Erbakan'ı Hıçkırarak Aglatan Neydi

Azimli

Ordinaryus
Katılım
6 Nis 2008
Mesajlar
2,408
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Konum
bursa

Erbakan Hoca tutuklu olduğu sırada çok sevdiği, saygı duyduğu ve manevi eğitimini aldığı Mehmet Zahit Kotku Efendi kendisine ve arkadaşlarına birer takke hediye etmişti. Bu hediyelerin Erbakan ve arkadaşları için manası büyüktü. Bu takkeleri namaz esnasında başlarına taktıklarında kendilerini İskender Paşa Camiinde Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin sohbetinde hissediyorlardı.

Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi'nin o günlerde hasta olduğu Erbakan ve arkadaşları tarafından biliniyordu. Nitekim birgün acı haber tutuklu bulunan Erbakan ve arkadaşlarına ulaştı. Ulaşan acı haberde Mehmet Zahit Kotku Hazretleri, Allah (c.c.)'ın rahmetine kavuşmuştu. Bu acı haber, tutukluluk zorluğuna eklenince tutukevindeki tüm MSP'lileri yasa boğdu. Herkesin gözlerinden sessizce yaşlar akıyordu. Erbakan ve Fehim Adak ise, hıçkırıklarını tutamıyorlardı. Fehim Adak o kadar kendini kaybetmişti ki, Erbakan Hoca'nın cenaze törenine katılması için yetkililerden izin almayı bile düşündü. Ama yapacak hiçbir şey yoktu. Erbakan ve arkadaşları çok sevdikleri Hocalarının cenaze namazındaki o ihtişamı göremediler ama hayal ve dualarla yaşamaya çalıştılar.
Tutuklu olmanın verdiği acılardan birini Erbakan, çok sevdiği bir alimin cenazesine katılamadığı için hıçkırıklarla ağlayarak yaşamıştı. Çünkü onun için, alimin ölümü, alemin ölümü idi.

ERBAKAN'IN İLK DURUŞMAYA GÖTÜRÜLÜŞÜ

İlk duruşma için Mamak Mahkemesine Erbakan ve arkadaşları götürülürken hoş olmayan tavır ve hareketlerle karşılaşmışlardı. Saat tam 8:30'da tutukevinin bahçesinde tek sıralı safa geçirilmişlerdi. Teker teker bir askeri otobüse bindirilmişlerdi. Bu mahkemeye götü-rülüş işinin başında bahriyeli bir binbaşı görevli olarak bulunuyordu. Sert ve kesin emirler veriyordu.
— Sıralarınıza otururken konuşmak yasaktır.
— Sağa sola bakmak yasaktır.
— Ellerinizi önünüzdeki koltuğun üzerine koyacaksınız, ellerinizi sağa sola bırakmak yasaktır.
Otobüsün arka sıralarında ise ellerinde otomatik silahları olan bir manga komando eri, atak ve dikkat dolu bakışlarını Erbakan ve arkadaşlarının üzerinden ayırmıyorlardı. Bu askeri otobüsün önünde bir başka araçta ise bir takım kadar yine otomatik silahlı askerler vardı.
Bu şekilde Erbakan ve arkadaşları Mamak Askeri Mahkemeye ilk duruşma için getirilmiş, bir sıralı safa geçirilerek mahkemedeki duruşma salonuna alınmıştı.
Duruşmalarda Erbakan'ın beyanlarını dinleyen nezâretle görevli bahriye binbaşısı öğle tatili verilince yine arka sıralardaki koltuğunda oturmuş, Erbakan ve arkadaşlarını göz ucuyla takip ediyordu. Erbakan ve arkadaşları öğle tatilinde seccadelerini serip mahkeme salonunda cemaatle namazlarını eda ediyorlar. Bu olaydan etkilenen bahriye binbaşısı namaz bittikten sonra yerinden kalkıp namaz kılan sanıkların yanına gelerek şu itirafta bulunuyor:
BİR BİNBAŞININ İTİRAFLARI
(Mamak, 1981)
"Beyler sizlerden ayrı ayrı özür dilerim.Meğer sizleri yanlış tanıyormuşum. Mahkeme ifadelerinizi dinledim. Şimdi de samimi olarak ibadet edişinizi izledim.Meğer sizler memleketimizin en seçkin, en münevver ve samimi insanları imişsiniz.. Fakat sizler için üzülüyorum.Bizim bu mahkemeler tesir altındadır. Yüzde bir buçuk oranında adaletli karar ya çıkar ya çıkmaz. Sizleri getirirken yaptığım sert muameleden dolayı lütfen beni affedin." (110)
Bîr Bahriye Binbaşısı

