Bu ÖNEMLİ birşey olsa gerek.
“Erdoğan’ın Avcı Üzerinden Askere Teklifi”
Bunu şurdan da anlayın dostlar!
Websitemizde yayınlanan o yazıda ikinci bir yazardan da alıntılar yapılmıştı, “AKP-RTE Kliği” ile Gülen’i hâlâ aynı “kefede” görme yanılgısından da bahsedip duruyoruz malum,”tetikçi”den bahsedip bunu da örneklendirmiştik, işte o “yanılgı” da, hiç değilse ikinci yazar tarafından da kabul edilmiş olsa gerek ki bakın ne yazıyor:
“-Nitekim…
Bu bağlamda bir başka boyut…
Erdoğan’a parmakları kadar yakın “İstihbaratçı” Hanefi Avcı tutuklandı.
Daha doğru ifade ile Avcı, Erdoğan’ın yerine ve/veya talimatlı olarak Silivri’de!(…)
Hanefi Avcı, 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde bir kitab yazdı.
Fetullah Gülen’e, Erdoğan adına “özel” bir mesaj iletti.
Gülen mesajı aldı; ölüleri kalkıp oy kullanmaya davet etti.
Sandıktan Erdoğan yüzde 58 ile çıktı ve adını anmadan Gülen’e teşekkür etti.
Ardından Avcı ifadeye çağrıldı, gözaltına alındı, tutuklandı.
Bu durumda ne düşünmeliyiz?
Hanefi Avcı’nın “Simonlar” isimli kitabını okuyanlar göreceklerdir ki, daha görene rastlamadım, kitab istihbari mesajlarla dolu!
Avcı, bir polis olarak mesleğe başladığında okulda öğrendikleri ile gerçek polislik mesleğinin çok farklı şeyler olduğunu gördüğünü söylüyor.
(Yani, Erdoğan’ın da Başbakan olmadan önceki ve sonraki tecrübe ve birikimlerinin çok farklı olduğu, hatalarının bilincinde olduğunun altı çiziliyor.)
Sonra, başından geçen olayları sırasında göre anlatıyor.
Kitabın ikinci bölümünde ise Gülen Cemaati’nin devlet katında nasıl örgütlendiği, nasıl komplolar kurduğu,
Ergenekon iddianamelerinin uzman bir polis gözü ile terör örgütleri bağlamında sıkı bir analizini yapıyor.
Mantıksızlığı ortaya koyuyor.
Kitabın sonlarına doğru ise darbe nasıl yapılır, cuntalar nasıl çalışır, darbe aşamasına nasıl gelinir gibi uzmanlık alanı olmadığı halde “nitelikli katkı” aldığı anlaşılan satırlar üzerinden “asker”e şu mesajı iletiyor:
“Siz Gülen Cemaati’nden, rejimin dönüşmesinden rahatsızsınız. Biz ise darbe olmasından korkuyoruz. Bu noktada iki tarafın da kazanacağı bir anlaşma teklif ediyoruz. Bizimle anlaşın ya da müsaade edin Gülen Cemaati’nin içinde TSK’ya karşı asimetrik saldırı yapan (İngiliz İstihbaratı arka planlı) ekibi sayın Başbakan Erdoğan tasfiye etsin. Siz de buna karşılık darbe yapmayın, önleyin, Erdoğan, Yüce Divan’da yargılansın, hesab versin!”
Bu anlamda cevabı aranması gerekli soru şu:
Neden dün değil şimdi!?()
Avcı’nın kitabında, “Cemaat” içinde paralel bir başka örgütlenme olduğu, uzlaşma halinde İngiliz linkinin ipini ya da fişini çekmeye hazır olunduğunun altı çiziliyor.
Bu önemli!
“İngilizler neden Hanefi Avcı’yı hapse attırdılar?” diye soracak olursanız, cevabı basit:
Gülen Cemaati, AKP iktidarında ve özellikle 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında Ergenekon operasyonları ve TSK’yı hedef alan asimetrik saldırılar sırasında çok nefret topladı.
Yaptıkları, yazdıkları, yayınladıkları komplolar nedeni ile yeni bir “ihtilal”in şartlarını hazırladılar.
İngiliz istihbaratı, ‘Neo 28 Şubat süreci’ne olumlu katkısı nedeni ile Gülen Cemaati’ni piyon olarak kullanıyor.
