak, şeytanı sevindirmemek zorundayız.
İmtihanı kazanıncaya kadar…

alıntı
 
Üst