ERBAKAN'IN HAKKINDA DAVA AÇILIYOR

Erbakan ve arkadaşları hakkında elli sayfalık bir iddianame ile 163/1 maddeden bir ceza davası açılıyor. Bu davada ana hatlarıyla şöyle deniliyordu:
Bunlar her ne kadar, zahiren bir parti olarak örgütlenmişler ise de esas maksatları, Kur'an'da belirtilen şeriat nizamını kurmaktır. Devletin bu günkü siyasi, içtimai, iktisadi temel nizamlarını yürürlükten kaldırmak yerine dini kuralları koymaktır. Öyleyse l63'ncü maddeye göre cezalandırılmaları gerekir.
Bu davayı açan savcılığın elinde tutarlı ve suçu is-bat edebilecek ciddi belgeler yoktu. Ancak Alman-ya'daki bir işçi, Sarıyer'deki bir başka işçiye mektup yazmış, "Kardeşim, Selamet Partisi müslümanların partisidir." demiş gibi deliller ve Erbakan'a ait bazı ses bantları delil olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Erbakan ve arkadaşları, kendilerine isnad edilen suç iddialarına karşı savunmada fikir ve söz birliği içinde hareket ediyorlar.
Savunmanın ana hatları şöyle:
l- İddianamede bahsi geçen olayları ve kişileri ilk defa öğreniyoruz.
2- Başkalarının fiilinden bizlerin sorumlu tutulmamıza cezaların şahsiliği prensibi izin vermez.
3- Parti Genel İdare Kurulu yasa dışı bir karar vermemiştir.
4-İzafe edilen ses bantları, Anayasa Mahkemesi kararına göre delil teşkil etmez.
Bu ana hatlar üzere savunmasını yapan Erbakan'a Hakim Kayahan Özden bir celsede ses bantıyla ilgili şöyle soruyor:
"Ses bantları size, ait mi, değil mi?"
Bunun üzerine Erbakan, ses bantlarının üç kere bilirkişi tarafından tespiti yapılmış. Biz cümle cümle, kelime kelime karşılaştırdık. Aynı banttan çözüm yapıldığı halde hiçbirisi diğerini tutmuyor, diyerek savunmasını yaparken hakim buna kızarak şöyle diyor:
"Yani dışarıda bir yerde bir stüdyo kurulmuş, sizin adınıza sahte bant üretilmiş, her tarafa yayınlanmış mı demek istiyorsunuz?" Tam o esnada korkunç bir gürültü başlıyor. Meğer salonun çatısı üzerine dolu yağıyor-muş. Tam zamanında başlayan bu tehdid, sanıkları ve hakimleri etkiliyor. Bu durum tam 5 dakika devam ediyor ve bu sebeple duruşma kesintiye uğruyor. Daha sonra Hakim'in kızgınlığı sükûnete dönüşüyor. Görgü tanıklarına göre bu yağan sağanak sadece o çevreye yağmış ve bu durum ertesi günkü Günaydın gazetesinde "Erbakan'ın Mucizesi Tuttu" başlığıyla haber oluyordu.
Çünkü o haklı savunmada ve hakkı savunmakta idi.