Filmin sonu:
Ya Avcı’nın dediği gibi olacak, cemaat üzerinden devlet içine sızmış ve İngiliz istihbaratı tarafından yönlendirilen isimler tasfiye edilecek, tüm bağlantı kabloları tek tek kesilecek…
Ya da Fetullah Gülen Cemaati’nin stratejik aklı olmayan yayınları ve örgütlenme modeli nedeni ile İngilizler kullanmaya devam edecek, 28 Şubat süreci yeniden ayağa kalkacak, ki küresel aksta gerekli iklimsel konjonktür oluştu, radikal laikler cemaatin üzerinden silindir gibi geçecek!
Daha önce yazdığım gibi konjonktür değişeli uzun zaman oldu, sırtında yumurta küfesi olanlar için karar “vakit”i ya da “zaman”ı…
ERDOĞAN’IN MAKUL TEKLİFİ ORTADA!”(1)
Mevzu gayet açık!
Peki “Başbakanlıktan Tekzib” yiyen yazıda ne vardı?
Dedik ya “Barlasların tetikçisi” denilen adam apaçık bir şekilde Başbakanı “AKLINA BAŞINA AL YOKSA KELLEN GİDER, BU KUTSİ YOLDA BİR CAN FEDA EDİLMI,İŞ ÇOK MU” diyor, o minvalde ama bu sefer kulağı ters tarafdan gösterek!
Anlattığına göre, üç sene önceki MGK toplantısı esnasında “küresel baronlar” dediği zevat Başbakan’a suikast planlamış, yemeğine değil içeceğine, “su”yuna zehir katmışlar. Toplantı başladıktan sonra “farklı bir coğrafyadan, sivil bir şahsa” telefonla ulaşılıp “aman söyleyin suyu içmesin” mesajı ulaştırılmış. Başbakana da bu bir notla iletilmiş ve o da suyu içmemiş. (2)
Yani?
“Türk İslâm derin devletinin başı” olan Gülen Başbakana haber gönderip kurtarmış canını!!! Bunu nasıl okumak lâzım? Hep ima ettikleri gibi, “SENİ NASIL KURTARDIK İSE…….”; yani aslında bu da bir tehdit ama bu sefer “artık yanında değiliz, hiçbir ihbar-haberi sana vermeyeceğiz, kendi başının çaresine nasıl bakarsan bak, Ergenekoncularla başbaşasın!” diyorlar ki, bunun yanına, “Avcıdan da ümidi kes!” mesajını da ilave edin!
“Sur Borusu”
İşte “Başbakanlıktan Tekzib” bu anlamdaki yazıya geliyor! Daha da ilginci, Ahmet Hakan’ın, daha evvelden “atışmaları” bir yana, şimdi konu ettiğimiz “Ben Mehmet Barlas'ı “Otağtepe Dükü”, zevcesi Canan Barlas'ı “Etiler düşesi”, kerimesi Ela'yı “Çengelköy prensesi”, mahdumu Cemil'i ise “Etiler veliaht prensi” sanıyordum... Meğer bunlar basbayağı liberal mafya ailesiymiş yahu...” diyerek “hakkını verdiği” polemik de bu “Başbakanlıktan Tekzib”den sonra!
Hadi birşey daha yazalım, buna elbette “tevafuk” diyoruz, Başbakan’ın “yalnızlaştırılması”, “ölümle tehdit edilmesi”, “Gülen’le restleşmesi” üzerinde durulduğunda TABİATIYLA önünüze gelecek olan “ilgili konu”, onun yanındakilere “özel ilgi” ile yaklaşan makaleler yazmaktır; bunu da “fikr-i takib” olarak yaparak, bir arkadaşımızın kaleminden “Başbakan’ın Tüm Danışmanları-I; Mehmet Metiner “Kişioglu”su başlığı altında yayınlamaya başladık. Bir anlamda “çürük elmalar” olarak nitelenebilecek ve son YAŞ’da olduğu gibi habersiz işler çevirmeye kalkışanları DEŞİRFE etmeye yönelik bir faaliyet, kısaca… “Tevafuk” olan ise, bu yazı dizisinin başlamasının hemen ardından, tam da işte bu “polemik” esnasında hem de Ahmet’in bir yazısının yayınlanması; ”Başbakan'ın bütün adamları”…
Evet.
“Tiyatro bitti”, dağılanlar var, kapıda kalmasınlar, safları sıklaştıralım arkadaşlar!
