Eskiden Öyle Güzel Cahildik ki...

KARAMURAT-3

Kıdemli Üye
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
4,706
Tepkime puanı
54
Puanları
0
Konum
Ankara
Web sitesi
mazlumlarvezalimler.blogcu.com
1461790_678745575492331_1599144694_n.jpg



Eskiden Öyle Güzel Cahildik ki...



Televizyon yoktu.. Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...


Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...


Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...


Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.


Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...


Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk .


http://ballarbalinibuldum.blogspot.com/2013/12/eskiden-oyle-guzel-cahildik-ki.html

 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Mesajlarınızdan anladığım kadarıyla Sizin için değişen pek bir şey yok abi.
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
ve simdi günümüzü kapitalizme hizmet icin kosturarak geciriyoruz ve aksam olunca yorgun bir vaziyette oldugumuz yere uzaniveriyoruz. ne eski muhabbetler kaldi ne de eski dostluklar ... günlerde hersey gibi bereketsizlesti ... bir bakiyorsun hafta basi bir bakmissin ki pazar günü ... ömürlerimiz kapitalizmin ugruna harcaniyor
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Toprak damlı evde büyüdüm. Ankara'nın bir köyü. Antenin rüzgardan ayarı bozulurdu. Yağmur yağınca dam akardı. Evde yalnız kalınca limonlu kolonyayı sobaya sıkıp parlatırdık pof diye. İyi ki evi yakmamışız. Cenazeye, hastaya giderlerdi biz kalırdık evde. Çok mutlu olurduk, yalnız kaldık oh, diye. Evin altını üstüne getirmek, yorulmadan, terli terli.. Sonra ortalığı topardık. Anlamazlar sanırdık. Anlarlardı ama. Nasıl anlıyorlar diye merak ederdim.

Bahar yağmurlarıyla yollar çamur olurdu. İnsanlar atlaya atlaya yürürlerdi. Okula, çamur bulaşmasın diye paçamızı çorabımıza sokup öyle giderdik. Okula gelince ayaklarımızda iki kilo çamurla giremezdik tabi. Dışarıda, betona gömülü yarım bir kürek ucu olurdu. Her evin önünde olurdu bu. Ayaklar ona sıyrılırdı. Kalanı da çöple sıyırırdık. Çamur da neki? Kuruyunca ofalar ve çırpardık geçerdi. Büyüklerden kalma kemerler olurdu. Pantolonun belini neredeyse iki kere dolanacak gibi büyük kemerler. Hele o bol pantolonlar. Birdaha ki seneye gene giyer diye, o da en iyi ihtimal. Şayet dayının oğlundan kalma değilse.

Pantolon demişken; Eski pantolonların dötü hep yırtılırdı. Dikiş sağlam olmazdı. Eğildimi gitti. Bi utanırdık sormayın. Eski donlar hep beyazdı ya, hemen göze çarpardı. Böyle bir durumda okuldan eve, kenardan kenardan giderdik..

Leblebi tozunu kim bilir. Hüp diye çeker, ağzımızda eritirdik. Meyko gazozlar, bibip, tipi tip sakızlar. Minti diye bir sakız çıkmıştı 80'li yıllarda. Artist resimleri çıkardı içinden. Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Türkan Şoray falan çıkardı. Biriktirirdik. Misket oynar birbirimizden üterdik. Deste deste cebimiz dolardı bu resimlerle. Kaybedince, kazanıca falan sanki deste para çıkartır gibi çıkartır, lastiğini çeker, içinden sayarak verirdik. Cüneyt favoriydi. Onu ayıklardık. Kavga çıkardı, sonra pazarlık yapardık, Cüneyti verirsem diğerlerini vermem falan diye. Tamam der kabul ederdi. Sonra üter geri alırdık tabi. :)) Nasıldı dur bakim; Misket bir karıştan yakında durursa 5 kafa, direk toslarsa 15 kafa alırdık. Bir karış yakınına denk düşüremezsek sıra diğerine geçerdi, tabi dibinde ya, oda direk tavuk dötü atar toslatırdı. Vay bee... Misket olmayınca taşla oyndardık..