ERBAKAN BÖYLE YARGILANIYORDU


Erbakan ve arkadaşlarının idamla yargılandıkları mahkemeden bir görüntü

RECAİ KUTAN MAHKEMEYİ ANLATIYOR

„ ... Bizleri mahkeme salonuna aldılar. Bizimle dinleyici bölümü arasında, tahtadan bir parmaklık vardı.
Parmaklığın gerisinde de ikişer adım aralıkla, silahlı askerler durmaktaydı. Biraz sonra dinleyiciler de salona alındılar. Salonun içide, dışındaki koridor da tıklım tıklım dolmuştu. Biraz sonra mahkeme heyeti yerini aldı. Ortada kıpkırmızı suratlı kısa boylu, üstündeki hakim cübbesi yana kaçmış, duruşma hakimi sivil Kayahan Özden oturuyordu. Onun sağ tarafında uzun boylu atletik yapılı, zarif, yakışıklı ve mert yüzlü bir topçu albayı oturuyordu. Yakasında da pilot brövesi vardı. Mahkeme başkam olan bu albayın ismi Niyazi Çağan idi. Duruşma hakiminin sol tarafında ise babayiğit yapılı mert tavırlı bir hakim binbaşı oturuyordu. İsmi ise ilhamı Uğur Yılmaz idi... Duruşma hakimi Askeri Savcı Nurettin Soyer'e iddianemeyi okuttuktan sonra ilk olarak Necmettin Erbakan Bey'e sordu: „ Hakkınızda ileri sürüten iddialar için ne diyorsunuz? !
'Erbakan Hoca ayağa kalktı. Sırtında lacivert şık bir elbise vardı. Daha da ağarmış, bembeyaz saçları, ve bıyıkları, lacivert elbise ile uyum sergiliyordu. Sakin, vakur, kendinden emin ve inandırıcı bir üslupla savunmaya başladı... "(111)
Recai Kutan
EKBAKAN'I NİÇİN YARGILIYORLARDI?
Ayda bir iki defa Mamak Mahkemelerine götürülen Erbakan'ı niçin yargıladıklarını anlamak için, mahkeme tarafından kendisine sorulan soruları okumak yeterli olacaktır.
Duruşmalarda Erbakan'a şu sorular soruluyordu:
1- Niçin Milli Görüş dediniz!
2- Milli Görüş demek şeriat mıdır?
3- Parti binanızda bulunan imzasız kime yazıldığı belli olmayan bir mektup bulunmuştur. Bu mektup sizin teokratik nizam istediğinizi kanıtlamaz mı?
4- Sandıklı'daki parti binanızın olduğu iş hanını çıkarken duvara besmele yazılmış. Bu sizin şeriat yanlısı olduğunuzu göstermez mi?
5- Partideki bir telefonun göbeğine niçin Allah adını yazdınız?
6- Niçin Hak geldi batıl zail oldu dediniz?
7- Niçin İslam Ortak Pazarı istiyoruz dediniz?
8- Niçin Anayasa'yı değiştirerek din derslerini mecburi yapacağız dediniz?
Bu duruşmaların yapıldığı dönemde Hakim Erba-kan'a "Niçin İslam Ortak Pazarı istiyorsunuz? Niçin din derslerini mecburi yapacaksınız? diye sorgularken aynı dönemde Başbakan Bülent Ulusu, İslam Konferansı'n-da Türkiye'yi temsilen, biz İslam Ortak Pazarı istiyoruz diyor ve Konsey din derslerinin mecburi kılınması için Anayasa'ya madde konulacağını açıklıyordu.
Erbakan söyleyince suç oluyor; Bülent Ulusu söyleyince suç olmuyor!
Erbakan isteyince suç oluyor; Konsey isteyince suç olmuyor!
Bu nasıl mantık?

ERBAKAN HAKKINDA EROİN DAVASI AÇILIYOR
Eroin davası, Erbakan'ın Kıbrıs Barış Harekatında birinci derecede rol oynadığı için Yunanlıların yıpratmak maksadıyla hazırladıkları bir komplodan kaynaklanmaktaydı.
Batı Almanya'da eroinle birlikte yakalanan Halit Kahraman'a, ölüm tehdidi ile baskı yapmışlar, Erbakan Hoca'ya iftira attırmışlardı.
Alman makamları, dosyada Erbakan aleyhinde, kuru iftiradan başka ciddi delil bulunmamasına rağmen, adet yerini bulsun diye dosyayı Türkiye'ye gönderdi. Ankara Savcılığında Türkçe'ye tercüme ettirilen dosya üzerine gitmeyi Erbakan zâif addetmişti.
Almanya'da yargılanarak hüküm giyen Halit Kahraman, bu yaptığı iftiradan pişmanlık duymuş, baskılar kalkınca gerçeği açıklayan bir mektubu 12 Eylül'den önce Meclis Başkam olan Cahit Karakaş'a göndermiş idi. Sözkonusu mektupta Erbakan'ın eroin işiyle zerre kadar alakası bulunmadığını üzüntü içinde, ayrıntıları ile belirtiyordu.
Meclis Başkanı Cahit Karakaş bir basın toplantısı ile bunu kamuoyuna ve resmi makamlara açıklamak kararında iken, bu kararını yerine getiremeden 12 Eylül ihtilali olmuştu.
12 Eylül (ihtilalinden sonra Erbakan ve arkadaşları 163'üncü maddeden dolayı tutuklanarak cezaevine alındıktan sonra eroin davası yeniden ele alınıyordu.
Bu davanın neticesinde zaten yüzü ak, alnı açık olan Erbakan aklandı.
Ancak bir benzerlik dikkatten kaçmıyor. 27 Mayıs zihniyeti, hasımlarım küçük düşürmek için köpek, bebek, davaları, açtırmışlardı. 12 Eylül zihniyeti ise hasımlarını küçük düşürmek için eroin davası açtırdı.