09.10.10
Notlar:
Not 1: Yazarın vazgeçemediği bir saplantı halinde “haki renge” yaptığı vurgu ve “başvuru mercii” gibi gösterilmesini bir kenara koyalım, ama “ilk ben yazdım” egosu (“Hocası”nın “çok değil, biraz mütevazı olsa..!” sözü!), diyelim ki, dediği gibi bir “teklif” olsa bile bu “ego-uslub” o teklifi rafa bir daha indirilmemek üzere kaldırır! Dünyanın neresinde görülmüş böyle birşey! “Analiz” yapacağım diye devrilmedik çamlar kalmıyor, orman katliamı yapılıyor. Eğer böyle bir teklif yapıldıysa, tabii… Ama bu Avcı’nın kitabının (aslında hani şu üzerine komplolar kurulan sonra yazıldı, çamur için yazıldı denilen “cemaatin pislikleri” bahsi OLMASA bile) bir “mesaj” içerdiği bahsini görmezlikten gelmeyi kılmaz. Fakat bu, yazarın zannettiği gibi değil. “Haki renk”in burda bir işlevi muhakkak vardır ama birincil önemde değildir. Aslında mesele ne biliyor musunuz dostlar? Şu üç-dört sene içerisinde yaşananlar, HERKESİMİN SAMİMİSİNİ ortaya çıkaracak HERKESİM İÇİNDEKİ PİSLİKLERİ ortaya koydu, bunların TASFİYESİNİ zorunlu kıldı, şimdi iş “TOPLAN BORUSU”nun çalınması ve TOPLANILACAK YERİN seçiminde. Burda da –bir hata daha yapmamak için- gerekli olan unsur şu:
Karşıtların ellerinde beğenirsiniz beğenmezsiniz bir “plan-proje” var, –yazarın argümanları ile ve kendsine de söylersek- kuru bir “süpürülmeme telaşı” veya “Smiht & Wesson, her daim floş royali yener!” türü günü –belki!- kurtarıcı fikirler(!) ile de buna karşı konulamaz, plan-projeye ancak ve ancak mukabil plan-proje ile karşı konulabilir! Sağına soluna herkes baksın o halde! Nerde bu fikir? Yoksa eğer, olana kadar başka acı çektirmemek için memleket ahalisine, oturun oturduğunuz yerde, ama varsa da KOŞMAYAN ********DİR, VATAN DÜŞMANIDIR haberiniz ola!
Not 2: Aslında “Barlasların Gülenist yazarı”nın yaptığı daha büyük bir tehdit var. malum yazısında; önce bu “zehirlenme” hikâyesini anlatıyor ve “uzun bir süredir bu konuyu yazayım diye düşünürken, birden bire ortalıkta Ayasofya'da ayin naraları atan nadanlar türemeye başladı. Haaahhh... İşte kader denk noktası buna denir şahidliğini bir kez daha müşahede edince, kâinatın sahibinin nasib ettiği bu zaman-ı denk noktasını değerlendirmemek bedbahtça bir hareket olur mülahazasıyla kalemimizi elimize alarak meselenin faslına geçmeyi uygun gördük.” diyerek ASIL MEVZUYA geçiyor: Ayasofyanın açılması!
“Ehl-i hak” dediklerinden bir iki söz nakli ile, Menderes’in “ayasofyayı aç ve kurtul” denmesine rağmen açmakta korkak olması sebebiyle idam edilmesinden, Özal’ın da elinde fırsat varken ve meseleden de haberdarken ilgilenmemesi sebebiyle ZEHİRLENEREK öldürüldüğünden bahsedip, Menderes-Özal-Erdoğan arasındaki “benzerlikleri” anlatıp, ”Siyasi tarihte bu üç isim birbiriyle benzetiliyorsa, muhakkak ki kâinat sistemi gereği kader-denk noktasında da bulaşacaklardır.” noktalıyor. Okuyanlar o yazıyı, “Ayasofya açılsın” diye direttiğini zannedebilirler yazarın ama aslında tam tersidir, açılmamasını, aynı yazı içinde “zehirlenerek öldürülmeyi” iki defa vurgulayarak anlatmasından belli. Üstelik, Ramazan bayramında Büyük Doğu Ocakları ve Nizam-ı Alem Derneği’nin bayram namazını Ayasofyada kılma isteklerini irade etmeleri üzerine Gülenist BBP’lilerin kaç takla atarak buna engel oldukları da malumdur! “Kurban bayramında, kurban da olsak ordayız” denilerek o an için bunun üstüne iki dernek fazla gitmese de, durum ortadadır, Gülenistlerin Ayasofya diye bir derdi, sızısı yoktur!
(Furkandan iktibastır)