Fak yapardık. Bizim oralarda kuş sapanına fak derler. Fak için gerekli malzemeler; Bir adet söğüt ağacından çatal, eski bir elcek (bulaşık eldiveni), bir adet pınalık (taşın geldiği deriden yatak) bu pınalık denen parça çok önemlidir. Deri olması şarttır. Yoksa yırtılır. En müsaiti eski deri ayakkabıların üst kısımda ki iç dilidir. Onu makasla oval şekilde kesersiniz, iki ucunu delik yaparsınız. Büyüklüğü ise misket büyüklüğünde bir taşı çepeçevre kaplıyacak kadar olmalıdır. Sonra elceklerin kol kısmını 4 santim genişliğinde şerit halinde kesersiniz. Çatalı ateşte gevretmeniz lazım ki bükülmesin, sağlam olsun, fırınlanmış ahşap gibi. Çatalın üst uçlarına, yani elceklerin geleceği kısma küçük kertikler açılır ki oradan aşağı, yada yukarı kaymasın, tutsun.. Sonra pınalığın iki ucundan elcek lastiklerini geçirip yorgan ipliğiyle sıkarak bağlarsınız. Şeritlerin diğer uçlarını da aynı şekilde çatala bağlarsınız. Çatalda dikkat edilecek iki husus vardır. Y şeklinin üst iki ucunun arası fazla açık olmamalıdır. Bir parmak girecek kadar olsa yeter. Çünki oradan nişan alınacak. Taş oradan geçmez, üstünden geçer. Yani tehlike yoktur. Çatalın sapı ise hafifce atıcıya doğru bükük olmalıdır, güç alabilmek için. Evet, fak (sapan) böyle yapılır. Elcek uzunluğu ne kadar olmalı derseniz; yayın kirişini gerer gibi zorla gerecek kadar gerilebilmelidir.

Sapan nasıl yapılır izah ettikten sonra bir de bunun kurallarını anlatayım. Eti yenmeyen kuşa, uçan kuşa, yem yiyen kuşa, su içen kuşa taş atılmaz. Yuvasında oturan kuşa taş atılmaz. Ağzında yem tutan kuşa taş atılmaz. Günahtır.. Baş kural budur. Antende, ağaçta, taşta pinekleyen kuşa taş atılır. Bu kuralları Anadolu'nun her köy çocuğu bilir ve bir ahlak köküne dayanır. Büyüklerinden öğrenmez ama bilir işte. Çocuklar arasında nakil yoluyla bilinir. Ortam böyledir. Birisi bu kuralı bozdumu herkes birbirine anlatırdı. Günah la, nasıl yaptın, hiç mi Allahtan korkmadın, diye kınanırdı. Başına bela gelecek diye beklenirdi. Sanki lanetlenmiş gibi. Üç beş gün sonra unutulurdu tabi. :)

Bir kuş avladınız diyelim. İlk iş o kuşu alıp kanını çatala bulaştırmak olmalıdır. Sapan, kuşun kanını emdikçe bereket olur derler. Sonra hemen tüylerini yolar, köy çeşmesinde içini temizlersiniz. Çör çöp bulup ateş yakar hemen közler yersiniz. Yedikten sonra da elinize bir pıçak alıp sapanın sapına bir kertik atarsınız. Saptaki kertiklerden kaç kuş avladığınızı bilirsiniz. Onunla da hava atarsınız. :) Anadolu çocuğu böyledir. Kendi oyuncağını kendisi yapar. Gözü karadır, pektir bu yüzden.. İstanbul'a gelen yumuşak ortamı görünce mafya oluyor. Acizane şahsım istisnadır. Fakat çoğu büyük şehirlerde falanın fişmanın adamı diye kullanıldılar. Devletin kullandıkları da oldu. Muhtemelen derin devlet, kürt gençlerinin yetiştiği ortama denk türk köylerinde yetişen gençleri özellikle seçti. Ben böyle yorumluyorum. Karadeniz'de de durum böyle..