ERBAKAN HAKKINDA 40 DAVA DAHA
AÇILIYOR

Erbakan cezaevindeyken bu durumdan fırsat bu fırsattır deyip aleyhinde 40 dava daha açıyorlar. Açılan davalarda iddia edilen şu; 1978 kısmi seçimlerinde sen falanca yerde beş dakika fazla konuşmuşsun, falanca yerde içeride konuşmuş, hoparlörü dışarıya verdirtmiş-sin, belirlenen meydanda değil başka yerde konuşmuşsun.
Bu iddialardan da anlaşıldığı üzere açılan bu davalar seçim suçlarını içeren davalardır. Bu davaların her birinin cezası 6 ay kadardır. Az gözüküyor, fakat her birisinden 6'şar ay gün giyse toplam 20 yıl olacak.
Erbakan, diğer davalarda olduğu gibi bu davalarda da kanun maddelerine dayandırarak savunmasını yap ti. Erbakan'ın savunmada dayandığı hüküm, bu tür davaların seçimden üç ay geçtikten sonra dinlenemeyeceğine dair hüküm idi. Dolayısıyla zamanaşımına uğramış oluyordu bu davalar. Yani ölü doğmuştu.
Peki bunu bu davayı açanlar ve açtıranlar bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı. Ancak maksatlarına uygun olarak böyle yapmaları gerekiyordu.
Erbakan'ı gaflete düşürebileceklerdi, haksız olarak kanunsuz olarak 40 adet adli hatayı, bile bile irtikap edecekler ve onu 20 sene gibi bir ceza yükünün altına sokacaklardı.
Ama bunu başaramadılar. Çünkü O kanunları iyi bilen ve savunmasını beceren biridir. O'nun bu beceri ve kabiliyetini arkadaşlarından birisi söyle anlatıyor:

ERBAKAN'IN SAVUNMADAKİ TUTUMUNU ŞEVKET KAZAN ANLATIYOR
(Ankara, 1981)
"Diğer bütün işlerde olduğu gibi savunmada da Erbakan Hoca ya hep ya hiç prensibiyle hareket ediyordu. Hoca'nın hiç bir şekil ve şart altında asla yenilgiyi kabul etmeyen bir karakteri vardı. Hoca, bu karakterini davadaki savunmayada hakim kılmıştı. Avukatlarımızın bazıları mevcut siyasi tansiyon ve hukuki şartlar altında, dava sonunda mahkumiyetin kesin olduğunu bize anlatmaya çalışıyorlardı. Bu sebeple savunmanın beraat hedeflenerek değil, cezaların hafifletilmesi hedeflenerek düzenlenmesini istiyorlardı. Tabii böyle yapanlar, Hoca tarafından şiddetle reddediliyor, mahcup duruma sokuluyorlardı. Ben bile tutuklu olmama rağmen, bu kadarını fazla buluyordum, Çünkü durumu değerlendiren bize yakınlığı olan bazı Yargıtay ve Danıştay üyesi hukukçular bizlere ikaz edici mesajlar gönderiyorlardı. Bu dava sizler için yeni bir Yassıada davası durumundadır. Mahkemeler baskı altındadır. Kesin olarak beraat beklemeyiniz, bazılarınızın cezadan kurtulması, bazılarınızın cezalarının azaltılması sözkonusu olabilir, diyorlardı. Tabii bu fikir ve tavsiyeler Hoca'ya hiç tesir etmiyordu. Yel kayadan ne koparır kabilinden geçiştiriyordu, içerdeki hukukçuları da dışardaki avukatları da yönetimine almıştı. Eğer iş sadece biz hukukçulara kalsaydı daha ılımlı bir savunma stratejisi takip ederdik. Ve bunun tabii neticesi olarak da cezaları boylardık. Bizim çalışmalarımızı hiç yenilgi kabul etmeyen Erbakan Hoca'nın stratejisi ile birleştirip Allah'ın yardımıyla herkesin olmasına imkân ve ihtimal vermediği neticeye ulaştık.(112)
Şevket KAZAN
MSP Genel Başkan Yardımcısı
ERBAKAN'IN SAVUNMADAKİ TUTUMUNU AHMET OĞUZ ANLATIYOR
(Ankara, 1981)
"Savunmamızın ağırlığım bir lokomotif gibi Genel Başkanımız Prof. Dr. Necmettin Erba-kan 'ın savunması oluşturuyordu. Mahkeme öncesi hazırlıklar esnasında, tutuklu avukat ve MKYK üyeleri "Hocam biz birşey söylemeyelim savunmayı hepimiz adına siz yapın " diyorlardı. Gerçekten de Hocamız Makina Profesörü amma, hukuku ve hukuk mantığını çok net ve dikkat çekici olarak ortaya koyuyordu. Adeta hukuk dersi, hukuk ziyafeti veriyordu. Üzerimizdeki sıkıntılar dağılıyor ve kalbi bir rahatlama oluyordu. "(113)
Ahmet Oğuz
MSP Gençlik Teşkilatları
Genel Başkanı



BİR ALİMİN ERBAKAN'IN TAHLİYESİ İÇİN YAPTIĞI DUA

(Gölbaşı, 1981)
"Sizin tahliyeniz için biz Gölbaşı 'nda secdede düşmüş kalmışız da, kim bilir kaç saat sonra gelip kaldırmışlar bilmiyorum. "(114)
Yahyalı H. Hasan Efendi (KS.)


(alıntı)
 
Üst