Doğup büyüdüğüm köy burası. Ankara'nın bir köyü. Şimdi böyle değil tabi. Bu fotoğrafın çekildiği yıllarda ben dünyada yoktum fakat benim çocukluğumda da aynı böyleydi. Kimin evi nerede bilirim. Şimdi koca koca binalar dikilmiş, esamesi kalmamış. Keşke renkli fotoğraf olsaydı. Çiçek gibi bir köydü. Herkes mutluydu. Damların üstüne çir serilir, çeşmelerin başında ateş yakılılr çamaşır kaynatılırdı. Dövek taşında tahta tokmaklarla bulgur dövülür hedik kaynatılırdı. Ekmek tandırda yapılırdı. Değirmende sıraya girilir un çektirilirdi. Salça kaynatılırdı.. Her şey doğaldı.

Hayatımda bit görmedim bitlenmedim de. Temizliğe çok önem verilirdi bizim köyde. Her yıl kireç kaynatılır ve fırçalarla duvarlar kireçlenirdi. Kar gibi beyaz olurdu duvarlar. Kerpic, yani toprak duvarlar. Beton duvarlar değil.

Evinde çatısı olanlar zengin olanlardır. Birkaç tane çatılı ev görmek mümkün.. O yıllarda çatı, lükstü. İki katlı olan yapıların alt katı ahırdır. Herkesin ahırı yoktu ama ahırı olanlar da kendine yetecek kadar hayvan barındırırdı. Hayvan olup da; bir eşek, bir inek, birkaç tavuk ve horoz, üç beş kurbanlık koyun, işte o kadar. Bu işin ticaretini yapanların yaylada ekstra ağılları vardır. Bakmayın şimdi şehirli olduğuma. Dağın başına bıraksıanız hangi otların yeneceğini nerelerde su bulunacağını, nerelerde istirahat edileceğini, nasıl ateş yakılacağını çok iyi bilirim. Köyden 13 yaşında ayrılmama rağmen unutulmuyor bunlar. Yılanla, kertenkeleyle, çiyanlarla büyüdük.. Bazan kaçasım geliyor. Kendimi dağlara verip tek başına yaşayasım geliyor. Bu bir özlemdir. Şehrin stresi bu dürtüyü tetikliyor..

Kışın canavarların uzaktan uzaktan uluması kulağa çok hoş gelir çocukların, çünki büyüklerin tedirginliğini görmek heyecan verir küçüklere.

Resimde gördüğünüz o taşlık sırtın arkası tamamen sivilizasyondan yoksun bölgedir. İdris dağları orada başlar. Av hayvanları genelde o alanda mevcuttur. Kışın kara gömülen köye canavarlarda o büyük araziden gelirdi. Hala aklım almaz; o küçücük ve cılız kurttan koca koca köpekler korkardı. Sivas kangal köpeği hariç. Köpekler arasında nam salmış demek ki.. Kurt uluyunca nasıl tedirginlenir köpekler bir görseniz.. Sahibinin arkasına sığınanını bile gördüm. Fakat kangallar dışarı çıkmak için kapıyı tırmalar. Kangal köpeği, bir kurdu hallettiği zaman ki halini göreceksiniz. Sıkıysa o ölü kurdu önünden alın. Alamazsınız. O öldürdüğü kurdun başında dolaşır, çevresinde dolanır, başına oturur, leşiyle oynar, yani bir gün boyunca yaptığı büyük işin tadını çıkartır, haz alır. Namlanır kendince. Görülesi bir manzaradır.. Seviniyor mu yas mı tutuyor anlıyamazsınız. Bazan ağlamsı sesler çıkartır falan. Kurdu öldürdükten sonra yasını tutar, derler. Atasını öldürmüştür çünki..


1534472_10202098176609271_2023019743_n.jpg
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul

Senin gibiler içinde birşey farketmez. Ha duvara konuşmuşum ha size.

Abi mümkünse duvara konuş. Burada benim gibiler çok boşuna kendini yorma olur mu? Yazık sana burada kendi kendine bitik bir partinin ve taraftarları tarafından harcanmış bir ideolojinin propagandasını yapacağına gidin agd de birbirinizi pohpohlayın, hayal kurun falan işte... En azından mutlu olursun.
 
Üst